Haberler

Türk Uzay Yolcusu Bir İlke İmza Atıyor

Türk uzay yolcuları belirlendi. Konuyla ilgili yapılan açıklamalardan uzay yolcularının isimlerini ve uzayda kaldıkları süre içinde hangi deneyleri yapacaklarını öğrendik. Türkiye'nin ilk uzay yolcuları Alper Gezeravcı (asil) ve Tuva Cihangir Atasever (yedek) oldu. Bu noktada, uzay yolcularının seçimleri kadar uzayda yapacakları deneylerin seçimleri de önem taşıyordu. Türk uzay yolcularının uzayda gerçekleştireceği deneyler için yapılan çağrıya başvurular; Türk Uzay Ajansı ve TÜBİTAK uzay uzmanlarından oluşan bir komisyon tarafından değerlendirildi. Yapılan seçimde öneriler; bilimsel katkı, değer, maliyet, takvim, yapılabilirlik ve Uluslararası Uzay İstasyonu altyapılarına uyumluluk gibi kriterler çerçevesinde değerlendirildi.Seçilen deneylerden biri de Hacettepe Üniversitesi Kanser Enstitüsü Temel Onkoloji Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Güneş Esendağlı liderliğinde gerçekleşen "Miyeloid" deneyi oldu. Deneyi gerçekleştiren araştırma ekibi; Sağlık Bilimleri Üniversitesi Gülhane Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Kerim Bora Yılmaz, Etlik Şehir Hastanesi Genel Cerrahi Kliniği'nden Doç. Dr. Erhan Güven ve Hacettepe Üniversitesi Kanser Enstitüsü Temel Onkoloji Ana Bilim Dalından Uzm. Biyolog Hamdullah Yanık'tan oluşuyor. Deney kapsamında, uzay yolcularının kan dolaşımından, uzay yolculuğu sırasında vücudun maruz kaldığı stres ve radyasyon hasarına bağlı oluşabilecek bağışıklık sistemindeki değişimler izlenecek ve kanser riskini belirleyecek araştırmalar yapılacak. Bu immünolojik deneylerle uzay ortamı ve radyasyon hasarına bağlı ortaya çıkan özel bir hücre tipi olan "miyeloid kökenli baskılayıcı hücrelere" yönelik hücresel, transkriptomik ve fonksiyonel analizler gerçekleştirilecek. UZAY ORTAMININ TEHLİKESİ VAR MI? Araştırma ekibinin bu deneyi planlama amacının, uzay yolcularının sağlık durumlarının çeşitli faktörlere bağlı olarak etkilenebileceği olduğu belirtiliyor. Güneşin ultraviyole ışınları, galaktik kozmik radyasyon, yer çekimi değişiklikleri, yolculuk sırasındaki basınç farklılıkları ve uzay görevindeki bireylerin soludukları hava ve ortam nemi uzay görevindeki astronotların sağlıklarına etki edebilecek faktörler arasında bulunuyor. Güneşten gelen solar kozmik ışınlar, yüksek enerjili protonlar ile galaktik kozmik ışınlara maruz kalmanın uzun dönemde radyasyon etkisine bağlı genetik hasara, bağışıklık sistemi reaksiyonlarına ve kanser riskine kadar varabilecek değişimler ortaya çıkarabileceğine dikkat çekiliyor. "Miyeloid" deneyi sorumlusu ve proje yöneticisi Prof. Dr. Güneş Esendağlı, "Olası uzay yolculuğu sırasında değişebilecek bağışıklık sistemi özelliklerinin, radyasyon hasarının ve uzay ortamının olası risklerini 4 ana başlıkta toplayabiliriz. Atmosferin koruyucu etkisi olmadığı uzay ortamının, insanlar için tehlikeleri ve radyasyonun organizma üzerindeki etkileri aşağıdaki gibidir" diyor. 1-) Radyasyon karsinoenezi (kanser riski) 2-) Akut veya geç başlangıçlı merkezi sinir sistemi etkileri 3-) Katarakt, sindirim ve dolaşım sistemi sorunları gibi diğer dejeneratif bozukluklar (görme problemleri başta olmak üzere) 4-) Akut radyasyon hasarı (cilt yaralanmaları başta olmak üzere)DÜNYADA BİR İLK OLACAKMyeloid deneyi; uzayda aylar ve hatta yıllar geçiren astronotların kanser riskinin belirlenmesi ve erken müdahale edilmesi ile insanlığın uzaydaki geleceği açısından dünyada bir ilk olma özelliği taşıyor. Prof. Dr. Güneş Esendağlı, "Uzay istasyonunda yapılan deneylerde radyasyon ölçümlerinin yörünge irtifası ve solar sikluslara bağlı olarak değişkenlik gösterdiği ortaya konmuştur. Miyeloid kökenli baskılayıcı hücreler, kanser gibi kronik inflamasyon süreçlerinde başta kanda olmak üzere yüksek düzeyde üretilerek immün baskılama yapan, kanser ilerlemesi ve yayılımını destekleyen, heterojen immatür miyeloid hücre popülasyonudur. Kapsamlı ve detaylı bir inceleme sonucunda elemeyi geçerek yapılmasına karar verilen bu deney; uzay çalışmaları ve tıp alanında bir ilki oluşturuyor" diyor. Kaynak:AA

Tarım ve Orman Bakanlığı Gıda Denetimlerini Arttırdı

Uzay sektöründeki en son yenilikler, teknolojiler ve ürünlerin sergilendiği uzay teknoloji fuarı, ABD'nin Kaliforniya eyaletindeki Long Beach'te Çarşamba ve Perşembe günleri arasında düzenlendi.Kuzey Amerika'nın önde gelen etkinliklerinden biri olan fuarda, dünya genelinden 250'den fazla katılımcı ve 3300'den fazla ziyaretçi yer aldı.Fuarda uzay araçları, uydu ve fırlatma sistemleri için uzay teknolojileri ve hizmetleri ile sivil, askeri ve ticari uzay görevlerine Bakanlıktan yapılan açıklamaya göre, Gıda ve Kontrol Genel Müdürlüğü, 7 bin 570 gıda denetim görevlisiyle çalışmalarını aralıksız sürdürüyor. Resmi kontroller risk esasına göre, önceden haber verilmeksizin, Bakanlık ve il müdürlüklerinin yıllık numune alma programları, Ulusal Kalıntı İzleme Planı (UKİP), TİMER, CİMER, Alo 174 Gıda Hattı, WhatsApp İhbar Hattı'na gelen ihbar ve şikayetler kapsamında gerçekleştiriliyor. Ekipler, yılın 4 ayında gıda işletmelerine toplam 375 bin 743 resmi kontrol gerçekleştirdi. Denetimlerde 3 bin 966 olumsuzluk tespit edilirken, gıda işletmelerine 3 bin 918 adet idari para cezası uygulandı, 48 işletme için Cumhuriyet savcılıklarına suç duyurusunda bulunuldu. Gıdaya ilişkin ihbar ve şikayetleri almak, tüketicileri bu denetim sürecine dahil etmek amacıyla 2009'da faaliyete geçirilen Alo 174 Gıda Hattı'na bugüne kadar 2 milyon 889 bin 117 başvuru yapıldı. Bu aramalardan 951 bin 309'u gıda ihbar ve şikayet kapsamında olduğu için kaydedildi ve 948 bin 584'ü sonuçlandırıldı. WhatsApp İhbar Hattı'na ise faaliyete geçtiği 8 Mart 2020'den bugüne kadar 70 bin 719 bildirim geldi. Bunlardan 18 bin 109'u gıda ihbar ve şikayet kapsamında olduğu için kayıt altına alındı ve 17 bin 766'sı sonuçlandırıldı. Tarım ve Orman Bakanlığına bağlı 39 gıda kontrol laboratuvar müdürlüğü, Bursa Gıda ve Yem Kontrol Merkez Araştırma Enstitüsü Müdürlüğü, Ulusal Gıda Referans Laboratuvar Müdürlüğü ve Bakanlıktan yetki almış 101 özel gıda kontrol laboratuvarı bulunuyor. 41 kamu laboratuvarının 40'ı ve 101 özel gıda kontrol laboratuvarının 88'i akredite olarak hizmet veriyor. Kaynak:AA

Uzay Teknolojileri Fuarı ABD'de Düzenlendi

Uzay sektöründeki en son yenilikler, teknolojiler ve ürünlerin sergilendiği uzay teknoloji fuarı, ABD'nin Kaliforniya eyaletindeki Long Beach'te Çarşamba ve Perşembe günleri arasında düzenlendi.Kuzey Amerika'nın önde gelen etkinliklerinden biri olan fuarda, dünya genelinden 250'den fazla katılımcı ve 3300'den fazla ziyaretçi yer aldı. Fuarda uzay araçları, uydu ve fırlatma sistemleri için uzay teknolojileri ve hizmetleri ile sivil, askeri ve ticari uzay görevlerine yönelik malzemeler sergilendi. Fuarda ayrıca, ek üretim yoluyla optimize edilmiş sistem tasarımı, malzeme geliştirme, alçak Dünya yörüngesi görevleri için yeni nesil robotlar ve gelecekteki uzay keşifleri için yeni geliştirilen teknolojiler gibi önemli endüstri konularını kapsayan çeşitli paneller ve sunumlar düzenlendi. Fuarda sergilenen yeni ürün ve teknolojiler arasında uydu takip anten sistemleri, titreşim izolasyon ürünleri, X-ray kontrol ekipmanları ve seramik paket çözümleri yer aldı.Özellikle iletişim, savunma ve tıp pazarlarına odaklanan elektronik parça ve alt sistemlerin küresel üreticisi İletişim & Güç Endüstrileri şirketi, fuarda en son uydu izleme anten sistemlerini tanıttı.Merkezi İsviçre'nin Cenevre kentinde bulunan küresel bir yarı iletken firması olan STMicroelectronics, uzay için uygun radyasyona dayanıklı ürünler portföyü de dahil olmak üzere yarı iletken ürünlerini fuarda sergiledi. Şirkete ait mikroçipler, elektrikli otomobiller ve uzaktan kumandalı anahtarlar, dev fabrika makineleri ve veri merkezleri, çamaşır makineleri, sabit diskler ve akıllı telefonlar gibi en gelişmiş yeniliklerde kullanılıyor. Kaynak:XHTV

Uzayda Yapılan Deney Gıda Güvencesini Kurtarabilir mi?

Geçtiğimiz yıl IAEA ve FAO uzaya bazı bitki tohumları gönderdi, kısa bir süre önce ise bu tohumlar dünyaya geri döndü. Şimdi her 2 kuruluş, gezegen ısınırken yeterli gıda üretilmesine yardımcı olacak dayanıklı bitkisel ürünler geliştirmek için çalışmalara başladı. Bitkiler doğal olarak çevrelerine uyum sağlayarak hayatta kalabilecek donanıma sahiptir. Ancak bitkiler iklim değişikliğinin mevcut hızına uyum sağlamakta güçlük çekmektedir. Dünya gittikçe ısınmakta, dünya nüfusu artmakta, çiftçiler gıda talebini karşılamakta zorlanmaktadır. Kozmik bitkisel ürünler projesi! IAEA ve FAO, çiftçileri desteklemek ve küresel gıda güvencesini iyileştirmek için harekete geçti. FAO/IAEA Gıda ve Tarımda Nükleer Teknikler Ortak Merkezi vasıtasıyla, ihtiyaç duyulan bitkisel ürünlerin doğal ve genetik adaptasyonunu hızlandırma konusunda kozmik radyasyonun etkilerini keşfetmek için uzaya bitki tohumları gönderildi. Uluslararası Uzay İstasyonu’nda (ISS) 5 ay geçirdikten sonra dünyaya geri getirilen tohumlar üzerinde bilim insanları incelemelere başladı.Araştırma için, halihazırda büyük bir bilimsel veri bankası bulunması sebebiyle Arabidopsis ve Sorgum tohumları seçildi. Tohumlar çalışmanın bu aşamasında Avusturya'nın Seibersdorf kentindeki FAO/IAEA Gıda ve Tarımda Nükleer Teknikler Ortak Merkezi laboratuvarlarına gönderilecek, burada arzu edilen özellikler aranacak ve tohumlar analiz edilecek. IAEA Genel Direktörü Rafael Mariano Grossi, “Kozmik mahsuller projesi çok özel bir proje. Projenin, daha güçlü bitkisel ürünler yetiştirmemize ve daha fazla insanı beslememize yardımcı olarak, uzak olmayan bir gelecekte insanların yaşamları üzerinde gerçek bir etkiye sahip olması bekleniyor. IAEA ve FAO bilim adamları, 60 yıldır tohumların mutasyona uğramasını sağlayarak daha iyi özelliklere sahip binlerce ürün geliştiriyor. Ancak astrobiyoloji gibi heyecan verici bir alanda ilk kez deneyler yapılıyor” diye konuştu. FAO Genel Direktörü QU Dongyu da “Proje kapsamında uzaya gönderilen tohumlar Dünya'ya geri döndüğüne göre, kozmik radyasyonun, mikro yerçekiminin ve aşırı sıcaklıkların etkilerini görebilir ve bunları ortak laboratuvarlarımızda üretilenle karşılaştırabiliriz. Bu çığır açan deneyin, iklim değişikliğine uyum sağlayabilen ve küresel gıda güvenliğini artırabilen bitkisel ürünlerin geliştirilmesine yardımcı olacağını umuyoruz” diye konuştu. Kaynak:İHA

