Teknokentler

Türk Hızlandırıcı ve Işınım Laboratuvarı TARLA, İlaç ve Savunma Sanayinin Geleceğine Yön Verecek

İsviçre'deki Avrupa Nükleer Araştırma Merkezi CERN'e rakip olabilecek, Türk Hızlandırıcı ve Işınım Laboratuvarı TARLA'da ilaç ve savunma sanayinin geleceğine yön verecek 'parçacık hızlandırıcısı x ışını demet hattı-TXPES' geliştirildi. TXPES'in ilk ihracatı nisan ayında Ürdün'e gerçekleştirilecek. Ankara Üniversitesi koordinatörlüğünde 2006'da Türk Hızlandırıcı Merkezi projesinin ilk hızlandırıcı tesisi olarak Gölbaşı'nda kurulan "Türk Hızlandırıcı ve Işınım Laboratuvarı" TARLA, Araştırma Altyapılarının Desteklenmesine Dair Kanun kapsamında 2020 itibarıyla Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı, Milli Eğitim Bakanlığı, Yükseköğretim Kurulu (YÖK), Cumhurbaşkanlığı Bilim, Teknoloji ve Yenilik Politikaları Kurulu ile Eğitim ve Öğretim Politikaları Kurulu başkanvekilleri, strateji ve bütçe başkanından oluşan komisyona bağlı faaliyetlerine devam ediyor. Türkiye'deki ilk araştırma amaçlı elektron hızlandırıcısına dayalı ışınım kaynağı merkezi TARLA'da yerli olarak kurulumu yapılan "elektron hızlandırıcısı demet hattı" tamamlanarak serbest elektron lazeri üretilecek. Böylece fizik, kimya, biyoloji alanında yapılacak yeni teknolojilerin bilimsel araştırmaları ve testleri üretilen lazerle yapılacak. 20 milyon elektron voltluk ilk elektron hızlandırıcı nisanda devreye girecek. Sistemin 2026'da tam kapasite tamamlanarak "Türkiye'nin ilk serbest elektron lazeri" üretimine başlanması hedefleniyor. Ülkeden ya da yurt dışından serbest elektron lazerini kullanarak araştırma yapmaya gelen bilim insanlarının buradaki araştırmalar sonucu edindikleri bilgi TARLA'da kalacak. Böylece Isparta'daki uçak kazasında hayatını kaybeden Boğaziçi Üniversitesi Fizik Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Engin Arık'ın da çalışmalarında yer aldığı TARLA, katma değeri yüksek ürünlerin üretilmesine katkı sağlayacak. Türkiye'nin ilk Serbest Elektron Lazeri bilimsel çalışmalara ışık tutacak Ankara Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Necdet Ünüvar, yerli üretim elektron hızlandırıcısının Türkiye için bir gurur kaynağı olduğunu söyledi. Ünüvar, "TARLA, 2026'dan sonra Türkiye'nin dünyada adını en çok duyacağı hem ilaç sektörü hem savunma sanayi hem de ileri teknolojik ürünlerin üretildiği, ülkemizde bilgi ve teknolojinin üretime dönüştüğü bir merkez haline gelecek." dedi. Ünüvar, devlet desteğiyle bilgi ve teknolojiyi kullanarak üretim yapmayı ve tersine beyin göçünü sağlamayı hedeflediklerini belirtti. TARLA'nın, kanser, nörolojik ve diğer hastalıkların teşhisi ya da tedavisinde, gıda sanayinde, uzay çalışmalarında radyasyon ölçümünde, savunma sanayinde ileri araştırma yapan bir merkez olacağını anlatan Ünüvar, şöyle konuştu: "Hem tasarımı hem de üretimini tamamen bizim yerli mühendislerimiz yaptı ve buraya kurdu. Türkiye'nin daha büyük ülke olma hedefine de yaklaşmış olacağız. Sayın Cumhurbaşkanımızın da bu konularda çok ciddi desteğini görüyoruz." "Bilginin ihracatını yapıyoruz" TARLA'nın tersine beyin göçünü sağladığını, İsviçre'de yetişen bir Türk bilim insanının TARLA bünyesinde çalıştığını kaydeden Ünüvar, "Bir arkadaşımız da Ürdün'de demet hattının kuruluşunda TARLA'nın bir çalışanı orada aktif olarak görev yapıyor. Dolayısıyla TARLA şu anda bilginin teknolojiye dönüşümü ve bilgi ihracatına başlamış durumda. Burada şu anda 2 Avrupa Birliği, 9 TÜBİTAK projesi yürüyor, yani bilgiyi üretmeye başladık." ifadelerini kullandı. 25 metre uzunluğunda, 8 ton ağırlığındaki demet hattı ihraç edildi TARLA Müdürü Dr. Göksel Durkaya da Ürdün'de Avrupa Nükleer Araştırma Merkezi CERN'e benzer dairesel hızlandırıcı "Ortadoğu Sinkrotron Işığı Deneysel Bilim ve Uygulamaları Uluslararası Merkezi SESAME"yi kurduğunu ve TARLA'da üretilen hattın tasarımı ve kurulumu tersine beyin göçü ile Almanya'dan gelen Makine Mühendisi Barış Yıldırımdemir ve ekibi tarafından yürütülen "parçacık hızlandırıcısı X-ışını demet hattı"nın Ürdün'e ihraç edildiğini söyledi. Durkaya, "Bu hızlandırıcının belli noktalarında ölçümler yapması için hatlar kuruluyor, 'demet hattı' dediğimiz şey bu. Bu hatlarda bilimsel ölçümler, deneyler yapılacak. Önemli hatlardan birisi de TARLA'da üretiliyor. TARLA şu an kendi demet hattının büyük kısmını yerli üretiyor ve artık bunu başka yerlerde kurmaya başladık. Şu an itibarıyla kurulumu ve üretimi başladı. Devasa bir sistemden bahsediyoruz, en az 8 ton, uzunluğu 25 metre olan bir sistem. Orada kurulumu ve işletilmesi tamamen TARLA'nın sorumluluğunda olacak. Bu sistem bu yıl gönderilecek, gelecek yıl da 'TXPES' Türk hattı olarak araştırmalarda kullanılmaya başlanacak. Dünyadaki bilim insanlarına hizmet ederek, araştırmalar yapmalarını sağlayacak." şeklinde bilgi verdi. TARLA'nın amacının kurulan sistem ile elektronları hızlandırarak lazer üretmek olduğunu dile getiren Durkaya, bu lazer ile de değişik dalga boylarında ışık elde edilerek, bu ışığın yapılacak bilimsel araştırmalar ve birçok sektörde kullanılabileceğini bildirdi. TARLA'nın çalıştığı esnada radyasyon üreten bir tesis olduğunu ve radyasyondan nasıl korunabileceği ya da faydalı olarak nasıl kullanılabileceğinin de incelenebileceğini vurgulayan Durkaya, "Gelecekte çok açıktır ki radyasyonla ilgili önlemler, sınır güvenliği kullanılacak dedektörler hepsi açısından TARLA'nın geliştirdiği teknolojilerin çok değişik kullanım alanları olacak. Gelecekte de kanserin vücutta yayılması ve vücutta oluşmasını engellemek için, önüne geçmek için de üzerine çalışıyor olacağız." diye konuştu. "Her malzeme burada incelenebilecek" Ankara Üniversitesi Fizik Mühendisliği öğretim üyesi Prof. Dr. Halime Gül Yağlıoğlu ise serbest elektron lazer üretildiğinde TARLA'daki laboratuvarlara gireceğini ve halihazırda bulunan lazer ile entegre çalışarak deney sistemlerinin daha da gelişeceğini ifade etti. Yağlıoğlu, "Burada kimyasal, biyolojik, fiziksel malzemelerin ışığa karşı tepkilerini ölçüyoruz. Bu tür malzemelerin uygulama alanlarındaki kullanılabilirlikleri işte bu bilgiler sayesinde oluşuyor. Diyelim ki askeri uygulamada lazer ışığını yüksek şiddetle verdiler, algılayıcı yanabilir. O zaman o kaplamanın yüksek şiddeti soğurursa algılayıcıyı koruyabilirsiniz. Bu mekanizmada hangi malzemeler bu şekilde çalışır bilgisi burada yaptığımız deneylerde ortaya çıkar." dedi. "Uzay araştırmacıları TARLA'da deney yapabilecek" Parçacık hızlandırıcısı kurmak için tersine beyin göçüyle İsviçre'den Türkiye'ye gelen Dr. Veli Yıldız da üretilecek lazerle değişik deneyler yapılacağını ve materyallerin test edilebileceğini söyledi. Yıldız, TARLA'da daha çok bilimsel aktivitelerin yapılacağını, araştırmacıların fikirlerini test edebileceğini, üretilen bilgilerin de daha sonra teknolojiye dönüşebileceğini anlattı. Yıldız, şu ifadelere yer verdi: "Uzay ile ilgili araştırma yapan insanlar da buraya gelerek deneylerini yapabilecek. Parçacık hızlandırıcısını özel bir amaç için kuruyoruz ama değişik şeyler için de ileride Türkiye'de kullanılabilir. Sadece deney istasyonları değil de hızlandırıcı teknolojisini de geliştiriyoruz." Eğitim faaliyetleri de yürütülüyor Ankara Üniversitesi Rektör Yardımcısı, TARLA'nın Yönetim Kurulu Başkanı Prof. Dr. Hasan Serdar Öztürk ise TARLA'nın akademik ilerlemesinde rol oynayan Hızlandırıcı Teknolojileri Enstitüsünde yüksek lisans ve doktora eğitimi verildiğini, yurt dışından da gelmek isteyenlere açık olduğunu vurguladı. Türkiye'de elektron hızlandırıcılar alanında yetişmiş insan gücüne ihtiyaç duyulduğunu, enstitüde yetişen lisans üstü öğrencilerin bu açışı kapatacağını belirten Öztürk, "Burası sadece bir altyapının kurulması değil aynı zamanda ileri derecede eğitim, araştırma faaliyetlerinin yürütüldüğü bir üniteyiz." dedi.  

