Haberler

Eurovent Klima Santralleri için Yeni Tavsiye Belgesini Yayımladı

Eurovent, Klima Santralleri için kontrol sistemlerine ilişkin yeni 6/17 sayılı Tavsiyesini yayımladı. Belge, Eurovent Ürün Grubu ‘Klima Santralleri’ (PG-AHU) katılımcıları tarafından ortak bir çalışmayla hazırlandı. Eurovent, Klima Santralleri için kontrol sistemlerine ilişkin yeni 6/17 sayılı Tavsiyesini yayımladı. Belge, Eurovent Ürün Grubu ‘Klima Santralleri’ (PG-AHU) katılımcıları tarafından ortak bir çalışmayla hazırlandı. Eurovent 6/17, Klima Santrallerinin kontrol sistemleri için minimum fonksiyonel gereksinimlere ilişkin tavsiyelerde bulunuyor ve enerji tüketimi, güvenlik, devreye alma ve bakım açısından kontrollerin önemine açıklık getiriyor. Ayrıca fabrika tarafından sağlanan optimize edilmiş sistemlerin avantajlarını açıklıyor ve Klima Santrali kontrollerinin yasal ve normatif çerçevesini tanımlıyor. Eurovent PG-AHU Başkanı Martin Lenz konuyla ilgili şunları söyledi: “Bir kontrol sisteminin birincil rolü, klima santralinin tüm fonksiyonlarını ve havalandırma sisteminin diğer bileşenlerini optimum iç ortam kalitesini sağlamak için yönetmektir. Havalandırma ve iklimlendirme açısından bakıldığında, sistemin çok önemli bir parçasıdır. Bu Tavsiye, tasarımcılara, yüklenicilere, tesis yöneticilerine ve son kullanıcılara bu teknolojiyle ilgili tüm temel bilgileri sağlıyor. Ayrıca, harici bir bina otomasyon yüklenicisi tarafından sahada bir defaya mahsus olarak kurulan sistemler üzerinde fabrikada takılan entegre kontrollerin bariz avantajlarını vurguluyor ve bir AHU’ya fabrikada takılan kontrollerle tedarik edilmesinin neden doğal olarak düşünülmesi gerektiğini açıklıyor.” Bu belge Eurovent Document Library’den ücretsiz olarak indirilebilir. Kaynak : Basın Bülteni

Metisafe®’den Otomatik Dekontaminasyon ve Opsiyonel Seçenekleri ile Standardize Edilmiş Yeni İzolatör Modelleri

İzolatörler, aseptik ortam şartları gerektiren sterilite testleri, numune hazırlık, gen tedavisi, sitotoksik çalışmalar ve küçük hacimli hassas üretimler gibi işlemlerde kullanılan, tam güvenlikli çalışma istasyonlarıdır. İzolatörleri diğer hava bariyer cihazlarından ayıran en önemli özellik, çalışma kabininin tam fiziksel izolasyonu yanında her işlem öncesi ve sonrası kabin içinde hava ile temas eden yüzeyleri dekontamine ederek steril çalışma ortamı koşullarını yerine getirebilmesidir. H2O2 (hidrojen peroksit), formaldehit buharının yasaklanmasından sonra, yüzey ve iç ortam dekontaminasyonu için en güvenilir ve yaygın kullanılan alternatif gaz olmuştur. Etkin H2O2 konsantrasyonu yanında yüzeylerdeki yoğuşma, sıcaklık, nem, süre, korozyon gibi değişkenler yüksek performans sağlanması için gereklidir.Dekontaminasyon işleminin optimal yapılmaması halinde malzeme, ürün ve çevre açısından geri dönüşü olmayan tehlikeler ortaya çıkabilmektedir. Bu işlem, portable dekontaminasyon cihazları aracılığı ile gerçekleştirilebilmekle birlikte ideal olanı izolatöre entegre sistem kullanılmasıdır. Pozitif veya negatif basınçlı Metisafe® izolatörlerine entegre tam otomatik dekontaminasyon sistemi, optimal aseptik ortamı sağlamanın yanında çalışmalarda kullanılan materyal ve ekipmanların korozif gazlardan zarar görmesini azaltmaktadır. Genellikle, kullanıcı taleplerindeki farklılıklar nedeniyle özel tasarım izolatörler üretilmektedir. Bu durum, üretim ve performans test sürelerinin uzamasına sebep olmaktadır. Metisafe®, biyolojik güvenlik kabinlerinde olduğu gibi izolatörü de standart modellerden oluşan seri üretimler haline getirmiştir. Ayrıca, kullanıcı talebine yönelik seçenekleri karşılayacak şekilde modüler entegrasyon sayesinde, üretim ve performans test sürelerini kısaltarak önemli bir avantaj sağlamaktadır. Metisafe®, cihaz ömrünü uzatan paslanmaz çelik malzeme ve ekipman donanımlı özgün izolatör tasarımlarını, ilaç endüstrisi için E serisi ve daha ekonomik ihtiyaçlar için C serisi alternatifiyle, standart ve rehberlerin gerekliliklerini karşılayacak şekilde üretip pazarlamakta ve ihraç etmektedir. Kaynak : Basın Bülteni

ABD Gıda ve İlaç Dairesinden 5-11 Yaşta Acil Kullanım için Pfizer-BioNTech Aşısına Onay

FDA’dan yapılan yazılı açıklamada, 5-11 yaş arası çocuklarda acil kullanım için Pfizer-BioNTech Kovid-19 aşısının onaylandığı belirtilerek, bu yaş grubu için aşıların başlatılmasına yönelik kritik bir adım atıldı. Açıklamada, "FDA, bu Pfizer-BioNTech aşısının acil kullanım izni kriterlerini karşıladığını belirledi. Aşının en az 5 yaşına gelmiş bireylerde bilinen ve potansiyel faydaları, bilinen ve potansiyel risklerden daha ağır basmaktadır." ifadesine yer verildi. Çocuklar için doz boyutunun 12 yaş ve üstü kişiler için önerilen dozun üçte biri kadar olduğu vurgulanan açıklamada, aşının 5-11 yaşta Kovid-19’u önlemede yaklaşık yüzde 91 etkili olduğu kaydedildi. FDA Aşılar ve İlgili Biyolojik Ürünler Danışma Komitesi 27 Ekim’de, Pfizer-BioNTech'in Kovid-19 aşısının ilkokul çağındaki çocuklara faydasının risklerinden daha ağır bastığı yönünde görüş bildirmişti. Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezi (CDC) uzmanları, aşının çocuklara önerilip önerilmeyeceğini ve hangi grupların uygun olması gerektiğini görüşmek üzere gelecek hafta bir araya gelecek. ABD'li çocuklara Pfizer-BioNTech aşısının yapılması konusunda son söz ise CDC Direktörü Dr. Rochelle Walensky'ye ait olacak ve onun da izni sonrasında yaklaşık 28 milyon çocuğun aşılanmaya başlamasının önü açılacak. Kaynak: MediMagazin

Hepatit B Virüsünün 10 Bin Yıllık Evrimini Araştırdılar

Hacettepe Üniversitesi Antropoloji Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Yılmaz Selim Erdal'ın dahil olduğu 100'ü aşkın bilim insanından oluşan uluslararası araştırma grubu, Hepatit B virüsünün 10 bin yıllık evrimini araştırdı. Prof. Dr. Yılmaz Selim Erdal, "Yaklaşık 20 bin yıl önce Hepatit B virüsünün bir ortak atasının önce Amerika kıtasına yayıldığını saptadık. İnsanlık tarihi kadar eski olan bu virüsün 10 bin yıl önce tarımcılarla birlikte Avrupa’ya yayıldığını ve bunun içinde kaynak olarak Anadolu popülasyonlarının olduğunu gördük" dedi. Yaklaşık 4 yıl süren bilimsel araştırmada, geçmişte yaşamış insan topluluklarının dişleri, o bireylerin genetik yapısını ve popülasyon tarihini anlamak için antik DNA açısından analiz edilirken, bu dişlerden elde edilen genomik verilerle mikropların da genetik yapısı araştırıldı. Bu çerçevede dünya çapında yapılan analizlerle 137 bireyde Hepatit B virüsünün var olduğu anlaşıldı ve bu mikrobun genomik analizleri yapıldı. İncelemede Hepatit B virüsünün yaklaşık 20 bin yıl önce var olduğu, mevcut iki değişkesinin insanın Yeni Dünya’ya göçüyle Amerika kıtasına yayıldığı belirlendi. İnsanlık tarihi kadar eski olan bu virüsün Anadolu ve Balkanlardan tarımın Avrupa’ya yayılması esnasında, insanlarla birlikte Avrupa’ya yayıldığı tespit edildi. M.Ö 2000 yılın sonlarında hastalığın değişime uğradığı ve genetik açıdan çeşitliliğinin azaldığı gözlemlendi. Günümüzde özellikle AIDS virüsünün yayılmasıyla beraber Hepatit B virüsünün Avrupa’ya yayılan türünden değişime uğramış bir çeşidinin dünyada yeniden yaygınlaşmaya başlandığı saptandı. Hacettepe Üniversitesi Antropoloji Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Yılmaz Selim Erdal, canlıların genetik yapısını DNA’yla sakladığını ve bu DNA’nın kişi ya da canlı öldükten sonra parçalanmaya başladığını belirterek, "Uygun koşullarda canlılar kendi DNA’sını uzun süre koruyabiliyor. Ve bu tür çalışmalara da 'antik DNA çalışmaları' diyoruz. Özellikle son 10 yılda antik DNA çalışmaları yeni dizilim sistemleriyle yeni bir boyut kazandı ve günümüzde hem bitkilerin, hayvanların; ama yaygın olarak insanların genetik yapısı antik DNA çalışmalarıyla analiz edilip popülasyon tarihleri anlaşılmaya çalışılıyor" dedi. "KAYNAK YAPISININ ANADOLU POPÜLASYONLARI" Prof. Dr. Erdal, virüsün insanlık tarihi kadar eski olduğunu bu yüzden araştırmanın 4 yıl sürdüğünü belirterek, "Geçmişte yaşamış insan topluluklarının dişlerinden elde ettiğimiz örnekleri analiz edip, bunlar içerisinde insanların genetik yapısını ve popülasyon tarihini anlamak için bir çalışma yürütüyorduk. Daha sonra insan dişlerinin özünden elde edilen verilerle sadece insanlara ilişkin değil bu insanlarla birlikte yaşayan mikropların da genetik yapısını anlamaya yönelik bir çalışma sürdürdük. Yapılan çalışmalarda dünya çapında 137 örnekte aslında Hepatit B virüsünün de bu insanlarla birlikte var olduğu anlaşıldı. Bu makalenin temel konusu aslında Hepatit B üzerinden, evrimsel gelişimini, göç yollarını, insanlık tarihiyle birlikte nasıl değiştiğini anlamaya yönelik bir çalışmaydı. Yapılan analizlerde yaklaşık 17-20 bin yıl önce Hepatit B virüsünün bütün dünyaya yayıldığını ve ilk önce Amerika kıtasına yayıldığını saptadık. Amerika kıtasında 2 farklı değişkenin ortaya çıkıp yayıldığını gördük. İnsanlık tarihi kadar eski olan bu virüsün 10 bin yıl önce tarımcılarla birlikte Avrupa’ya yayıldığını ve bunun içinde kaynak olarak Anadolu popülasyonlarının olduğunu gördük" dedi. "VİRÜS ÜZERİNDEN İNSANLIK TARİHİNİ ANLAMAYA ÇALIŞIYORUZ" Prof. Dr. Erdal, M.Ö. 2000 yılının sonlarına doğru hastalığın değişime uğradığını vurgulayarak, "Önceki versiyon yavaş yavaş önemini yitirirken yeni bir değişkesi değişmeye başlıyor. Ancak bunun da günümüzde özellikle AIDS virüsünün yayılmasıyla beraber tekrar değişmiş halde yine insanların içerisinde ortaya çıkıp yayılmaya başladığını görüyoruz. Böylece aslında bir virüs üzerinden insanlık tarihini başka bir yolla anlamaya ve aydınlatmaya çalışmış oluyoruz. İnsanlığı anlamak için sadece insanlığı araştırmak yetmiyor, insanla birlikte bitkileri, hayvanları da analiz etmemiz gerekiyor. Aynı zamanda bakteri ve virüs gibi mikroplar da insanlıkla birlikte değişiyor. Bu anlamda birini anlamak ötekini anlamakla eşdeğer. Günümüzde biliyoruz insanlar çok hareketli; ama aynı zamanda Kovid 19 da insanlarla birlikte çok hareket eden bir şey. Bunun nasıl bir tarihi varsa, geçmişte yaşamış insanların da birbirleriyle ilişkileri, hareketi ve bir evrimi vardı. Biz günümüzde bu mikropları anlayarak günümüzdeki insan hareketliliğini de onların nasıl hastalandığını çözebiliriz ya da onlara ilişkin önemli veriler elde edebiliriz gibi geliyor" ifadelerini kullandı.  Kaynak : DHA

Genç Bilim İnsanı Ödülleri 9.kez Sahiplerini Buldu

Genç Bilim İnsanı Ödülleri; ülkemizdeki genç bilim insanlarına kamuoyu önünde teşekkür etmek ve geleceğin genç bilim insanlarına ilham vermek üzere, her yıl farklı üniversitelerin rektörlerinin ev sahipliğinde gerçekleştiriliyor. Bu yıl seçilen 6 genç bilim insanına ödülleri, 19 Ekim Salı günü TÜBİTAK Başkanı Prof. Dr. Hasan Mandal’ın da katıldığı çevrimiçi törenle takdim edildi. Canlı yayınlanan törene bilim, iş ve sivil toplum alanından çok sayıda izleyici katıldı. Bilim Kahramanları Derneği tarafından, her yıl farklı üniversitelerle gerçekleştirilen iş birliği ile verilen Genç Bilim İnsanı Ödülleri 9. Kez sahiplerini buldu. Temel bilimler ve mühendislik alanlarına katkıda bulunan, ülkemizde bu alanların görünürlüğünün artmasına, yayılmasına ve gelişmesine öncülük eden 38 yaşın altındaki, bilim insanlarına verilen ödüllerde bu yıl 6 Genç Bilim İnsanı, ödül almaya değer bulundu. Genç bilim insanlarına kamuoyu önünde teşekkür ederek onları yüreklendirmek, geleceğin genç bilim insanlarına ilham vermek üzere verilen ödüllerin bu yılki ev sahipleri: Altınbaş Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Çağrı Erhan, Eskişehir Teknik Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Tuncay Döğeroğlu, Hasan Kalyoncu Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Türkay Dereli oldu. Altı Genç Bilim İnsanı Ödül Aldı 124 başvuru arasından seçici kurul tarafından yapılan değerlendirme sonucunda; Dr. Arif Engin Çetin (İzmir Biyotıp ve Genom Merkezi - Elektrik ve Elektronik Mühendisliği), Prof. Dr. Elif Çadırcı (Atatürk Üniversitesi - Tıbbi Farmakoloji), Doç. Dr. İsmail Öçsoy (Erciyes Üniversitesi - Analitik Kimya), Doç. Dr. Mustafa Serdar Önses (Erciyes Üniversitesi - Malzeme Bilimi ve Mühendisliği), Doç. Dr. Şuayip Yüzbaşı (Akdeniz Üniversitesi - Matematik) ve Doç. Tuğrul Çetinkaya (Sakarya Üniversitesi - Metalurji ve Malzeme Mühendisliği) 2020 Yılının Genç Bilim İnsanı Ödülleri’ni kazanan isimler oldu. Başvuruları titizlikle değerlendiren ve bu yılın başarılı Genç Bilim İnsanları’nı belirleyen Seçici Kurul’da ise; Prof. Dr. Aydın Sami Şalcı (Altınbaş Üniversitesi), Prof. Dr. Ender Suvacı (Eskişehir Teknik Üniversitesi), Prof. Dr. Ali Özcan (Eskişehir Teknik Üniversitesi), Prof. Dr. Kıymet Güven (Eskişehir Teknik Üniversitesi), Prof. Dr. Yasemin Çağlar (Eskişehir Teknik Üniversitesi), Prof. Dr. Veysi İşler (Hasan Kalyoncu Üniversitesi), Prof. Dr. Mustafa Sadettin Özyazıcı (Hasan Kalyoncu Üniversitesi) ve Prof. Dr. Ahmet Arif Ergin (Yeditepe Üniversitesi) yer aldı. Ödül Töreni Çevrimiçi Gerçekleştirildi 6 bilim insanına ödülleri 19 Ekim 2021 tarihinde Bilim Kahramanları Derneği’nin Youtube hesabından yapılan çevrim içi ödül töreni ile takdim edildi. Sunuculuğunu Dernek Yönetim Kurulu Üyesi Kenan Doğan’ın üstlendiği tören Bilim Kahramanları Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Prof. Dr. Sıddıka Semahat Demir’in açılış konuşması ile başladı. Törene TÜBİTAK Başkanı Prof. Dr. Hasan Mandal, Altınbaş Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Çağrı Erhan, Eskişehir Teknik Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Tuncay Döğeroğlu, Seçici Kurul Üyelerini temsilen Prof. Dr. Ender Suvacı konuşmalarıyla katıldı. Bilim Kahramanları Derneği üyesi ve 2015 Genç Bilim İnsanı Ödülü sahibi Sabancı Üniversitesi’nden Prof. Dr. Ali Koşar’ın desteğiyle bilim insanlarının çalışmalarının aktarıldığı etkinlik Çellist Nihan Demirkapı’nın müzik dinletisi ile son buldu. Canlı yayına bilim, iş ve sivil toplum alanından çok sayıda izleyici katıldı. Ödül töreninin açılış konuşmasını yapan Bilim Kahramanları Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Prof. Dr. Sıddıka Semahat Demir şunları söyledi: “Öncelikle bu sene Bilim Kahramanları Derneği olarak 10. Yaşımızı kutluyoruz. İlhamımız, mutluluğumuz, gururumuz ON’dan diyoruz. 10 yıllık yolculuğumuzda bize eşlik eden, bilime gönül veren tüm destekçilerimize 10. Yılımızı eşsiz kıldıkları için en içten teşekkürlerimi gönderiyorum. Bir bilim insanı olarak bilimin toplumsal sorunların çözümünü vurgulamak isterim. Bilim farklı dallarıyla insanın, yaşamın, gezegenin iyi olma haline katkı sunmayı hedefler. Bilim insanları da dünyayı olduğundan daha iyi bir halde bırakmak için çalışmalarını sürdürür ve çözüm önerileri sunarlar. Hepimizi etkileyen pandemi sürecinde de bilimin ve bilimsel çalışmaların önemine hep birlikte tanık olduk. Çok değerli bilim insanlarının emekleri ile bu süreci hafifletebildik. Özlem Türeci ve Uğur Şahin’in uzun yıllardır sürdürdüğü araştırmalar sayesinde aşıya ulaşabildik. Yılın Bilim İnsanı Genç Bilim İnsanı Ödül Töreni vesilesiyle buradan kendilerine, tüm araştırmacılara ve sağlık çalışanlarına yürekten teşekkür etmek isterim.” Canlı yayına bağlanan TÜBİTAK Başkanı Prof. Dr. Hasan Mandal şunları söyledi: “Tüm bilim insanlarının hem ulusal hem uluslararası alanda, farklı destek programları ile çalışmalarını desteklemeye çalışıyoruz. Daha fazla etki oluşturmak için tüm bilim insanlarımızı birlikte çalışmaya davet ediyorum. Tüm bilim insanlarımıza ortaya koyduğu çabalar için çok teşekkür ediyorum. Gelecekteki sorunlara çözüm noktasında biz de varız. Programda emeği geçen Bilim Kahramanları Derneği’ne, ev sahipliği yapan üniversitelere, Seçiçi Kurul Üyelerine ve tüm ekibe çok teşekkür ediyorum, başarılarınız daim olsun.” Kaynak : AA