İzmir’in Dermokozmetik Firması İtalya’da Büyük İlgi Gördü

Cosmoprof Worldwide Bologna’da dermokozmetik sektöründen standa sahip tek İzmirli firma olan International Group Nacar, özellikle ‘private label manufacturing’, yani fason kozmetik üretimi konusunda uzmanlaşmış durumda. Şu an itibarıyla 10’dan fazla ülkede 40’ın üzerinde markaya üretim yapmakta olan International Group Nacar, Türkiye’de de medikal estetik alanında en önde gelen doktorlarının markalarının üretimini gerçekleştirirken, influencer markalarını ve Esderma MD gibi profesyonel dermokozmetik markalarının da üretimini sağlıyor. Türkiye’nin lider dermokozmetik Ar-Ge laboratuvarı ve Sağlık Bakanlığı’ndan akredite GMP sertifikalı üretim tesisine sahip olan International Group Nacar, iki ayrı fabrikasında toplamda üç temiz odası ile en son teknolojiye sahip tam otomatik cihazları kullanarak üretim yapıyor. Bu temiz odalarından birinde düşük adetli üretimler yapabildiği için özellikle start-up ve kadın girişimcileri destekleyici politikalar yürütüyor. YENİLİKÇİ ÜRÜNLER Temiz odalarda, tüm üretim süreçleri hijyenik bir ortamda gerçekleştiriliyor ve ürünlerin kalitesi maksimum seviyede tutuluyor. Ayrıca, tam otomatik cihazlar sayesinde üretim süreçleri daha hızlı ve verimli bir şekilde yönetilebiliyor. International Group Nacar, üretim sürecinin her aşamasında kalite kontrol önlemleri uyguluyor ve müşterilerine en kaliteli ürünleri sunmaya özen gösteriyor. Firma, teknolojik altyapısı ve uzman kadrosu ile sektörde lider konumda bulunuyor ve müşterilerinin ihtiyaçlarını karşılamak için sürekli olarak yenilikçi ürünler geliştiriyor. Kaynak:Basın Bülteni

Genom Düzenleme Teknolojisi Başarılı Oldu

BUÜ Ziraat Fakültesi Bahçe Bitkileri Bölümü’nde çalışan öğretim üyeleri Prof. Dr. Meryem İpek, Prof. Dr. Ahmet İpek, Doç. Dr. Asuman Cansev ve doktora öğrencisi Deniz Zahide Altınşeker Acun’dan oluşan proje ekibi, yeni nesil genom düzenleme teknolojisi olan CRISPR/Cas9 tekniğini üniversitede ilk kez uyguladı. Bilimsel Araştırma Projeleri Birimi tarafından desteklenen FGA-2021-201 No’lu proje çerçevesinde önemli veriler elde edildi.Akademisyenler, bu yöntem sayesinde geliştirilen havuç genotipleri kullanılarak havuç yetiştiriciliğinde önemli bir sorun olan yabancı ot mücadelesinin daha etkin ve sürdürülebilir bir şekilde yapılabileceğini açıkladı. Proje sonuçları hakkında bilgi veren Prof. Dr. Meryem İpek, “Bugün tıp, gıda, veterinerlik, ziraat gibi birçok alanda başarılı ile uygulanabilen CRISPR/Cas9 teknolojisi genom bilgisi mevcut hemen her organizmada uygulanabiliyor. Bu genetik mühendisliği teknolojisinde genomda hedeflenen gende kontrollü mutasyonla susturma ya da söz konusu gende değişiklik yaparak istenilen özellikler organizmalarda elde edilebiliyor” dedi.Çalışmalar umut verici Proje yürütücüsü Prof. Dr. İpek, bu yöntemi kullanarak asetolaktat sentez (ALS) geninin aktivitesini bozan herbisitlere (yabancı ot ilacı) karşı tolerans sağlayacak nokta mutasyonunu havuç genomunda yaptıklarını söyledi. İpek, “ALS enzimin gen bölgesini etkileyen herbisitler, bitkilerin ölmesine sebep oluyor. Havuç bitkisindeki ALS gen bölgesinde CRISPR/Cas9 teknolojisi kullanarak meydana getirmeyi başardığımız nokta mutasyonu ile elde ettiğimiz havuç bitkileri, klorsülforon içeren herbisitlere karşı tolerans kazandı. Bu yöntemle geliştirilen havuç genotipleri kullanılarak havuç yetiştiriciliğinde önemli bir sorun olan yabancı ot mücadelesi daha etkin ve sürdürülebilir bir şekilde yapılabilecek’’ şeklinde konuştu.Prof. Dr. Meryem İpek, teknolojinin diğer bitkilere farklı agronomik özelliklerin kazandırılmasında da kullanılabileceğini ve bitki ıslahı çalışmalarında umut verici olduğunu vurguladı. Projede yer alan akademisyenler, CRISPR/Cas9 genom düzenleme teknolojisinin bitki ıslahı alanında BUÜ’de ilk kez uygulandığına işaret ederek, kendilerine katkı sunan BAP Komisyonu ve BAP Birimi’ne teşekkür etti. Kaynak:AA

TÜBİTAK Kayseri Şeker Ar-Ge Merkezini Ziyaret Etti

İstanbul Teknofest etkinliği çerçevesinde Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mustafa Varank ve TÜBİTAK Başkanı Prof.Dr. Hasan Mandal'ın katılımları ile gerçekleştirilen TÜBİTAK 1004 Programı adı altında açılan çağrıda 12 platformun desteklenmesine karar verildiği, Mükemmeliyet Merkezi Destek Programı ile Kayseri Şeker'in de "Sürdürülebilir Tarım ve Sağlıklı Gıda için Biyolojik Temelli Zirai İlaçların Üretim Yöntemlerinin Geliştirilmesi" alanında 2 adet projesi onay aldı. Türkiye'nin lokomotif sanayi kuruluşlarının, en yetkin akademik kurumlarının ve en seçkin araştırmacılarının iş birliği yapmalarının hedeflendiği S-ATP çatısı altında Kayseri Şeker "Sürdürülebilir Tarım ve Sağlıklı Gıda için Biyolojik Temelli Zirai İlaçların Üretim Yöntemlerinin Geliştirilmesi "proje tabanında sorumlu olarak "Biyopestisit Geliştirilmesi, Optimizasyonu ve Silisyum Hidrojel temelli yavaş ilaç Salınımlı Nanormateryal Geliştirilmesi olarak 2 adet projesi yer alıyor. Kayseri Şeker Ar-Ge Merkezi'nden Sorumlu Genel Müdür Yardımcısı Oğuzhan Ulu, konuya ilişkin yaptığı açıklamada şu görüşlere yer verdi: "Kayseri Şeker Ar-Ge Merkezi, Kayseri Pancar Ekicileri Kooperatifi Yönetim Kurulu Başkanı Hüseyin Akay'ın belirlediği vizyon çerçevesinde nitelikli ve yenilikçi projeler ortaya koyarak şeker sektöründe fark oluşturmaya devam etmektedir. Proje çerçevesinde sürdürülebilir ve yeşil mutabakat hedefli "Biyolojik Temelli Zirai ilaç Üretimi'' hedefi ile Kayseri Şeker Ar-Ge Merkezi olarak çalışmalarımız planlanmıştır. Projeler Erciyes Üniversitesi ERFARMA, Akdeniz Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarımsal Biyoteknoloji Bölümü, TÜBİTAK-MAM ile etkileşimli olarak yürütülecektir. Sonuç olarak iki farklı projenin çıktısı yine bu projenin girdileri arasında yer alacak olup, ülkemizde nitelikli ve katma değerli ürünlerin geliştirilebilmesi için sürdürülebilir bir sistemin oluşmasında önemli bir katkı sağlayacaktır. TÜBİTAK 1004 Mükemmeliyet Merkezi Destek Programı çerçevesinde geliştirilen ürünlerin ve teknolojilerin özel sektöre transfer edilebilmeleri ve ticari olarak değer kazanması açısından, Kayseri Şeker önemli bir rol üstlenmiştir." Kayseri Şeker'in bu araştırma programının yöneticisi olan Erciyes Üniversitesi Tarım Araştırma ve Uygulama Merkezi başta olmak üzere Türkiye'nin saygın üniversiteleri ODTÜ, Ege, Çukurova, Marmara ve İstanbul Üniversiteleri ile işbirliği içerisinde olacağının bilgisi de verildi. Kaynak:AA

AbdiBio Grup Başkanı Biyoteknolojik İlaçta da Türkiye’nin Bir Numarası Olmak İstediklerini Belirtti

Türkiye’de ilaç sektörünün lideri olan Abdi İbrahim, uzun soluklu planlama ve stratejilerle dünyada etkili bir oyuncu olma hedefiyle çalışmalarını sürdürüyor. Şirketin odağında yer alan biyoteknoloji çalışmaları ise AbdiBio çatısı altında toplanıyor.  Biyoteknolojinin Abdi İbrahim ve Türk ilaç sektörünün geleceği için büyük önem taşıdığını belirten AbdiBio Grup Başkanı Dr. Ali Özüer, şirketin 2025 stratejisi çerçevesinde, Türkiye’nin bir numaralı biyoteknolojik ilaç üreticisi olma hedefiyle çalıştıklarını söyledi. Özüer açıklamasında şu ifadeleri kullandı:  “AbdiBio, Türk ilaç sektörünün 21 yıldır kesintisiz lideri olan Abdi İbrahim’in yenilikçi ve vizyoner bakış açısının eseri. Biyoteknoloji, değişen dünya şartlarında devletlerin milli öncelikler kapsamına aldığı bir alan. Biz de 2018’de 100 milyon dolarlık yatırımla açılışını yaptığımız AbdiBio’da kendi biyoteknolojik ilaçlarımızı geliştirip uluslararası standartlarda üretmeyi hedefliyoruz. Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa Birliği ülkeleri başta olmak üzere global pazarlara ihracat yaparak çifte katma değer yaratmak istiyoruz. Özetle dışarıya döviz vermektense, döviz kazanma vizyonumuzla projelerimizi sürdürüyoruz.” Türkiye’nin en büyük biyoteknolojik ilaç üretim tesisi: AbdiBio Esenyurt’ta son teknoloji ile üretim yapan AbdiBio’nun, Türkiye’nin en büyük biyoteknolojik ilaç üretim tesisi olarak yalnızca şirkete değil, Türk ilaç sanayisine de rehberlik ettiğini ve büyük katkı sunduğunu söyleyen Dr. Ali Özüer, tesisle ilgili şu bilgileri verdi: “AbdiBio, 13.500 metrekarelik alana yayılan bir biyoteknolojik üretim tesisi. Tesisin mevcut yıllık üretim kapasitesi ise 11 milyon flakon, 11 milyon şırınga, 16 milyon kartuş ve 1 milyon liyofilize ürün.”  "İnsanların ilaca erişimini kolaylaştırmayı hedefliyoruz" Türkiye'nin biyoteknoloji alanında dışa bağımlılığını azaltmayı, yerel kaynaklı tedavi alternatiflerini artırmayı ve en önemlisi de insanların ilaca erişimini kolaylaştırmayı hedeflediklerini ifade eden Özüer; “Pazarda bulunan biyoteknolojik ürünlerin tamamına yakını ithal. AbdiBio tesisimizi hayata geçirirken, ithal ettiğimiz bu ürünlerin ülkemizde geliştirilmesi ve üretilmesini hedefledik. Bu sayede hem hastaların ilaçlara erişimini kolaylaştırdığımıza hem de ülke ekonomisine değer kattığımıza inanıyoruz. Bunun sonuçlarını da kamuoyu ile paylaştığımız 2020 Sosyoekonomik Etki Raporumuzda çok net gördük. 2018 yılında onkoloji alanındaki ilk biyobenzer ilacımız sayesinde ülkenin sağlık harcamalarında 80 milyon dolar tasarruf sağlandı” diye konuştu. “Demir eksikliğinde kullanılan bir ilacın üretimine başladık” AbdiBio’nun gündemdeki konuları ile orta ve uzun vadeli hedeflerine de değinen Dr. Ali Özüer şöyle devam etti: “2021 yılında, hücre bankasından başlayarak geliştirdiğimiz biyoteknolojik ürünün temel çalışmalarını yapacağımız Proses Geliştirme Laboratuvarı’nı açtık. Ağustos 2023’te faaliyete geçecek olan mAb üretim alanımız için reaktörler ile yardımcı ünitelerin alımı ve kurulumunu yapıyoruz. Bununla birlikte, halihazırda bitmiş olan formülasyon ve paketleme alanımızda, demir eksikliği tedavisinde kullanılan ve bugüne kadar ithal edilen önemli bir ilacın aseptik şartlarda ticari üretimine Nisan 2023 itibarıyla başladık. Bunun yanı sıra ilk etapta yurt dışında 12 ülkeye ihraç etmeyi planladığımız bir biyoteknolojik ilaç ile Avrupa’ya ihraç edeceğimiz bir kimyasal ilacın teknoloji transferi ve deneme üretimlerini de 2023 yılının sonuna kadar gerçekleştireceğiz.” Ali Özüer ayrıca, şirketin onkoloji alanında ilk biyobenzer molekülü olan mAbdi #2 ile uluslararası pazarda en iyi performans gösteren ilk 5 biyofarma ürünü içinde yer almayı hedeflediklerini söyledi. Özüer, orijinal ürünün ilk biyobenzerlerinden birini piyasaya sürerek 2026 yılına kadar yaklaşık 31 milyar dolarlık hacme sahip pazarın önemli küresel aktörlerinden biri haline gelmeyi amaçladıklarını da kaydetti. "Sağlıklı yaşam herkesin hakkı" Biyoteknolojik ilaçta, hücre bankasından nihai ürüne kadar tüm süreçlerle ilgili lisans almayı, teknoloji transferi yapmayı, ortaklık veya satın almalarla büyümeyi planladıklarını belirten Özüer sözlerine şöyle devam etti:  “Bilgiyi, beceriyi ve ürünleri, nitelikli uzmanlarla ve doğru ortaklarla buluşturmamız gerekiyor. Abdi İbrahim güçlü finansal yapısı ve yatırımcı kimliği ile böyle bir stratejiyi hayata geçirebilecek Türkiye’deki belki de tek ilaç şirketi. Biz bu süreçte bir ilke imza atarak İsviçreli OM Pharma’nın yüzde 28,5 hissesini satın aldık. ABD’de Colorado Üniversitesi ve Illinois Üniversitesi ile güçlü bağlantılara sahip olan, biyolojik ve gen tedavisinde kullanılan ilaçlar geliştiren Amerikalı biyoteknoloji start-up’ı Ocugen firmasına yatırım yaptık. Bu yatırımlara yenileri de eklenecek. Biz, AbdiBio olarak gücümüzü liderliğimiz, tutkumuz, cesaretimiz ve sorumluluğumuzdan alıyoruz. ‘Sağlıklı yaşam herkesin hakkı; bunu gerçekleştirmek ise bizim işimiz!’ mottosunu kendimize ilke edindik. Bu doğrultuda bilimin ışığında, inovasyonu odağımıza alarak yüksek teknoloji ile geliştirdiğimiz tedavi yöntemlerini her insan için erişilebilir kılmak hedefiyle var gücümüzle çalışmaya devam edeceğiz.” Kaynak:Basın Bülteni