Biyoteknoloji Vadisi Yönetim Kurulu Başkanı Dr.Ercan Varlıbaş "Sağlık Teknokent'inde Girişimcilerle Yolumuz Hızlanıyor"

Biyoteknoloji Vadisi Yönetim Kurulu Başkanı Dr. Ercan Varlıbaş, Sağlık Bilimleri Üniversitesi Teknoloji Geliştirme Bölgesi Sağlık Teknokenti'nin açılış töreninde yer alarak kurdele kesimine katıldı. Varlıbaş, burada yaptığı açıklamada, "Sağlık Tekonkenti'nde girişimcilerle yolumuz hızlanıyor" dedi. Sağlık Bilimleri Üniversitesi Teknoloji Geliştirme Bölgesi Sağlık Teknokenti'nin açılış törenine Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mehmet Fatih Kacır, Sanayi ve Ticaret Bakan Yardımcısı Oruç Baba İnan, Sağlık Bakanı Yardımcısı Doç. Dr. Şuayıp Birinci, Pendik Belediye Başkanı Ahmet Cin, Tuzla Belediye Başkanı Dr. Şadi Yazıcı, Sağlık Bilimleri Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Kemalettin Aydın, Teknolopis Genel Müdürü Orhan Çömlek katıldı. Dr. Ercan Varlıbaş, törenden sonra açılışla ilgili yaptığı değerlendirmede, devletin sürdürdüğü üstün teknolojiyi yerlileştirme, üretme hamlelerinin Türkiye'yi her anlamda zenginleştirdiğini ve bu hamlelerden biri olan teknokentlerden çok sayıda girişimci yetişmesiyle birçok start-up'ın ve bununla birlikte yenilikçi proje, ürünün de çıkacağını belirtti. BİYOTEKNOLOJİ VADİSİ'NE GİDEN YOLDA TEKNOKENTLER Biyoteknoloji Vadisi'nin Türkiye'nin çağ atlamasına katkıda bulunacak önemli bir proje olduğuna değinen Dr. Varlıbaş, bu projenin ülkelerarası teknolojik rekabette belirleyici bir boyut kazanmasını beklediğini söyledi. Dr. Varlıbaş, söz konusu girişimcilerin Biyoteknoloji Vadisi'nde de yer almasını istediğini ifade etti.Dr. Varlıbaş, istidam, yatırım ve doğru girişimcilik çalışmalarıyla Türkiye'nin kalkınmasını sürdüreceğini sözlerine ekledi.