Acıbadem Üniversitesi Kuluçka Merkezi PCR Testinde Yeni Yöntem Geliştirdi

Türk bilim insanları koronavirüsün tanısına yönelik yeni bir buluşa imza attı. Acıbadem Üniversitesi Kuluçka Merkezi’nde iki yıl süren araştırma sonucu geliştirilen yeni yöntemde PCR ve antijen testleri için kişiden burundan çubukla alınan sürüntü yerine gargara ve ağız çalkalama suyu örneği alınıyor. Araştırmalarda, gargara ve ağız çalkalama suyu örneklerinden koronavirüsün başarılı bir şekilde anında saptandığı bilimsel olarak kanıtlandı. Türk bilim insanları Covid-19’u saptamak için kullanılan PCR ve antijen testleri için burundan çubukla alınan örnek şeklini değiştiren ve güvenilir sonuçlar elde edilmesini sağlayan yeni yöntemi bilim dünyasına kazandırdı. Acıbadem Üniversitesi’nden Tıbbi Mikrobiyoloji ve Medikal Biyoteknoloji Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Tanıl Kocagöz ve Tıp Mühendisliği Bölümü Başkanı Prof. Dr. Özge Can’ın araştırma ekipleriyle Acıbadem Üniversitesi Kuluçka Merkezi’nde geliştirdikleri MyMagiCon ismi verilen yöntemin güvenilirliği bilimsel olarak kanıtlandı. Pandemi devam ettiği sürece testlere gereksinim duyulacak! Geçen yıl tüm dünyayı etkisi altına alan ve hala yaşamımızı ciddi anlamda etkileyen pandemide Covid-19’u saptamanın yolu PCR ya da antijen testinden geçiyor. Tüm dünyada her gün milyonlarca kişi bu testleri yaptırarak sonucunu bekliyor. Özellikle sonbaharın başlamasıyla birlikte nezle, grip gibi enfeksiyonların yaygınlaşması, bu hastalıkların Covid-19’a benzer belirtilerinin olması, daha çok kişinin bu testleri yaptırmasına yol açıyor. PCR ya da antijen testlerinde kişinin burnundan boğazın arka duvarına dokunarak pamuklu bir çubukla alınan sürüntü örneği incelenerek Covid-19 olup olmadığı saptanıyor. Prof. Dr. Tanıl Kocagöz geliştirdikleri yeni yöntemde burundan örnek alınması yerine, gargara ve ağız çalkalama suyunun incelendiğini belirtiyor. T.C. Sağlık bakanlığı, Türk Halk Sağlığı Kurumu onayı alan, CE ve ISO13485 sertifikalarına sahip yeni yöntemin Acıbadem Sağlık Grubu hastanelerinde pilot olarak uygulanmaya başlandığını belirten Prof. Dr. Kocagöz, klinik çalışma sonuçları Avrupa Klinik Mikrobiyoloji ve Enfeksiyon Hastalıkları Dergisi’nde European Journal of Clinical Microbiology & Infectious Diseases  yayınlanan yeni yöntem hakkında şu bilgileri verdi: "İki yıl devam eden çalışmalarımızın sonucunda elde ettiğimiz ve MyMagiCon ismini verdiğimiz yöntemle yapılan testlerde, burundan alınan nazofarengial sürüntüye, yani burundan çubukla alınan sürüntü örneğine göre Covid-19’u eşit veya daha duyarlı bir şekilde saptadığını gösterdi. Yani bireylerin aklında ‘burundan sürüntü aldırmayıp, ağızda su çalkalama ile test yaptırırsam acaba virüsü saptayamayabilir mi?’ şeklinde bir endişe içinde olmasına gerek kalmadı. Çalışmalarımız çocukların dahi bu şekilde örnek vermesinin çok kolay olduğu, gargara yapamayacak kadar küçük yaşta olan çocukların sadece ağız çalkalama suyu vermelerinin yeterli olduğunu gösterdi. Yeni yöntemin örnek alma işlemini çok kolaylaştırarak Covid-19 taşıyıcılarının toplumda daha etkin saptanması ve erken izolasyonu ile salgının kontrolüne katkıda bulunacağı umudundayız." Bir büyük yemek kaşığı kadar içme suyu yeterli MyMagiCon yönteminde kişinin bir iki yudum içme suyunu ağzına alması, gargara yapıp ağız içinde çalkaladıktan sonra bu suyu verilen kaba koymasının yeterli olduğunu vurgulayan Prof. Dr. Tanıl Kocagöz işleyişi şöyle anlatıyor: "20 mililitre yani bir büyük yemek kaşığı kadar suyla gargara yapıyoruz. Bu suyu ağzımızın içine alıyoruz ve dişlerimizin arasından geçirerek en az 10 saniye kuvvetli bir şekilde çalkalıyoruz. Gargara ve ağız çalkalama sırasında suyun boğazın ve ağzın tüm yüzeylerine değmesi, sürüntüye göre çok daha fazla virüsün test edilecek sıvıya geçmesini sağlıyor. Bu sıvı örnek toplama tüpüne konuyor. Tüpe eklenen polimer boncuklar hızla, su ve küçük molekülleri çekerek virüsleri konsantre ediyor. Bu işlem 5 dakika sürüyor. Polimer boncukların arasındaki konsantre virüs örneği, bir pipet aracılığıyla alınarak PCR ya da antijen testlerinde rahatlıkla kullanılabiliyor." MyMagiCon, dünyada en fazla hastalığa ve ölüme yol açan tüberküloz, AIDS ve sıtma konusunda hızlı tanı araçları geliştiren kuruluşlara destek veren ve Dünya Sağlık Örgütü ile yakın işbirliği içinde çalışan “Foundation for Innovative New Diagnostics -FIND-” vakfı tarafından desteklenen iki uluslararası çok merkezli çalışma ile ağız çalkalama suyu ve idrardan olanakları kısıtlı yörelerde hasta başı tüberküloz tanısı yapılabilmesi için geliştirilmeye devam ediyor. Ulusal ve uluslararası patent başvurusu yapılan bu ürün dünyada bir ilki oluşturuyor. İki yılın sonunda uygulanmaya hazır Prof. Dr. Kocagöz, Acıbadem Üniversitesi Tıp Mühendisliği Bölümü Başkanı Prof. Dr. Özge Can ile birlikte geliştirdikleri yöntemin iki yıllık titiz ve emek yoğun bir çalışmanın sonucunda olduğunu belirterek, çalışmaya destek veren Klinik Mikrobiyoloji Uzmanlık Derneği (KLİMUD) araştırmacıları ve Medikal Biyoteknoloji Dr. Öğr. Görevlisi Erkan Mozioğlu, lisans üstü öğrencileri Ece Aksoy, Tuba Polat ve Betül Zehra Karakuş’a teşekkür etti. Üniversite-sanayi iş birliğinin önemini vurgulayan Prof. Dr. Tanıl Kocagöz, ayrıntılı bilginin Acıbadem Üniversitesi Kuluçka Merkezi’nde yer alan Ar-Ge firmasının www.gigabiomol.com ve yatırımcı firma bio-t.org internet sayfalarından alınabileceğini belirtti. Kaynak : AA

2021 Nobel Kimya Ödülü, Molekül Çalışmalarıyla Bilinen Bilim İnsanları Benjamin List ve David W.C. MacMillan'a Verildi

İsveç Kraliyet Bilimler Akademisi'nde düzenlenen basın toplantısında, Benjamin List ve David W.C. MacMillan'ın molekül inşasında yeni ve mahir bir araç olan "organokatalizi" geliştirmelerinden ötürü Nobel Kimya Ödülü'ne layık görüldükleri açıklandı. İki bilim insanının geliştirdiği bu aracın, farmasötik araştırmalarında büyük etki yarattığına ve kimyayı daha "çevre dostu" hale getirdiğine işaret edildi. Ödül, 2020'de "DNA zincirlerini kesmeye ve yeniden birleştirmeye olanak sağlayan 'CRISPR/Cas9' sisteminin geliştirilmesine katkılarından ötürü" Fransız mikrobiyolog Emmanuelle Charpentier ile Amerikalı biyokimyacı Jennifer A. Doudna'ya verilmişti. 2020 Nobel Kimya Ödülü, kadın adaylar arasında paylaşılan ilk örnek olmuştu. Ödüle Charpentier ve Doudna'dan önce 5 kadın layık görülmüştü. Marie Curie 1911'de, kızı Irene Joliot-Curie 1935'te, Dorothy Crowfoot Hodgkin 1964'te, Ada Yonath 2009'da ve Frances H. Arnold 2018'de ödülü kazanmıştı. 1901'den bu yana her yıl kimya alanında insanlığa önemli katkı sunan kişilere verilen Nobel Kimya Ödülü'nü 2015'te Türk bilim insanı Aziz Sancar kazanmıştı. Sancar, "Nobel Ödülü kazanan ilk Türk bilim insanı" olmuştu. Nobel Kimya Ödülü 'asimetrik organokataliz' çalışmalarına verildi 2021 Nobel Kimya Ödülü'nü ortaklaşa kazanan iki bilim insanı Benjamin List ve David W.C. MacMillan, farmasötik araştırmalarında büyük etki yaratan ve kimyanın daha "çevre dostu" hale gelmesine yardımcı olan molekül inşasında yeni ve etkili bir araç olan "organokataliz" geliştirdi. Kimyagerler ve araştırmacılar, uzun zamandır sadece "metaller ve enzimler" olarak iki tür katalizörün mevcut olduğuna inanırken List ve MacMillan, 2000 yılında birbirlerinden bağımsız olarak, küçük organik moleküller üzerine kurulu olan ve "asimetrik organokataliz" adını verdikleri üçüncü tip bir katalizöre imza attı. Nobel Kimya Komitesi Başkanı Johan Aqvist, "Bu kataliz kavramı basit olduğu kadar dahice. Gerçek şu ki birçok insan bunu neden daha önce düşünmediğimizi sorguladı." dedi. Aktif kimyasal grupların bağlanabileceği karbon atomu çerçevesine sahip organik katalizörlerin oksijen, azot, kükürt veya fosfor gibi ortak elementler içermesinin yanı sıra çevre dostu ve ucuz maliyetli olduğu ifade ediliyor. Benjamin List kimdir? 1968'de Almanya'nın Frankfurt kentinde doğan Profesör List, doktora derecesini Goethe Üniversitesinden aldı. 2005'ten bu yana Max-Planck-Society'nin üyesi olan List, ayrıca 2004'ten beri Köln Üniversitesinde Fahri Profesör unvanını taşıyor. Katalizörler ve asimetrik organokataliz üzerine çalışmalar yapan Alman kimyager, kimyasal reaksiyonları hızlandırma, böylece reaksiyonları enerji ve kaynak açısından daha verimli hale getirme üzerine çalışmalar yaptı. Alman kimyager, 2005'ten bu yana Max-Planck-Institut für Kohlenforschung'in direktörlüğünü yürütüyor. David W.C. MacMillan kimdir? 1968 yılında İskoçya'nın Bellshill şehrinde doğan Profesör MacMillan, doktora derecesini 1996'da California Üniversitesi'nden aldı. Yeni reaksiyon metodolojisinin geliştirilmesine ve enantiyoselektif kataliz üzerine çalışmalar yapan MacMillan ve araştırma grubu, asimetrik organokataliz alanında birçok ilerleme kaydetti ve bu yöntemleri bir dizi karmaşık doğal ürünün sentezinde uyguladı. MacMillan, 2010-2014 yıllarında Royal Society of Chemistry tarafından yayımlanan ünlü kimya dergisi Chemical Science'ın kurucu Genel Yayın Yönetmeni olarak görev yaptı. İskoç asıllı MacMillan, ABD'de Princeton Üniversitesinde görev yapıyor. 2021 Nobel Fizik Ödülü, 'küresel ısınma' vurgusuyla Japon, Alman ve İtalyan üç bilim insanına verildi. 2021 Nobel Tıp Ödülü, sıcaklık ve dokunma reseptörlerini keşfeden iki ABD'li bilim insanına verildi. Kaynak : AA

Nobel İlaç , İzmir Biyotıp ve Genom Merkezi (İBG) ile Ozbio LLC İşbirliği

‘Nobel’ ilaç firması, Türkiye’nin her sene 10 milyonlarca dolar ödeyerek yurt dışından ithal ettiği ve nadir bir hastalığın tedavisinde kullanılan ilacın Türkiye’de üretilmesi için İzmir Biyotıp ve Genom Merkezi (İBG) ve Ozbio LLC ile anlaşma imzaladı. Biyoteknolojik ilaç geliştirme ve üretim çalışmaları yapan Nobel İlaç, İBG ve OzBio bünyesinde ülkemizde nadir görülen bir hastalığın tedavisinde kullanılmak üzere Ar-Ge’si yapılmış ilacın geliştirilmesi ve üretilmesi için oluşturulan hücreyi satın aldı. Türkiye’de bin civarında hastada görüldüğü hesaplanan bu nadir hastalığın tedavisinde kullanılan ilacın kutu fiyatının 38 bin lira olduğu öğrenildi. Sanayi, kamu ve akademi iş birliğinde İstanbul’da düzenlenen imza törenine, TÜBİTAK Başkanı Prof. Dr. Hasan Mandal, Dokuz Eylül Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Duygu Özel Demiralp, Nobel İlaç Yönetim Kurulu Başkanı Hasan Ulusoy, İzmir Biyotip ve Genom Merkezi (İBG) Yönetim Kurulu Başkanı Prof. Dr. Ahmet Yozgatlıgil, OzBio Genel Müdürü Prof. Dr. Sadettin Öztürk ve şirket çalışanları katıldı. TÜBİTAK Başkanı Prof. Dr. Mandal: Destek vermek için buradayız İmza töreninde konuşan TÜBİTAK Başkanı Prof. Dr. Hasan Mandal, “Başlatılan rekabet öncesi iş birliğinin, klinik çalışmalarının hızlıca tamamlanıp artık ülkemizden de geleneksel ürünlerin değil katma değeri yüksek yenilikçi teknolojiler ile üretilen ürünlerinde çıkabileceğini göstermesine vesile olmasını diliyorum. İş birliğinde şirketlere destek vermek için buradayız. Salgın dönemiyle önemli hale gelen ilaç ve aşı geliştirme çalışmalarında Türkiye’nin dışa bağımlılığını azaltmak noktasında çalışıyoruz. Teknolojiyi kullanan değil, en baştan tasarlayan, geliştiren ve üreten bir ülke olmak için çaba var” dedi. “İş birliğini çok kıymetli buluyorum" Şirketlerin özellikle pandemiyle birlikte iş yapma modellerine ihtiyaçları olduğuna dikkat çeken Prof. Dr. Mandal, “Bugünkü çalışma bunun önemli bir göstergesidir. İBG ile OzBio’nun tasarımdan hücreye, çalışmalarının Nobel İlaç şirketine sadece transferi gerçekleşmiyor, süreç içerisinde karşılıklı etkileşimle ürüne dönüşmesi de mümkün oluyor. Nadir hastalıklara ilişkin geliştirilen ilaçlar ne yazık ki hep ithal ve sadece belli global firmalar üretebiliyor. 2018 yılından itibaren araştırmaların potansiyel oluşturmaktan ziyade etki oluşturmasını hedefliyoruz. Yani sonuç oluşturmak, yapılan çalışma ne işe yarıyor? Bilgiyi üreten kurumlarla bilgiyi kullanan firmalarla bir araya gelerek çalışmalarını geleneksel değil zorlayıcı ürünlere yönelik yapmalarını önemsiyoruz, destekliyoruz. TÜBİTAK olarak desteklerimizin felsefesinin burada uygulamaya dönüşmesini çok kıymetli buluyorum” diye konuştu. Ulusoy: İlacın yerli olarak geliştirilmesi için bir aradayız Biyoteknoloji alanındaki yatırımlara 2014 yılında başladıklarını söyleyen Nobel İlaç Yönetim Kurulu Başkanı Hasan Ulusoy, 6 yıldır büyük yatırım yaptıklarını ve Gebze’de biyoteknolojik ilaç hammadde üretim tesisine sahip olduklarını dile getirdi. Şimdiye kadar 20 milyon dolarlık yatırım yaptıklarını belirten Ulusoy, bu ilaç için Ar-Ge çalışmaları yapmayı düşündüklerini fakat İBG ve OzBio’nun bu ürünü sağlayan hücreyi geliştirdiklerini gördükten sonra yapılan görüşmelerle satın almaya karar verdiklerini anlattı. 20 ülkede faaliyet gösterdiklerini ve 3 binden fazla çalışanlarının olduğunu belirten Ulusoy, “Nadir bir hastalıkta kullanılan bu ilacın, her şeyiyle yerli olarak geliştirilmesi ve üretilmesi için 4 kurum bir aradayız. İş birliği ülkemiz için ilaç geliştirmenin ötesinde anlamlar taşıyor. Girişimin başarıyla sonuçlanıp, birçok kurum, üniversite ve firma için ilham kaynağı olacağını umuyorum. İş birliği uzun zamandan beri özlediğimiz, beklediğimiz bir iş birliği, sanayinin üniversitelerle hareket etmesi Ar-Ge yapması, ilaç geliştirmesi bizim için çok değerli. Biyoteknoloji gittikçe büyüyen bir alan, şu anda kullanılan ilaçların değer olarak yüzde 20’si biyoteknolojik ilaçlar. 50 yıldan fazladır varlığını sürdüren Nobel İlaç’ın 50 yıl daha var olması için mutlaka bu alana girmemiz gerekiyordu. Aynı zamanda ülkemiz için de bunu yapmalıydık çünkü bu ilaçların neredeyse tümü ithal ediliyor. Bu ilaçların sıfırdan Türkiye’de üretilmesini sağlamak için yatırım yaptık” ifadelerini kullandı. “İlaçta Ar-Ge desteği devlet politikası olmalıdır” Dünyada ilaç üretiminde devletlerin Ar-Ge’yi desteklediğini aktaran Ulusoy, “İlaçta Ar-Ge desteği devlet politikası olmalıdır. Ayrıca, önümüzü görebilmemiz gerekiyor. Bu kadar meşakkatli bir süreç ve ciddi yatırım yapıyoruz, ürettiğimiz ürünleri hangi şartlarda hizmete sunabileceğimizi önceden görebilmemiz lazım. Bize devletin bu ürünleri hangi şartlarda alacağını bildirmesi gerekir ki öngörülebilirlik olsun” dedi. Prof. Dr. Yozgatlıgil: Dışa bağımlılığı azaltacak önemli bir proje 300’e yakın çalışanı ve lisansüstü öğrencisi ile çalışmalarını sürdürdüklerini söyleyen İzmir Biyotıp ve Genom Merkezi (İBG) Yönetim Kurulu Başkanı Prof. Dr. Ahmet Yozgatlıgil ise “28 araştırma grubuyla Ar-Ge platformlarıyla ulusal misyonunu geliştirmeye devam ediyoruz. Sahip olduğumuz insan gücü ve teknik altyapımızla kanser, genomik, biyoinformatik, biyomühendislik, immünoloji, kök hücre ve rejenerasyon alanında evrensel bilime katkıda bulunmak, küresel sağlık sorunlarını önlemek için hizmet ve ürünler geliştirmeyi amaçlıyoruz” diye konuştu. Prof. Dr. Yozgatlıgil, “Şimdiye kadar 4 biobenzer ve 1 tane de orijinal biyoteknolojik ilaçla önemli mesafeler kaydettik. Bu anlaşmayla üretimini Nobel İlaç’a devrettiğimiz ABD’de iş ortağımız OzBio şirketiyle geliştirdiğimiz ve bir nadir hastalığın tedavisinde kullanılacak biobenzer ilaç da bunlardan bir tanesidir. Kamu sanayi iş birliği için güzel bir modeldir. Bugün biobenzer ilacın geliştirilmesi için rekabet öncesi iş birliği kararı aldık. Ülkemizin bioteknolojik ilaç anlamında dışa bağımlılığını azaltacak çok önemli bir projeyi hayata geçiriyoruz. Teknolojinin sanayiye aktarılması ve ürünleşmesi için özverili çalışıyoruz” ifadelerini kullandı. Kaynak : MediMagazin