TÜBİTAK Bursiyerlerine Sigorta Müjdesi

Yükseköğretim kurumları araştırma altyapılarının, AR-GE, ve tasarım merkezleri ve kamu AR-GE birimleri ile iş birliği yaparak ihtisaslaşması ve mükemmeliyet merkezi haline gelerek geliştirdikleri ürün ve teknolojileri özel sektöre transfer edebilmelerini sağlamak amacıyla oluşturulan TÜBİTAK 1004-Mükemmeliyet Merkezi Destek Programı devam ediyor. Program kapsamında yeni patentler çıkması, yerli ve milli ürünler geliştirilmesi ve Türkiye'nin uluslararası platformlarda rekabet gücünün artırılması amacıyla "TÜBİTAK 1004 Programı-Yüksek Teknoloji Platformları" çağrısına çıkılmıştı. Programın ikinci çağrısı kapsamında desteklenen 12 platform, TEKNOFEST kapsamında düzenlenen TÜBİTAK 1004 Programı Yüksek Teknoloji Platformları Deneyim Paylaşım ve Tanıtım Töreni'nde açıklandı."TEKNOFEST'te bugün rekor kırmayı hedefliyoruz" Törende konuşan Sanayi ve Teknoloji Bakanı Varank, bu güzel etkinliği TEKNOFEST kapsamında gerçekleştirdiklerini belirterek, "Müthiş bir TEKNOFEST oluyor. Dün 600 binden fazla ziyaretçiyi misafir ettik. Bugün rekor kırmayı hedefliyoruz. Zaten toplantıya biraz geç kaldım. Kusuruma bakmayın. Yollar tıkalı olduğu için bir trafik motorcu arkadaşımızın arkasına binip böyle buraya gelebildim" dedi. Türkiye'nin Milli Teknoloji Hamlesi rehberliğinde büyük atılımlar yapmaya devam ettiğini aktaran Varank, Uluslararası Uzay İstasyonu'na gidecek ilk Türk yolcuların açıklanması, Türkiye'nin batarya üretim kampüsünün temellerinin atılması, Yeni Altay tankının testler için Türk Silahlı Kuvvetleri'ne teslim edilmesi, TÜBİTAK Aşı ve İlaç Geliştirme Kampüsü'nün açılması, İMECE'nin uzaya fırlatılması gibi önemli gelişmelerden bahsetti. Varank, bunlar gibi nice başarıları kamuoyu ile paylaşmaya devam ettiklerini, her zaman olduğu gibi eser ve hizmet siyasetine devam ettiklerini belirterek, "'Türkiye yüksek teknolojide, katma değerde yerinde sayıyor' diyenlere inat daha güçlü, daha müreffeh bir Türkiye'ye, yani Türkiye Yüzyılı'na doğru kararlı bir şekilde ilerlemeye devam ediyor" dedi."1004 Programı ülkemizin yüksek teknoloji üretimini artıracak" Mustafa Varank, bu süreçte herkese kritik roller düştüğünü, TÜBİTAK'ın da Türkiye'nin milli araştırma kurumu olarak omzunda en fazla yük olan kurumlar arasında yer aldığını aktararak, sözlerini şöyle sürdürdü: "Bugün bir araya gelmemize vesile olan 1004 Programı da ülkemizin yüksek teknoloji üretimini artıracak TÜBİTAK'ın etkin destek programlarından bir tanesi. 1004 Programı ile kamu, sanayi ve akademiden paydaşları bir araya getirip aynı hedef doğrultusunda iş birliği yapmalarını teşvik ediyor, onlara öncülük etmeye çalışıyoruz. Yüksek teknoloji içeren ithal ürünler yerine uluslararası pazarlarda rekabet edebilecek yerli ürünlerin teknoloji platformları aracılığıyla geliştirilmesini sağlıyoruz. Böylelikle araştırma altyapılarımızın ihtisaslaşmasını ve birer mükemmeliyet merkezine dönüşmelerini istiyoruz. Halihazırda kamu, özel sektör ve üniversite AR-GE merkezlerini bir araya getirdiğimiz yüksek teknoloji ve sanayi yenilik ağları platformlarına 1,5 milyar liraya yakın kaynak aktaracağız." Varank, bu programların kendine özgü yanları, Türkiye'de ilk defa başlattıkları yönleri bulunduğunu, birlikte geliştirme ve başarma yaklaşımıyla kamu, özel sektör ve üniversite AR-GE merkezlerinin bir araya gelmesini istediklerini ifade etti. "Daha önce desteklediğimiz platformlar, doğru yolda olduğumuzu şimdiden bize gösterdi" Sanayi ve Teknoloji Bakanı Varank, Türkiye'nin lokomotif sanayi kuruluşlarının, en yetkin akademik kurumlarının ve en seçkin araştırmacılarının iş birliği yapmalarını ve odaklanarak ihtisaslaşmalarını istediklerini belirterek, şu değerlendirmelerde bulundu: "Bu uzmanlıkta geliştirdikleri ürün veya teknolojiyi mutlaka ve mutlaka ticari şekilde özel sektöre transfer etmelerini istiyoruz. Burada kamu, sanayi ve akademik paydaşlar bir araya geldiği için birbirinden bağımsız yürüyen aynı işlerin de önüne geçmiş oluyoruz. Yani kamu kaynaklarının aynı işlerde farklı yerlerde harcanmasının da önüne geçmiş oluyoruz. Program kapsamında geliştirilen ana ürünlerin, yani platformların yanında birtakım ara teknolojilerin üretilmesi de bizim açımızdan önem arz ediyor. Geliştirilen yerli ve milli ürünlerin yanı sıra desteklenen araştırmacı ve kursiyerler sayesinde yüksek teknoloji alanlarında çalışacak insan kaynağımızın da kapasitesini artırmış oluyoruz." Varank, TÜBİTAK 1004 Programı kapsamında bugüne kadar iki çağrıya çıktıklarını ve 2018'deki ilk çağrıda toplam 8 platformun desteklenmesine karar verdiklerini anımsatarak, "Desteklenen 8 platform çatısı altında 14 üniversite, 19 özel kuruluş, 2 kamu AR-GE enstitüsü ve 4 AR-GE ve tasarım merkezi olmak üzere 39 kuruluş yer alıyor. Bu platformlarda 984 araştırmacıyı, 536 bursiyeri destekliyoruz. Çalışma alanlarının içerisinde kanserde hedefe özgü ilaçlar, yüksek verimli silisyum tabanlı güneş hücresi üretimi, nano malzemeler, hücresel tedavi ürünleri ve klinik uygulamalar gibi geleceğin teknolojileri var. Henüz proje destek sürelerinin yarısı tamamlanan bu platformlarımız, geliştirmeye başladıkları ürün ve teknolojilerle doğru yolda olduğumuzu aslında şimdiden bize gösterdi" sözlerini kullandı. "Program kapsamında 1.279 araştırmacı ve 111 bursiyeri destekleyeceğiz" Mustafa Varank, 2021'de açtıkları çağrıda 12 platformun desteklenmesine karar verdiklerini belirterek, burada üniversitelerden, özel sektörden, kamudan, AR-GE ve tasarım merkezlerinden oluşan 77 kurum ve kuruluşun görev alacağını bildirdi. Program kapsamında 1.279 araştırmacı ve 111 bursiyeri destekleyeceklerini aktaran Varank, şu bilgileri verdi: "12 platformumuz döngüsel ekonomi, akıllı şehirler, elektrikli araçlar ve batarya teknolojileri, nanoteknoloji, gıda arzı güvenliği, sürdürülebilir tarım teknolojileri, nöroteknoloji gibi araştırma alanlarında faaliyetler yürütecek. Şüphesiz Türkiye'nin önde gelen kuruluşlarının oluşturduğu bu platformlar, Türkiye'nin ihtiyacı olan teknolojilerin karşılanmasında başrolü oynayacaklar. Bu vesileyle Türkiye Yüzyılı'nda itici güç olacak yüksek teknoloji ürünlerinin rol oynayan tüm paydaşlarımızı tekrar yürekten tebrik ediyorum." "Yarın Yapay Zeka Ekosistem çağrısının ikincisine çıkıyoruz" Sanayi ve Teknoloji Bakanı Varank, sürdürülebilir bir yapay zeka ekosistemi inşa ettiklerini ve TÜBİTAK Yapay Zeka Enstitüsü kurduklarını, daha sonra ekosistemi daha ileriye taşımak için tüm paydaşları aynı anda harekete geçirecek yeni yaklaşımlara ihtiyaç duyulduğunu tespit ettiklerini bildirdi. Bunun için yepyeni bir destek modeli olarak kurguladıkları Yapay Zeka Ekosistem Çağrısı'nı geçen yıl başlattıklarını anımsatan Varank, ilk defa uygulanan bu destek modeliyle bilgiyi geliştiren, üreten ve ihtiyaç duyan tarafları bir araya getirdiklerini, sanayiye yönelik açtıkları bu çağrı kapsamında üretim, finansman, iklim değişikliği, tarım ve gıda alanlarını öncelikli alanlar olarak belirlediklerini bildirdi. Varank, çağrı kapsamında 10 konsorsiyumu desteklemeye başladıklarını, destek tutarının an itibarıyla 20 milyon liraya ulaştığını belirterek, şunları kaydetti: "Yoğun ilgi gösterilen bu yapay zeka çağrımızın ikincisini, akıllı eğitim teknolojilerini de ekleyerek, inşallah yarın itibarıyla tekrar açıyoruz. Tabii bu çağrımızı diğerlerinden ayıran önemli özellikler var. Bu da bu çağrımızın destek modeli. Bu destek modelinde bir tarafta yapay zeka çözümlerine ihtiyaç duyan bir kamu kurumu olacak, diğer taraftan da bu müşteri kuruma hizmet edecek, ihtiyaç duyulan çözümü geliştirecek teknoloji firmaları, teknoloji sağlayıcıları ya da üniversiteler olacak. İşte bu sayede yarın itibarıyla kamuya dönük olacak bir yapay zeka ekosistem çağrımızı açmış olacağız. Kamunun ihtiyaç duyduğu çözümleri üniversitelerimiz ve şirketlerimiz aracılığıyla geliştireceğiz ve inşallah çok güzel projelere Türkiye ve dünyada örnek olacak yapay zeka çözümlerini hep birlikte kavuşmuş olacağız." "Bursiyer araştırmacıların isteğe bağlı sigortalarının yüzde 50'si TÜBİTAK'tan" Mustafa Varank, araştırmacı insan kaynağına yönelik önemli bir müjdeyi kamuoyu ile paylaşmak istediğini ifade ederek, "Halihazırda bir kurumda çalışmadan bizden burs alan doktora ve doktora sonrası araştırmacılarla karşılaştığımızda sürekli bizlere söylediği bir sorun vardı; 'Sayın Bakanım, biz sizden burs alıyoruz, ciddi manada çalışmalar yapıyoruz ama bizim sigortamız başlamıyor. Buna bir çözüm bulur musunuz' dediler. Biz de arkadaşlarımızla oturduk, bir çözüm geliştirdik. Fiili olarak bir yerden maaş almadan sadece bizim verdiğimiz burslarla geçinen araştırmacılarımızın isteğe bağlı yaptıracakları sigortalarının bedelinin yüzde 50'sini bundan sonra TÜBİTAK olarak biz ödeyeceğiz. Bu sayede arkadaşlarımız emekli olma yolunda biraz kendileri katkı verecek, biz de katkı vereceğiz. Böylece hep o bizden talep ettikleri emeklilik süreçleri başlamış olacak" şeklinde konuştu. "TÜBİTAK 1004 Programı Türkiye'deki ekosistemin dönüşümü için önemli bir fırsat" TÜBİTAK Başkanı Prof. Dr. Hasan Mandal da TÜBİTAK 1004 Programı'nı, Türkiye'deki ekosistemin dönüşümü için önemli bir fırsat olarak gördüğünü söyledi. Mandal, bu programın Türkiye'nin ihtiyacı olan yüksek teknoloji alanlarında açıldığını belirterek, "1004 Programı'nı yürütürken TÜBİTAK'ın diğer destek programlarıyla da bir aile oluşturmaya çalışıyoruz. O yüzden ekosistemi değiştirirken bunun da çok kıymetli olduğunu düşünüyoruz" dedi. Desteklenecek 12 platform açıklandı TÜBİTAK 1004 Programı kapsamında desteklenecek 12 yüksek teknoloji platformu şöyle: "Uludağ Üniversitesi (BATEG)/Elektrikli Taşıtlar İçin Batarya Teknolojileri Araştırma ve Geliştirme Platformu. İTÜ/Çevreye Uyumlu Sürdürülebilir İleri Araç Teknolojileri Platformu. Erciyes Üniversitesi (S-ATP)/Türkiye Tarımsal Üretiminde Küresel İklim Değişikliğine Uyumlu Sürdürülebilir Tarım Teknolojileri Platformu. Ankara Üniversitesi/Tr.Aqua: Gıda Arzı Güvenliği Çerçevesinde Su Ürünlerinde Yenilikçi ve Sürdürülebilir Uygulamalar Platformu. SUNUM (LignoNano)/Sürdürülebilir Döngüsel Ekonomi İçin Katma Değerli İleri Nanoteknolojik Malzemeler ve Sistemler Platformu. ODTÜ MEMS- Maestro/Mikro Medikal Teknolojiler Platformu. Hacettepe Üniversitesi/Sağlıklı Yaşam İçin Yeni Nesil Biyomalzeme Teknolojileri Araştırma Ağı Platformu. İstanbul Cerrahpaşa Üniversitesi/Nöron Hasarına Yol Açan Hastalıkların Tanı, Tedavi ve İzlemine Yönelik Biyobelirteç ve İleri Teknolojik Uyarı Sistemlerinin Geliştirilmesi Platformu. Boğaziçi Üniversitesi/İnsan Fonksiyonunu Tehdit Eden Zorluklara Karşı Nöroteknolojik Çözümler Platformu. İBG/Korunma ve Tedavi Ulusal Platformu. İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü (Kuantay )/Kuantum Çağlayan Lazerler, Aygıtlar ve Uygulamaları Platformu. ODTÜ (SÜİT)/Sürdürülebilir Kentler İçin İleri Teknolojiler Platformu." Törene Sanayi ve Teknoloji Bakan Yardımcısı Mehmet Fatih Kacır, ASELSAN Yönetim Kurulu Başkanı ve Genel Müdürü Haluk Görgün, İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü Rektörü Yusuf Baran, Bursa Uludağ Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Ahmet Saim Kılavuz, TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Yusuf Sarınay, Hacettepe Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mehmet Cahit Güran, TÜBİTAK Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Ahmet Yozgatlıgil, Sağlık Bilimleri Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Cevdet Erdöl, Ankara Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Necdet Ünüvar, İstanbul Üniversitesi-Cerrahpaşa (İÜC) Rektörü Prof. Dr. Nuri Aydın ve ODTÜ Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Mehmet Zeyrek'in yanı sıra ilgili platformları oluşturan kamu kurum ve kuruluşları ile şirketlerin yetkilileri katıldı. Kaynak:DHA