Hidroana Ekibi Teknofest’te

Eskişehir Teknik Üniversitesi (ESTÜ) öğrencileri tarafından kurulan ‘Hidroana’ ekibi, 1 metreküp hidrojenler 378 kilometre giden araçlarıyla elde ettikleri başarıları geliştirmek istediklerini söyleyerek, kendilerini tanıttı. Üniversitelerde 2023-2024 Eğitim Öğretim Dönemi’nin başlamasıyla Eskişehir Teknik Üniversitesi, şehre ve kampüse yeni gelen öğrenciler için ‘Türkiye Yüzyılı Gençlik Yüzyılı’ isimli etkinlik düzenledi. Etkinlik çerçevesinde üniversite bünyesinde faaliyet gösteren birçok kulüp ve proje ekibi yürüttükleri çalışmalar ile alakalı olarak kurdukları stantlara uğrayan öğrencilere bilgi verdi. Ürettikleri hidrojen enerjisi ile çalışan araçlarıyla bu yıl yarıştığı Teknofest’te ikinci olan, daha önce de Avrupa üçüncülüğü ve dördüncülüğü elde eden ‘Hidroana’ ekibi de açtığı stant ile öğrencilerin dikkatini çekti. Hidrojen enerjisi ile çalışan otomobil üreten Hidroana ekibinin pilotu Esra Ertem, ürettikleri aracın sadece 1 metreküp hidrojen ile 378 kilometre yol kat ettiğini söylerken, kendilerinden önceki dönemlerden öğrendikleri bilgileri yeni insanlara öğretmek için yeni proje arkadaşları aradıklarını ve hali hazırda devam eden projelerinde daha iyi sonuçlar alabilmek için çalıştıklarını ifade etti. “Daima ileriyi hedefliyoruz” Hidrojen enerjisini kullanarak ürettikleri araçlarla çeşitli dereceler aldıklarını söyleyen Hidroana pilotu Esra Ertem, elde ettikleri başarıların üzerine koyarak yarışmaya devam etmek istediklerini söyledi. Hidrojen enerjisiyle kendilerinin ürettiği aracın pilotluğunu yapmaktan gurur duyduğunu dike getiren Ertem, “Hidrona olarak iki kategoride yarışıyoruz. Bir tanesi prototip kategorisi, bir tanesi de ‘Urban’ konsepti, gördüğünüz gibi Teknofest’e katıldığımız Dorion aracımız burada. Dorion aracımız bu yıl TÜBİTAK Teknofest yarışlarında Türkiye ikinciliğini elde etti. Diğer kategoride, yani prototip kategorisinde yarışan aracımız ise Shell'le Avrupa yarışına gitti. Geçen yıl Avrupa üçüncüsü, bu yıl Avrupa dördüncüsü olduk. Her zaman daha ileriye gitmek için çalışmalarımızı arttırarak devam ediyoruz. Geçen yıl Avrupa üçüncülüğünü bir metreküp hidrojenle üç 378 kilometre yol katederek ettik. Geçen yıl skorumuz 378 iken, bu yıl 440 ile Avrupa dördüncüsü olduk. Daima ileriyi hedefliyoruz” dedi. “Başarılarımızla gurur duyarak sesimizi duyurmak istiyoruz” Hidroana pilotu Esra Ertem, bu projenin uzun yıllar sürdüğünü ve her yıl bayrağı taşıyacak yeni zihinlere ihtiyaç duyulduğunu söyledi. Şenlik ortamında açılan stantla başarılarını duyurmak ve öğrencilerin dikkatlerini çekmek istediklerini ifade eden Ertem, “Bu yıl bu oryantasyon şenliklerinde yeni üyeler almak istiyoruz çünkü takımımızda usta çırak ilişkisi var. Biz öğrendiklerimizi üst dönemlerden öğrendik ve aynı şekilde bayrağı daha ileri taşımak için yeni gelen arkadaşlarımıza bildiklerimizi aktarmak istiyoruz. Bu nedenle burada hem takımımızı tanıtıyoruz hem de başarılarımızla gurur duyarak, burada sesimizi duyurmak istiyoruz. Ayrıca yeni üye arkadaşlarımızı da bekliyoruz. Yarışlar verimlilik üzerine oluyor ve biz hidrojen enerjisini baz alıyoruz. Prototip aracımızda yüzde 100 hidrojen enerjisini kullanıyoruz. Burada yakıt hücresi sistemi var. O yakıt hücresi sistemiyle enerji elde ediyoruz. TÜBİTAK'ta da hibrit bir aracımız var. Hem elektrik enerjisi hem de hidrojen enerjisiyle çalışıyor ve temel baz aldığımız şey verimlilik olduğu için en verimli sistemi en optimum koşulda kullanmaya çalışıyoruz” ifadelerini kullandı. Kaynak:Basın Bülteni