Gıda İsrafını Önleyen Yerli Probiyotik

Teknopark İstanbul Kuluçka Merkezi’nde (Cube Incubation) yerleşik Chivalric&Regulus Biyoteknoloji, probiyotikleri ve mikroorganizmaları daha dirençli hale getirmek için Ar-Ge çalışmaları yapıyor. Firmanın, birden çok probiyotik organizmayı toz halde tüketicilere sunduğu ürünü Probio.co, sıcak veya soğuk her türlü gıdaya, ürünün tadını bozmadan katılabiliyor. Probio.co bir yıla kadar canlı kalma özelliği ile de içine katıldığı gıdalara, probiyotik gıdalarda olmayan uzun bir raf ömrü sağlayarak, israfı önlüyor. Projelerinin hızla hayata geçmesi için yatırım turlarını sürdüren firma; otomotiv, inşaat ve gıda gibi çeşitli sektörlere entegre etmeye hazırladığı dirençli mikroorganizma Ar-Ge çalışmalarını dünya ile eş zamanlı sürdürüyor. İstanbul Ticaret’in sorularını Chivalric&Regulus’un kurucusu Ilgın Karacan cevapladı. Hacettepe Üniversitesi Biyoloji Bölümü mezunu Karacan, halen Yeditepe Üniversitesi Biyoteknoloji bölümünde mikroorganizmaların mikro enkapsülasyonu üzerine tez çalışması yapıyor. Chivalric&Regulus Biyoteknoloji’yi tanıtır mısınız?   Mikroorganizmaları daha dirençli hale getirmek için Ar-Ge yapıyoruz. Probiyotiklerin dayanıklılığı, kullanım ömrü ve tüketicilerin probiyotik kullanımı ile ilgili sorunlara çözüm üretiyoruz. Halen dünya ile eş zamanlı çalıştığımız birçok proje var. Mesela yağ yakabilen mikroorganizmaların direncini artırıp, kilo vermeye yardımcı atıştırmalık üretilmesi bunlardan biri. Karbondioksit kullanan bakterilerin direncini artırarak egzoz sistemlerine entegrasyonu ile çevre kirliliğini önleme ve binaların dış cephelerini tümüyle nemden arındırma projelerimize de hız verdik. Kişiye göre özelleştirilebilir probiyotik ve farklı amaçlara göre özelleştirilebilir gıda geliştirilmesi konularında önemli Ar-Ge’ler yürütüyoruz.   RAF ÖMRÜ 1 YIL   Probio.co nasıl bir ürün?   Nanoenkapsülasyon teknolojisi ile üretilen probiyotik bir gıda takviyesi olarak benzerlerine kıyasla dış koşullara en az yüzde 30 daha dayanıklı. Rafta 1 yıla kadar canlı kalıyor, gıdaların tadını değiştirmiyor. Toz formunda olduğundan istenilen gıda maddesine katılabiliyor. Sindirim sisteminde yüksek canlılığa ulaşıp, vücudun probiyotik mikroorganizmalardan en üst düzeyde yararlanmasını sağlıyor. Böylece çok tüketilen gıdalar, Probio.co ile fonksiyonel nitelikler kazanıyor. DAYANIKLI DEĞİLLER   Probiyotikli gıdaların raf ömrü kısa mı?   Probiyotikler dış koşullara dayanıklı olmadıkları için besinlerin içinde kısa bir ömre sahipler. Bu nedenle probiyotik ürünlerin yaklaşık yüzde 97’si süt ürünleri formunda üretiliyor. Spor formundaki probiyotikler bazı gıdalara probiyotik özellik kazandırmak için kullanılsa da ısı ve asitlik karşısında etkinliklerini yitirebiliyorlar.   MİKROORGANİZMA KÜTÜPHANESİ   Probiyotikleri nasıl elde ediyorsunuz?   Balıkesir, İstanbul, Adana, Hakkari, Ordu ve Düzce civarından doğal kaynaklardan izole edip, Teknopark İstanbul’da SFA Ar-Ge’nin laboratuvarında çoğaltıyoruz. Probio.co üzerindeki karekodu okutanlar, mikroorganizmaların menşeini görebiliyor ve kendi vücudundaki potansiyel faydaları hakkında bilgi sahibi olabiliyor. Yeni mikroorganizma kaynak ve türlerine ulaşıp Ar-Ge’lerini yapabilmek için SFA Ar-Ge’den uzman biyolog ­­Leyla Tarhan Çelebi ile çalışıyoruz. Hedefimiz, yerli mikroorganizma kütüphanemizi hizmete açıp, ülkemize önemli bir ihracat kalemi kazandırmak. DEPRESYONU AZALTIYOR   Probiyotiklerin faydaları neler?   Örneğin, bazı Bacillus türü probiyotikler sadece ishalde etkili olur. Bazı Lactobacillus türü probiyotikler; depresyondan ishale, uykusuzluktan yağ yakmaya kadar etkilidir. Bir probiyotik türünün farklı alt türleri sindirimi düzenlerken, bir diğeri bilişsel özellikleri güçlendiriyor. Bir diğeri ise yağ yakmaya ve kilo vermeye yardımcı oluyor.   ÜÇ PROBİYOTİK AYNI GIDADA   Bir gıdada birden fazla probiyotik bulunmasının önemi nedir?   Bir gıdada farklı etkilere sahip probiyotiklerin bulunması ürüne büyük katma değer kazandırıyor. Probio.co ile gıdalar farklı faydalara göre özelleştirilebiliyor. Çünkü bir gıda maddesinin içine üç farklı probiyotik katarak, gıdaları daha sağlıklı hale getiriyoruz. Bu uygulamanın eşsiz olduğunu söyleyebilirim.   YAĞ YAKIYOR   “Bir çay üreticisi, ürünlerine yağ yakıcı Probio.co’yu entegre edip müşteri kitlesini genişletiyor. Tüketiciler de Probio.co’yu doğrudan kendi gıdalarına katarak kullanabiliyor.Böylece sektörde farklılaşma ile yüksek kârlılık sunuyoruz.”   GELECEK YIL MARKET VE ECZANELERDE “Probio.co, şu anda www.regiusbiotech.com internet sitesi üzerinden her gelir grubunun ulaşabileceği bir fiyatla satışta. Gelecek yıl market ve eczanelerde yerini alacak. Türkiye’nin önde gelen bir çay markası, Anadolu Efes ve yurt dışından Kerry Grup ile görüşmelerimiz sürüyor.”   KANSEROJENLE SAVAŞIYOR   “Probio.co, kansere sebep olan akrilamid ve okratoksine karşı etkili. Akrilamid; hazır, işlenmiş, gıdaların içinde şekerin sıcakla birleşmesi ile ortaya çıkan bir madde. Okratoksin, kötü koşullarda kurutulmuş meyvelerde oluşan bir bileşen. Probio.co içerisinde yer alan probiyotikler, bu iki bileşene de bağlanıp onları yok ediyor ya da insan vücudunda emilimlerini en aza indirgiyor. Bu alanda TÜBİTAK ve KOSGEB’e proje hazırlıyoruz.”   PROBİO.CO’NUN AVANTAJLARI   * Dış koşullara karşı yüksek dayanıklılık sağlıyor.   * Glüten, hayvansal ve alerjen içerik taşımıyor.   * Yapay aroma, katkı ve koruyucu içermiyor.   * Gıdalarda tat değişimine sebep olmuyor.   * Sıcak, soğuk, sıvı, katı her türlü besinde canlı kalabiliyor.   * Sindirimi kolaylaştırıp, hazımsızlığı önlüyor.   * Birden fazla probiyotiğin aynı gıdada eş zamanlı kullanımını mümkün kılıyor.   * Kontrollü salınım özelliği ile yüksek biyoyararlanım sağlıyor.   * Bağırsak ve genel vücut sağlığını koruyor. Kaynak : Basın Bülteni

Endüstriyel Enzim Pazarının 2 Milyar Doları Türkiye ve Yakın Coğrafyasında

AA - LIVZYM Biyoteknoloji Yönetim Kurulu Başkanı ve Genel Müdürü Dr. Serdar Uysal, "Bugün 10 milyar Dolar değerindeki küresel endüstriyel Enzim pazarının 2 milyar doları Türkiye ve yakın coğrafyasında yer alıyor." dedi. AA muhabirine açıklamalarda bulunan Uysal, endüstriyel enzim pazarını büyük ölçüde bölüşen ülkelerin Danimarka, Hollanda, Almanya, ve ABD olduğunu söyledi. Bugün 10 milyar dolar değerindeki küresel endüstriyel enzim pazarının 2 milyar doları Türkiye ve yakın coğrafyasında yer aldığını belirten Uysal, Türkiye'nin enerji başta olmak üzere cari açığını büyüten ithal kalemlerinde yerli üretim seferberliğine devam ettiğini kaydetti. Uysal, sözlerini şöyle sürdürdü: "Teknolojiden petrokimyaya, aşı ve ilaçtan otomobil ve savunmaya onlarca farklı alanda yürütülen bu sürecin önemli aktörlerinden biri de enzim. Türkiye'de gıda sektöründe kullanılan enzimin önemli bir kısmının üretimiyle birlikte, ülkemiz ithalatını önemli ölçüde ikame etmek mümkün. LIVZYM olarak hedefimiz bölgemiz ve yakın coğrafyamızdaki 2 milyar dolarlık pazarın ihtiyacının yarısını karşılarken Türkiye’yi ihracatçı ülkeler arasında konumlandırmak. Türkiye’yi biyoteknoloji alanında geleceğe taşıyacak üretim tesislerinden birisi olmak üzere yola çıkan LIVZYM, yılda 1 milyar dolara yaklaşan enzim ihracatına da imza atacak. Uzun Ar-Ge ve hazırlık sürecimizi güçlü bir altyapıyla üretime dönüştürdük ve sadece pazara çıktığımız bu yıl 1 ila 1,5 milyon dolar civarında satış yapmayı hedefliyoruz." "Endüstriyel Biyoteknoloji kapsamında ele alınan enzim teknolojisinin keşfi 19. yüzyılın son çeyreğine denk geliyor. Gıda, deri ve kişisel bakım/kozmetik, tekstil, kağıt, tatlandırıcı, yem ve kimya alanlarında kullanılan endüstriyel enzim, pandemiyle birlikte daha çok gündeme gelen sürdürülebilirlik ve dünyanın geleceği için de büyük bir önem taşıyor." yorumunu yapan Uysal şunlara vurgu yaptı: "Öyle ki sürdürülebilir ve çevre dostu ekonomiler üretimde artık kimyasalların yerine enzimleri tercih ederken, bu durum endüstriyel enzim pazarının hızlı bir ivmeyle büyümesinin öncelikli sebebi. Enzimin en önemli uygulamalarından birisini oluşturduğu endüstriyel biyoteknoloji bugün nanoteknoloji ve genetik bilimleriyle birlikte çalışırken, gıdadan tarıma, hayvancılıktan tıbba, enerji ve kimyadan çevre ve sürdürülebilirliğe onlarca farklı alanda etki yaratıyor ve dünyanın geleceğini en çok etkileyecek endüstrilerin başında geliyor." Gıda sektöründe enzimler çoğunlukla; nişasta, fırıncılık, süt ve meyve suyu endüstrilerinde değerlendirildiğini belirten Uysal, "Ayrıca deterjan endüstrisi başta olmak üzere, tekstil, deri, kağıt, yem endüstrileri, biyoyakıt üretimi ve kişisel bakım sektörü gibi pek çok alanda da kullanılıyor." açıklamasında bulundu. Kaynak :AA

Ankara Üniversitesi ve Ege Üniversitesi iş birliği 6. Tıbbi ve Aromatik Bitkiler Çalıştayı Tamamlandı