Sığır Aort Damarından İnsan Aort Damarı Üretildi

Ankara Üniversitesi Kimya Bölümü Biyokimya Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Burak Derkuş ile yüksek lisans ve doktora öğrencilerinden oluşan ekibi, İngiltere'nin Nottingham Üniversitesi, İsviçre'den AO Araştırma Enstitüsü ile Orta Doğu Teknik Üniversitesi ve Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi araştırmacıları iş birliğiyle, sığır aort damarlarından insanda kullanılabilecek doğal aort damarı üretti. Kesimhanelerden elde edilen sığır aort damarları, laboratuvar ortamında 'deselülerizasyon' teknolojisiyle hücrelerinden arındırılarak, yenilikçi bir biyomalzemeye dönüştürülüp, 3D biyoyazıcı aracılığıyla yeni aort damarları oluşturuldu. Elastik bir yapıya sahip yeni aort damarları, mekanik olarak dayanıklı yapısını yosun kaynaklı bir biyopolimerden, üstün biyolojik özelliklerini ise hücresizleştirilmiş aort dokusundan aldı. "Aort damar eş değerleri üretim gerçekleştirdik" Doç. Dr. Burak Derkuş, aort damarının kalpten çıkan ve vücuttaki diğer tüm atardamarları besleyen en büyük damar olduğunu söyledi. Doç. Dr. Derkuş, aort damarının bir insan ömründe ortalama 200 milyon litre kanın aktarımından sorumlu olduğunu ifade ederek, "Özellikle sağlıksız beslenme, sigara kullanımı ya da genetik geçişli hastalıklardan dolayı bazen aort daralması gibi problemler ortaya çıkabilmektedir. Bu tür durumlar ileri aşamalara geçerse ve özellikle cerrahi işlemlere gereksinim duyulursa, burada sentetik aort greftleri ya da damar vasküler greftler kullanılmaktadır. Bunlar da bir aort damarının gösterdiği biyolojik aktiviteyi ya da fonksiyonu gösterememektedir. Bizim çıkış noktamız burasıydı. Biz ekibimizle birlikte sentetik aort greftlerine alternatif yüzde yüz doğal, aort damarının kendisinden üretebilen ultra elastik, dikişlenebilir, sızdırmaz aort greftlerini tasarladık. Yüzde yüz doğal ve aort dokusunun kendisinin kullanımıyla ve 3 boyutlu basım teknolojisinin getirdiği avantajları da kullanarak orijinal bir aort damarının geometri ve boyutlarını da göz önünde bulundurarak aort damar eş değerleri üretimini gerçekleştirdik" dedi. 3 Boyutlu Basım Teknolojisi Sığır aortlarını kullanarak çalışmayı gerçekleştirdiklerini söyleyen Doç. Dr. Derkuş, "Burada ilk olarak aort dokusunu temizliyoruz. Ardından küçük parçalara ayırıyoruz ve çeşitli kimyasalların, deterjanların ya da enzimlerin kullanımıyla bu aort dokularını hücrelerinden arındırıyoruz. Ayrıca nükleer materyallerden de arındırıyoruz. Amacımız hem hasarlı hücrelerinden hem de immün yanıt oluşturmaması için nükleer materyallerinden arındırılmış bir aort dokusunun geri kalan baz kısmını yani biyokimyasal kısmını koruyarak elde etmektir. Ardından bunları 3 boyutlu basım teknolojisi ile yeniden işleyip yeni aort eş değerleri üretiliyor. Daha sonra bunlar kök hücreler ya da hastanın kendi hücreleri ile yeniden canlandırılarak, canlandırılmış bir biyoyapay aort damarı elde ediliyor" dedi. Kaynak:Basın Bülteni

Yapay Zekanın İlaçta Yarattığı Devrim

Dr. Talia Cohen Solal, bir petri kabında yetiştirilen insan beyin hücrelerine yakından bakmak için mikroskobun başına oturuyor. Solal, "Beyin çok incelikli, karmaşık ve güzel" diyor. Nörolog olan Solal, 2018 yılında İsrail'de Genetika+ adlı sağlık teknolojileri şirketini kurdu.Solal, "Her hasta için doğru ilacı tek seferde tasarlayabiliyoruz" diyor. Genetika+ uzmanları bunu yapabilmek için kök hücre teknolojisiyle yapay zekayı birleştiriyor. Uzmanlar hastadan alınan kan örneğini kullanarak beyin hücresi üretiyor. Bu beyin hücreleri üzerinde daha sonra çok sayıda farklı antidepresan deneniyor ve hücresel değişiklikler izleniyor. Hastanın sağlık geçmişi ile genetik verileriyle birlikte alınan bu bilgiler daha sonra bir yapay zeka sistemi tarafından işleniyor ve doğru ilaç ile dozajı belirleniyor. Tel Aviv merkezli şirket henüz geliştirme aşamasında olan bu teknolojiyi gelecek yıl piyasaya sürmeyi hedefliyor.Yapay zeka ilaç sektöründe giderek yaygınlaşan bir teknoloji. Genetika+ araştırmalarını Avrupa Birliği (AB) Avrupa Araştırma Konseyi ve Avrupa Yenilik Konseyi'nden fonuyla sürdürüyor. Şirket aynı zamanda yeni hassas ilaçlar geliştirmek için ilaç firmalarıyla çalışıyor. Dünya Sağlık Örgütü'ne (WHO) göre, dünya çapında depresyon ile mücadele eden 280 milyondan fazla insan var. Doktorlar depresyon tedavisi için genellikle antidepresan ilaç veriyor ancak bu ilaçlar her kişide etkili olmayabiliyor. Uzmanlara göre depresyon ile anksiyete için verilen ilk doz ilaçların üçte ikisi olumlu sonuç vermiyor. Dr. Solal, "En yeni bilgisayar ve biyoloji teknolojilerini birleştirmek için çok doğru bir zaman" diyor. İngiltere'deki King's College London Üniversitesi'nde Biyomedikal Yapay Zeka ve Veri Bilimi alanında kıdemli öğretim görevlisi olan Dr. Heba Sailem ise yapay zekanın küresel ilaç sektörünü tamamen dönüştürebilecek güce sahip olduğuna inanıyor. Sailem yapay zekanın, "belirli hastalıkları tedavi etmek için potansiyel bir hedef gen belirleyebildiğini, yeni ilaçlar keşfedebildiğini, en iyi tedaviyi öngörerek hastanın iyileşme sürecini dönüştürebildiğini ve bazı durumlarda erken teşhis koyarak hastalığın gelişimini durdurabildiğini" söylüyor. Ancak yapay zeka uzmanı Calum Chace, 2021 yılında küresel ticaret hacmi 1,4 trilyon dolar olan ilaç sektöründe yapay zeka kullanımının yavaş ilerlediğini belirtiyor. Chace, "İlaç şirketleri çok büyük ve araştırma ile geliştirme yöntemlerinde herhangi bir önemli değişiklik, farklı bölümlerdeki birçok insanı etkiliyor" diyor ve devam ediyor: "Tüm bu insanları yeni yöntemlerle çalışmaya ikna etmek zor, şirketlerdeki kıdemli kişilerin büyük bir kısmı da eski yöntemleri kullanarak başarılı olmuşlar." Öte yandan Dr. Sailem ilaç sektörünün yapay zekayı kullanmakta aceleci davranmaması ve gerekli önlemleri alması gerektiğini söylüyor. Sailem, "Bir yapay zeka modeli doğru yanıtlara yanlış yollardan ulaşabilir. Özellikle hasta verileri üzerinde eğitilirken önyargıları önlemek için çeşitli önlemlerin alınmasını sağlamak araştırmacıların sorumluluğu" diyor. Hong Kong merkezli Insilico Medicine adlı şirket, yeni ilaçların üretimini hızlandırmak için yapay zeka teknolojisini kullanıyor. Şirketin kurucu ortağı ve yöneticisi Alex Zhavoronkov, "Yapay zeka platformumuz, yeniden kullanılabilecek mevcut ilaçları belirleyebiliyor, bilinen hastalık hedefleri için yeni ilaçlar tasarlayabiliyor ve yepyeni hastalık hedefleri bulup yeni moleküller tasarlayabiliyor" diyor.Şirketin İdiopatik pulmoner fibrozis (İPF) isimli bir akciğer hastalığı için geliştirdiği ilaç şu anda klinik denemelerden geçiyor. Zhavoronkov, yeni bir ilacın bu aşamaya gelmesinin genelde dört yıl sürdüğünü, ancak yapay zeka sayesinde Insilico Medicine'in bunu "18 ayın altında, ve çok daha düşük bir bütçeyle" başardığını söylüyor. Kaynak:BBC News

Yeni Nükleer Tıp Merkezleri Yalnızca Hastane Bünyesinde Açılabilecek

Bakanlığın ilk defa bu alana yönelik spesifik düzenlemeleri içeren "Nükleer Tıp Hizmetleri Yönetmeliği" ve "Radyasyon Onkolojisi Hizmetleri Yönetmeliği" bugünkü Resmi Gazete'de yayımlandı. Ayrıca Radyoloji Hizmetleri Yönetmeliği'nde değişiklikleri içeren düzenlemeler de bugünkü Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girdi. Bu kapsamda, "Nükleer Tıp Hizmetleri Yönetmeliği" ile nükleer tıp merkezlerinin çalışma esasları, personelin görev ve sorumlulukları, merkezlerdeki cihazların sınıflandırılması, denetim ve yaptırımlar ile yasal radyasyon dozlarına ilişkin usul ve esaslar düzenlendi. Nükleer Tıp Hizmetleri Yönetmeliği Resmi Gazete'de Yönetmelik kapsamında, merkezlerde kullanılacak cihazlar; iyonlaştırıcı radyasyon kaynağı içeren ve içermeyen cihazlar ile yapay zeka ve robotik cihaz teknolojileri olarak üç gruba ayrılacak. Yeni nükleer tıp merkezleri sadece hastaneler bünyesinde açılacak. Merkezler ve merkezlerde kullanılacak cihazlar, Bakanlıkça planlanacak ve yeni merkezlerin sadece hastane bünyesinde açılmasına izin verilecek. Hem yeni merkezler hem de bu merkezlere eklenecek yeni birimler için Bakanlıktan ön izin alınması gerekecek. Ön izin başvurusu, özel hastanelerde ve tıp merkezlerinde mesul müdür ve özel hukuk tüzel kişilerde şirketi temsile yetkili olanlar tarafından yapılacak. Ön izin belgesi, alındığı tarihten itibaren 2 yıl içerisinde ruhsat veya faaliyet izin belgesi alınmaması halinde iptal edilecek, belge bir ruhsat veya faaliyet izin belgesi yerine geçmeyecek. Merkezler, yapılacak inceleme ve değerlendirmelerin ardından Bakanlıkça düzenlenen ruhsat veya faaliyet izin belgesiyle açılacak. Ruhsatın veya faaliyet izin belgesinin tanzim edilmesinden itibaren bir yıl içinde fiilen faaliyete geçmeyen merkezin ruhsatı veya faaliyet izin belgesi iptal edilecek. Mevcut merkezler, 2 yıl içinde faaliyet/izin belgesini yenileyecek. Merkezler, Bakanlıkça kabul edilmiş ulusal ve uluslararası standartlara uygun yöntemler kullanılarak faaliyet gösterecek. Nükleer tıp merkezleri, ilgili mevzuat hükümlerine göre Uluslararası Sağlık Turizmi Yetki Belgesi alarak uluslararası sağlık turizmi faaliyeti gösterebilecek. Personelin, Nükleer Düzenleme Kurumunca (NDK) belirlenen doz sınırları altında olmak üzere mümkün olan en düşük düzeyde radyasyona maruz kalınması için gerekli önlemlerin alınması sağlanacak. Yönetmelikte, kontrollü alanlarda iyonlaştırıcı radyasyon kaynakları ile çalışan personelin kişisel dozimetre kullanma zorunluluğu, yıllık doz sınırlarına ilişkin düzenlemeler de yer aldı. Mevcut nükleer tıp merkezleri, bugünden itibaren 2 yıl içerisinde yönetmelik hükümlerine uyum sağlayarak ruhsatını veya faaliyet izin belgesini yenilemek zorunda olacak. Radyasyon Onkolojisi Hizmetleri Yönetmeliği Resmi Gazete'de yayımlanan Radyasyon Onkolojisi Hizmetleri Yönetmeliği ile de bu hizmetlerin sunulduğu sağlık kurum ve kuruluşlarının faaliyetlerine, standartlarına ve denetlenmesine ilişkin usul ve esaslar da düzenlendi. Radyasyon Onkolojisi Hizmetleri Yönetmeliği yayımlandı. Bu kapsamda, yeni radyasyon onkolojisi merkezlerinin sadece hastane bünyesinde açılmasına izin verilecek. Merkezlerin çalışma esasları, personelin görev ve sorumlulukları, yasal radyasyon dozları, denetim ve yaptırım esaslarına yönelik düzenlemelerin yer aldığı yönetmelik çerçevesinde mevcut radyasyon onkolojisi merkezleri, bugünden itibaren 2 yıl içerisinde yönetmelik hükümlerine uyum sağlayarak faaliyet izin belgesini yenileyecek. Öte yandan Radyoloji Hizmetleri Yönetmeliği'nde yapılan değişiklikle NDK ve Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu ile yürütülen çalışmalar sonucunda, uluslararası mevzuat ve yıllık eş değer doz sınırına ilişkin güncelleme yapıldı. Kaynak.AA