TUSAŞ’dan Erciyes Üniversitesi'ne ziyaret

Yapılan toplantıya; TUSAŞ Genel Müdür Yardımcısı Selman Nas’ın yanı sıra, ERU Rektör Yardımcısı Prof. Dr. M. Hakan Poyrazoğlu, Havacılık ve Uzay Bilimleri Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Nafiz Kahraman, Araştırma Dekanı Prof. Dr. Gökmen Harmless, TUSAŞ Üniversitesi İşbirlikleri Müdürü Süleyman Demir, Haberleşme Uyduları Program Müdürü Muhammed Mustafa Zor, Yazılım Mühendisliği Müdürü Akın Yılmaz, Uydu Yer Sistemleri Müdürü Ergün Topaloğlu, Erciyes Teknopark Genel Müdürü Serhat Dalkılıç ve akademisyenler katıldı. Toplantının açılışında konuşan Erciyes Teknopark Genel Müdürü Serhat Dalkılıç, Teknopark’ta yürütülen araştırma faaliyetleri hakkında bilgi verdi. Dalkılıç’ın ardından TUSAŞ Üniversitesi İşbirliği Müdürü Süleyman Demir, akademik Ar-Ge programları hakkında bilgi verdi ve Sanayi odaklı lisans mezuniyet projeleri programı hakkında sunum yaptı. Toplantının ardından Müdür Yardımcısı Dr. Selman Nas, Rektör Yardımcısı Prof. Dr. M. Hakan Poyrazoğlu ve beraberindeki heyet, Erciyes Teknopark ve Batterysan firmasında faaliyet gösteren TAI’nin çalışma ofisini ziyaret ederek yetkililerden bilgi aldı. Genel Müdür Yardımcısı Nas ve beraberindekiler, ERU’ya ikinci ziyaretini, ERU Rektörü Prof. Dr. Fatih Altun’a yaptılar. Rektörlük ziyaretinde Rektör Prof. Dr. Altun ve Genel Müdür Yardımcısı Dr. Nas, devam eden işbirlikleri hakkında görüş alışverişinde bulundu. Ziyaretin sonunda Rektör Prof. Dr. Altun’a, Genel Müdür Yardımcısı Dr. Nas’a ziyaretin anısına hediye takdim edildi. Ziyaretin ardından Rektör Prof. Dr. Altun, Genel Müdür Yardımcısı Dr. Nas ve beraberindekiler, ERU Nanoteknoloji Uygulama ve Araştırma Merkezi, Astronomi ve Uzay Bilimleri Gözlemevi Uygulama ve Araştırma Merkezi, Vecihi Hürkuş Hangarı, Bilimsel Araştırma ve Uygulama Binası ve Ar-Ge Parkı’nı gezdi. Havacılık ve Uzay Bilimleri Fakültesi bünyesinde bulunan TAI Laboratuvarı, yürütülen çalışmalar hakkında merkez yöneticilerinden bilgi aldı.   Kaynak : Basın Bülteni  

Bilkent Üniversitesi UNAM , Yeni Nesil Teknoloji Girişimi ile Yürüyüş Bozukluklarını Tespit Ediyor

Bilkent Üniversitesi Ulusal Nanoteknoloji Araştırma Merkezi yürüyüş bozukluklarından Parkinson'a kadar pek çok sağlık sorununa tanı koyma potansiyeli bulunan ve ayakkabıların esnek fiberlerden yapılmış sensörlerle entegrasyonunun yapıldığı yeni nesil teknoloji geliştirdi. Bilkent Üniversitesi UNAM'da proje yürütücüsü Doktor Öğretim Üyesi Mustafa Ordu, AA muhabirine açıklama yaptı. Mustafa Ordu, İTÜ Makine Mühendisliği bölümünde lisans eğitimini tamamladıktan sonra yüksek lisansını Japonya'da, doktora çalışmalarını ABD'de, doktora sonrası araştırmalarını ise Fransa'da tamamladığını söyledi. Yurt dışında öğrendiği konular üzerinde Türkiye'de çalışmalarına devam etmek ve öğrenci yetiştirmek istediği için ülkesine döndüğünü söyleyen Ordu, "Yurt dışında bulunduğum süreçte fiber optik kabloların üretimi ve karakterizasyonu üzerine uzmanlaştım. UNAM'da 2019'da kurulumuna başladığım laboratuvarımda öğrencilerle birlikte 2 yıldır aktif olarak araştırma yapıyoruz." dedi.UNAM'daki laboratuvarında "elektrik üretebilen esnek fiberler" projesini geliştirdiğini ve giyilebilen teknolojiler konusunda araştırmalar yaptığını belirten Ordu, "Giyilebilen teknolojiler, vücut hareketlerini izleyebilen akıllı sensörlerle yüklü. Ekibimizi, dünyadaki mevcut laboratuvarlardan öne çıkaran konu ise akıllı sensörleri fiberler ve iki boyutlu malzemelerle yapmamız." şeklinde konuştu. Mustafa Ordu, fiberleri bir nevi kumaş iplik gibi örerek kıyafetlerin içine entegre edebildiklerini anlattı. Bu şekilde fiberlerle yaptıkları sensörlerle kalp atım ritmini ve vücut sıcaklığını sürekli takip edebileceklerine dikkat çeken Ordu, ayrıca bu teknolojinin ortopedide de yaygın kullanımını hedeflediklerini açıkladı.UNAM'da yerli imkanlarla fiber optik kablolarla ürettikleri sensörler ile insanların yürüyüş davranışlarını bulmaya çabaladıklarını belirten Ordu, "Pek çok insanda düz ayak yaygındır, kişiye özel geliştirilmiş tabanlıklar da çok pahalı olduğundan yaygın kullanılmaz. Bir ayakkabı içine yerleştirdiğimiz farklı sensörlerle ayağın hangi noktasına ne kadar ağırlık verildiğini belirleyerek kişiye özgü tabanlıklar geliştirmek için doktorlarla ortak çalışıyoruz. Kişiye özel tabanlıklar yaparak zamanla yürüyüş problemlerini ortadan kaldırmayı planlıyoruz." diye konuştu ORDU: DOKTORLARIN ERKEN TANI KAPASİTESİ ARTACAK Ordu, geliştirdikleri sensörlerin Parkinson gibi nörolojik hastalıkların erken teşhisinde de kullanılabileceğini belirtti ve şunları söyledi: “ Hastalık riski bulunanların yürüyüşlerinde zamanla oluşan farklılaşmaları tespit amacıyla sensörleri akıllı telefonlarla entegre şekilde çalıştırmak için de çalışma yürütüyoruz. Çok geniş uygulamaları olan bir teknoloji geliştirdik. Dünyada da bu teknolojilerin çok ciddi pazar payı var. ABD, Avrupa ve Uzakdoğu'da bu teknolojiyle çalışan çok fazla firma var. Bu teknolojileri ülkemizde yerli imkanlarla yapmanın ekonomik getirisi çok fazla." Kaynak:AA