Afyonkarahisar Sağlık Bilimleri Üniversitesi Teknoloji Transfer Ofisi (AFSÜ-TTO) tarafından Ankara Üniversitesi ve Ege Üniversitesi iş birliği ile düzenlenen 6. Tıbbi ve Aromatik Bitkiler Çalıştayı, grup toplantıları, girişimci söyleşileri ve çalışma gruplarının sonuç raporlarının sunumu ile sona erdi. “Tıbbi Bitkilerde Ham Maddeden Sağlık ve Ticarete Dönüşüm” teması doğrultusunda, iki gün boyunca istişarelerde bulunulan çalıştayın kapanışında Rektörümüz Prof. Dr. Nurullah Okumuş ve Cumhurbaşkanı Irak Özel Temsilcisi ve Afyonkarahisar Milletvekili Prof. Dr. Veysel Eroğlu birer konuşma yaptı. Prof. Dr. Okumuş konuşmasında, tüm oturumları ve çalışma grubu toplantıları yoğun bir katılımla ve büyük bir özveriyle gerçekleştirilen çalıştayı başarıyla tamamlamaktan büyük bir mutluluk duyduğunu söyledi. Önemine inandığı ve özel bir ilgi duyduğu tıbbi ve aromatik bitkiler sahasında çok sayıda yetkin akademisyen ve iş dünyası temsilcisi ile aynı kaygıları ve umutları paylaşmaktan gurur duyduğunu ifade eden Prof. Dr. Okumuş, “Çok eksiklerimiz var ama iyi bir yolda olduğumuzu düşünüyorum.” dedi. Afyonkarahisar Tıbbi ve Aromatik Bitkiler Borsası İçin Prensip Kararı Alındı Çalışma gruplarının raporlarında, önceki çalışmalarla karşılaştırıldığında daha net fikirlerin ortaya çıktığını belirten Prof. Dr. Okumuş, çalıştayın raporunu en kısa sürede kitaplaştırarak kamuoyu ile paylaşacaklarını dile getirdi. Prof. Dr. Okumuş şöyle konuştu: “İyi tarım uygulamaları, standardizasyon, sertifikasyon, uygun bölge seçimi, doğru bitki seçimi gibi pek çok boyutu olan bu konuda en temel husus; bizim Afyonkarahisar’da sayın valimizin ve bakanımızın da teşvikiyle yapmaya başladığımız gibi organize olmak, kooperatifleşmek ve her hâlde bu işin borsasının kurulmasıdır. Artık bu noktaya da geldik. Açılış konuşmamızda çalıştay kapsamında il yöneticilerimizle özel bir toplantı gerçekleştirip sizlere bir müjde veririz demiştik. Yapmış olduğumuz toplantıda inşallah tıbbi ve aromatik bitkiler borsasının Afyonkarahisar’da kurulması konusunda prensip kararına varıldı. Bu konuda Ticaret Borsamız bize destek vereceğini söyledi. Biz de AFSÜ olarak teknik destek sağlayacağız. Ticaret Odamız, valiliğimiz bu konuda bize destek olacak. Buna göre mevcut altyapının tıbbi ve aromatik bitkileri de içerecek şekilde veya ayrı bir başlık altında organize edilmesi gerekiyor. Tabii bu noktada yerel siyasi destek ve irade çok önemli. Bunun dünkü toplantıda ortaya konmuş olması bizi çok mutlu etti. Peki, ne getirecek borsa? Borsa buradaki sorunların büyük kısmına çözüm getirecek. Çiftçimiz neyi üreteceğini bilecek. Nereye satacağını, nasıl satacağını, kaça satacağını bilecek. Daha da önemlisi standardizasyondan, sertifikasyondan, doğru üründen, kaliteli üründen bahsediyoruz. Borsada ürün satmaya çalıştığınız zaman göreceksiniz ki nanenin ya da kekiğin kırk küsur çeşidi var. Bunların hangi alt türü ise onu oraya girmek zorunda kalacaksınız. Girerken de onaylı laboratuvarlardan alınmış bir analiz raporuyla oraya gireceksiniz. Bu neyi getirecek? Kaliteyi artıracak. Doğru iş yapanın, iyi iş yapanın, dürüst çalışanın da ürününün para etmesini sağlayacak. Bu müjdeli haber Afyonkarahisar için, ülkemiz için inşallah hayırlara vesile olur. Tıbbi ve Aromatik Bitkiler Komisyonu Bölgesel Eylem Yönetim Planlamasını Afyonkarahisar’da Uyguluyor Burada yapılan konuşmalarda bir öneri olarak, bölgesel eylem yönetim planlamaları yapılması denildi. Biz bunun bir örneğini Afyonkarahisar’da yapıyoruz. Valiliğimiz tarafından ilimizde bir Tıbbi ve Aromatik Bitkiler Komisyonu kuruldu ve başkanlığı üniversitemize verildi. Aynen dediğiniz gibi ilçe bazında gidiyoruz. Oradaki belediye başkanı, kaymakam ve yetiştiriciler ile oturuyoruz; ne yapıyorsunuz, elinizdeki kayıtlarda neler var, diye sorarak bir fotoğraf çekmeye çalışıyoruz. Bununla ilgili de bir rapor yayınlayacağız inşallah. Afyonkarahisar yerelinde yaptığımız bu çalışma yurt genelinde yaygınlaştırılmalıdır. Sonuç raporlarında bir ifade dikkatimi çekti; tıbbi ve aromatik bitkilerin atıklarının değerlendirilmesi. Bu çok önemli. Biz burada maalesef sadece istediğimizi alıyoruz, geri kalanını kullanmıyoruz. Amaranth bitkisi kökünden tepesine kadar kullanılabiliyor. Tohumunu un olarak, yağ için kullanabiliyorsunuz. İçindeki etken maddeleri kullanabiliyorsunuz. Yaprağından çay yapabiliyorsunuz, yaprak sarması yapabiliyorsunuz, gövdesini ve dallarını hayvan yemi olarak kullanabiliyorsunuz. Protein oranı çok yüksek. O yüzden bütünsel bakmak lazım bu ürünlere. Patatesten Etil Alkol Üretecek Tesiste Nişastalı Yıkama Suyu da Kullanılacak Afyonkarahisar’da, ülkemizde ilk olarak gerçekleştirdiğimiz bir örnek var. Buğday ve şeker pancarından etil alkol üretimi varken ülkemizde, bir yatırımcımız üniversite-özel sektör iş birliği ile patatesten yıllık beş milyon litre etil alkol üretecek bir tesisi şu anda kuruyor. Patates zaten kullanılıyor pek çok yerde ama biz hiç göze çarpmayan bir noktaya dikkat ettik; patatesin işlendiği fabrikalarda kabuklar yem sanayiinde kullanılıyor ama orada yıkama suyunda da nişasta var. Yüzde 13 ila 21 arasında yıkama suyunda nişasta bulduk. Yeni tesiste bu suyu da kullanacağız. Bunun doğaya boşu boşuna atılmasını engellememiz gerekiyor. İnanılmaz bir cistus kaçağımız var ülkemizde. Hovardaca kullanıyoruz. Dağ kekiği, salep bitkisi, orkide gibi niceleri, sökülüp kaçırılıyor, çalınıyorlar açıkçası. Bunların yeterince kontrolü yok maalesef. Türk kekiğini hâlâ markalaştıramadığımız için Yunan kekiği olarak satılıyor dışarıda. Birçok bitkide durum bu şekilde. Korumamız gerekiyor. Mevzuat konusunda çok serzenişlerde bulunuyoruz. Ürün geliştirme, klinik çalışmalar, faz çalışmalar vb. Aslında en büyük sorunlarımızdan biri şu: ilaç alanında ciddi bir sıkıntımız var. Mevzuat hazretleri önümüzde duruyor maalesef. En azından geleneksel bitkisel ürün veya tıbbi bitkisel ilaç konusunda slot uygulamasını ve önceliklendirmeyi kaldırın; en azından bu alanda önümüzü açın diye bir beklentimiz var. Tohum Bilgisine Kadar Erişecek Bir Sertifikasyona Gidilmesi Gerekiyor Sertifikasyon çok önemli. İster internet üzerinden olsun isterse eczaneler üzerinden olsun her ürünün mutlaka bir sertifika ile satılmasının sağlanması gerekiyor. Diyeceksiniz ki birçok tohumda bile sertifika yok, herkes önüne geleni ekiyor… En azından hangi tür olduğu, nerede ve kim tarafından üretildiğinin yazılması bile yeterli. Esasında tohum bilgisine kadar erişecek bir sertifikasyona gidilmesi gerekiyor. Bir ürün ortaya çıkıyor, onun barkodunu dahi kopyalayarak taklidini piyasaya sürebiliyorlar. Fakat yurt dışında bir, iki, üçüncü kez yalan söylerseniz kapılar yüzünüze kapanır. Bizim mutlaka sertifikasyon uygulamalarını yapmamız, benimsememiz ve özümsememiz gerekiyor. Aksi hâlde durumu altın yumurtlayan tavuk olarak görürsek, çok kısa sürede bu tavuğu kaybederiz diye düşünüyorum. Teşvikler yapılmalı deniyor… Ben buna katılmıyorum. Herhalde dünyada Türkiye kadar tarımsal üretimin devlet tarafından teşvik edildiği başka ülke var mıdır, bilmiyorum. Milli Emlak’ın, Tarım Bakanlığının yeni teşviklerini öğrendik. Bir şey yapmak istiyorsak arazi de var tohum da var; bitki de var fide de var. Geriye üretmek kalıyor. Biraz kendimizi teşvik etmemiz gerekir diye düşünüyorum. Bu kadar güzel insanın, bilim insanının desteği ve teşvikiyle daha çok çalıştaylar yaparız ama artık ürüne dönüşmüş hâliyle yapalım, son noktaya gelmiş olarak yapalım inşallah. Çalıştayımıza katkısı olan, desteği olan herkese teşekkürlerimi sunuyorum.” Bölük Pörçük Değil Alım Garantili Üretim Şekline Dönmek Lazım Çalıştayın kapanışında bir değerlendirme konuşması yapan Cumhurbaşkanı Irak Özel Temsilcisi ve Afyonkarahisar Milletvekili Prof. Dr. Veysel Eroğlu, ilk çalıştaydan altıncı çalıştaya uzanan süreçte alana ilişkin epey mesafe kat edildiğini söyledi. Çalıştayı hazırlayan, katılan ve destekleyen başta AFSÜ personeli ve akademisyenleri olmak üzere herkese teşekkür eden Prof. Dr. Eroğlu, bir zamanlar kocakarı ilacı olarak algılanan bitkilerin sağlıkta kullanımı konusunda genel bir farkındalık oluşmasında çalıştayların önemine işaret etti. Hem halkta hem özel sektörde hem de devlet kademelerinde tıbbi ve aromatik bitkilerin önemine ilişkin büyük bir uyanış olduğunu vurgulayan Prof. Dr. Eroğlu, sözlerini şöyle sürdürdü: “Bu uyanış yeterli mi? Değil. Ne yapmamız lazım? Çalıştayın ilk günündeki özel oturumda güzel bir çalışma yaptık. Afyonkarahisar’da tıbbi ve aromatik bitkiler borsası kurulması kararını aldık. Bunun desteklenmesi şart. Az önce rektörüm değindi. Arazi istiyorsanız Milli Emlak veriyor, teşvik istiyorsanız ilgili kurumlar veriyor. Yani arazi ve teşvik problemi yok. Bu noktada vatandaşa nerede, ne üretirse daha kazançlı çıkacağının anlatılması lazım. Bir de bölük pörçük değil de alım garantili üretim şekline dönmek lazım. Üç yıl önce Çin Büyükelçisini Afyonkarahisar’a davet etmiştim, geldi. Akabinde Çin’den 100 tane büyük şirketin yöneticisi geldi. Onların bizden talepleri vardı. Fakat hiçbir şirketimiz onların taleplerini karşılayacak kapasiteye sahip değildi. Demek ki bunu iyi planlamamız gerekiyor. Bunun için borsa şart. İyi bir program şart. Bunu yapmamız lazım. Mesela üretim kadar pazarlama konusuna da odaklanmamız gerekiyor. Bu konuya kafa yormamız gerektiği kanaatindeyim. Bitkisel varlığımızı ham madde, yarı mamul ya da mamul olarak pazarlama imkânı mevcuttur. Milletin menfaati, ülkenin kalkınması açısından bu çalıştayda tartışılan konuların ve ortaya konan tavsiyelerin ilgili kesimlere sunulması gerekiyor. Bunun için bir heyet teşkil edilmesini ve konunun takipçisi olunmasını tavsiye ediyorum. Ben de bu heyette yer almaya talibim. Çalıştay raporu en kısa sürede kitaplaştırılmalıdır. Böylece geldiğimiz noktayı daha net bir şekilde görebiliriz. Bu çalıştaydan çok istifade ettim. İnşallah yedincisini de yapalım ama daha hazırlıklı olarak; bu altıncı çalıştaydan sonra neler yapıldı, hangi kurumlarla temasa geçildi, neler gerçekleşti, neler gerçekleşmedi ve niçin gerçekleşmedi bunu bir görelim. Beni de bu konuda bir nefer olarak görün. Nereye gidilecekse, kime müracaat edilecekse bu konuda yardımcı olmaya hazırım. Bakanlığım döneminde efendim yazı yazdık diyen adamı kolundan tutup atıyordum. Yazı yazmak, ilgili amiri aldatmaktır. Takip etmek, neticelendirmektir esas olan. Ege Üniversitesi rektörünün bir teklifi oldu. Bu çalıştaylar Afyonkarahisar’ın bir ananesi hâline geldiği için şehrimizin 2022’deki 100. kurtuluş yıl dönümünde biz bunu devam ettirelim, İzmir’de de 2023’te uluslararası bir kongre yapalım dedik. İnşallah bu toplantılarda da bir araya gelme fırsatı olur.” Çalıştay, konuşmaların ardından etkinlik sponsorlarına şilt takdim edilmesi ve günün anısına fotoğraf çekimi ile sona erdi. Kaynak : Basın Bülteni

Hastaların Genetik Yapısına Uygun İlaç için 'Kanser Tanı Kiti'' üretildi

Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi (YYÜ) Tıp Fakültesi Tıbbi Biyoloji Öğretim Üyesi Doç. Dr. Gökhan Görgişen ve Araştırma Görevlisi İsmail Musab Gülaçar, "Kanser Tedavisinin Yönlendirilmesinde Etkili Olan Tanı Kiti" adlı proje kapsamında, kanser hastalarının genetik yapılarına göre kişisel kit üretti. Kanser hastalarına daha uygun ilaçların verilmesi ve hastaların yaşam kalitesinin artırılması amacıyla üniversite bünyesindeki Teknokentte 2016 yılında çalışmaya başlayan Görgişen ve Gülaçar, ürettikleri kişisel tanı kitleriyle hem ülke ekonomisine hem de hastaların daha hızlı bir şekilde tedavi olmasına katkı sağlayacak. Görgişen, AA muhabirine, Van YYÜ Teknokentte geliştirilen proje kapsamında üretilen ürünün yurt içi ve dışında ilgi görmeye başladığını anlattı. Genovan Genetik Biyoteknoloji bünyesinde bireye özgü tedavi yöntemleri üzerinde çalıştıklarını belirten Görgişen, şunları kaydetti: "Genomik tıp, bireyin kalıtsal materyalini inceliyor. Günümüzde birçok araştırmacı ve biyoteknoloji firması bu alana odaklanmış durumda. Firmamız bünyesinde özellikle Amerika, Kanada ve Avrupa'da klinik denemeleri yapılmış, tanınmış otoriteler tarafından onaylanmış ve ilaç kullanımı öncesinde uygulanması önerilen genleri içeren tanı kitlerini üretiyoruz. İlk adımımız sisplatin ototoksitesini belirlemeye yönelik tanı kiti geliştirmekti. Farklı bir projemizle de kardiyovasküler ve metabolik hastalıklarda yaygın kullanılan ilaçların hedef kitlesini belirlemeye yönelik farmakogenetik tanı kitlerini üretmeye çalışıyoruz. Sisplatin ototoksite kitimiz Sağlık Bakanlığından onay aldı. Yurt içi ve yurt dışına siparişlerimizi gerçekleştiriyoruz. Aynı zamanda laboratuvarımızda moleküler biyoloji ve genetik gibi ilgili alanlarda eğitim alan öğrencilere staj imkanı, yüksek lisans ve doktora öğrencilerine ise araştırma ortamı sağlıyoruz. Firmamız bünyesinde farklı teknikleri kapsayan kurslar ve eğitimler de düzenliyoruz. Farkındalık oluşturarak yeni girişimcilere ve araştırmacılara destek olabilmeyi hedefliyoruz." "Yurt dışı ihracatında ilk etapta komşu ülkelerden başlamak istiyoruz." Kanser hastalarının genetik yapılarına göre ürettikleri kişisel kitlerin ticarileştiğini dile getiren İsmail Musab Gülaçar ise sisplatinin bir kemoterapi ilacı olduğunu söyledi. Özellikle pediatrik kanserlerde, yani çocuk kanser hastalıklarında solid tümörlere yönelik kullanılan bir ilaç olduğunu belirten Gülaçar, şu bilgileri verdi: "Bireye özgü kullanımında daha etkili bir tedavi için yönlendirme amacıyla mutasyon tarama kiti geliştirdik. Ürünümüz ticarileşti. Şu an pazarda yerini aldı. İlk hedefimiz yurt içindeki tüm kamu ve özel hastanelerde bu kitin kullanılmasıdır. Bunun haricinde yurt dışında ilk etapta Orta Doğu, Afrika ve Doğu Avrupa ülkelerine ulaşmayı hedefliyoruz. Siparişlerimizi aldık. Yurt içi ve dışına ilk satışlarımızı gerçekleştirdik." Van YYÜ Dursun Odabaş Tıp Merkezindeki doktorlara da ürünlerini tanıttıklarını aktaran Gülaçar, burada sisplatin tedavisi gören çocukların 1 yıl boyunca bu kitlerden ücretsiz faydalanacağını aktardı. Yurt içinde bazı hastanelerden sipariş almaya başladıklarını kaydeden Gülaçar, sözlerini şöyle tamamladı: "Yurt dışı ihracatında ilk etapta komşu ülkelerden başlamak istiyoruz. İlk yurt dışı siparişimizi komşu ülke Irak'tan aldık. Irak'a yakın zamanda kitlerimizi göndereceğiz. Azerbaycan, Irak, İran daha sonrasında da Orta Doğu coğrafyasının tamamında, körfez ülkelerinde ürünlerimizi pazarlamayı hedefliyoruz. Afrika bizim için yeni bir pazar. Afrika ülkelerine de kitimizi satmayı düşünüyoruz. Yıl içerisinde katıldığımız fuarlar oldu. Özellikle Dubai fuarı bizim için önemlidir. Fuarlarda ürünümüzü tüm dünyaya tanıtacağız." Kaynak :AA

TÜBİTAK MAM Tarafından Bu yıl İkincisi Düzenlenen Biyoteknoloji İnovasyon Yarışması Başladı

Türkiye’nin ilk Havacılık, Uzay ve Teknoloji Festivali TEKNOFEST’21 yaklaşırken, TÜBİTAK BİLGEM, CEZERİ ve ASELSAN iş birliği ile düzenlenen Ulaşımda Yapay Zeka Yarışması için geri sayım başladı. Yapılan açıklamaya göre, TEKNOFEST’21 teknoloji yarışmaları kapsamında düzenlenen Ulaşımda Yapay Zeka Yarışması, 21-26 Eylül tarihleri arasında İstanbul Havalimanı’nda gerçekleşecek. Lise, ön lisans, lisans, yüksek lisans ve doktora öğrencileri ile mezunların katılabildiği yarışmanın kazananlarının ödüllerini 26 Eylül’de düzenlenecek törende alacağı bildirildi. Yapay zeka teknolojilerinin geliştirilmesi, ulaşım alanında karşılaşılabilecek problemlere çözüm üretilmesi, bilgi birikiminin ve yetişmiş insan gücünün arttırılması hedefiyle bu yıl dördüncüsü düzenlenen yarışmada, yarışmacıların bir insansız hava aracı (İHA) ile önceden kaydedilmiş görüntüler üzerinden nesne tespiti yapacağı öğrenildi. TEKNOFEST’21 boyunca festival bölgesinde özel bir alanda gerçekleşecek yarışma kapsamında tüm takımlar geliştirdikleri yazılımları bilgisayarlarında çalıştıracağı, yarışma esnasında yerel ağda bulunan yarışma sunucusuna bağlanarak nesne tahmin sonuçlarını gönderecekleri de verilen bilgiler arasında. 50 takımın yarışacağı yarışmada birinci olan takıma 60 bin TL, ikinci olan takıma 40 bin TL, üçüncü olan takıma ise 20 bin TL ödül verilecek. BİYOTEKNOLOJİDE BAŞVURU SAYISI KATLANDI TEKNOFEST kapsamında TÜBİTAK MAM tarafından bu yıl ikincisi düzenlenen ve temel yarışma alanlarından biri olan Biyoteknoloji İnovasyon Yarışması 21 Eylül tarihinde başlayacak. 25 Eylül’e kadar sürecek yarışmanın ardından kazananlar, ödüllerini 26 Eylül’de düzenlenecek olan ödül töreninde alacak. Yapılan açıklamaya göre, TÜBİTAK MAM tarafından belirlenen Tıbbi Biyoteknoloji, Hayvan Biyoteknolojisi, Bitki Biyoteknolojisi, Mikrobiyal ve Endüstriyel Biyoteknoloji, Biyomedikal Mühendislik ve Sistem Biyolojisi tematik alanlarında düzenlenen yarışma, proje ve fikir kategorisi olmak üzere iki ayrı kategoride yapılacak. Lise, üniversite ve lisansüstü seviyede yüzlerce öğrencinin takımlarını kurarak katıldığı yarışmaya 2020 yılında başvuru sayısı 428 iken, 2021 yılında 719 adet proje başvurusu alındı. Öte yandan, TÜBİTAK tarafından üniversitelerde öğrenim görmekte olan ön lisans ve lisans öğrencilerini projeler yoluyla araştırma yapmaya teşvik etmek amacıyla her yıl düzenlenen "2242 Üniversite Öğrencileri Araştırma Proje Yarışmaları"nın kazananlarının hazırladığı projeler TEKNOFEST’21’de katılımcılarla buluşacak. Türkiye’nin bilim temelli bilgi ve teknoloji üretimi ile Milli Teknoloji Hamlesi’ne yönelik ihtiyaç duyulan nitelikli insan kaynağının gelişim süreçlerine katkı sağlamak hedefiyle hayata geçirilen yarışmaya, bu yıl 842 takım ve toplam 1501 öğrencinin başvurduğu kaydedildi.