Gen Düzenleme Teknolojisi Nedir ve Ne İşe Yarar

Kalıtsal hastalıkların tedavisi: Gen düzenleme teknolojileri, kalıtsal hastalıkları tedavi etmek için kullanılabilir. Bu, pek çok insanın hayatını kurtarabilir veya hayat kalitesini artırabilir. Genetik hastalıkların önlenmesi: Gen düzenleme teknolojileri, kalıtsal hastalıkların tedavi edilmesinin yanı sıra, genetik hastalıkların önlenmesi için de kullanılabilir. Bu sayede, insanlar daha sağlıklı bir yaşam sürdürebilirler. İnsanların özelliklerinin düzenlenmesi: Gen düzenleme teknolojileri, insanların özelliklerini değiştirmek için kullanılabilir. Bu, insanların daha uzun veya daha güçlü olmalarını sağlayabileceği gibi, estetik açıdan da pek çok farklı uygulama mümkündür. Biyolojik silahların önlenmesi: Gen düzenleme teknolojileri, biyolojik silahların üretimini önlemek için kullanılabilir. Bu, insanlığın savunma kapasitesini artırabilir. Tarım ve hayvancılık alanında yenilikler: Gen düzenleme teknolojileri, tarım ve hayvancılık alanında da kullanılabilir. Bu sayede, bitkilerin ve hayvanların daha dayanıklı, daha verimli ve daha sağlıklı hale getirilmesi mümkün olabilir. Biyolojik araştırmalar: Gen düzenleme teknolojileri, biyolojik araştırmalarda kullanılabilir. Bu sayede, insanlar daha hızlı ve etkili bir şekilde tıbbi araştırmalar yapabilirler. Bu ve benzeri uygulamalar sayesinde, gen düzenleme teknolojileri insanlığı pek çok şekilde değiştirebilir. Ancak, bu teknolojinin kullanımı ile ilgili etik, sosyal ve hukuki sorunlar da göz önünde bulundurulmalıdır. Kaynak:AA

Ata Tohumunun Faydaları Gün Yüzüne Çıkıyor

Karadeniz'in ilk Biyo-İnovasyon Merkezinde geçmişten gelen ata tohumları çoğaltılıyor. Ordu Büyükşehir Belediye Başkanı Dr. Mehmet Hilmi Güler tarafından sürdürülebilir organik tarım modeli için Ulubey'in Akpınar Mahallesi'nde kurulan Biyo-İnovasyon Merkezinde Ordu ilinin florasına özgü bitkilerin doğal-organik haliyle korunarak yeniden çoğaltılması sağlanıyor. Bu yöntemlerle orijinal ata tohumlarını çoğaltma ve endemik meyve ve diğer bitkilerin üretiminin sağlanması mümkün olurken genetiği değiştirilmemiş insan sağlığı için uygun, kimyasal ilaçlamaya maruz kalmamış yepyeni organik ve doğal ürünler ortaya çıkıyor. Halen 49 türden 141 çeşit ata tohumu ile 70 tür 300 çeşit bitkinin korunması ve çoğaltılarak ekonomiye kazandırılması için gerekli faaliyetlerin sürdürüldüğü merkezde kaybolmaya yüz tutan, yüz yıllardır bölgede yetişen kırmızı mısır, fasulye, kabak gibi yüzlerce üründen alınan ata tohumlar deneme bahçelerinde ekimi yapılarak çoğaltılıyor. Çalışmaları incelemek üzere Biyo-İnovasyon Merkezi içerisinde yer alan üretim alanlarını ziyaret eden Büyükşehir Belediye Başkanı Dr. Mehmet Hilmi Güler, Ordu'da bulunan mevcut bitki çeşitlerinin biyoinovasyon merkezinde çoğaltarak korumaya aldıklarını ve üreticilerle buluşturmak için gereken çalışmaları yaptıklarını söyledi. Muhtemel gıda krizine karşı tohum üretiliyor Klasik belediyeciliğin dışında oluşturulan projelerden biri olan Büyükşehir Belediyesi Biyo-İnovasyon Merkezi ile tarım alanında öncülük yaptıkları projenin başarı ile devam ettiğini sözlerine ekleyen Başkan Güler şöyle konuştu: "Ulubey ilçesi Akpınar Mahallesi'nde terkedilmiş bir okulda Biyo-İnovasyon Merkezi kurduk. Burada tarımsal ve AR-GE çalışmalarımızı gerçekleştiriyoruz. Ordu'daki mevcut bitki çeşitlerini klonlayarak korumaya alıp çoğaltılmasını sağlarken, ata tohumu merkezimiz ile de orijinal tohumların muhafaza edilmesi ve çoğaltılmasını sağlıyoruz. Oluşabilecek muhtemel gıda krizine karşı burada koruduğumuz ata tohumları tedbir alırken aynı alanda ürettiğimiz ve kullandığımız mikro model topraksız üretim modülleri ile de iklim koşullarından bağımsız her zaman üretime devam ediyoruz. Klasik belediyeciliğin dışında tarımsal üretim anlamında da çalışmalarımızı yapıyoruz. Ordu'da tarımda öncülük yapıyoruz." Kaynak:İHA

İnsan Dışkısında Kullanışlı Bir İlaç Üretildi

Hap, insan dışkısından elde edilen bir mikrobiyal kokteylden yapılıyor. Bu, FDA'nın insan dışkısı tabanlı bir ilacı onayladığı ilk kez oldu. ABD Gıda ve İlaç Dairesi (FDA), Seres Therapeutics adlı şirketin ürettiği Vowst adlı ilacın kullanımına onay verdiğini açıkladı. Bu ilaç, clostridium difficile enfeksiyonunun (CDI) tedavisinde kullanılıyor. Clostridium difficile bakterisi, uzun süreli antibiyotik kullanımı sonucu bağırsak florasının tahrip olmasıyla ortaya çıkabiliyor. Bu nedenle, özellikle hastanelerde yatan hastalar arasında sık görülüyor. CDI, ishal, karın ağrısı, ateş ve halsizlik gibi belirtilere neden oluyor ve ciddi sağlık sorunlarına yol açabiliyor.Seres Therapeutics tarafından geliştirilen Vowst adlı ilaç, insan dışkısından elde edilen bir mikrobiyal kokteylden yapılıyor. Bu kokteyl, sağlıklı bağırsak florasını yeniden oluşturmak için tasarlanmış bir probiyotik. İlaç, CDI semptomlarını hafifletmek ve tekrarlanmasını önlemek için kullanılıyor. FDA'nın Vowst ilacına onay vermesi, insan dışkısı tabanlı bir ilacın onaylandığı ilk kez olarak kayda geçti. Ancak bu tür ilaçların kullanımı hala tartışmalı bir konu. Bazı doktorlar, insan dışkısının kullanımının enfeksiyonların tedavisinde etkili olabileceğini düşünse de, diğerleri bu yöntemin etkinliği konusunda şüpheli. Seres Therapeutics, Vowst ilacının CDI tedavisinde etkili olduğunu ve ciddi yan etkilerinin olmadığını belirtiyor. Şirket, ilacın kullanımıyla ilgili olarak titiz bir deneme sürecinden geçtiğini ve FDA onayı almak için gerekli tüm kriterleri karşıladığını söylüyor.Vowst: CDI (Clostridioides difficile enfeksiyonu) Tedavisinde Etkili Bir İlaç CDI (Clostridioides difficile enfeksiyonu) son yıllarda giderek artan bir sağlık sorunu haline gelmiştir. CDI, bağırsakta yaşayan ve normalde faydalı olan bakterilerin yerini alan Clostridioides difficile adlı bakterinin neden olduğu bir enfeksiyondur. CDI'ya yakalanan kişilerde ölümcül ishal ve bağırsak inflamasyonu görülebilmektedir. Bu nedenle, bu hastalığın tedavisi için etkili ve güvenli yöntemler araştırılmaktadır.Vowst, sağlıklı kişilerin dışkısından üretilen ve CDI enfeksiyonunun tedavisinde kullanılan bir ilaçtır. İsviçre merkezli Ferring Pharmaceuticals firmasının da dışkı nakli yöntemi ile tedavi edilen bir lavmanı mevcuttur. Ayrıca, Seres adlı bir ilaç firması da CDI tedavisi için hap şeklinde bir ilaç üretmiştir. Analiz şirketi Oppenheimer'dan Mark Breidenbach, Vowst'un diğer alternatiflere göre daha etkili olduğunu ve piyasada öne çıkacağını belirtmiştir. FDA'in açıklamasında, Vowst'un 4 doz olarak uygulandığı ifade edilmiştir. Buna göre, her gün bir hap alınması gerekmektedir. Yatırım bankası TD Cowen'dan Joseph Thome ise Vowst tedavisinin toplamda 20 bin dolara mal olabileceğini belirtmiştir. Ayrıca, analist Vowst'un ABD'de 2033'e kadar 750 milyon dolarlık satış rakamına ulaşabileceğini öngörmüştür. ABD'deki resmi verilere göre, her yıl yaklaşık 500 bin kişi CDI hastalığına yakalanmaktadır ve bunlardan 15 ila 30 bini hayatını kaybetmektedir. Bu nedenle, CDI enfeksiyonunun etkili bir şekilde tedavi edilmesi büyük önem taşımaktadır. Kaynak:AA

Genetik Farklılıklarımız İlaçlarla Savaşabiliyor

Latin Amerika yerlileriyle birlikte yürütülen geniş çaplı bir araştırma, yaygın kullanılan bazı ilaçların bölge halklarına daha değişik etki ettiğini olduğunu ortaya koydu. Şu ana kadar bu alanda yürütülen en geniş çaplı çalışma konumundaki araştırmaya 6 bin Latin Amerika yerlisi ve 200'den fazla uzman katıldı. Çalışma kapsamında, farklı ülkelerden katılımcılarla 40 araştırma grubu oluşturuldu ve katılımcıların kan örnekleri incelendi. Araştırma sonunda elde edilen “hayli kesin” sonuçlara göre, yaygın kullanılan bazı ilaçlar Amerikan yerlileriyle Avrupalılara aynı etkiyi yaratmıyor. DNA sayesinde edindiğimiz ten ve göz rengi gibi genetik özellikler, aynı zamanda vücudumuzun ilaçlara nasıl tepki verdiğini de belirlemekte. Farmogenetik (ilaçlara gösterilen tepki ve genetik yapının bu durumla ilişkisini inceleyen bilim dalı) dünyanın bazı bölgelerinde hızla gelişen bir alan. Fakat iddialar bu bilim dalının şu ana kadar çoğunlukla Avrupalı halklara odaklandığı yönünde. 'BEYAZ AVRUPALILAR DAHA AYRICALIKLI' İlaç etkilerinde etnik farklılıkları araştıran İber-Amerikan Farmogenetik Ağları adlı birlikten klinik farmokoloji uzmanı Adrian Llerena, “Etnik köken, ilaç etkilerinin değişkenlik göstermesindeki nedenlerden biri” demekte. Adrian Llerena, 30 yıldan uzun bir süredir, bünyelerin ilaçlara verdiği olumu ve olumsuz tepkilerdeki bireysel farklılıkları analiz eden çalışmalar yürütüyor. Araştırmanın verilerinin ilaçların değişik topluluklara etkilerindeki belirli farklılıkları gösterdiğini ifade eden Llerena, sözlerine şu şekilde devam ediyor:“Bazı gruplar, 'sıradan' bir bünyeye göre ayarlanmış ilaçları vücuttan atma konusunda büyük zorluklar çekerken, bazıları da sindirimi olağandışı bir hızda gerçekleştiriyor. Bu da dünyadaki herkese ilaçların aynı dozlarda ve şekillerde verilmesindeki anlamsızlığı gözler önüne seriyor.”Llerena, birliğin ilaç güvenliği çalışmalarına etnik unsurların dahil edilmesi ve daha kişiselleştirilmiş ilaçlar üretilebilmesi alanlarında çalışmalar yürüttüğünü belirtiyor. Bu tür araştırmaların çoğunlukla “varlıklı beyazlara” ulaşabildiğini kaydeden Llerena, ilaç araştırmalarına genellikle ayrıcalıklı toplulukların dahil edildiğini, yerli etnik grupların bu çalışmaların dışında bırakıldığını aktarıyor. Çalışmalarının, dünya çapında standart ilaç kullanılmasının ne kadar etkin olduğunu sorgulamasına yol açtığını dile getiren Llerena, açıklamalarını şöyle sürdürmekte: “Tavsiye edilen dozlar belirli hastalara göre hesaplanmakta ancak biz bu dozları herkese aynı veriyoruz. Bu da genelde bünyelerin ilaçlara olumsuz tepki vermesine neden oluyor. Bu bir toplum sağlığı sorunudur.” Araştırma ekibi, genetik farklılıkların yaygın kullanılan ağrı kesicilerin yanı sıra, depresyon, tansiyon ve diyabet ilaçlarının sindirilmesine ya da vücuttan atılmasına etkileri konusunda 10 yıldan uzun süredir incelemeler yapmakta. 2005'ten bu yana, Latin Amerikalı yerli topluluklara özel reçeteler verilmesi yönünde projeler hayata geçiren Llerena, “Tıbbi gelişmelerden sadece içimizdeki bir grup varlıklı insanın faydalanmasına ve biyoteknoloji farklılıklarının toplumsal eşitsizliği arttırmasına izin vermemeliyiz” demekte.ABD'li sağlık editörü Lindsey Konkel ise, 2015'te yayımladığı bir haberinde, Asya kökenli Amerikalıların yüzde 86'sının kan sulandırıcı ilaçların etken maddesine aşırı hassasiyet gösteren genetik bir özelliğe sahip olduğunu vurguluyor. Beyaz Amerikalıların yüzde 16'sının böyle bir reaksiyon geliştirdiğinin altını çizen Konkel, ilaçların Asya kökenleri Amerikalıları aşırı kanama riskiyle karşı karşıya bıraktığını dile getiriyor. Konkel, Pasifik kökenlilerin de bazı genetik özelliklerinin, bu kişilerin kan sulandırıcılara neredeyse hiç tepki vermemesine yol açtığını aktarıyor. Konkel haberinde, 2014'te Hawaii'de, savcılığın eyalette yaygın kullanılan bir kan sulandırıcının üreticisine dava açtığını belirterek, “Savcı, ilaç eyaletin nüfusunun yüzde 30'una neredeyse hiç etki etmediği için şirkete yanlış ve aldatıcı pazarlama gerekçesiyle dava açmıştı” diyor. Hastalık genetiğine yönelik modern araştırmaların yüzde 96'sının Kafkas Avrupa halkları üzerinde yapıldığına işaret eden Konkel, ABD'de Latin Amerikalılar ile Afrikalıların nüfusun yüzde 30'unu oluşturduğunu ancak bu halkaların tüm klinik araştırmaların sadece yüzde 6'sına dahil edildiğini kaydediyor. Kaynak:El Pais, Newsweek