Sağlık Sektörü Ekosistem İçin Önemli Adımlar Atıyor

Umayana AR-GE ve Çapa Medikal İş birliği imza töreni Teknopark İstanbul Kuluçka Merkezi’nde yapıldı. İş birliği ile Çapa Medikal, Umayana Ar-Ge’nin geliştirdiği radyoterapi ve kemoterapi tedavisi sırasında oluşan yaraları önleyen ve iyileştiren ürünlerin yanı sıra dermatoloji ve diş hekimliği alanlarında patentli ürünler üretecek. Ürünler sadece eczanelerde satılacak. Düzenlenen imza törenine; Teknopark İstanbul Genel Müdürü Bilal Topçu, Umayana Kurucusu Biyokimya Uzm. Hülya Dağöttüren, Çapa Medikal Yönetim Kurulu Başkanı Zekeriya Avşar, Çapa Medikal Yönetim Kurulu Üyesi Sevim Öztaşkın ve Gülbin Müftüoğlu katıldı. “Ciddi projelere katkı sağlıyoruz” İmza töreninde bir konuşma yapan Teknopark İstanbul Genel Müdürü Bilal Topçu, “Türkiye ekonomisine, dünyaya çok ciddi projeler üretiyor ve katkı sağlıyoruz. Bu ekosistemin en önemli büyük katkı sağlayan motor diyebileceğimiz ünitelerinden bir tanesi de içinde bulunduğumuz Kuluçka ve hızlandırma merkezimizdir. Bizler Teknopark İstanbul olarak firma ve girişimcilerimizin potansiyelini görüyor inanıyoruz. Yaptığımız çalışmalarla Teknopark İstanbul’da derin teknoloji ile yürütülen nitelikli projeleri kıymetli çıktılarla taçlandırmak bizi motive ederken süreçlerimizi geliştirmek adına yeni çalışmalara imza atmamızı sağlamaktadır. Savunma sanayii, siber güvenlik, enerji, yapay zeka ve robotik sistemler ile biyoteknoloji gibi birçok alanda AR-GE faaliyetleri yürüten Teknopark İstanbul, 400’den fazla firma ve 9 bin AR-GE mühendisiyle 3 bine yakın milli projede derin teknoloji üretiyor. Çapa Medikal’e ve Umayana AR-GE yetkililerine bu iş birliği için teşekkür ederim” dedi. “İyi işler başaracağız” Umayana Kurucusu Biyokimya Uzm. Hülya Dağöttüren de yaptığı konuşmada, “2014 yılından bu yana çalıştığımız bu projede özellikle dünya pazarlarını hedef koyarak çalışmalarımızı yönlendirdiğimizi, fakat önceliğimizin kendi ülkemizden ürünlerimizin çıkması için Çapa Medikal ile bir iş birliği yapmaktan son derece mutlu olduğumuzu ifade etmek isterim. Çapa Medikal’in köklü ve etik iş anlayışına sahip olması, sadece ülkemizde değil, uluslararası ticarette de adını duyurmuş olması nedeniyle iyi işler başaracağımızdan eminiz” dedi. 6 önemli ürün üretilecek Dağöttüren sözlerini şöyle sürdürdü: “İlaç ve medikal sektörünün dinamikleri farklı. AR-GE çalışmalarından pazara sunana kadar bu konudaki mevzuatları izlememiz gerekli ve hedefin en baştan konularak, ürünleri pazara sunarken her adımın iyi planlanarak atılması gerekli. Dolayısıyla Teknopark İstanbul’un sunduğu AR-GE altyapısı, ticarileşmede verdiği destekler oldukça kıymetli oldu. Aynı zamanda ekip de önemli. Her bir ekip üyesinin kendi alanında donanımlı olması ve elbette üretimin yine mevzuata bağlı yapılması gerekli. Umayana’nın derin teknoloji ile ürettiği patentli bir moleküler bileşiği var. Patentli bu formüller ile dünyada ilk kez kanser yaralarını önlediğimizi yaptığımız klinik çalışmalarla kanıtladık. Onkoloji, dermatoloji, diş hekimliği alanlarında Murnia markalı 6 ürünümüz var. Bu ürünlerimiz Çapa Medikal’in iştiraki olan Honnes Sağlık’ın Sakarya’daki fabrikasında üretilecek. Amerika’da yaşayan ortağım Gülbin Müftüoğlu, Unilever, Nestle, J&J firmalarında çalışmış üst düzey yönetici ve marketing tecrübesine sahip. Umayana’nın global stratejilerini yönetiyor. Eczanelerde satılacak 6 ürünün Honnes Sağlık tesislerinde ISO standartlarında mevzuata uygun olarak üretileceğini söyleyen Çapa Medikal Yönetim Kurulu Üyesi Zekeriya Avşar da, “Ürünlerin patentli ve etkin olması kadar hastaya ulaşması son derece önemli. Çapa Medikal’in kurduğu satış ve pazarlama ekibi ile sağlık profesyonellerine ürünlerin tanıtımı yapılarak eczanelerden satışı gerçekleştirilecek” diye konuştu. Çapa Medikal Yönetim Kurulu Üyesi Sevim Öztaşkın da şu bilgileri verdi: “Murnia markası ile onkoloji alanında ilk etapta mukozit ağız jeli, radyodermatit kremi ve kserostomi (ağız kuruluğu solüsyonu piyasa arz edilmeye başladı. Mukozit kemoterapi ve radyoterapi alan kanser hastalarında sık görülen ve maalesef etkin bir tedavisi bulunmayan ağız yaralarıdır. Bu alanda dünyada ilk kez Murnia ağız jeli hem önleyici hem tedavi edici özelliği klinik çalışmalarla kanıtlanmış tek ürün olarak imza töreni yapılan bu iş birliğinin hem ülkemiz hem dünya açısından ne kadar önemli bir adım olduğunu gösteriyor”. Kaynak:Basın Bülteni