Samsung Koronavirüs Aşısı Üretebilir

2020 yılını esir alan ve hala etkisi süren COVID-19 salgını için Pfizer firması BioNTech aşısını üretmiş ve salgının önüne kısmen geçilmişti.  Güney Kore Devlet Başkanı Moon Jae-in bu hafta ABD’yi ziyaret edecek. Kore medyası Moon’un Pfizer CEO’su Albert Bourlar ile de görüşmeyi planladığını bildirdiği seyahat planları çoğunlukla BM Genel Kurulu ile ilgili olduğunu belirtiyor. Bu açıklamadan sonra Samsung koronavirüs aşısı ile anılmaya başlandı. Samsung koronavirüs aşısı üretecek Mayıs ayında, Moon ve ABD Başkanı Joe Biden, iki ülke arasında ortak aşı geliştirmek için bir anlaşmaya vardı. Bu, bu hafta ayrıntılı olarak ele alınmalıdır. Büyük yatırım, Güney Kore’yi Asya’daki en büyük aşı üretim merkezi haline getirecek. Kaynak, Samsung‘un bu araştırma ve geliştirmede ayrılmaz bir rolü olduğunu da ekliyor. Burada önemli noktanın Samsung Group’un Incheon/Songdo’daki biyoteknoloji kolu olan Samsung Biologics‘i ifade ettiğini belirtelim. SK Bioscience’ın üretim tesisleri de dahil olacak. Samsung, aşı üretmenin yanı sıra diğer cephelerde de küresel salgına karşı mücadelede yer aldı. Örneğin, geçen ay şirket, Samsung Pay kullanıcılarına dijital aşı kimlik bilgilerini cihazlarında saklamanın bir yolunu tanıttı. Commons Project Foundation ile ortaklaşa geliştirilen bu özellik, Eylül ayı başlarında dünya çapında yayılmaya başladı. Aşı üretim konusunda teknoloji firmalarının tesislerinin kullanılacak olması, aşıların daha fazla yaygınlaşmasını ve salgının önüne büyük ölçüde geçileceğinin sinyallerini veriyor. Umarız Amerika ile Güney Kore anlaşmaya varır ve üretim hızlı bir şekilde başlar. Kaynak : AA  

Atabay İlaç, Önümüzdeki Dönem Biyoteknolojik İlaç ve Aşı Yatırımlarına Ağırlık Verecek

Pandemi nedeniyle ihtiyaç duyulan aşı üretimi ve dolumu için yatırım planlayan Atabay İlaç, bu yıl sonunda aşı dolumuna geçmeyi hedefliyor.  Yıllık ilaç üretim kapasitesi 250 milyon kutuya yaklaşan öncü ilaç üreticisinin Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Zeynep Atabay ve Yönetim Kurulu Üyesi Ayşe Atabay ile üretimde kullandıkları teknolojileri, ülkemize kazandırdıkları yenilikleri, 2021 yılı yatırım planlarını STEndüstri Dergisine kapsamlı bir röpotaj ile açıkladılar. Zeynep Atabay: Atabay İlaç 1939 senesinde Eczacı Ö. Kemallettin Atabay tarafından ‘Şark Merkez’ Ecza Deposu kurulmasıyla başlar.  1955 senesinde Tophane İlaç Fabrikası’nda beşeri ilaç üretimine başlayıp 1967 senesinde şu anda bulunduğu Acıbadem Atabay İlaç Fabrikası A.Ş. merkezine taşıyıp modernleştirmiştir.  1970 senesinde Gebze’de Atabay Kimya Sanayi ve Ticaret A.Ş. adı altında beşeri ilaç etkin hammaddesi üretimine ve 1975 senesinde yine Gebze’de Atabay Tarım ve Veteriner İlaçları A.Ş. adı altında zirai ilaç hammaddesi ve zirai ilaç üretimine başlamıştır.  Bu tesislerde 100’ün üzerinde beşeri, tarım ve veteriner ilaç etkin hammaddesi üretilmiştir.  Parasetamol (Parol ilacımızın hammaddesi), Oseltamivir (Enfluvir ilacımızın hammaddesi), Favipiravir (Favicovir isimli ilacımızın hammaddesi) olarak geriye dönük entegrasyon ve zamanla geliştirdiğimiz iyi sentez yöntemi sayesinde Avrupa’daki tek üreticisiyiz.  Parasetamol’ü ağırlıklı olarak Amerika ve Avrupa’ya ihraç ediyoruz.  2019 senesinde T.C. Teknoloji ve Sanayi Bakanlığı’ndan akreditasyonunu almış Ar-Ge   merkezimizde küçük molekül, biyoteknoloji ve Geleneksel Bitkisel Tıbbı Ürün (GBTÜ)  üzerine yeni ürünler geliştirmekteyiz. Ülkemizin 15 büyük üniversitesi ile üniversite – sanayi işbirliği projeleri geliştirmekte olup, TÜBİTAK Marmara Araştırma Merkezi ile stratejik Ar-Ge projeleri yürütmekteyiz. Tüm bu teknik çalışmaların arkasındaki itici güç ise 800 çalışanımızdır. Çalışanlarımız ile tek bir amaçta birleşiyor, ilaç ve hammadde üretimini sosyal ve vatani bir görev olarak görüyoruz. Çalışanlarımızdaki aidiyet duygusu ile omuz omuza vererek toplum sağlığına hizmet verme yolunda teknolojik altyapımızla yenilikçi projelere imza atıyoruz.   Ürünlerimizin Türkiye’de ve Dünya’da pazarlanması ve tanıtımı çok geniş bir satış ve pazarlama grubu tarafından ticari rekabet şartlarına uygun olarak gerçekleştirilmektedir. Bilinçli ve eğitimli satış ekibimiz, güçlü kalite ve ruhsatlandırma ekipleri, öz kaynaklara yapılan makina, ekipman yatırımları ile yardım almaksızın kendi imkânları ile ilerleyen bir şirketiz.  Markanız ülkemize alanında ne gibi ilkleri kazandırdı?  Ayşe Atabay: 100’ün üzerinde ilaç ruhsatımız var. Yıllık ilaç üretim kapasitemiz 250 milyon kutuya yaklaştı. 1975 senesinden beri etken hammaddesini de üretmekte olduğumuz parasetamol bazlı ürünümüz Parol 2019 senede 45 milyon kutu ile Türkiye’nin en çok satılan ilacı olarak makul fiyatlarla her eve girebilen yerli üretim ve halkın ilacı konumunda. 2010’ların başlarında geçirdiğimiz influenza salgınında hızlıca oseltamivir hammaddesi geliştirilip ülkemizin ihtiyacı olan ilaç yerli kaynaklarla karşılanmış ve orijinal ürün kotalarından ülkemizi kurtarmıştır.  Aynı felsefe ile 2020 senesinin başında Covid-19 pandemisinin ülkemize gelmesiyle favipiravir hammaddesini sentezleyip arkasından üretimini gerçekleştirip yurt dışına bağımlılığı azalttık. İş gündeminizi ve 2021 yılı hedeflerinizi öğrenebilir miyiz?  Zeynep Atabay: Kendimizi önümüzdeki dönem çok daha bilimsel ilaç geliştiren bir şirket olarak konumlandırıyoruz. Ruhsat başvurusunda bekleyen 10’un üzerinde ürünümüz bulunmakta, bunların 3’ü COVİD19 tedavisi için düşünülmüş çalışmalar.  Yeni Geleneksel Bitkisel Tıbbı Ürünlerde çalışmalarımız var, önümüzdeki aylar içinde TÜBİTAK MAM ile ortak geliştirdiğimiz ürünümüzün ile ilk ruhsat başvurumuzu yapacağız. Biyoteknolojik ürünümüz preklinik test sürecinde.  Tesisimiz GMP onayını aldı ve senenin ikinci yarısında klinik çalışmaları başlatabilecek noktaya geliyoruz.  Bunun yanında TÜBİTAK Covid-19 Türkiye Platformu altında 2 aşıya destek veriyoruz.  DNA aşısı üretimi için de GMP onayımızı aldık, senenin ikinci yarısı başlamadan Faz-I’e hazır olmayı planlıyoruz. 5 sene içinde bitki ekstraksiyonu, kimya sentezi, biyoteknoloji know-how’unu harmanlayabilen bunlardan müstahzar ilaç geliştiren interdisipliner bilime dayalı firma olmayı hedefliyoruz. Yeni üretim hattı, Ar-Ge, tesis yada teknoloji yatırımı kararı nasıl veriliyor? Yakın dönemde ne tür bir yatırıma imza attınız? Ayşe Atabay: Geçtiğimiz yıl Koronavirüs tedavisinde kullanılan Favipiravir, Hidroksiklorokin, Remdesivir, Enoksaparin gibi birçok ilaç hammaddesi sentezi çalışmaları ve üretimi için yatırımlarda bulunduk. Önümüzdeki dönem Biyoteknolojik ve Aşı yatırımları öne çıkacak.  İlk önceliğimiz acil durum senaryolarında gerekli ilaçları geliştirmek ve bunları üretecek hatları kurabilmek.  Üretime dönük hangi teşvikler var ve bundan siz nasıl istifade ediyorsunuz? Zeynep Atabay: Bugün her ne kadar milli imkânlar ile ilaç üretiminde birçok yurtdışı menşeili hammaddelere ihtiyaç duysak da dünyanın gidişatı bu hammaddelerin de artık tamamen ülkemizde üretilmesi gerektiği yönünde. Yakın gelecekte ‘yerli ve milli mücadele’ kapsamında ülkemizin stratejik ilaç ihtiyacını karşılayabilir olmak en büyük arzumuz ve hedefimiz. Bunun için yeni çalışmalarımızı gündeme aldık. Fabrikanızda; hammadde girişinden, tasarım ve Ar-Ge çalışmalarına, oradan sevkine kadar olan üretim süreçlerini anlatır mısınız? Ayşe Atabay: Gelen hammaddeler numune alınarak Kalite Kontrol analizi yapılıp onay verilince kabul deposuna alınır. Ürün formülüne göre hammaddelerin tartım işlemi tartım otomasyon sistemi ile yapılarak tartılan ürün hammadde üretimi yapacak kısma ( tablet, şurup, toz dolum  ve steril alan ) verilir. Her üretim aşamalarında mutlaka inproses kontrol olmasının yanında nihai olarak da ürün kalite kontrol onayından geçmektedir.  Onayı alınan ürün ambalajlanması için ilgili departmana gönderilerek bu alanda dolumu ve kutulaması yapılmaktadır. Daha sonra da müstahzar ürün deposuna sevk edilerek ecza depolarına sevk edilmesi sağlanır.  Sıfır duruş / sıfır hata ile kaliteli üretim adına ne tür metod ve sistemler kullanılıyor? Daha çok hangi otomasyon donanım ve yazılım teknolojilerinden yararlanıyorsunuz? Zeynep Atabay: İlaç sanayiinde kullanılan GMP ( İyi Üretim Uygulamaları ) kalite yönetimi özellikle olmazsa olmazımızdır. Tüm kalite kontrol süreçlerimiz Uluslararası normlarda takip edilmektedir. Ayrıca Avrupa GMP’sini de almış bulunmaktayız. Kalite departmanımız valide edilmiş QDMS yazılım sistemi ile tüm departmanları kontrol altına almıştır. Makina parkurunuz hakkında bilgi vererek, son dönemde bu alanda yaptığınız yatırımları ve sağladığı avantajları anlatır mısınız?    Ayşe Atabay: Son yıllarda makina parkurlarımızı yenilemeye başladık. Özellikle kapasitesi yüksek olan blister ve kutulama ve kapsül dolum makinaları alarak mevcut kapasitemizi arttırdık. Ayrıca pandemi nedeniyle ihtiyaç duyulan aşı üretimi ve dolumu için 2021 yılında yatırım planlayarak bu yıl sonunda aşı dolumuna geçmeyi hedeflemekteyiz. Böylece önümüzdeki yıllarda Türkiye’nin ihtiyacı olan aşı konusunda da Atabay olarak ülkemize hizmet etmeyi amaçlıyoruz.  Depolarınızda operasyon süreçlerini hızlandırmak ve doğru sevkiyatı sağlamak adına ne tür donanım ve yazılımlardan yararlanıyorsunuz?   Zeynep Atabay: Hammadde depo, primer ve sekonder ambalaj malzemeleri depolarında her ürün belirli adreslenmiş sistemde tutulmakta. Ürünler depoya girerken de çıkarken de el terminali ile takip edilerek yanlış ürün ve yanlış miktar problemi ile karşılaşılmasının önüne geçilmektedir. Depolarda ilk giren ilk çıkar prensibi mutlaka uygulanmaktadır. ( FİFO ) Sanayinin Dijital Dönüşümü vizyonunuz nedir? Varsa pilot uygulamalarınızdan bahseder misiniz?  Ayşe Atabay: Dijital dönüşüm tarafında 3 adımlı bir yol haritası izliyoruz.  İlk adımda verimlilik artırma adına 1) süreçleri dijitalleştiriyoruz 2) paydaşlarımıza eğitimler vererek kurulan yeni sistemler üzerinde etkin çalışabilmelerini sağlayıp verimli ve etkin dijital operasyon yapısı kuruyoruz. İlk adımda muhasebe, finansal sistemler, satın alma, depo, üretim sistemleri üzerinde daha etkin yeni yapılara geçiyoruz.  Satış Mümessili kadromuz ile ayrı bir çalışma yürüttük ve onları da dijital platformlara taşıyıp hem operasyonlarını yönlendirebiliyoruz hem de doğru kişilere doğru içeriği ulaştırmayı sağlıyoruz. 3) Son olarak da elimizdeki dijital teknolojiler ile yaptığımız işleri nasıl daha değişik yaparız diye sorguluyoruz.  Bu aşamada tüm tesislerimizi kablosuz WAN ile donatıp sensor ağı üzerinden (IoT) yönetecek yapılara bakıyoruz.  Bu çalışmalarımızda özellikle Skysense, Qualist, Onur Enerji gibi yenilikçi startuplar ile çalışıyoruz.  Tesisinizde enerji maliyetlerinizi düşürmek için ne tür çalışmalar yapıyorsunuz? Kendi enerjinizi üretmek için bir yatırım planınız var mı? Yakın dönemde böyle yatırım yaptıysanız sonuçlarını paylaşır mısınız?   Zeynep Atabay: Gebze tesisimizde güneş enerjisi yatırım planımız bulunmakta.  Burada 7000 metrekare kadar çıkabileceğimiz alanımızı tespit ettik.  Birkaç şirket ile fizibilite çalışmaları yürütmekteyiz. Kaynak :ST Endüstri

İSİB, 2020 İhracat Ödülleri Sahiplerini Buldu

İklimlendirme Sanayi İhracatçıları Birliği (İSİB), 2020 yılı içinde ihracat pazarında etkili rol üstlenen ve en çok ihracat gerçekleştiren firmaları ödüllendirdi. İSİB Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Şanal’ın ev sahipliğinde 19 Ağustos 2021 Perşembe günü Radisson Blu Hotel & Spa Tuzla’da gerçekleştirilen ödül törenine İSİB Yönetim ve Denetim Kurulu üyeleri, ödül alan firmaların yönetim kurulu üyeleri ve profesyonel yöneticileri ile pek çok sektör paydaşı katıldı. Organizasyon içinde Prof. Dr. Emre Alkin, katılımcılara “Dünya ve Türkiye: 2021 ve Ötesi” adlı bir sunum yaptı. Ödül töreninin açılış konuşmasını yapan Şanal, Birliği oluşturan tüm firmaların var güçleri ile Türkiye’nin kalkınması ve büyümesi konusunda çalıştıklarını ifade ederek şunları söyledi: “Türk İklimlendirme sektörü, ihracatın lider sektörlerinden biri olma yolunda emin adımlara ilerliyor. 2021 yılının geçtiğimiz kısmında yüzde 40 büyüme ile ihracatımızı şahlandırdık. Tüm alt sektörlerde yüzde 30 ila yüzde 70 arasında büyümeyle ilerliyoruz. 2021’in başında koyduğumuz 5,5 milyar dolarlık yıllık ihracat büyüklüğü hedefimizi revize ettik. Yılı 6 milyar doların üzerinde bir seviyede kapatacağız. Bu başarı sektörümüzün ortak eseri. 2020 yılında 21 kategoride en çok ihracatı gerçekleştiren firmalarımız, uyguladıkları etkin ticari ve pazarlama yönetimleri ile bu yılın ödüllerine ulaştılar. Birliğimizin ödül alamayan üyeleri de var güçleri ile çalıştıklarını biliyoruz ve görüyoruz. Onlar da önümüzdeki yıllarda ülkemizi elde edecekleri başarılarla gururlandıracaklarından hiç şüphemiz yok.” Pandeminin etkisinin tüm Dünya’da zayıflamaya başlaması ile beraber fiziki etkinlik ve organizasyonların tekrar yapılmaya başlayacağını belirten Şanal, “Bildiğiniz üzere gelecek yıl yapılacak Mostra Convegno Expocomfort’a Birliğimizin girişimleri ile Türkiye partner ülke oldu. İSİB olarak bu organizasyonun hepimiz için katma değere dönüştürecek planlamaların üzerinde titizlikle çalışıyoruz” dedi. Kaynak : AA

ÖZ Yapı'nın,Yalova'da Temizoda Sistemleri Fabrikasınının Açılışı Yapıldı

Bakan Varank, Yalova'da Temizoda Sistemleri Fabrikası açılış töreninde konuştu. Varank, "Türkiye'de bulunan 84 faal tersanenin 30'u Altınova'da yer alıyor. Bu tersaneler için toplam 2.7 milyar TL değerinde 23 teşvik belgesi düzenledik. 2020 yılında bu tersanelerden yapılan ihracat 500 milyon dolar seviyesine ulaştı" dedi.  “AR-GE VE İNOVASYON ÇALIŞMALARI SEKTÖR İÇİN ÖNEMLİ” Varank, Özyapı İnşaat'ın Temiz Oda Sistemleri Fabrikası ile ilgili olarak bilgiler verdi. Varank, “Sistem, temiz odanın içinde bulunan kişileri ve aletleri kötü kokudan, tozdan ve mikro-organizma gibi parçacıklardan koruyor. Sektör, çok yüksek teknolojiye sahip olmasının yanı sıra hassasiyetiyle de dikkat çekiyor. Bu sistemler başta hastane olmak üzere ilaç üretimi, savunma sanayi, laboratuvar alanlarından sıklıkla kullanılıyor. Yalova’da kurulan bu tesiste temiz oda sistemlerinde kullanılacak olan malzemelerin hem montajı hem de imalatı gerçekleşecek. Temiz oda malzemeleri konusunda Türkiye yüksek oranda ithalat yapıyor. Bu fabrikamız ile ithalat rakamlarını indirmeyi hedefliyoruz. İkinci hedefimiz ise bu alanda ihracat yapmak. Bu malzemelerin teknolojik açıdan sürekli geliştirilmesi gerekiyor. Bu sebeple Ar-Ge’ye sürekli olarak ihtiyaç duyuluyor. Bu sektörde ayakta kalabilmek için Ar-Ge ve İnovasyon çalışmalarına önem verilmesi gerekiyor. Bu sebeple firma yetkililerine Ar-Ge merkezi kurmalarını tavsiye ediyor ve devletimizin çok cazip destekler sunduğunuz hatırlatıyorum” dedi.  Kaynak : AA

Savunma Sanayi Devleri IDEF’21’de Buluşacak

TÜYAP Tüm Fuarcılık Yapım A.Ş. tarafından organize edilen IDEF'21, 15. Uluslararası Savunma Sanayii Fuarı, 17-20 Ağustos 2021 tarihleri arasında İstanbul Büyükçekmece'deki Tüyap Fuar ve Kongre Merkezi'nde her zaman olduğu gibi fiziki olarak gerçekleştirilecek. Türkiye'nin ve dünyanın savunma sanayii devlerinin en önemli buluşma platformu olan IDEF'21'e, yurt içinden ve yurt dışından bin 170'in üzerinde firmanın katılması bekleniyor. Fuara 116 heyet katılacağını bildirirken, heyetlerde geri dönüşler devam ediyor. Şimdiden bu rakama erişilmiş olması fuarın uluslararası iş görüşmeleri açısından verimli geçeceğini gösteriyor. Fuar açılışına kadar bu sayının çok daha fazla olacağı vurgulanıyor. Fuara katılacağını bildiren üst düzey yetkililerin arasında 28 Bakan yer alıyor. SAVUNMA TEDARİKİNDEN SORUMLU MAKAMLARIN EN ÖNEMLİ BULUŞMASI IDEF'21, 15. Uluslararası Savunma Sanayii Fuarı'na şu ana kadar 28 Bakan katılacağını bildirdi. Fuara katılacak heyetlerde Bakanların yanı sıra Genelkurmay Başkanı, Kara Kuvvetleri Komutanı, Deniz Kuvvetleri Komutanı, Hava Kuvvetleri Komutanı, Genelkurmay Başkan Yardımcısı, Bakan Yardımcısı, Jandarma Genel Komutanı, Emniyet Genel Müdürü, Sahil Güvenlik Komutanı ve Müsteşar seviyesinde çok sayıda üst düzey yetkili yer alıyor. Fuara bu yıl, ülkelerin savunma tedarikinden sorumlu üst düzey yetkililerin ilgisinin daha da artması, IDEF'21'in oldukça verimli geçeceğini ve hedeflerine ulaşacağını şimdiden haber veriyor. IDEF 2019 yılında, 71 ülke ve 3 uluslararası kuruluştan 151 heyet ve 588 heyet üyesi ağırlanmıştı. YURT DIŞINDAN RESMİ HEYET DAVETLERİ ARTTI 15. Uluslararası Savunma Sanayii Fuarı'nda, geçmiş fuarlarda olduğu gibi mütekabiliyet esasına dayalı olarak yurt dışı heyet davetleri, T.C. Millî Savunma Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı ve bağlı kuruluşları, Savunma Sanayii Başkanlığı tarafından yapıldı. İki yılda bir düzenlenen IDEF'e bu yıl, yurt dışı heyetlerin ilgisi çok yüksek. IDEF'21 için hazırlıklar sürerken, davet edilen heyet sayısı 455'e yükseldi. Bu davetlere geçtiğimiz fuarlara göre çok daha erken dönüşler alınmaya başlanırken, fuar açılışına kadar bu sayının artacağı vurgulanıyor. Kaynak : Turktime