HEPA Filtre Pazarı Analizi

Pazar Analizi ve İçgörüler: Global HEPA Filtre Pazarı COVID-19 pandemisi nedeniyle, küresel HEPA Filtre Pazarı boyutunun 2022’de milyon ABD Doları değerinde olduğu ve inceleme döneminde Etkileyici bir CAGR ile 2028 yılına kadar yeniden düzenlenmiş bir milyon ABD Doları boyutunda olacağı tahmin ediliyor. Bu sağlık krizinin ekonomik değişimi tamamen göz önüne alındığında, 2022’de HEPA Filtre Pazarı’nin %’sini oluşturan Küçük Boyutun, COVID-19 sonrası dönemde revize edilmiş muhteşem bir CAGR’de büyüyerek 2028 yılına kadar milyon ABD Doları değerinde olması bekleniyor. Kimya Endüstrisi segmenti bu tahmin dönemi boyunca muhteşem bir CAGR’ye değiştirilirken.  2018’de 2.484,4 milyon ABD doları olan küresel yüksek verimli partikül hava (HEPA) filtreleri pazarının, tahmin döneminde %7,4’lük bir YBBO sergileyerek 2026’da 4.391,5 milyon ABD dolarına ulaşacağı tahmin edilmektedir. Küresel HEPA Filtre Pazarı Pazar Büyüklüğü HEPA Filtre Pazarı, oyunculara, bölgeye (ülkeye), Türe ve Uygulamaya göre bölümlere ayrılmıştır. Küresel Sürdürülebilir Turizm pazarındaki oyuncular, paydaşlar ve diğer katılımcılar, raporu güçlü bir kaynak olarak kullandıkları için üstünlük kazanabilecekler. Segment analizi, 2017-2028 dönemi için Türe ve Uygulamaya göre gelir ve tahmine odaklanır. Endüstri Rekabet Analizi: Rapor, piyasadaki kilit oyuncuları analiz ederek rekabet senaryosunu inceliyor. Önde gelen piyasa oyuncularının şirket profili, bu rapora Porter’ın beş güç analizi ve Değer Zinciri analizi ile dahil edilmiştir. Ayrıca, şirketlerin birleşmeler, satın almalar ve diğer iş geliştirme önlemleri yoluyla işlerini büyütmek için uyguladıkları stratejiler raporda tartışılmaktadır. Değerlendirilen finansal parametreler, Pazar’ın kilit oyuncuları tarafından üretilen satışları, karları ve genel geliri içerir. COVID-19 Salgını Etki Analizi COVID-19 pandemileri sırasında işletmenizin ayakta kalmasına ve büyümesine yardımcı olmak için sürekli çaba gösteriyoruz. Deneyimlerimize ve uzmanlığımıza dayanarak, geleceğe hazırlanmanıza yardımcı olmak için sektörler arasında koronavirüs salgınının etki analizini sunacağız. COVID-19 salgını, birçok endüstrinin, pazarın ve işletmenin muazzam stres altında kalmasıyla birlikte yaygın ekonomik sıkıntı ve belirsizlik yarattı. Bununla birlikte, küresel topluluk birlikte bu zorlu zamanların üstesinden gelebilir ve Fortune Business Insights™’ta, bu pandeminin çeşitli işletmeler üzerindeki etkisine ilişkin kapsamlı ve yoğun araştırmalar yoluyla kesin pazar istihbaratı sağlamayı amaçlıyoruz. HEPA Filtre Pazarı Geçmiş Verileri: Sektör Trendleri:  Küresel Gelir, Durum ve Görünüm. Pazar segmenti:  türlere, uygulamalara, bölgelere / coğrafyaya göre. Rekabet ortamı:  üreticiler için gelişme eğilimleri. En iyi oyuncular için ürünün geliri:  pazar payı, büyüme oranı, mevcut pazar durumunun analizi. Satış geliri:  pazar payı, büyüme oranı, mevcut pazar analizi. Kaynak:AA

Hubble, Kaçak Şüpheli Bir Kara Deliği ve Takip Eden Yıldızları Tespit Etti

Hubble Uzay Teleskobu, milyarlarca ışık yılı uzaklıktaki isimsiz bir galaksiden uzanan ince bir çizgi içeren bir görüntü aldığında, gök bilimciler bunu bir hata olarak yazdılar. Kameraya giren kozmik ışınlar çizik gibi görünerek beklenmedik yerlerdeki çizgilerin kolayca geçersiz sayılmasını sağlayabilir. Şans eseri, Yale'den Profesör Pieter van Dokkum, yakınlardaki cüce galaksi RCP 28'in etrafındaki küresel kümeleri aradığı arşivsel Hubble görüntülerine bakıyordu ve aşağıdakine rastladı. Daha yakından incelediğinde, çizginin bilim insanlarının daha önce uzak galaksilerle ilgili tüm çalışmalarında gördükleri hiçbir şeye benzemediğini fark etti. Yeni bir makalede, van Dokkum ve ortak yazarlar, bir süper kütleli kara deliğin yüksek hızlı kaçışının sonuçlarını ortaya koyuyor.Van Dokkum'un incelediği görüntü, parlak bir şeye doğru Samanyolu galaksisinin iki katı uzunluğunda uzanan ince bir yıldız çizgisiyle uzak bir galaksiyi gösteriyor. Yıldız çizgisi, galaksiler arası bir gaz köprüsü olamayacak kadar parlak ve ince. Kaynak galaksi, Samanyolu'nun kütlesinin yüzde 1'inden daha azına sahip, ancak muhtemelen yakın zamanda gerçekleşen bir birleşme nedeniyle kabaca aynı hızda yeni yıldızlar oluşturuyor. Makale, izin yalnızca arkasında dalga etkisi yaratan çok büyük ve hızlı hareket eden bir cisim tarafından oluşturulabileceği sonucuna varıyor. Yazarlar, Güneş'in kütlesinin 20 milyon katı ve Samanyolu'nun Sagittarius A* kara deliğinin beş katı bir kütle öngörüyorlar. İz yaklaşık 39 milyon yılda oluşturuldu ve bu da yaratıcısının saniyede 1.600 km hızla hareket ettiğini gösteriyor, bu, Dünya ile Ay arasındaki boşluğu 14 dakikada geçmeye veya Güneş'e 26 saatte ulaşmaya yetecek bir hız. Van Dokkum, bir açıklamada, "Kara deliğin arkasında, gazın soğuduğu ve yıldız oluşturabildiği bir iz gördüğümüzü düşünüyoruz. Yani, kara deliği takip eden yıldız oluşumuna bakıyoruz." dedi. Yazarlar, içinden geçtiği gaz üzerindeki etkiyi, doğru atmosferik koşullar altında bir uçağın arkasında yoğunlaşan bir su buharı izine benzetiyorlar. İz, geldiği galaksinin neredeyse yarısı kadar parlak, bu da gazın çok kısa süreler için - astronomik olarak - yoğun bir şekilde parlak hale gelen çok büyük birkaç yıldıza çökmesinin bir sonucu. Ayrıca kara deliğin etrafında çok parlak bir alan var ve yazarlar bunu ya kara deliğin gelişinin şokuyla ısınan gaza ya da deliğin etrafındaki yığılma diskine atfediyorlar. Van Dokkum, "Tesadüfen bulmamız, saf şans." dedi. Eğer kozmik köprü göğün aynı bölümünde olmasaydı da incelemekte olduğu galaksiden yüzlerce kat daha uzakta olsaydı bulunamazdı. Bu kara delik, kaçak yıldızlarda olduğu gibi bir süpernova patlamasıyla dışarı atılamayacak kadar büyük. Tek makul açıklama, birleşen üç galaksinin süper kütleli kara delikleri arasındaki etkileşimler. Tıpkı üçüncü bir yıldızın ikili sistemin bir üyesini yerinden oynatabilmesi gibi, iki kara delik birbirinin yörüngesinde döndüğünde, üçüncünün gelişi sistemdeki üç kara deliğin en hafifini fırlatıp atabilir. Diğer ikisi, daha görkemli bir hızla diğer yöne doğru ilerlerken birbirlerinin etrafında yörüngede kalırlar. Kara delik çiftini bulmak teoriyi doğrulayacak ve doğrulamak için daha fazla çalışma gerektirecek bir şüpheli bulundu. Sistem o kadar büyüleyici ki, hem JWST'de hem de Chandra X-Ray gözlemevinde onu daha ayrıntılı olarak keşfetmek için değerli zaman ayrıldı. Gama ışını girişimi olarak yazılan diğer "çizikler" de, fenomenin benzersiz olup olmadığını görmek için yeniden incelenecek. Kaynak:AA

İnsanlar Ölümsüz mü Olacak

Gelecek ile ilgli yaptığı isabetli tahminlerle gündeme gelen ABD’li mühendis Ray Kurzweil 2012 yılında Google tarafından ‘makine öğrenimi ve dil işlemeyi içeren yeni projeler üzerinde çalışmak’ üzere işe alındı, ancak teknolojik gelişmelerle ilgili tahminlerini çok daha önceden yapıyordu. Fütüristik Öngörüleri Gerçekleşti Kurzweil, 1990 yılında dünyanın en iyi satranç oyuncusunun 2000 yılına kadar bir bilgisayara yenileceğini öngörmüş ve 1997 yılında Deep Blue’nun Gary Kasparov’u yenmesiyle bu gerçekleşmişti.Kurzweil 1999 yılında ise 2023 yılına kadar bin dolarlık bir dizüstü bilgisayarın bir insan beyninin hesaplama gücüne ve depolama kapasitesine sahip olacağını söyledi ve bu öngörüsü de çoktan gerçekleşti. Singularity (Tekillik) nedir? Şimdi ise Google’ın eski mühendisi, teknolojinin o kadar güçlü hale geleceğine inanıyor ki, “tekilllik” adı verilen bu durumun insanların sonsuza kadar yaşamasına yardımcı olacağını öne sürdü. “Tekillik”, yapay zekanın insan zekasını aştığı teorik bir noktayı anlatan kavram olarak ifade ediliyor. Kendisini fütürist olarak tanımlayan yazar Kurzweil, teknolojik tekilliğin 2045 yılına kadar gerçekleşeceğini ve yapay zekanın 2029 yılında geçerli bir Turing testini geçeceğini öngördüğünü söyledi. Turing testi, bir makinenin bir insanınkine eşdeğer ya da ondan ayırt edilemeyecek kadar zeki davranışlar sergileyebilme yeteneğini ölçen teste deniliyor.“Makinelerin insan beynine bağlanması kötü bir şey değil”Ray Kurweil, makineleri insanları zaten daha zeki hale getirdiğini ve onları insan beynine bağlamanın insanların daha akıllıca düşünmesine yardımcı olacağını belirterek, “Bazılarının korkularının aksine, beynimize bilgisayar yerleştirmenin bizi geliştirecek. Daha fazla neokortekse sahip olacağız, daha komik olacağız, müzikte daha iyi olacağız. Daha çekici olacağız. İnsanlarda değer verdiğimiz her şeyi gerçekten daha büyük ölçüde deneyimleyeceğiz.” diye konuştu. Ray Kurzweil, ayrıca nanomakinelerin insan vücuduna yerleştirilerek onları “ölümsüzlüğe” ulaştırabileceğini belirtiyor.Kurzweil, ‘Nihayetinde bu her şeyi etkileyecek. Tüm insanların fiziksel ihtiyaçlarını karşılayabileceğiz. Bu süreç yüzyıllar önce, insan hayatını önemli ölçüde iyileştirebilecek gözlük ve kulak trompeti gibi basit cihazlarla başladı. Ardından kalp pilleri ve diyaliz makineleri gibi hayat kurtarabilecek cihazlar geldi.21’inci yüzyılın ikinci on yılına gelindiğinde, laboratuvarlarda yetiştirilen organlara ulaştık. Gelecek sekiz yıl içinde yaşlanmayı tersine çeviren nanobotlar göreceğiz. Nanobotlar, vücut yaşlandıkça bozulan hasarlı hücre ve dokuları onaracak. Bu şekilde insanlar kanser gibi ölümcül hastalıklara karşı korunacak.” diye konuştu. Kaynak:AA