Türk Öğrenciler ISEF Bilim ve Mühendislik Yarışması'nda Ödül Kazandı

TÜBİTAK'tan yapılan açıklamaya göre, Amerika Birleşik Devletleri'nin Dallas şehrinde düzenlenen yarışmaya 64 ülkeden 1307 projenin sahibi 1638 öğrenci katıldı. TÜBİTAK tarafından desteklenen 3 projenin sahibi Türk öğrenciler Regeneron ISEF büyük ödülünü, 3 projenin sahibi Türk öğrenciler ise özel ödül kazandı. Gaziantep Özel Sanko Koleji öğrencilerinden Sude Naz Gülşen ve Ekin Asyalı, "Vücutta ve İçeceklerde Bulunan Yabancı Maddelerin Tespitini Yapabilen Akıllı Hidrojel Sentezi ve Hidrojelli Bileklik Tasarımı" projeleriyle hem kimya alanında yarışma birinciliğini hem de Sigma Xi (The Scientific Research Honor Society Third Physical Science Award) özel ödülünü elde etti. Biyokimya alanındaki yarışmada üçüncülük ödülüne Balıkesir Şehit Prof. Dr. İlhan Varank Bilim ve Sanat Merkezi'nden Azra Demirkapılar ve Aslı Ece Yılmaz, "Yeşil Sentezle Grafen Kuantum Noktalarının Eldesi ve Gqds-Kalsiyum Aljinat Filmlerinin İlaç Salınım Özelliklerinin İncelenmesi" projeleriyle hak kazandı. Robotik ve Akıllı Makineler alanında ise üçüncülük ödülünü alan İstanbul Atatürk Fen Lisesi'nden İrem Duran, İbrahim Utku Derman ve Kerem Arslan, "Bana Alfabemi Öğret" projeleriyle ISEF Büyük Ödülü'ne de layık görüldü. Kocaeli Fen Lisesi'nden Ahmet Kağan Altay "Dört Ayaklı İnsansız Kara Aracı Tasarımı" projesiyle King Fahd University of Petroleum and Minerals (KFUPM) özel ödülüne layık bulundu. TÜBİTAK Özel Ödülü'nü de malzeme bilimi (Materials Science) alanında "Radyoterapi Uygulamaları İçin Yeni Bir Bolusun Geliştirilmesi (Development of a Novel Bolus Material for Radiotherapy Applications)" projeleriyle İzmir Özel Çakabey Koleji'nden Arda Yeşilyurt ve Selin Yılmaz kazandı. Erdoğan'dan Ödül Alan Gençlere Tebrik Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da Uluslararası Regeneron ISEF Bilim ve Mühendislik Yarışması'nda ödül alan gençleri tebrik etti. Kaynak:Basın Bülteni