Yakındoğu Üniversitesinden COVID-19 için Koruyucu Sprey

Yakın Doğu Üniversitesi, COVID-19’a neden olan SARS-CoV-2’nin hücrelere bulaşmasını önlemek amacıyla geliştirilmesinde proje ortağı olduğu koruyucu nazal spreyi, Olirin markasıyla KKTC’de kullanıma sundu.  Burun ve ağız yoluyla uygulanabilen Olirin, bir yandan SARS-CoV-2’nin üst solunum yolundaki hücrelere bağlanmasını engelleyip diğer yandan antiviral etkisi ile virüsleri öldürerek çift yönlü bir koruma sağlıyor. Olirin, SARS-CoV-2 dışındaki virüslere karşı da etkili.  Yakın Doğu Üniversitesi, Perugia Üniversitesi, Avrupa Biyoteknoloji Derneği (EBTNA) ve İtalyan MAGI Group ortaklığında geliştirilen sprey, Şubat 2021’de İtalya’da COVID-19’la mücadelede kullanılmaya başlanmıştı. KKTC, Türkiye ve Türki Cumhuriyetlerde üretim ve dağıtım hakları Yakın Doğu Oluşumu’na ait olan Olirin’in yakın zamanda Türkiye'de de kullanıma sunulması planlanıyor.  Olirin, İKAS Pharma güvencesiyle eczanelerde Tamamen doğal bileşenlerden üretilen koruyucu sprey Olirin, zeytin yaprağı özünden elde edilen, doğal içerikli bir ürün. Bu nedenle marka seçimi de İngilizce’de zeytin anlamına gelen “olive” kelimesinden esinlenilerek yapıldı.  Olirin’in KKTC’deki dağıtımını, kuruluşunun üzerinden iki yıl gibi kısa bir süre geçmesine rağmen, yenilikçi vizyonu ile birçok lider firma ve üretici ile yaptığı anlaşmalarla geniş bir ilaç portföyüne ulaşan İKAS Pharma yapacak. Olirin’in KKTC’deki eczanelere dağıtımını gerçekleştiren İKAS Pharma, yakın zamanda ürünü Türkiye’de de tüm eczaneler ve online satış siteleri üzerinden kullanıcılarla buluşturacak. Prof. Dr. İrfan Suat Günsel: “COVID-19’la mücadelede önemli bir katkı yaratacak olan Olirin’i ülkemizde kullanıma sunmaktan mutluluk duyuyoruz.”   Yakın Doğu Üniversitesi’nin geliştirme aşamasında yer alarak proje ve patent ortağı olduğu koruyucu spreyi, kendi markaları ile KKTC halkının kullanımına sunmaktan duyduğu mutluluğu dile getiren Yakın Doğu Oluşumu Mütevelli Heyeti Başkanı Prof. Dr. İrfan Suat Günsel, “COVID-19’la mücadelede uluslararası bir proje olarak doğan ve önemli bir parçası olduğumuz koruyucu spreyi, kendi markamızla halkımızın kullanımına sunmanın gururunu yaşıyoruz. Olirin’i yakın zamanda Türkiye'de de kullanıma sunarak bu gururumuzu taçlandırmak istiyoruz” ifadesini kullandı. Olirin’in, Yakın Doğu Üniversitesi’nin sahip olduğu bilimsel yetkinliğin ve Üniversite 4.0 vizyonunun çok önemli bir göstergesi olduğunu söyleyen Prof. Dr. Günsel, “Olirin’in geliştirilmesinden üretim aşamasına kadar katkısı bulunan üniversitemizin çok değerli bilim insanlarına teşekkürlerimi sunuyorum” dedi.  Prof. Dr. Tamer Şanlıdağ: “Olirin, virüslere karşı çift yönlü bir koruma sağlıyor.” Yakın Doğu Üniversitesi Rektör Vekili Prof. Dr. Tamer Şanlıdağ ise koruyucu Olirin’in doğal bileşenli bir ürün olarak COVID-19’a neden olan SARS-CoV-2’nin hücrelere bağlanmasını engelleyip diğer yandan antiviral etkisi ile virüsleri öldürerek çift yönlü bir koruma sağladığını vurguladı. Dünyada hızla uygulanan aşılama sürecinin COVID-19’un kontrol altına alınmasında son derece önemli olduğunu söyleyen Prof. Dr. Tamer Şanlıdağ, Olirin’in etkili bir kişisel korunma ürünü olarak bu sürece önemli bir katkı sunacağını söyledi. Prof. Dr. Şanlıdağ ayrıca, “Olirin, sadece SARS-CoV-2’ye karşı değil pek çok virüse karşı da aynı koruyuculuğu sağlayan bir ürün” değerlendirmesini yaptı. Doç. Dr. Mahmut Çerkez Ergören: “SARS-CoV-2’yi etkisizleştiren Olirin’in yan etkisi bulunmuyor.” Yakın Doğu Üniversitesi, Perugia Üniversitesi, Avrupa Biyoteknoloji Derneği (EBTNA) ve İtalyan MAGI Group ortaklığında geliştirilen koruyucu nazal spreyin, gerek laboratuvar testleri, gerekse gönüllülerle yapılan denemelerde etkinliğini kanıtladığını söyleyen Yakın Doğu Üniversitesi COVID-19 PCR Tanı Laboratuvarı sorumlularından Doç. Dr. Mahmut Çerkez Ergören, “Gerçekleştirilen araştırma ve deneyler, Olirin’in hücrelerde toksik etki yaratmadığı, SARS-CoV-2’yi etkisizleştirdiği ve yan etki yaratmadığını ortaya koydu” ifadesini kullandı.  Hasan Kölel: “KKTC’de eczaneler üzerinden kullanıma sunduğumuz Olirin’i, Türkiye’de de tüm eczaneler ve online satış siteleri üzerinden kullanıcıyla buluşturacağız.”  Olirin’i bugün itibariyle KKTC’de anlaşmalı oldukları tüm eczanelere dağıtarak halkın kullanıma sunduklarını söyleyen İKAS Pharma Genel Müdürü Hasan Kölel, “COVID-19’la mücadelede önemli bir fark yaratacak koruyucu spreyi, KKTC’ye ait bir marka olan Olirin etiketiyle ülkemizdeki dağıtımını üstlenmek çok büyük bir gurur” ifadesini kullandı. Kölel, KKTC’de eczanelere dağıtımı yapılan Olirin’in yakın zamanda Türkiye’de de tüm eczaneler ve online satış sitelerinde yaygın bir şekilde kullanıcıyla buluşturmayı planladıklarını söyledi.  Kaynak : AA

HEKTAŞ’ın ‘Tohum Teknoloji Merkezi’ Açıldı

HEKTAŞ'ın tohum çalışmalarının merkezi olan Areo Tohumculuk'un Antalya Teknokent'te yer alan "Tohum Teknoloji Merkezi" hizmete girdi. Biyoteknoloji ve Doku Kültürü Laboratuvarlarının yer aldığı merkez ile üreticilere önemli faydalar sağlayacak olan Areo Tohumculuk, aynı zamanda ülke ekonomisine de değer katmayı hedefliyor. Akıllı tarımın öncülerinden biri olan HEKTAŞ'ın tohum çalışmalarının merkez üssü Areo Tohumculuk'un bünyesindeki "Tohum Teknoloji Merkezi', Akdeniz Üniversitesi Teknopark'ta gerçekleşen açılış töreni ile faaliyete geçti. Açılış törenine, Areo Tohumculuk Genel Müdürü Gökhan Köseoğlu, HEKTAŞ Mali İşler Direktörü Uğur Akbaş, HEKTAŞ Mali İşler Danışmanı Halit Murat Irmak ve Antalya Teknokent Genel Müdürü İbrahim Yavuz katıldı. Merkez ile tohum alanında önemli çalışmalara imza atılacak Areo Tohumculuk, "Tohum Teknoloji Merkezi'ndeki bitki doku kültürü laboratuvarı ile 2021 sonbahar sezonu ile birlikte biber, patlıcan ve hıyar türlerinde double haploidi yöntemi ile hızlı bir şekilde yüzde 100 saf hatları kendi laboratuvarlarında geliştirecek. Biyoteknoloji laboratuvarında gerçekleştireceği entegre edilmiş ıslah çalışmaları ile de hem yeni hibrit eldesi için ihtiyaç duyulan zamanı önemli oranda kısaltacak hem de hedef pazarların ihtiyaç duyduğu hastalık / zararlı dayanımlarına sahip hibrit çeşit geliştirme kabiliyeti sunacak. Tohum pazarındaki payını artıracak Verilen bilgiye göre, şirketin 2019 yılında bünyesine kattığı ve tohumculuk alanındaki merkez üssü haline getirdiği Areo Tohumculuk, "Yerli Ar-Ge, Yerli Tohum" sloganıyla çalışmalarını sürdürüyor. Son teknolojileri kullanarak yüksek nitelikli sebze ve tarla bitkilerine yönelik ıslah çalışmalarına hız veren Areo Tohumculuk, mevcut çalışmalarını Akdeniz Üniversitesi Teknokent araştırma sahasının yaklaşık 26 bin m2 alanında kurulu olan Ar-Ge seralarında yürütüyor. Yakın zamanda tescil alan yeni çeşitleri piyasaya sürecek olan Areo Tohumculuk'un faaliyetleri ile birlikte şirket, ülkemizin ulusal tohum ihtiyacını karşılama ve dünya tohum pazarındaki payını artırmayı hedefliyor. Geçtiğimiz yıl, Avusturalya'da girişim sermayesi olarak kurulan Agriventis Technologies (A.T) şirketinin yüzde 51 hissesini satın alma kararını duyuran şirket, tohum alanında yurt dışı Ar-Ge iş birliklerinin güçlendirecek stratejik adımlar atıyor. İklim değişimine karşı önemli tohum ıslah çalışmaları bulunan Agriventis Technologies (A.T) şirketinin şirket bünyesine geçmesiyle, Areo Tohumculuk ileortak çalışmalara imza atılarak kuraklığa dayanıklı çeşitlerin üreticilerle buluşturulması ve Türkiye adaptasyonlarının Areo Tohumculuk üzerinden gerçekleştirilmesi hedefleniyor. 12 bin yıllık tohumlar Ata Siyez ve Mergüze'yi üretecek Tarımsal Araştırmalar ve Politikalar Genel Müdürlüğü (TAGEM) tarafından tescillenen Türkiye'nin tescilli siyez buğdayları Ata Siyez ve Mergüze'nin satış haklarını 5 yıllığına devralan şirket, Areo Tohumculuk ile 2022 yılı itibarıyla buğdayların üretimine, 2023 yılı ile de satışına başlamayı hedefliyor. Genetik olarak dünyanın ilk buğdayı olarak da kabul edilen siyez buğdayı, Anadolu topraklarında 12 bin yıldır genetiğini koruyor.