Aşı ve İlaçlar Hücreden Başlayarak Üretilebilecek

Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mustafa Varank, kampüs bileşenlerinden olan biyoteknoloji merkezinde aşı ve ilaçları hücreden başlayarak üretilebileceğini söyledi. Yine yerleşkede bulunan Ulusal Biyolojik ve Kimyasal Test Merkezi’nden bahseden Bakan Varank, “Milli güvenlik ihtiyaçlarımızın önemli bir kısmını kendimiz karşılayacağız” dedi. MODERN, ENTEGRE TESİS Sağlık sektöründe hem modern hem entegre bir tesis olma özelliği taşıyan Aşı ve İlaç Geliştirme Kampüsü, TÜBİTAK Gebze Yerleşkesi’nde  resmi törenle açıldı. Törene Bakan Varank’ın yanı sıra Kocaeli Valisi Seddar Yavuz, Sanayi ve Teknoloji Bakan Yardımcıları Çetin Ali Dönmez, Mehmet Fatih Kacır, TÜBİTAK Başkanı Prof. Dr. Hasan Mandal, Gebze Teknik Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Hacı Ali Mantar, eski Kocaeli Üniversitesi Rektörü ve AK Parti Kocaeli Milletvekili Adayı Prof. Dr. Sadettin Hülagü katıldı. Açılış töreninde bir konuşma yapan Bakan Varank şunları söyledi: HIFZISIHHADA ÜRETİM 1998’DE DURDURULDU Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü'nde 1998 yılına kadar 18 farklı aşı üretiliyordu. Aşı üretimi 1998 yılında durduruldu ve o tarihten itibaren aşı üretimiyle ilgili faaliyet olmadı. 1998 yılında son aşısını üretmiş bir kurumun sorumluluğunu bize yüklemeye çalışanların aksine biz sağlık sektörünün savunma sanayi gibi stratejik öneme sahip olduğunun gayet farkındayız. 41 AR-GE MERKEZİ: TÜBİTAK’ın burs ve destek programlarıyla 2002’den günümüze aşı ve ilaç alanında 5 binden fazla projeye 10,5 milyar lira kaynak aktardık. İlaç alanında faaliyet gösteren Ar-Ge Merkezi sayısını 41’e çıkardık. Teknopark ve Ar-Ge merkezlerindeki aşı ve ilaç sektörüne yönelik çalışmalar yürüten firmalara bugüne kadar 5,5 milyar liranın üzerinde destek sağladık. HÜCREDEN BAŞLAYARAK: TÜBİTAK Aşı ve İlaç Geliştirme Kampüsü, 3500 metrekare kapalı alan sahip. Medikal Biyoteknoloji Mükemmeliyet Merkezi ile Ulusal Biyolojik ve Kimyasal Test Merkezlerinden oluşuyor. Tüm Türkiye’ye hatta bölgemize hizmet edecek bu önemli yatırımla farklı aşı ve genetik ürünleri, biyoteknolojik ilaç ve aşı adaylarını, hücreden başlayarak üretilebileceğiz. İNOVATİF PROJELER: Kanser tedavisinde önemli bir yere sahip hücre tedavi sistemlerini, DNA zincirlerini kesmeye ve yeniden birleştirmeye olanak sağlayan embriyo çalışmalarını hayata geçirebileceğiz. Moleküler biyoloji, kimya ve malzeme biliminin kesiştiği inovatif projeler yürütebileceğiz. MİLLİ GÜVENLİK İHTİYAÇLARI: Açılışını yaptığımız Ulusal Biyolojik ve Kimyasal Test Merkezi'nde de Türkiye'nin milli güvenlik ihtiyaçlarının önemli bir kısmını kendimiz karşılayacağız. Kimyasal, Biyolojik, Radyolojik ve Nükleer (KBRN) tehditlere karşı savunma ürünlerinin, uluslararası standartlarda test ve sertifikasyonlarının bu merkezde biz yapacağız. ÖNCÜL BİR MERKEZ OLACAK: En büyük sermayemiz insan kaynağımız. Aşı ve ilaç sektöründe çalışacak yeni araştırmacılarımızı da burada yetiştirmiş olacağız. Kampüsümüzün aşı ve ilaç geliştirme, KBRN araştırmaları gibi kritik konularda dünyada öncül bir merkez olacağından hiç şüphemiz yok. ÜRETİM AŞAMASINDAKİ ALTYAPIYI SUNACAK TÜBİTAK Başkanı Mandal, Türkiye için kritik iki merkezin açılışını gerçekleştirdiklerini belirterek üniversitelerde geliştirilen temel araştırma düzeyindeki çalışmaların üretim aşamasında ihtiyaç duyduğu gerekli donanım ve altyapıyı bu kampüste ulaşılabileceğini söyledi. 3 MERKEZDEN OLUŞUYOR TÜBİTAK Marmara Araştırma Merkezi (MAM) bünyesinde hayata geçen Aşı ve İlaç Geliştirme Kampüsü, aşı ve ilaç alanında çalışacak Medikal Biyoteknoloji Mükemmeliyet Merkezi (MEDİBİYO) ile Ulusal Biyolojik ve Kimyasal Test Merkezi ‘nden(BKTM) oluşuyor. MEDİBİYO’DA İLAÇ VE AŞI Tasarım aşamasından üretim süreçlerine kadar aşı ve ilaç geliştirilmesine olanak sağlayan Medikal Biyoteknoloji Mükemmelliyet Merkezi’nde (MEDİBİYO) aşı ve ilaç adaylarının klinik öncesi çalışmaları tamamlanacak. Avrupa Birliği ile Türkiye Cumhuriyeti’nin ortak finansmanı, Sanayi ve Teknoloji Bakanlı’ğının yürüttüğü Rekabetçi Sektörler Programı kapsamında inşa edilen merkezde, yeni tanı ve tedavi sistemlerin geliştirilmesine yönelik vizyoner projeler üretilecek. Türkiye’de ilaç sektörünün ihtiyaç olan insan gücünü yetiştirecek kapasiteye sahip MEDİBİYO’da özellikle kanser tedavisine yönelik ilaçlar üzerine çalışmalar yürütülecek. BKTM’DE SAVUNMAYA DÖNÜK ÜRÜNLER Türkiye’nin milli savunma ihtiyaçlarına yönelik yerli ve milli ürünler üretecek olan BKTM’de, kimyasal, biyolojik, radyolojik ve nükleer (KBRN) tehditlere karşı savunma ürünleri geliştirilecek. Merkezde, uluslararası standartlarda test ve sertifikasyonlarını yapacak. Bu merkez sayesinde KBRN ürünleri alanında cari açık azalacak. Kaynak:AA

FDA, Omicron Varyantını Hedef Alan İkinci Doz Bivalent Mrna Covid-19 Aşılarına Onay Verdi

ABD Gıda ve İlaç İdaresi, Moderna ve Pfizer-BioNTech COVID-19 bivalent mRNA aşılarının acil durum kullanım yetkilerini (EUA’lar) değiştirerek çoğu birey için aşılama programını basitleştirdi. Bu eylem, mevcut bivalan aşıların (orijinal ve omikron BA.4/BA.5 suşları), belirli popülasyonlar için ek doz veya dozlar dahil olmak üzere 6 aylık ve daha büyük bireylere uygulanan tüm dozlarda kullanılmasına izin verilmesini içerir. Tek değerlikli Moderna ve Pfizer-BioNTech COVID-19 aşılarının ABD’de kullanım izni artık yoktur. Yaşa bağlı olarak, daha önce tek değerlikli bir COVID-19 aşısı ile aşılanmış ve henüz bir çift değerlikli aşı dozu almamış  çoğu kişi, tek bir çift değerlikli aşı dozu alabilir. Halihazırda tek bir çift değerlikli aşı dozu almış olan çoğu kişi, şu anda başka bir doz için uygun değildir. FDA, Haziran ayında bir FDA danışma komitesinde sonbahar suşu kompozisyonu hakkında tavsiyeler aldıktan sonra gelecekteki aşılama hakkında karar vermeyi planlıyor. Tek doz bivalan aşı almış olan 65 yaş ve üstü bireyler, ilk bivalan dozlarından en az dört ay sonra bir ek doz alabilirler.  Bivalan bir COVID-19 aşısı almış olan belirli bağışıklık yetersizliği olan bireylerin çoğu, bir bivalan COVID-19 aşısı dozundan en az 2 ay sonra tek bir ek doz bivalan COVID-19 aşısı alabilir ve ek dozlar uygulanabilir. Sağlık hizmeti sağlayıcısının takdirine bağlı olarak ve sağlık hizmeti sağlayıcısının belirlediği aralıklarla. Bununla birlikte, 6 aylıktan 4 yaşına kadar bağışıklığı baskılanmış bireyler için ek dozların uygunluğu, daha önce alınmış olan aşıya bağlı olacaktır.  Aşılanmamış bireylerin çoğu , orijinal monovalan mRNA aşılarının çoklu dozları yerine tek doz bivalan aşı alabilir.  Aşılanmamış 6 ay ila 5 yaş arası çocuklar, iki doz Moderna çift değerlikli aşı serisi (6 ay ila 5 yaş arası) VEYA üç doz Pfizer-BioNTech çift değerli aşı serisi (6 ay ila 4 yaş arası) alabilirler. yaşında). 5 yaşındaki çocuklara iki doz Moderna çift değerlikli aşı veya tek doz Pfizer-BioNTech çift değerli aşı uygulanabilir.  Bir, iki veya üç doz tek valanslı COVID-19 aşısı almış 6 ay ile 5 yaş arasındaki çocuklar iki valanslı bir aşı alabilir, ancak aldıkları doz sayısı aşıya ve aşılama geçmişlerine bağlı olacaktır. Kaynak: Basın Bülteni

Abdi İbrahim İlaçlarını Yerlileştiriyor

TÜRK ilaç sektörünün 21 yıldır kesintisiz lideri olan Abdi İbrahim, HEAL2030 adını verdiği sürdürülebilirlik stratejisi çerçevesinde, şirketin satın alma operasyonlarında yerel tedarikçilerin payını artırmaya yönelik yeni bir projeye imza attı. Abdi İbrahim’in Sürdürülebilirlik Adımları Derneği (SADE) iş birliği ile hayata geçirdiği proje ile ilaç üretimi için ithal edilen ürünlerin yerli kaynaklardan karşılanarak ‘tedarik zincirinin yerlileştirilmesi’ hedefleniyor. ODAK projesi ile özellikle pandemi sürecinde global tedarik zincirlerinde kesintiye sebep olan durumların tekrar yaşanmaması ve olası sıkıntıların kolayca aşılabilmesi amaçlanıyor.  Abdi İbrahim, Odak Projesi ile sektördeki ithal bağımlılığı azaltmak ve üretkenliği artırarak ülke ekonomisine doğrudan katkı sunmak noktasında bir farkındalık da yaratmayı hedefliyor. Projenin ilaç sektörüne sunacağı pek çok avantajın başında sürdürülebilir ilaç üretimini destekleyen bir mekanizma öngörmesi yer alıyor. Bunun yanı sıra projenin milli sermayeyi yurt içinde tutma, maliyet avantajı, termin sürelerinde kısalma, hızlı bakım ve teknik destek imkânlarını artırma, doğru ürün tedariki ve tedarikçilerin yurt dışına açılmasını desteklemek gibi önemli fırsatlar doğurması da planlanıyor. Abdi İbrahim’in ODAK projesi kapsamında halihazırda yerlileştirdiği ve yerlileştireceği ürün grupları arasında; kimyasal ve reaktifler, ilaç yardımcı malzemeler, makine ve ekipmanlar, yedek parçalar, laboratuvar cihazları ve sarf malzemeleri olmak üzere 6 kategoriden pek çok ürün yer alıyor.  “Yerel tedariki önceliklendiren bir strateji izliyor, her bir adımı ülkemiz için atıyoruz” İthal edilen ürünlerin yerli kaynaklarla üretilmesine büyük önem verdiklerini belirten Abdi İbrahim Satın Alma Direktörü Ufuk Güler: “111 yıldır hayatı iyileştirme hedefiyle faaliyet gösteren bir şirket olarak, uzun zamandır ürün, makine, hizmet, kimyasal ve ekipman alımında yerel tedariki önceliklendiren bir strateji izliyoruz. Hayata geçirdiğimiz ODAK projesi ile de ilaçta tedarik zincirinin yerlileşmesine öncülük etmenin mutluluğunu yaşıyoruz. İthalatına bağımlı olduğumuz ürünlerin ülkemizde üretilmesi yönünde attığımız bu adım, hastaların ilaca erişimini kolaylaştıracak ve ekonomimize katkı sunacak. Proje ile yerli tedarikçiyi, yerli teknolojiyi, milli sermayeyi ve sürdürülebilir ilaç üretimini ‘odak’ noktamıza koyuyoruz” dedi. Abdi İbrahim Teknoloji ve Yatırımlar Direktörü Murat Tüzen de ODAK projesi için şu değerlendirmeyi yaptı: “ODAK projesi ile makinadan kimyasallara farklı odak alanlarda üretim yapan şirketlerin bir araya gelerek ortak bir amaç için çalışmasına öncülük ediyoruz. Bu proje sayesinde Abdi İbrahim’in uzun yıllara dayanan bilgi ve teknoloji gücünü yerli firmalara aktararak, yerlileştirmenin önünü açmanın heyecanını ve gururunu yaşıyoruz. İlaç tedarik zinciri kapsamında üretim ya da satın alma yapan her paydaşı aramızda görmek istiyoruz.” Kaynak: Basın Bülteni