TÜBİTAK Bursiyerlerine Sigorta Müjdesi

Yükseköğretim kurumları araştırma altyapılarının, AR-GE, ve tasarım merkezleri ve kamu AR-GE birimleri ile iş birliği yaparak ihtisaslaşması ve mükemmeliyet merkezi haline gelerek geliştirdikleri ürün ve teknolojileri özel sektöre transfer edebilmelerini sağlamak amacıyla oluşturulan TÜBİTAK 1004-Mükemmeliyet Merkezi Destek Programı devam ediyor. Program kapsamında yeni patentler çıkması, yerli ve milli ürünler geliştirilmesi ve Türkiye'nin uluslararası platformlarda rekabet gücünün artırılması amacıyla "TÜBİTAK 1004 Programı-Yüksek Teknoloji Platformları" çağrısına çıkılmıştı. Programın ikinci çağrısı kapsamında desteklenen 12 platform, TEKNOFEST kapsamında düzenlenen TÜBİTAK 1004 Programı Yüksek Teknoloji Platformları Deneyim Paylaşım ve Tanıtım Töreni'nde açıklandı."TEKNOFEST'te bugün rekor kırmayı hedefliyoruz" Törende konuşan Sanayi ve Teknoloji Bakanı Varank, bu güzel etkinliği TEKNOFEST kapsamında gerçekleştirdiklerini belirterek, "Müthiş bir TEKNOFEST oluyor. Dün 600 binden fazla ziyaretçiyi misafir ettik. Bugün rekor kırmayı hedefliyoruz. Zaten toplantıya biraz geç kaldım. Kusuruma bakmayın. Yollar tıkalı olduğu için bir trafik motorcu arkadaşımızın arkasına binip böyle buraya gelebildim" dedi. Türkiye'nin Milli Teknoloji Hamlesi rehberliğinde büyük atılımlar yapmaya devam ettiğini aktaran Varank, Uluslararası Uzay İstasyonu'na gidecek ilk Türk yolcuların açıklanması, Türkiye'nin batarya üretim kampüsünün temellerinin atılması, Yeni Altay tankının testler için Türk Silahlı Kuvvetleri'ne teslim edilmesi, TÜBİTAK Aşı ve İlaç Geliştirme Kampüsü'nün açılması, İMECE'nin uzaya fırlatılması gibi önemli gelişmelerden bahsetti. Varank, bunlar gibi nice başarıları kamuoyu ile paylaşmaya devam ettiklerini, her zaman olduğu gibi eser ve hizmet siyasetine devam ettiklerini belirterek, "'Türkiye yüksek teknolojide, katma değerde yerinde sayıyor' diyenlere inat daha güçlü, daha müreffeh bir Türkiye'ye, yani Türkiye Yüzyılı'na doğru kararlı bir şekilde ilerlemeye devam ediyor" dedi."1004 Programı ülkemizin yüksek teknoloji üretimini artıracak" Mustafa Varank, bu süreçte herkese kritik roller düştüğünü, TÜBİTAK'ın da Türkiye'nin milli araştırma kurumu olarak omzunda en fazla yük olan kurumlar arasında yer aldığını aktararak, sözlerini şöyle sürdürdü: "Bugün bir araya gelmemize vesile olan 1004 Programı da ülkemizin yüksek teknoloji üretimini artıracak TÜBİTAK'ın etkin destek programlarından bir tanesi. 1004 Programı ile kamu, sanayi ve akademiden paydaşları bir araya getirip aynı hedef doğrultusunda iş birliği yapmalarını teşvik ediyor, onlara öncülük etmeye çalışıyoruz. Yüksek teknoloji içeren ithal ürünler yerine uluslararası pazarlarda rekabet edebilecek yerli ürünlerin teknoloji platformları aracılığıyla geliştirilmesini sağlıyoruz. Böylelikle araştırma altyapılarımızın ihtisaslaşmasını ve birer mükemmeliyet merkezine dönüşmelerini istiyoruz. Halihazırda kamu, özel sektör ve üniversite AR-GE merkezlerini bir araya getirdiğimiz yüksek teknoloji ve sanayi yenilik ağları platformlarına 1,5 milyar liraya yakın kaynak aktaracağız." Varank, bu programların kendine özgü yanları, Türkiye'de ilk defa başlattıkları yönleri bulunduğunu, birlikte geliştirme ve başarma yaklaşımıyla kamu, özel sektör ve üniversite AR-GE merkezlerinin bir araya gelmesini istediklerini ifade etti. "Daha önce desteklediğimiz platformlar, doğru yolda olduğumuzu şimdiden bize gösterdi" Sanayi ve Teknoloji Bakanı Varank, Türkiye'nin lokomotif sanayi kuruluşlarının, en yetkin akademik kurumlarının ve en seçkin araştırmacılarının iş birliği yapmalarını ve odaklanarak ihtisaslaşmalarını istediklerini belirterek, şu değerlendirmelerde bulundu: "Bu uzmanlıkta geliştirdikleri ürün veya teknolojiyi mutlaka ve mutlaka ticari şekilde özel sektöre transfer etmelerini istiyoruz. Burada kamu, sanayi ve akademik paydaşlar bir araya geldiği için birbirinden bağımsız yürüyen aynı işlerin de önüne geçmiş oluyoruz. Yani kamu kaynaklarının aynı işlerde farklı yerlerde harcanmasının da önüne geçmiş oluyoruz. Program kapsamında geliştirilen ana ürünlerin, yani platformların yanında birtakım ara teknolojilerin üretilmesi de bizim açımızdan önem arz ediyor. Geliştirilen yerli ve milli ürünlerin yanı sıra desteklenen araştırmacı ve kursiyerler sayesinde yüksek teknoloji alanlarında çalışacak insan kaynağımızın da kapasitesini artırmış oluyoruz." Varank, TÜBİTAK 1004 Programı kapsamında bugüne kadar iki çağrıya çıktıklarını ve 2018'deki ilk çağrıda toplam 8 platformun desteklenmesine karar verdiklerini anımsatarak, "Desteklenen 8 platform çatısı altında 14 üniversite, 19 özel kuruluş, 2 kamu AR-GE enstitüsü ve 4 AR-GE ve tasarım merkezi olmak üzere 39 kuruluş yer alıyor. Bu platformlarda 984 araştırmacıyı, 536 bursiyeri destekliyoruz. Çalışma alanlarının içerisinde kanserde hedefe özgü ilaçlar, yüksek verimli silisyum tabanlı güneş hücresi üretimi, nano malzemeler, hücresel tedavi ürünleri ve klinik uygulamalar gibi geleceğin teknolojileri var. Henüz proje destek sürelerinin yarısı tamamlanan bu platformlarımız, geliştirmeye başladıkları ürün ve teknolojilerle doğru yolda olduğumuzu aslında şimdiden bize gösterdi" sözlerini kullandı. "Program kapsamında 1.279 araştırmacı ve 111 bursiyeri destekleyeceğiz" Mustafa Varank, 2021'de açtıkları çağrıda 12 platformun desteklenmesine karar verdiklerini belirterek, burada üniversitelerden, özel sektörden, kamudan, AR-GE ve tasarım merkezlerinden oluşan 77 kurum ve kuruluşun görev alacağını bildirdi. Program kapsamında 1.279 araştırmacı ve 111 bursiyeri destekleyeceklerini aktaran Varank, şu bilgileri verdi: "12 platformumuz döngüsel ekonomi, akıllı şehirler, elektrikli araçlar ve batarya teknolojileri, nanoteknoloji, gıda arzı güvenliği, sürdürülebilir tarım teknolojileri, nöroteknoloji gibi araştırma alanlarında faaliyetler yürütecek. Şüphesiz Türkiye'nin önde gelen kuruluşlarının oluşturduğu bu platformlar, Türkiye'nin ihtiyacı olan teknolojilerin karşılanmasında başrolü oynayacaklar. Bu vesileyle Türkiye Yüzyılı'nda itici güç olacak yüksek teknoloji ürünlerinin rol oynayan tüm paydaşlarımızı tekrar yürekten tebrik ediyorum." "Yarın Yapay Zeka Ekosistem çağrısının ikincisine çıkıyoruz" Sanayi ve Teknoloji Bakanı Varank, sürdürülebilir bir yapay zeka ekosistemi inşa