Gıda Krizi üzerine Bitki Fabrikaları Çözümü

Yakın zamanda yayınlanan yeni bir Birleşmiş Milletler raporuna göre, dünya nüfusunun 2030’da 8,6 milyara, 2050’de 9,8 milyara ve 2100’de 11,2 milyara ulaşması ve her yıl yaklaşık 83 milyon insanın dünya nüfusuna eklenmesi bekleniyor. Bu da dünya nüfusunun yaklaşık yüzde 11’inin yiyeceğe erişimle mücadele etmesi gerçeğiyle birlikte, dünyanın daha fazla gıda üretmesi gerektiği anlamına geliyor. 9,8 milyar insanı beslemek için ise ortalama yüzde 50 ila yüzde 70 daha fazla yiyeceğe ihtiyaç olacağı söyleniyor. Geleneksel tarım uygulamaları ile nüfusu beslemek için ilave tarım alanlarına ihtiyaç duyulacağı kesin, ancak ekin yetiştirmeye uygun olan arazinin yüzde 80’inden fazlasının halihazırda kullanıldığı gerçeği, yaşanması muhtemel olan gıda kıtlığının üstesinden gelmek için alternatif üretim sistemlerinin uygulanmasını zorunlu kılıyor. Bunun yanında iklim krizi ve değişen hava koşulları en temel gereksinimiz olan gıdaya erişim için gittikçe zorlaşıyor. Tarım alanlarındaki aşırı/eksik sulama, toprak verimsizliği ve kuraklık gibi sorunlar üretimi kısıtlayarak beslenmeyi de tehlikeye atıyor. Bu noktada mevcut uygulamaların yetersiz kaldığı durumda alternatif üretim biçimleri giderek daha da önem kazanıyor. 2050 yılına kadar nüfusun yaklaşık yüzde 70’inin şehirlerde yaşayacağı öngörülüyor. Böyle bir gelecekte de öncelikli olarak geniş alan ve verimli toprak gerektiren geleneksel tarım uygulamalarının evrilmesi ihtiyacı doğuyor. Bitki fabrikaları ise bu gereksinime bir çare olarak öne çıkıyor. Bu uygulama, toprak gerektirmeden fabrikalarda üst üste koyulmuş düzeneklerde yapılan dikey tarımla hem şehirlerdeki alanların verimli kullanılmasını sağlıyor hem de doğal kaynakların aşırı kullanılmasını önleyerek halihazırda iklim krizinden etkilenen doğanın dolaylı olarak iyileşmesine katkı sağlıyor. ENERJİ TÜKETİMİNİ AZALTIYOR Dünya gazetesinden Gülseren Üst Polat ve Deniz Kılınç'ın haberine göre, iklim değişikliği, geleneksel ve yoğun tarım uygulamaları tarafından körükleniyor. Çeşitli araştırmalar, çevrenin korunmasına ve sera gazı emisyonlarının azaltılmasına yardımcı olmak için dünyanın etten bitki bazlı diyetlere geçmesinin yanı sıra gıda yönetim teknolojilerini geliştirmesi ve gıda israfını azaltması gerektiğini söylüyor. Bunun için mahsulleri bitki fabrikalarındaki iç mekanlarda yetiştirmek, çiftçilerin su, sıcaklık ve ışık koşullarını sıkı bir şekilde kontrol etmesine ve verimi en üst düzeye çıkarmasına olanak tanıyor. Renkli LED ışıkların kullanılması, yetiştiricilerin yaprak büyümesini teşvik etmek için mavi dalga boylarını ve çiçeklenmeyi teşvik etmek için kırmızı ışığı hede?emesini sağlıyor. LED ışıklar ayrıca daha verimli olmaları sebebiyle geleneksel yetiştirme ışıklarından daha az ısı üretiyor ve bu nedenle enerji israfını azaltıyor. GELECEĞİN TARIMI Bitki fabrikalarında yapılan dikey tarım pandeminin de etkisiyle yaygınlığını artırıyor. ABD merkezli piyasa araştırma kuruluşu Allied Market Research, 2018’de 2,23 milyar dolar piyasa büyüklüğüne sahip olan dikey tarım pazarının 2026’da değerini neredeyse altı kat artırarak 12,77 milyar dolara taşıyabileceğini öngörüyor. Bu büyümenin kısmen organik, pestisit içermeyen gıdalara olan talebin artmasıyla değil, aynı zamanda gıda güvenliğini artırmak ve ithalatı kısmak isteyen ülkeler tarafından da destekleneceği de yaygın görüşler arasında. Discovery’de yer alan bir makaleye göre dikey tarım kuruluşu Farm Urban kurucusu Paul Meyers, bitki fabrikalarını “geleceğin tarımı” olarak tanımlıyor ve “Bu, pestisit içermeyen ve gezegeni istikrarlı bir şekilde yok eden geleneksel at ve traktör tarımından daha sürdürülebilir bir yaklaşıma geçiş” yorumunu yapıyor. TOPRAKLA YAPILAN TARIMA GÖRE YÜZDE 95 DAHA AZ SU HARCIYOR Dikey tarım uygulamalarını barındıran bitki fabrikaları, tarımı iklim değişikliğinin artan etkilerinden koruyabilir ve üretim maliyetlerini azaltabilir fakat bu yöntemin de kendi zorlukları var. Fabrikalardaki yüksek uygulama maliyetleri bir yana, dikey tarımın karbon ayak izleri de oldukça yüksek. Birçok durumda, dikey tarım üretim yöntemleri, tarım alanlarında yetiştirilen ve uzak mesafelere sevk edilen ürünlere göre sera gazı emisyonlarına katkıda bulunuyor. Fiziksel olarak iklim değişikliğine karşı daha dirençli olmakla birlikte, dikey tarımın yüksek enerji kullanımı, şebekeye bağlı olduğu varsayıldığında, iklimin ısınmasına katkıda bulunan sera gazı emisyonları üretmeye devam ediyor. Öte yandan geleneksel tarım uygulamalarının sera gazı emisyonları daha düşük olsa da şehirden uzak açık alanlarda yetiştirilen ürünlerin sevkiyatı ise tarımın yol açtığı toplam emisyonların yüzde 62’sini oluşturuyor. Toprak üzerinde yapılan geleneksel tarımın aksine bitki fabrikalarında yapılan tarımın yüzde 70 daha az su gerektirdiği ve yüzde 99’a kadar su tasarrufu sağladığı göz önüne alındığında dikey tarımın emisyonlara rağmen çevreci bir uygulama olduğu görülüyor. KOLİ BASİLİ RİSKİNİ ORTADAN KALDIRIYOR Bitki fabrikaları ve dikey tarımın artıları ve eksilerinin ele alındığı bir Forbes makalesinde bütün gelişen teknolojilerde olduğu gibi bu uygulamaların da bir faydası olması gerektiğine dikkat çekilirken, dikey tarımın faydasını ilginç bir şekilde ortaya koyduğu belirtiliyor. Son yıllarda yeşil, yapraklı sebzelerden kaynaklanan koli basili salgınına değinen makalede çoğu durumda salgının sebzelerin yıkanmasıyla alakalı olduğu ve dikey tarımın bunu ortadan kaldırdığı vurgulanıyor. Makaleye göre bitki fabrikalarının kir tutmaması ve sebzelerin yıkanmasını gerektirmemesi, gıda kaynaklı hastalık salgınlarını önleyebilir. Ayrıca dikey tarım, maksimum verim elde edilmesine yardımcı olabilir. Bitkilerin günde yalnızca 10 dakika karanlığa ihtiyacı olması sebebiyle bitki fabrikalarında gün boyu ışık almak bitkilerin daha hızlı büyümesini sağlar. Ayrıca, geleneksel çiftçiler genellikle bir kez gübre uygular, mahsulü sular ve büyümesini umarken, bitki fabrikalarında ise bitki büyümesini optimize etmek için otomasyon ayarlamaları yapılarak birçok kez gübre uygulanır. Ayrıca nem ve su tüketimi de sık sık kontrol edilebilir. BİTKİ FABRİKALARINA KURUMSAL DESTEK ARTIYOR Hem küresel olarak hem de ülkemizde yeni yeni yaygınlaşan dikey tarım uygulamalarına kurumsal ilgi, hem bu alandaki girişimlere yapılan yatırımlar hem de şirketlerin kendi girişimlerini kurmalarıyla güçleniyor. Buna bir örnek de Bayer ve Singapur merkezli Temasek’ten geldi. Unfold isminde yeni bir dikey tarım girişimi oluşturan Bayer ve Temasek ortaklığı restoranlara, havayollarına, okullara, hastanelere, işletmelere, marketlere ve çevrimiçi dağıtım hizmetlerine taze, sürdürülebilir ve daha küçük bir ekolojik ayak izine sahip yerel ürünler sağlamayı hedefl iyor. Birçok Avrupalı start-up da bu yolda çeşitli adımlar atıyor. Süpermarketlerdeki mahsuller için dikey tarım sistemleri kuran Berlin merkezli Infarm, bu yıl 170 milyon dolar yatırım alırken, dikey çiftçilik SaaS çözümü geliştiren Finlandiyalı girişim iFarm da 4 milyon dolarlık bir finansman elde etti. Ayrıca online süpermarket uygulaması Ocado yakın zamanda İngiltere’deki dikey tarım girişimi Jones Food Company'deki hissesini artırdı. Türkiye’de ise dikey tarım girişimi Vahaa, mart ayında düzenlenen tohum yatırım turunda 14 milyon lira değerleme üzerinden yatırım aldı. Bitki fabrikalarının faydaları 1. Kapalı alanda üretim Işık, sıcaklık, nem, karbondoksit konsantrasyonu ve kültür çözeltisi gibi kontrollü yetiştirme koşulları altında toprağa ihtiyaç duymadan kapalı alanlarda bile üretim imkanı sağlar. 2. 365 gün kesintisiz verimlilik Kurak mevsimde su sıkıntısı, yağışlı mevsimde yoğun yağış ya da benzeri aşırı hava koşullarından etkilenmeden, mevsimden bağımsız 365 gün üretim sağlar. 3. Yerden tasarruf Kentsel tarım, son yıllarda oldukça rağbet gören bir kavram. Bitki fabrikaları, taze ürünlerin hızlı teslimatını kolaylaştırmak için dünya çapında kalabalık ve yüksek maliyetli kentsel alanlarda yerel gıda üretimi için uygun koşulları sağlar. Bitkiler, alan kullanımını en üst düzeye çıkarmak için bir sıra yerine yığınlar halinde veya çok seviyeli olarak yetiştirilebilir. Bu şekilde daha fazla bitki üretilir ve bu teknik çok daha sürdürülebilir ve uygun maliyet sağlar. 4. Topraksız üretim Bitkiler, köklerin besin çözeltisine daldırıldığı yerlerde hidroponik olarak yetiştirilir. Böylece su kaybı olmaz. Köklerin besinleri aramak ve çıkarmak zorunda olduğu toprağın aksine, bitkinin besinlerini çok az çabayla almasına izin verir. Bu, zengin, organik toprak ve birinci sınıf besin maddeleri kullanırken bile geçerli olur. Bu süreçte köklerin harcadığı enerji, vejetatif büyümeye daha iyi harcanan enerjidir. Bu nedenle hidroponik bitkiler toprakta büyümekten çok daha hızlı büyür. Bu nedenle, bitki fabrikalarında hasat, geleneksel tarıma göre çok daha sık yapılır. Hidroponik bitki yetiştirmenin bir başka yararı da toprağa kıyasla bitkilerin aşırı ağır metallerden etkilenmemesidir. 5. Pestisit yok Geleneksel tarım kullanılarak açık havada yetiştirilen sebzelerin çoğuna böcek ilacı püskürtülür. Bitki fabrikaları, ne organik ne de kimyasal herhangi bir pestisit kullanmaz, çünkü bitkiler hiçbir böceğin giremeyeceği kapalı bir ortamda yetiştirilir. Böceklerin ve kirleticilerin bitkilere zarar vermesini önlemek için özel kıyafetlerin gerekli olduğu bitki fabrikalarına girenlere genellikle katı kurallar uygulanır. Böylece bitkiler, haşere saldırısından endişe duymadan güvenli bir ortamda yaşarlar. 6. Kısa hasat süresi Bitkinin istediği koşullar bitki fabrikalarında bilgisayar kontrolü altında oluşturulduğundan hasat süreleri kısalıyor, bitki kalitesi artıyor. 7. Uzun raf ömrü Bitki fabrikalarında kullanılan hijyen ve teknik gereği ilaçsız, doğal yollarla üretilen gıdaların üzerinde zararlı patojenlerin etkisi bulunmaz. Bu yüzden de geleneksek tarım ürünlerine göre göre bitki fabrikalarında üretilen ürünler çok daha uzun raf ömrüne sahiptir. YENİ YATIRIMLAR GELİYOR Pimtaş kuruluşu olan HGT Tarım, artan taze ve organik gıda talebini karşılamak için, 1 milyon metrekarelik dikey tarım fabrikası kurmayı planlıyor. Ar-Ge çalışmaları neticesinde yılda yaklaşık bin yeni ürün geliştirdiklerini belirten Pimtaş Yönetim Kurulu Başkanı Şamil Tahmaz, HGT Tarım, PİMARGE ve Gebze Teknik Üniversitesi’nin ortaklaşa yürüttüğü dikey tarım projesi kapsamında, 1 milyon metrekarelik alana kurulacak dikey tarım fabrikasının yatırım çalışmalarının devam ettiğini kaydetti. Kuracakları dikey tarım fabrikasıyla çiftçilerin böcek ilacı gibi kimyasallar kullanmadığı, zirai bilgiye ihtiyaç duymadan sağlıklı ürünler yetiştirmesine olanak veren tüm süreçlerde çevre dostu üretim gerçekleştireceklerini söyleyen Tahmaz, fabrikanın yüzde 100 yerli ve milli imkanlarla hayata geçireceklerini belirtti. Tahmaz, “Özellikle son dönemde, tüketicinin taze, organik ve güvenilir gıda talebi arttı. Bu yatırım sayesinde, tüketicinin bu tutumuna cevap vererek, ülkemizin doğal kaynaklarını korurken, insanların en çok ihtiyaç duyduğu gıda ürünlerine istedikleri zaman ulaşabilmelerine katkı sağlayacağız. Ülkemizin en çok ihtiyacı olan şey üretmek ve daha çok üretmek” dedi HANGİ TEKNOLOJİLER KULLANILIYOR? Bitki fabrikalarında 3 ana disiplin var. Bunlardan ilki bitki besleme ve dozajlama sistemi, bir diğeri bitkinin fotosentezi için gereken aydınlatma sistemi, üçüncüsü ise bitkiye istediği ortamı sağlayan iklimlendirme sistemi. Bunların dışında bitkilerin elleçlenmesi için gereken mekanizma, fabrikayı izleyip yöneten elektronik sistem ve operasyonun mali olarak takip edilmesini sağlayan muhasebe modülü kullanılan diğer teknolojiler arasında. Bitki fabrikasının sağlıklı bir şekilde işlemesi tüm bu sistemlerin doğru ve entegre olarak çalışmasıyla mümkün olabilir. Özellikle büyük ölçekli bitki fabrikalarında... KARACA: BİTKİ FABRİKALARI SÜRDÜRÜLEBİLİR TARIMIN GELECEĞİN Dünyamızdaki iklim değişiklikleri, artan sıcaklık değerleri, susuzluk, çoraklaşma, kirlenme, kimyasal kullanımı gibi nedenlerle ekilebilir topraklar hem küçülüyor hem kalitesizleşiyor. Bunun yanında global anlamda nüfus artışı ve şehirleşme de ekilebilir toprak alanlarını negatif anlamda etkiliyor. Bu da bitki fabrikaları gibi alternatif üretim yöntemlerinin önemini artırıyor. Bitki fabrikalarını sürdürülebilir tarımın geleceği olarak tanımlayan Cantek Group Yönetim Kurulu Başkanı Can Hakan Karaca, insanları doyurabilmek, onlara kaliteli gıdalar sunabilmek için farklı ve inovatif çözümler gerektiğinin altını çiziyor ve “Günümüzdeki çözüm seralar. Ancak seralarımız çok geniş tarım alanları işgal ediyor ve sürekli üretim sağlayamıyorlar. Bitki fabrikalarıyla dar alanlarda sürekli üretim yapıp standart kaliteli ürünler elde edebiliyorsunuz. Ayrıca tabiatın tüm negatif etkilerinden bağımsızsınız” diyor. Önümüzdeki senelerde bu alandaki bilinçlenmeyle beraber otoriteler ve yönetimlerin bu konu hakkında daha fazla düşüneceğini, yatırımcıların enerji, finans kaynaklarını bu alana yönlendireceklerini kaydeden Karaca, bu sayede sürekli, sabit fiyatlı ve ilaçsız gıdanın önünün açılacağını vurguluyor. “Bitki fabrikalarıyla hem Kenya’da hem İngiltere’de hem de kutuplarda aynı üretim aynı şekilde yapabiliyor; aynı kaliteli ve sağlıklı ürünü yetiştirebiliyorsunuz” diyen Hakan Karaca, öncelikle sürdürülebilirlik için makul yatırım ve işletme maliyetlerine ulaşmanın çok önemli olduğunu vurguluyor ve ekliyor: “Soğuk zincirde yer alan gıdayı bir ülkeden veya bir şehirden diğerine götürmenin maliyeti yarım ila bir dolar civarlarında. Bu nedenle yerinde üretim yapmak çok avantaj sağlıyor. Bunun yanında üretimde dış tehdit olmadığı; bakteriyle, böcekle mücadele etmek zorunda kalmadığınız için ilaç da kullanmıyorsunuz. Böylelikle hem sağlıklı hem de ekonomik bir üretim modeline sahip oluyorsunuz. Ayrıca, dünyada tarım imkânının kısıtlı olduğu yerleri, tropikal ve kutup kuşaklarını düşünün. Bu bölgelerde birçok ürünü yetiştirmek susuzluk ve sıcaklık nedeniyle çok maliyetli veya neredeyse imkânsız oluyor. Bitki fabrikaları bu sorunu tamamen ortadan kaldırıyor. Toplam üretim maliyetinin yüzde 50-60’ının enerji kalemleri olduğunu düşünürsek, özellikle sıcak coğrafyalarda bulunan ve enerjinin ucuz olduğu petrol zengini ülkeler için bitki fabrikaları mükemmel bir çözüm. Bu ülkelerdeki yönetimlerin bitki fabrikalarına büyük yatırım destekleri vereceklerinden ve bu alanda yatırımların çok artacağından eminiz. Böylelikle büyük bir bitki yetiştirme devrimi gerçekleşecek.” “HER BİTKİNİN FARKLI ORTAMI OLMALI” Tabiatta her türlü bitkinin iyi-kötü yetişebileceğini ancak asıl konunun verimlilik olduğunun altını çizen Karaca, “Her bitki büyüyebilmek için farklı gereksinimlere ihtiyaç duyar. Ispanağı, rokayı, marulu ayrı şartlarda, ayrı koşullarda, en verimli olduğu yerlerde yetiştirmek gerekiyor. Bitki fabrikalarında da aynı durum söz konusu. Her bitkinin farklı farklı şartlandırılacağı farklı ortamları olmalı. İklim kontrolü tamamen sizde olduğu için, bitkilere ihtiyacı olan her koşulu sağlayabiliyorsunuz. Ispanak ve marulu örnek alalım. Bu iki bitkiyi aynı anda yiyoruz ama ikisi de büyüyebilmek için farklı ihtiyaçlara sahipler. Mesela ıspanak, marula göre daha serin bir ortamda yetiştirilmeli” diyor. “AVRUPA’NIN İŞLEYEN EN BÜYÜK FABRİKASI” Bitki fabrikaları konusunda en tecrübeli ve bilgili ülkenin Japonya olduğunu ifade eden Hakan Karaca, dünyadaki farklı uygulamalar ve Türkiye’deki durumla ilgili şu bilgileri aktarıyor: “Japonya’da hem ürünlerin piyasa fiyatları yüksek (bir marul 5 Euro’ya alıcı bulabiliyor) hem de halk sağlıklı gıda konusunda çok hassas. Biz de bu bilinçle sektörün gurusu olan Toyoki Kozai’den 2 defa yerinde eğitim aldık. Bu alanda tüm dünyada ilkiz. Bunun dışında ABD ve Kanada bitki fabrikaları alanında güçlü ülkeler. Avrupa ülkeleri de bu alanda önemli yatırımlar yapıyorlar ancak henüz büyük çaplı endüstriyel bitki fabrikalarına sahip değiller. Bizim kendi tesislerimizdeki prototip bitki fabrikamız, Avrupa’nın işleyen en büyük fabrikası niteliğinde. Bunların yanında deneysel çalışmalar dünyanın her yerinde gerçekleştiriliyor. Farklı sistemlerle çalışan binlerce irili ufaklı deneme tesisinden bahsedebiliriz. Ancak piyasanın bitki fabrikalarında yetiştirilen ürünlere alışması için endüstriyel tesislerin sayısının artması gerekiyor. Dünyada bu yönlü bir eğilim başladı. Özellikle büyük sermaye grupları endüstriyel tarıma yatırım yapmak konusunda oldukça hevesliler. Bu alanda yatırımlar yeşil yapraklı ürünler için başlayacak; daha sonra teknolojinin gelişmesi ve çeşitlenmesiyle beraber domates, biber, patlıcan gibi yaygın sebzelerle devam edecek. İnsanoğlu tarıma 10.000 yıl önce ilk olarak bu topraklarda başladı. Şimdi ise tarımın son teknolojisi yine Türkiye topraklarında gelişiyor. Ancak Türkiye’de bitki fabrikası yatırımı yapmak zor bir konu. Çünkü ülkede tüm bitkiler kolayca yetişebiliyor ve maliyetleri ucuz. Ancak bitki fabrikalarından çıkan ürünler ilaçsız, %95 daha az suyla yetişen, karbon ayak izi minimum olan, %0 pestisit oranına sahip sağlıklı ürünler. Üstelik her gün aynı kalitede ve aynı maliyetle üretiliyorlar. Bu koşullarda, sera ürünlerinden daha yüksek maliyetli olmaları piyasada kabul gördüğü zaman hepimiz çok daha fazla bitki fabrikası ürünü tüketeceğiz." İKİNCİ TESİS NİJERYA'DA OLACAK Kendi tesislerimizde yetişen ürünleri piyasaya sunmak için geçen sene tüm hazırlıklarımızı tamamlamıştık. Tam bu dönemde talihsiz bir kaza yaşadık ve tüm fabrikamız yandı. Bunun üzerine kolları sıvadık ve 3 sene sonra gerçekleştirmeyi planladığımız ileri teknolojiye sahip fabrikayı inşa etmeye karar verdik. Bunun için önemli Ar-Ge yatırımları yaptık. Krizden fırsat çıkardık ve hayal ettiğimiz yeniliklerle donatılmış bir tesis hazırladık. Satış iletişimi çalışmalarında bulunmamamıza rağmen 2 yıldır bize birçok ülkeden talep geldi. Ancak biz geleceğe hazırlandığımız için bu talepleri beklemeye aldık. Asıl tanıtımlara tesisimiz tam anlamıyla tamamlandıktan ve müşteri kabulüne hazır olduktan sonra başlayacağız. Bunun için önümüzde 1,5 aylık bir süreç var. Ancak yangından hemen önce Nijerya’dan aldığımız bir sipariş söz konusu. İkinci kurulumumuz Nijerya’da olacak. Bitki elleçlemesinin otomasyonla yapıldığı tesislerde m2 fi yatları yaklaşık 1.000-2.000 Euro. Bitki fabrikalarında önemli olan ekim yapılan alanın m2 olarak büyüklüğü. Bitki elleçlemesinin otomasyonla yapıldığı tesislerde m2 fiyatları yaklaşık 1.000-2.000 Euro arasında; manuel tesislerde ise bu rakam yaklaşık 500 ile 1.000 Euro arasında değişiyor. Bu maliyete aydınlatma, iklimlendirme, bitki besleme, tohum atma ve elleçleme de dahil. Bitki fabrikalarının maliyetleri için ilk olarak yetiştirilecek ürünler, üretim kapasitesi, uygulanacak otomasyon, uzaktan yönetim, yapılacak ambalaj, kurulum yapılacak coğrafya gibi birçok farklı parametrenin doğru analiz edilerek belirlenmesi gerekiyor. Ardından yapılacak detaylı proje çalışmaları ile doğru maliyetler ortaya çıkıyor. Yatırımın geri dönüşü ise gelişmiş ülkelerde yaklaşık 3 ila 4 yıl civarında. Burada belirleyici olan ana kalemler enerji maliyeti ve ürünün piyasa satış fiyatı. Kaynak : Dünya