2026’ya Kadar Genetiği Değiştirilmiş Tohum Pazarı Büyümesi

Tahıllara Yönelik Artan Yurtdışı Talebi Kuzey Amerika Pazarını Canlandıracak Kuzey Amerika’nın, GDO’lu mahsullerin artan şekilde benimsenmesi nedeniyle küresel GDO’lu tohum pazarına liderlik etmesi bekleniyor. Acquisition of Agri Biotech Applications veya ISAAA tarafından yapılan bir araştırmaya göre, Kuzey Amerika ve Güney Amerika birlikte küresel pazardaki payın %90’ından fazlasını oluşturuyor. Soya fasulyesi ve mısır mahsul türlerine yönelik yurt dışı talep, bu iki bölgede pazar için büyüme fırsatları yaratan birincil faktördür. Kanada, kanola, şeker pancarı, soya fasulyesi, yonca ve mısır dahil genetiği değiştirilmiş beş ürün üretti. Asya Pasifik’in de, özellikle biyoteknolojideki gelişmeler nedeniyle, tahmin yıllarında en hızlı büyümeyi kaydetmesi bekleniyor. Hindistan ve Çin gibi ülkelerdeki dalgalı hava koşulları ve düşük mahsul verimliliği, mahsulün miktarını ve kalitesini etkiler. GDO’lu tohumların bu bölgelerde daha kaliteli mahsul verimi elde edilmesine yardımcı olması ve böylece piyasayı yönlendirmesi bekleniyor. Ayrıca, çiftçiler genetiği değiştirilmiş tohumların yararları konusunda daha fazla bilinçleniyor. Bunun, bu bölgede GDO’lu tohumlara olan talebi artırması bekleniyor. GM Pazarını Genişletmek İçin Bitkisel Üretime Yönelik Artan Talep Fortune Business Insights’ın baş analisti, “Artan nüfusun gıda talebini ve ardından dünya çapında mahsul üretimini artırması bekleniyor” dedi. “Geleneksel tarım yöntemleri, hızla artan talebi karşılamak için daha iyi bir ürün verimi sağlayamadığından, genetiği değiştirilmiş ürünlerle değiştiriliyor” diye ekledi. Bunun bir sonucu olarak, genetiği değiştirilmiş bitkilere olan talebin tahmin yıllarında artması muhtemeldir. Biyoteknolojideki teknolojik gelişmelerin tarım sektörünü genişletmesi beklenmektedir. Bunun ayrıca GDO’lu mahsullerin büyümesi için bir itici güç olması bekleniyor. Ayrıca, GDO’lu tohumlarda gen modifikasyonu sürecinin benimsenmesi, daha iyi mahsul verimine yardımcı oluyor ve böylece GDO’lu tohum pazarını yönlendiriyor. Çevresel Endişeler Pazarın Büyümesini Engelleyebilir Öte yandan, pazardaki bazı darboğazlar büyümeyi engelleyebilir. Sürekli değişen ortam, küresel pazarda bir açığın ana nedenidir. Ayrıca, bazı çiftçiler bilinçsizlik nedeniyle genetiğiyle oynanmış bu yeni ürün çeşidini kabul etmeye hazır değil. Bununla birlikte, mahsullerin genetik modifikasyonu, bu çiftçileri mahsullerinde genetiği değiştirilmiş teknolojiyi benimsemeye çekebilecek çok sayıda fayda sunmaktadır. Kaynak: Basın Bülteni

Mide Kanseri İçin Geliştirilen Yeni İlaç Başarılı Oldu

BeiGene, yeni ilacın, ilerlemiş mide kanseri vakalarında öncelikli olarak başvurulacak tedavi yöntemi haline gelmesini hedefliyor. İlacın ayrıca yemek borusu (özofagus) ve midenin buluşma noktasında başlayan ve nadir rastlanan bir kanser türünün tedavisinde de kullanılması amaçlanıyor.Çin’de 10 farklı kanser endikasyonu için onay aldı Tislelizumab adlı ilaç, şu anda Çin’de 10 farklı kanser endikasyonu için onay almış olsa da henüz Amerika’da kullanım onayına sahip değil. Yatırım bankacılığı firması TD Cowen’dan uzman Yaron Werber’a göre sadece Çin’de ilacın satışları, 1 milyar 200 milyon dolara ulaşabilir. Kemoterapiyle Beraber Kullanılacak Tislelizumab, kemoterapiyle beraber kullanıldığında, mide kanseri başka organlara yayılan ya da mide kanseri hastalığının ileri evrelerinde olan hastaların hayatta kalma sürelerini uzattığı görüldü. BeiGene, ilacın ayrıca gastroözofageal bileşke kanseri hastalarında da test edildiğini kaydetti. İlaç Mide Kanseri Hastalarının Yaşam Sürelerini Uzatıyor  İlaç firması BeiGene, İsviçreli ilaç firması Novartis’le ortak geliştirdiği ilacın ileri aşama deneylerinde mide kanseri olan hastaların yaşam sürelerinin uzamasını sağladığını bildirdi. BeiGene, yeni ilacın, ilerlemiş mide kanseri vakalarında öncelikli olarak başvurulacak tedavi yöntemi haline gelmesini hedefliyor. İlacın ayrıca yemek borusu (özofagus) ve midenin buluşma noktasında başlayan ve nadir rastlanan bir kanser türünün tedavisinde de kullanılması amaçlanıyor. Tislelizumab adlı ilaç, şu anda Çin’de 10 farklı kanser endikasyonu için onay almış olsa da henüz Amerika’da kullanım onayına sahip değil. Yatırım bankacılığı firması TD Cowen’dan uzman Yaron Werber’a göre sadece Çin’de ilacın satışları, 1 milyar 200 milyon dolara ulaşabilir. Tislelizumab, kemoterapiyle beraber kullanıldığında, mide kanseri başka organlara yayılan ya da mide kanseri hastalığının ileri evrelerinde olan hastaların hayatta kalma sürelerini uzattığı görüldü. BeiGene, ilacın ayrıca gastroözofageal bileşke kanseri hastalarında da test edildiğini kaydetti. Kaynak:AA

Erciyes Üniversitesi İlaç Araştırma ve Uygulama Merkezi'ni Ziyaret Etti

İlaç Araştırma ve Uygulama Merkezi'nde görev yapan Araştırma Görevlisi Doç. Dr. Serkan Dayan, çalışmaların prototip boyutuna kadar yapıldığını ve yeni çalışmalarının da devam ettiğini söyledi. ERÜ ile Kayseri Şeker arasında üniversite-sanayi iş birliği çerçevesinde yapılan protokol ile 'Şeker Pancarı Zararlarına Karşı Kullanılmak Üzere Bir Nano Formülasyon ve Bunun Üretimi Yöntemi' çalışmaları sonucunda patent alınarak Kayseri Şeker'e lisanslandı. Yapılan çalışma ile son yıllarda popüler olan nano taşıyıcı sistemler, zirai ilaçlamalara entegre edildi ve sistemin laboratuvar ve prototip aşamaları tamamlandı. 2019 yılında başlayan çalışmanın patentinin alındığını ve Kayseri Şeker'e lisanslandığını söyleyen Erciyes Üniversitesi İlaç Araştırma ve Uygulama Merkezi'nde görev yapan Araştırma Görevlisi Doç. Dr. Serkan Dayan, "2019 yılında üniversite-sanayi iş birliği çerçevesinde Erciyes Üniversitesi ve Kayseri Şeker AR-GE ile birlikte projemizi oluşturduk. 2019 yılında karşılıklı olarak yapılan protokol çerçevesinde proje bütçemiz de oluşturuldu ve çalışmalarımız başlatıldı. Bu esnada da biz öncesinden çalışmalarımızı başlatmıştık. Bunlarla ilgili bazı ön hazırlıklarımızı yapmıştık ve projemizin o kısmı da hızlı ilerledi. 2020 yılı içerisinde biz 'Şeker Pancarı Zararlarına Karşı Kullanılmak Üzere Bir Nano Formülasyon ve Bunun Üretimi Yöntemi' başlıklı patent başvurumuzu gerçekleştirdik. Daha sonra 2021 yılı içerisinde Erciyes Üniversitesi olarak patentimizi yine Kayseri Şeker AR-GE'ye lisansladık ve bu ürünün üretilebilmesi için iş birliği çerçevesinde nihai noktayı koyduk. Eş zamanlı olarak da yine patentimiz tescillendi" dedi. Serkan Dayan, beşeri ilaçlamalarda sıklıkla görülen bir sistemin yaptıkları çalışma ile zirai ilaçlamalarda da kullanılmaya başlandığını söyleyerek, "Bu ürünümüz şeker pancarındaki zararların birçoğuna aslında kullanılabilir. Ne demek istediğime gelince de, mevcutta kullanılan zirai ilaçların birçoğuna nano taşıyıcı olarak kullanılması mümkündür. Bu nano taşıyıcılar malum ilaçların çeşitli zararlarını daha da aza indirgeyebilmek için sıklıkla kullanılan sistemlerdir. Biz bunları tabi beşeri ilaçlarda çok görmemize rağmen zirai ilaçlardaki uygulamaları çok sınırlıdır. Bizim burada yaptığımız ise son yıllarda rövanşta olan bir çalışmayı zirai ilaç kategorisinde de kullanıp, nano taşıyıcı sistemleri buna entegre etmiş olduk. Elde ettiğimiz ilk sonuçlar, saha denemeleri, laboratuvar sonuçları oldukça güzel. Laboratuvar boyutlarından prototip boyutlarına kadar çalışmalar yapıldı. Bu çalışmalarla ilgili Kayseri Şeker AR-GE yine kendi içerisinde çalışmalarını yürütmekte. Bizlerle de düzenli olarak fikir alış verişinde bulunmakta. Bunun devamı olarak biz yine üniversite-sanayi iş birliğinde ilaç kategorisinde yeni projeler de verdik. Yani bu çalışma aslında yeni projelerin de önünü açmış oldu. TÜBİTAK 1004 çerçevesinde yeni 2 proje verdik bunun da yakın zamanda sonuçlanmasını bekliyoruz. Bunlarla birlikte biz yeni ürünler geliştirmeye devam ediyoruz. Yeni patentler söz konusu olacak. Üniversite-sanayi iş birliğimizi bu şekilde geliştirerek, yolumuza devam ediyoruz" ifadelerini kullandı. Kaynak:Basın Bülteni

Kansere Yeni Çözüm Deniz Salyangozu

Ondokuz Mayıs Üniversitesi (OMÜ) Ziraat Fakültesi Tarımsal Biyoteknoloji Bölüm Başkanı Prof. Dr. Deniz Ekinci ve ekibi, İrlanda’da bulunan Limerick Üniversitesi ile birlikte yürüttükleri çalışmalar sonucunda deniz salyangozundan kanser, diyabet ve hipertansiyon tedavilerinde aday olabilecek doğal ilaç adayları ürettiklerini açıkladı. Biyoteknoloji laboratuvarında yaptıkları çalışmalar ile birçok deneyle birlikte yeni keşifler yaptıklarını söyleyen Prof. Dr. Ekinci, “Deniz salyangozu başta olmak üzere yürüttüğümüz çalışmalarda kanserden hipertansiyona kadar daha birçok hastalığa ilaç adayları ortaya çıkartıyoruz” dedi. "YAN ETKİLERİ DAHA DÜŞÜK İLAÇLAR ÜRETMEYİ HEDEFLİYORUZ" İrlanda Limerick Üniversitesi ile birlikte yürüttükleri deniz salyangozu çalışmasında kanser dahil birçok hastalığın ilaç adayı bulgularını keşfettiklerini belirten Prof. Dr. Deniz Ekinci, “Deniz salyangozu araştırmamız, İrlanda ile birlikte yürüttüğümüz ve doktora öğrencimin Arş. Gör. Gürkan Bilir’in İrlanda’ya gidip çalıştığı bir araştırmadır. Deniz salyangozundan peptitler ürettik. Peptitler küçük protein parçalarıdır. Peptitler terapide, ilaç sanayisinde, kozmetikte ve gıda sanayisinde kullanılan doğal maddelerdir. Normalde deniz salyangozunun ihtiva ettiği bir proteini sindirim enzimleriyle laboratuvar ortamında parçalıyoruz. Bu şekilde kısa kısa peptitler elde etmiş oluyoruz. Daha sonra bunların biyolojik özelliklerini inceliyoruz. Elde ettiğimiz peptitlerin ham proteine nazaran çok daha fazla biyolojik aktiviteye sahip olduğunu belirledik. Bu çalışmamızın sonucunda da elde ettiğimiz peptitlerin antikanser, antihipertansif, antimikrobiyal ve antioksidan gibi özelliklere sahip olduğunu gördük. Bu şekilde sentetik ilaçlara göre daha doğal ilaç adayları üretmiş oluyoruz. Bu da zaten son yılların oldukça güncel bir teknolojisidir. Bilindiği gibi sentetik ilaçlara karşı zamanla direnç gelişebilmektedir. Örneğin son yılların çok büyük bir problemi olan antibiyotik direnci. Dolayısıyla sizin sürekli yeni ilaçlar üretmeniz gerekiyor. Biz de bu amaçla doğal molekülleri kaynak olarak kullanarak yan etkileri daha düşük olan ilaçlar üretmeyi hedefliyoruz” diye konuştu. "ELDE ETTİĞİMİZ PEPTİTLERİN ANTİKANSER ÖZELLİKLERİNİ KANITLADIK" Yapılan araştırmaların ve çalışmaların nasıl yürütüldüğünü anlatan Prof. Dr. Ekinci, “Biz elde ettiğimiz peptitlerin antioksidan özelliğini, antihipertansif ve antikanser özelliklerini kanıtladık. Dolayısıyla bu teknoloji sayesinde alternatif, toksisitesi daha düşük doğal ilaçlar üretilecektir. Bu alanda çalışmalarımızı yürütüyoruz. Okyanus ve deniz canlıları daha ekstrem şartlarda yaşadıkları için bizlere göre daha güçlü biyolojik sinyaller ve biyomoleküller üretiyorlar. Biz de onların bu özelliklerinden faydalanıyoruz. Biyomolekülleri canlıdan izole edip biyoteknolojik yöntemlerle üzerinde birtakım modifikasyonlar yapıyoruz. Bu şekilde moleküllerle yeni ilaç adayları üretmiş oluyoruz. Biz öncelikle ön denemelerimizi yapıyoruz. Biyolojik özelliklerini ve toksisitesini belirledikten sonra sonuçlarımızı bilimsel dergilerde yayınlıyoruz ve daha sonra farklı araştırmacılar daha farklı incelemeler yürütüyorlar. Ardından insan deneylerinde ve faz çalışmalarında kullanılıyor. Daha sonra ilaç olarak kullanıma açılabiliyor” şeklinde konuştu. Deniz salyangozu çalışmalarını 4 yıldır yürüttüklerini belirten Prof. Dr. Ekinci, araştırmalarının sonuçlarını, alanında dünyanın en prestijli bilimsel dergilerinde yayınladıklarını belirterek deniz salyangozu ve bunun gibi birçok deniz canlıları üzerinde araştırmalar yapmaya devam ettiklerini ifade etti. Kaynak:AA

E-bülten için aşağıdaki bilgileri doldurmanız yeterli.

Giriş Yap

Şifremi Unuttum Kayıt Ol

Kayıt Ol

Şifremi Unuttum