Prof. Dr. Unutmaz, Covid-19 İlacı için Sonbaharı İşaret Etti

Amerika’daki Jackson Laboratuvarı Enstitüsü’nde 'Baş Araştırmacı' olarak immünoloji, enfeksiyon hastalıkları ve kanser tedavisi konularında önemli çalışmalar yürüten Prof. Dr. Derya Unutmaz, ilaç geliştirme süreçlerine hız katacak “üç boyutlu organ” projesinin detaylarını, ilk kez anlattı. İlaç firmalarının yakın zamanda faz çalışmalarında insan yerine üç boyutlu yazıcılarda üretilen “yapay organlar” kullanmaya başlayacağını söyleyen Prof. Dr. Unutmaz, Koronavirüs tedavisi için en geç sonbaharda çok etkili ilaçların geleceğini müjdeledi. İmmünoloji araştırmalarında yeni ilaç geliştirebilmek ve vücut mekanizmalarını tam olarak anlayabilmek için yüksek teknoloji gerektiren yöntemler üzerinde çalıştıklarını kaydeden Prof. Dr. Unutmaz, "Aslında Covid öncesinde bu çalışmalara başladık ancak salgınla beraber biraz yavaşladı. Ama bugünlerde yeniden o çalışmalara geri döndük. Benim ana konum bağışıklık sistemi. Bağışıklık sisteminin birçok konuya etkisi var. Örneğin son zamanlarda biz, kanser tedavisi üzerine çalışıyoruz. Yine bağışıklık sistemine, yani ‘içimizdeki orduya’, kanser hücrelerini nasıl tanıtabiliriz ve kansere karşı bu orduyu nasıl eğitebilir, nasıl programlayabiliriz diye bazı araştırmalarımız var. Buradaki stratejimiz, bağışıklık sisteminin ‘T hücrelerini’- komuta merkezi ya da keskin nişancılarda diyebiliriz bunlara- hastalardan alıyoruz, onları laboratuvar ortamında eğitip donatıyoruz, yani genetik olarak programlıyoruz ve bu hücreleri özellikle kanser hücrelerini tanıyacak hale getirip daha sonra bunları tekrar hastaya geri veriyoruz. Bu şekilde çok etkili bir tedavi yöntemi elde ediyoruz. Ama tabii ki çalışmanın çoğu şu an laboratuvar düzeyinde devam ediyor” dedi. "İlaçları organ düzeyinde test edebileceğiz" Teknolojik çalışmalarına da değinen Prof. Dr. Unutmaz, bilim ve tıp dünyasını artık üç boyutlu yazıcılarda basılan yapay organ devrinin beklediğini anlattı ve şu bilgileri verdi: “Üç boyutlu basımla laboratuvarda organlar üretiyoruz. Bu çok önemli. Örneğin bir ilacı test edeceksiniz, bunu bir organ düzeyinde yapmanız lazım. Akciğerde ya da kalpte, tabi ki insanda yapamıyorsunuz bu deneyleri bazen. Yine Amerika'da bir Türk doktor arkadaşımla birlikte çalışıyoruz bu proje üzerinde. Günümüzde bir ilacın geliştirilmesi için fare deneyleri yapılıyor. Önce hayvanlarda deneniyor yani. Ama maalesef ilacın etkinliği ya da yan etkileri, insanda her zaman hayvanlarda olduğu gibi olmayabiliyor. Onun için Faz 1 çalışmaları yapılıyor. Hatta birçok ilaç da bu sebeple Faz 1 veya Faz 2 aşamasında başarısız oluyor. Çünkü insanda farklı bir sonuç çıkıyor. Eğer biz bunları organ düzeyinde test edebilirsek, çok çok daha hızlı ilerlemiş olacağız. Yeni ilaç geliştirme konusunda hız kazanacağız.” "Virüslerin akciğer üzerindeki etkilerini 3D organlarla inceliyoruz" Pandemi öncesi yapay organ modelleriyle meme kanseri ve bazı virütik akciğer hastalıkları hakkında çalışmalar yürüttüklerini de kaydeden Prof. Dr. Unutmaz,  “Örneğin meme kanserinde dokunun içine hücreler nasıl girebiliyor, diğer doku hücreleriyle nasıl bir ilişki içindeler, bunları anlamamız gerekiyordu. Onun üzerine üç boyutlu basım yapıyorduk. Bu çalışmaların sonuçlarını da çok yakın bir tarihte yayınlayacağız. Onun dışında akciğerde virüsler akciğer dokusuna nasıl giriyor, bütün akciğerin nefes borusu kısımlarını vs, basarak test ediyorduk. Tabii Covid sürecinde biraz Covid için de çalıştık bu şekilde. Yine bağırsaklar çok önemli. Çünkü bağırsakların içinde bakteriler yaşıyor. O ortamı simüle etmeye çalışıyoruz, modellemeye çalışıyoruz laboratuvarda. Bayağı ilerledik bu konuda. Tabii ki çok kompleks mekanizmalar, şu anda geliştirme aşamasındayız ama kanserle alakalı olan çalışmamız, özellikle ilaç seçimi için çok yakında ilaç firmaları tarafından kullanılmaya başlanacak diye düşünüyorum” şeklinde konuştu. "Covid-19 ilacı yaz ortasında ya da sonbaharda piyasaya çıkabilir" Prof. Dr. Unutmaz, Covid-19 ilacının yaz ortasında ya da en geç sonbaharda piyasaya çıkacağını düşündüğü belirtti. Aslında grip için geliştirilen ancak Covid-19 tedavisindeki etkinliği denenen molnupiravir adlı ilaca dair Faz 3 çalışmalarının bitmek üzere olduğunu vurgulayan Prof. Dr. Unutmaz, sözlerini şöyle sürdürdü: “Merck firması Faz 3 çalışmalarını Mayıs’ta bitirecekti ama biraz gecikme oldu galiba. Çok kısa sürede bu sonuçlar açıklanacaktır diye düşünüyorum. Hayvan deneyleri, Faz 1 ve Faz 2’de çok iyi sonuçlar çıktı. Çok hızlı bir şekilde durduruyor virüsü. Diğer büyük firmaların da böyle faz çalışmaları var. Maalesef uzun sürüyor bu çalışmalar ve bir de yanlış bir strateji yürüttük Covid pandemisinde. Çok büyük bir aciliyet vardı, var olan ilaçları test etmekle müthiş bir enerji harcadık. Örneğin hidroksiklorokin, hiç çalışmadığı belli olan bir ilacı defalarca test ettik, vakit kaybettik. Ben çok etkili ilaçlar çıkacağından eminim. Belki bu yaz, belki sonbahara doğru.” “İngiltere'de Hint varyantı baskın hale geldi"  Prof. Dr. Derya Unutmaz, Dünya Sağlık Örgütü’nün artık Covid-19 varyantlarında yeni bir adlandırma sistemine gittiğini belirterek, “Bildiğiniz gibi şimdiye kadarki varyantların dünyada 4 çeşidi var. DSÖ bunlara İngiltere, Hindistan vs demek yerine artık ‘Alfa, Beta, Gama, Delta’ şeklinde bir adlandırma sistemine geçti. İngiltere'de çıkana Alfa varyantı deniyor artık. Brezilya'daki daha önce P1 denilen varyant Beta, Güney Afrika varyantı Gama, Hindistan'da çıkan varyant da Delta olarak adlandırıldı. İngiltere'de çıkan çok daha bulaşıcı bir varyanttı ve hızlı bir şekilde dünyayı ele geçirdi. Aslında virüsler birbirleriyle rekabet ediyorlar, daha çok bulaşıcı olan versiyonu bir avantaj sağlıyor ve hızlı bir şekilde yayılıyor. Brezilya ve Güney Afrika'da olanların biraz daha fazla tehlikesi var. Çünkü onlarda antikorlardan kaçış mutasyonları oluştu. Daha önce Covid geçirenlerin bir daha enfekte olma riski oluştu. Ya da aşı sonrası antikor düzeyi çok yüksek değilse, enfekte olabiliyorsunuz. Hindistan'da çıkan Delta varyantı ise hepsinin bu özelliklerini bir arada topladı, daha tehlikeli bir hale geldi. Hatta Alfa yani İngiltere'deki çıkandan çok daha bulaşıcı olduğu söyleniyor. Şu anda İngiltere'de bile Alfa’nın yerine geçmiş durumda Hindistan'dan gelen virüs. Bu bakımdan çok tehlikeli ve bir miktar antikorlardan da kaçıyor” dedi. "Çok fazla zamanımız kalmadı, virüsle yarışta öne geçmeliyiz" BioNTech gibi çok etkili antikor oluşturan aşıların, özellikle iki dozdan sonra bu varyanta karşı da tamamen koruyucu olduğuna değinen Prof. Dr. Unutmaz, sözlerini şöyle noktaladı: “Bizim kendi yaptığımız bazı çalışmalar da var buna dair. Yani antikorların etkisi 5-6 kat düşebiliyor ama bu aşılarla o kadar çok antikor üretiyorsunuz ki fark etmiyor. Yine de durdurabiliyorsunuz bunu. Şu anda müthiş bir yarış var virüsle aşılanma arasında. Bizim de önümüzde çok fazla zamanımız kalmadı. Çünkü bu Delta varyantı çok hızlı yayılıyor. Onun için aşılanma ile onun önüne geçmemiz lazım. Geçemezsek, gerçekten önümüzdeki bir iki ayı yine çok zor geçirebiliriz.” Kaynak : T24

Genveon İlaç TSE Covid-19 Güvenli Üretim Belgesi'ni Aldı

Türkiye ilaç pazarına yenilikçi ürünler kazandıran Genveon İlaç, Türk Standartları Enstitüsü (TSE) tarafından yayınlanan, Hijyen, Enfeksiyon Önleme ve Kontrol Kılavuzu'ndaki gerekli tüm şartları yerine getirerek, Covid-19 Güvenli Üretim Belgesi'ni aldı. Hem akut hem de kronik pazarlarda orijinal, eşdeğer ve OTC ilaçlardan oluşan geniş ürün portföyü ile insanların hayatına dokunan Genveon İlaç'ın Gebze fabrikası, Covid-19 pandemisinin başından bu yana aldığı üst düzey önlemlerle Türk Standartları Enstitüsü (TSE) denetimlerinden geçerek TSE Covid-19 Güvenli Üretim Belgesi'ni almaya hak kazandı. Çalışanların ve toplumun sağlığını önceliğine alan Genveon İlaç, TSE'nin, sanayi tesislerinde Covid-19 pandemisiyle mücadele doğrultusunda yayınladığı Hijyen, Enfeksiyon Önleme ve Kontrol Kılavuzu'ndaki gerekli tüm önlemleri uygulayarak, kurumun denetimlerinden başarıyla geçti. Şirket belgeyle Covid-19 sürecinden etkilenmediğini ve üretime hijyenik koşullarda devam ettiğini kanıtladı. "Ülkemize ve toplumumuza olan sorumluluğumuzu da yerine getirdik" Konuyla ilgili açıklamalarda bulunan Genveon İlaç Genel Müdürü Dr. Erhan Baş, "Şirket olarak, tüm dünyayla birlikte bir buçuk yılı aşkın süredir devam eden pandemiyle mücadelemizde oldukça önemli adımlar attık. Gebze üretim tesisimizde TSE'nin yayınladığı Hijyen, Enfeksiyon Önleme ve Kontrol Kılavuzu'ndaki tüm şartları yerine getirdik. Üretim alanları, ofisler, ortak alanlar ve servislerinde koruyucu önlemler aldık, tüm tesisimizde hijyen kurallarını kesintisiz bir şekilde uyguladık. Aldığımız önlemler sonrası TSE'nin tüm denetimlerinden geçerek güvenli üretim belgemizi aldık. Bu belge ile ülkemize ve toplumumuza olan sorumluluğumuzu da yerine getirdik. Sağlık ve kamu otoritelerinin tüm önerilerini dikkate alarak, gerekli önlemlerimizi almaya, insanlar ve sağlık için üretmeye devam edeceğiz" diye konuştu. Kaynak : Basın Bülteni

"2022 Vilcek Biyoteknolojide Mükemmellik" Ödülü mRNA Teknolojisinin Geliştirilmesini Sağlayan Dr. Katalin Karikó'ya Verildi

Koronavirüs'le mücadelede kullanılan mRNA aşılarının geliştirilmesini sağlayan Macar asıllı bilim insanı biyokimyager Dr. Katalin Karikó, 2022 Vilcek Biyoteknolojide Mükemmellik ödülünün sahibi oldu.  Vilcek Mükemmellik Ödülü, ABD'de çalışan ve toplumda etki yaratan göçmenlere veriliyor. Ödül, 2019 yılında Vilcek Vakfı Ödüller programına eklenmişti.  Macaristan'da doğan 66 yaşındaki Karikó, 1985 yılında ABD'ye doktora sonrası çalışmaları için gitmişti. Karikó, şu anda BioNTech'te kıdemli başkan yardımcısı olmasının yanı sıra Pennsylvania Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde çalışıyor.  Vilcek Vakfı Kurucu Ortağı ve CEO'su Jan Vilcek, "Dr. Karikó'nun öncü çalışması, Covid-19'a karşı yeni aşıların geliştirilmesini sağladı. Bu mRNA teknolojisi başarısı dünya genelinde Covid-19'u yayılmasını durdurmayı ve milyonlarca insanın hayatını kurtarmayı vadediyor" dedi.  mRNA teknolojisi, şu anda Koronavirüs'e karşı kullanılan Pfizer/BioNTech ve Moderna aşılarında kullanıldı.  Vilcek Mükemmellik Ödülü sahipleri 100 bin dolar ve hatıra diploması alıyor.  Aynı teknoloji kullanan Moderna'nın kurucularından Derek Rossi, "Bana Nobel Tıp Ödülü'nü kim almalı diye sorsalar bu insanları (Kariko ve Weissman) en başa koyardım. Bu temel keşifleri dünyaya katkıda bulunan tıbbi buluşlar arasına girecek" demişti.  Kaynak : T24

İlaç ve Tıbbi Cihaz Sektörü Raporu Yayınlandı

Devlet Denetleme Kurulu, ilaç ve tıbbi cihaz sektörüne ilişkin rapor hazırladı. Raporda, salgınlar, krizler ve savaş durumları da göz önünde tutularak konunun ulusal güvenlik açısından ele alınması gerektiği ifade edildi. Raporda, ilaç ve tıbbi cihaz sektöründe yerli imalatın artırılmasının ve dışa bağımlılığın azaltılmasının önemi ortaya koyuldu. Yerli ilaç ve tıbbi cihaz sektörünün daha rekabetçi, yenilikçi, sağlıklı ve güçlü bir yapıya kavuşturulmasına katkı sağlanmasının hedeflendiği çalışmada, ar-ge'den klinik araştırmalara, ruhsatlandırma ve pazarlama izinlerinden geri ödemeye kadar tüm aşamalar değerlendirildi. Rapora göre Türkiye gelişmekte olan ilaç pazarları arasında gösteriliyor ve 7,8 milyar dolar ilaç pazarı büyüklüğüyle dünyada 17. Sırada yer alıyor. Türkiye'de tıbbi cihaz pazarının büyüklüğü ise 2 milyar dolar seviyesinde. Türkiye, 2019'da sağlığa yaklaşık 201 milyar lira harcadı. Son yıllara bakıldığında sağlık harcamalarının yaklaşık yüzde 40-45'lik bölümünü ilaç ve tıbbi cihaz harcamaları oluşturdu. Salgın döneminde dünyada 460 milyon dolar seviyelerine ulaşan koronavirüs aşısı pazarının büyüklüğünün 2024'te 25 milyar dolar, 2030'da ise 61,56 milyar dolar seviyelerine çıkacağı tahmin ediliyor. Ve Türkiye’de 2019'da yerli ilaç oranı, kutu bazında yüzde 87,6, değer bazında ise yüzde 51,7 seviyelerine ulaştı.

Geleceğin Sektörü Biyoteknolojiye 5 Milyar Dolarlık Yatırım

Biyoteknoloji Sanayicileri Derneği’nin (BİYOSAD) girişimleriyle 5 milyar dolar tutarında yatırımla kurulacak olan Biyoteknoloji Vadisi, Türkiye’nin biyoteknoloji ekosisteminin temelini atarken katma değerli ihracatın da önünü açacak. İstanbul Tuzla’da 262,5 hektarlık bir alanda kurulması kararlaştırılan Biyoteknoloji Vadisi’nde 160 sanayi kuruluşu üretim yapacak, 250 AR-GE firması yeni ürün ve teknolojiler üretmek amacıyla bilimsel çalışmalar gerçekleştirecek. Vadi, 2 bini lisans ve lisans üstü eğitim almış AR-GE çalışanı olmak üzere toplam 30 bin nitelikli çalışanın istihdam edilmesini de sağlayacak. Türkiye’nin ithal ettiği biyoteknolojik ürünlerin AR-GE ve bilim alt yapısı ile geliştirip üretilmesine zemin hazırlayacak olan Biyoteknoloji Vadisi, ülkemizin bu alandaki ithalatını büyük oranda düşürecek. Öte yandan Vadi’de üretilecek olan ürünlerin, yüzde 60’ının ihraç edilmesi planlanıyor. Kilogram ürünün ihracat bedeli Türkiye’de 1,28 dolar, gelişmiş ülkelerde 5 dolar düzeyindeyken biyoteknolojik ürünlerin kilogram başına ihracat değerinin 10 bin dolar ile 675 bin dolar arasında değiştiği düşünüldüğünde, Biyoteknoloji Vadisi’nin Türkiye’ye ihracatına sağlayacağı katkının boyutu da gözler önüne seriliyor. MİLLİ İLAÇ MİLLİ AŞI Biyoteknoloji Vadisi’nde faaliyet gösterecek tesislerin yüzde 45’inin sağlık, yüzde 25’inin gıda, tarım ve hayvancılık, yüzde 10’unun çevre ve yüzde 20’sinin endüstriyel alanda faaliyet gösteren firmalardan oluşması planlanıyor. Sanayi sektörünü Türkiye’de daha önce geliştirilmemiş ve üretilmemiş, ürünlerle tanıştıracak olan Biyoteknoloji Vadisi’nde üretilmesi planlanan ürünler ise biyoteknolojik milli ilaç ve milli aşı, biyomedikal tıbbı ürün, nitelikli ve tıbbı bitki ve tohum, biyolojik ham madde, antibiyotik, fonksiyonel gıda katkı maddeleri, tanı kitleri, DNA izolasyon kitleri, moloküler genetik kitler, kemik tozu ve kemik grefti, biyosensör ürünler, biyoaktif ortez protezler, spinal implantler, embriyo, antikor, pigment, insülin, hemoglabin, biyomoleküller, terapötik protein, enzim, bakteri, vitamin, plazminojen aktivatörü olarak sıralanıyor. START-UP’LARA DA YER VAR Türkiye’nin dev şirketlerinin ve küresel biyoteknoloji firmalarının yerini şimdiden almaya başladığı Vadi’de, start-up firamalar da faaliyet gösterecek. Vadi, bu yönüyle Türkiye’nin girişimcilik ekosistemine de önemli bir destek verecek. Öte yandan, TÜBİTAK 2023 Vizyon Teknoloji Öngörüleri Projesi raporunda biyoteknoloji en kritik 5 faaliyet konusu arasında gösterildiği için Biyoteknoloji Vadisi’nde faaliyet gösteren büyük, orta ve küçük ölçekli tüm firmalar, diğer sanayi dallarına sağlanan teşviklerden daha yüksek oranlarda teşvik alma imkanına sahip olacak. KUSURSUZ ALTYAPI İhtisas OSB statüsü taşıyacak olmasına rağmen, diğer OSB’lerden farklı olarak AR-GE ve üretimin eşit ağırlıklı olarak devam edeceği Biyoteknoloji Vadisi’nde teknoloji geliştirme bölgesi, AR-GE merkezleri, teknoloji transfer ofisleri, lise ve üniversite düzeyinde mesleki eğitim kurumları, temel bilimler uygulama enstitüsü, test ve kalibrasyon laboratuvarları ile belgelendirme firmaları gibi AR-GE ve ÜR-GE işletmeleri ile hizmet destek birimleri yer alacak. Bir OSB’de olması gereken tüm altyapı ve hizmetleri katılımcısına eksiksiz olarak sunacak olan Biyotekloji Vadisi’nde, OSB SCADA merkezi, atıksu arıtma tesisi, OSB atık transfer binası, mesleki eğitim merkezi, iş geliştirme merkezi, dış ticaret istihbarat merkezi, bilim ve teknoloji merkezi, kongre ve etkinlik merkez ile cami, yeşil alanlar ve otoparklar da bulunacak. HANGİ AŞAMADA? Biyoteknoloji sektörünün öncü ve lider firmalarının yerini aldığı Biyoteknoloji Vadisi’nde yer seçimi tamamlandı. Kamu kurum ve kuruluşlarının uygunluk görüşü ve yerel yönetimlerin oy birliği ile yer seçimi gerçekleştirilen Biyoteknoloji Vadisi’nde çevresel etki değerlendirme süreci tamamlanma aşamasına geldi. Biyoteknoloji sektöründe faaliyet gösteren işletmelerin yoğun ilgi gösterdiği Biyoteknoloji Vadisi’nin yıl sonu itibariyle kuruluş süreçlerinin tamamlanması hedefleniyor. Kaynak : Basın Bülteni  

E-bülten için aşağıdaki bilgileri doldurmanız yeterli.

Giriş Yap

Şifremi Unuttum Kayıt Ol

Kayıt Ol

Şifremi Unuttum