ettiklerini ve TÜBİTAK Yapay Zeka Enstitüsü kurduklarını, daha sonra ekosistemi daha ileriye taşımak için tüm paydaşları aynı anda harekete geçirecek yeni yaklaşımlara ihtiyaç duyulduğunu tespit ettiklerini bildirdi. Bunun için yepyeni bir destek modeli olarak kurguladıkları Yapay Zeka Ekosistem Çağrısı'nı geçen yıl başlattıklarını anımsatan Varank, ilk defa uygulanan bu destek modeliyle bilgiyi geliştiren, üreten ve ihtiyaç duyan tarafları bir araya getirdiklerini, sanayiye yönelik açtıkları bu çağrı kapsamında üretim, finansman, iklim değişikliği, tarım ve gıda alanlarını öncelikli alanlar olarak belirlediklerini bildirdi. Varank, çağrı kapsamında 10 konsorsiyumu desteklemeye başladıklarını, destek tutarının an itibarıyla 20 milyon liraya ulaştığını belirterek, şunları kaydetti: "Yoğun ilgi gösterilen bu yapay zeka çağrımızın ikincisini, akıllı eğitim teknolojilerini de ekleyerek, inşallah yarın itibarıyla tekrar açıyoruz. Tabii bu çağrımızı diğerlerinden ayıran önemli özellikler var. Bu da bu çağrımızın destek modeli. Bu destek modelinde bir tarafta yapay zeka çözümlerine ihtiyaç duyan bir kamu kurumu olacak, diğer taraftan da bu müşteri kuruma hizmet edecek, ihtiyaç duyulan çözümü geliştirecek teknoloji firmaları, teknoloji sağlayıcıları ya da üniversiteler olacak. İşte bu sayede yarın itibarıyla kamuya dönük olacak bir yapay zeka ekosistem çağrımızı açmış olacağız. Kamunun ihtiyaç duyduğu çözümleri üniversitelerimiz ve şirketlerimiz aracılığıyla geliştireceğiz ve inşallah çok güzel projelere Türkiye ve dünyada örnek olacak yapay zeka çözümlerini hep birlikte kavuşmuş olacağız." "Bursiyer araştırmacıların isteğe bağlı sigortalarının yüzde 50'si TÜBİTAK'tan" Mustafa Varank, araştırmacı insan kaynağına yönelik önemli bir müjdeyi kamuoyu ile paylaşmak istediğini ifade ederek, "Halihazırda bir kurumda çalışmadan bizden burs alan doktora ve doktora sonrası araştırmacılarla karşılaştığımızda sürekli bizlere söylediği bir sorun vardı; 'Sayın Bakanım, biz sizden burs alıyoruz, ciddi manada çalışmalar yapıyoruz ama bizim sigortamız başlamıyor. Buna bir çözüm bulur musunuz' dediler. Biz de arkadaşlarımızla oturduk, bir çözüm geliştirdik. Fiili olarak bir yerden maaş almadan sadece bizim verdiğimiz burslarla geçinen araştırmacılarımızın isteğe bağlı yaptıracakları sigortalarının bedelinin yüzde 50'sini bundan sonra TÜBİTAK olarak biz ödeyeceğiz. Bu sayede arkadaşlarımız emekli olma yolunda biraz kendileri katkı verecek, biz de katkı vereceğiz. Böylece hep o bizden talep ettikleri emeklilik süreçleri başlamış olacak" şeklinde konuştu. "TÜBİTAK 1004 Programı Türkiye'deki ekosistemin dönüşümü için önemli bir fırsat" TÜBİTAK Başkanı Prof. Dr. Hasan Mandal da TÜBİTAK 1004 Programı'nı, Türkiye'deki ekosistemin dönüşümü için önemli bir fırsat olarak gördüğünü söyledi. Mandal, bu programın Türkiye'nin ihtiyacı olan yüksek teknoloji alanlarında açıldığını belirterek, "1004 Programı'nı yürütürken TÜBİTAK'ın diğer destek programlarıyla da bir aile oluşturmaya çalışıyoruz. O yüzden ekosistemi değiştirirken bunun da çok kıymetli olduğunu düşünüyoruz" dedi. Desteklenecek 12 platform açıklandı TÜBİTAK 1004 Programı kapsamında desteklenecek 12 yüksek teknoloji platformu şöyle: "Uludağ Üniversitesi (BATEG)/Elektrikli Taşıtlar İçin Batarya Teknolojileri Araştırma ve Geliştirme Platformu. İTÜ/Çevreye Uyumlu Sürdürülebilir İleri Araç Teknolojileri Platformu. Erciyes Üniversitesi (S-ATP)/Türkiye Tarımsal Üretiminde Küresel İklim Değişikliğine Uyumlu Sürdürülebilir Tarım Teknolojileri Platformu. Ankara Üniversitesi/Tr.Aqua: Gıda Arzı Güvenliği Çerçevesinde Su Ürünlerinde Yenilikçi ve Sürdürülebilir Uygulamalar Platformu. SUNUM (LignoNano)/Sürdürülebilir Döngüsel Ekonomi İçin Katma Değerli İleri Nanoteknolojik Malzemeler ve Sistemler Platformu. ODTÜ MEMS- Maestro/Mikro Medikal Teknolojiler Platformu. Hacettepe Üniversitesi/Sağlıklı Yaşam İçin Yeni Nesil Biyomalzeme Teknolojileri Araştırma Ağı Platformu. İstanbul Cerrahpaşa Üniversitesi/Nöron Hasarına Yol Açan Hastalıkların Tanı, Tedavi ve İzlemine Yönelik Biyobelirteç ve İleri Teknolojik Uyarı Sistemlerinin Geliştirilmesi Platformu. Boğaziçi Üniversitesi/İnsan Fonksiyonunu Tehdit Eden Zorluklara Karşı Nöroteknolojik Çözümler Platformu. İBG/Korunma ve Tedavi Ulusal Platformu. İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü (Kuantay )/Kuantum Çağlayan Lazerler, Aygıtlar ve Uygulamaları Platformu. ODTÜ (SÜİT)/Sürdürülebilir Kentler İçin İleri Teknolojiler Platformu." Törene Sanayi ve Teknoloji Bakan Yardımcısı Mehmet Fatih Kacır, ASELSAN Yönetim Kurulu Başkanı ve Genel Müdürü Haluk Görgün, İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü Rektörü Yusuf Baran, Bursa Uludağ Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Ahmet Saim Kılavuz, TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Yusuf Sarınay, Hacettepe Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mehmet Cahit Güran, TÜBİTAK Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Ahmet Yozgatlıgil, Sağlık Bilimleri Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Cevdet Erdöl, Ankara Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Necdet Ünüvar, İstanbul Üniversitesi-Cerrahpaşa (İÜC) Rektörü Prof. Dr. Nuri Aydın ve ODTÜ Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Mehmet Zeyrek'in yanı sıra ilgili platformları oluşturan kamu kurum ve kuruluşları ile şirketlerin yetkilileri katıldı. Kaynak:DHA

Sanal Gerçeklik İle Yapılan Çalıştay

British Council tarafından desteklenen çalıştayın yürütücülüğü üniversitemizin Nanoteknoloji ve Biyomalzemeler Uygulama ve Araştırma Merkezi (NBUAM) tarafından yapılmaktadır. Marmara Üniversitesi ve University College London ortaklığında 2 yıl süreyle yürütülecek Turkey-UK:3D Printing & Digital Innovation projesi kapsamında düzenlenecek olan çalıştay, hem eğitmenleri hem de öğrencileri içerecek şekilde planlanmıştır. Çalıştayda sanal gerçeklik merkezine erişim sağlanacak, mevcut teknolojik yapının hem eğitmenlere hem de öğrencilere nasıl kullanılacağı konusunda eğitim verilecek. University College London üniversitesinden Biyomühendislik Profesörü Deepak Kalaskar ve VR Teknolojisi uzmanı ve Kimya Profesörü Stephen Hilton çalıştayın önemli iki konuğu olarak yer alacak. Dr. Stephen Hilton sanal gerçeklik ortamında VR laboratuvarı tanıtımını yapacak ve katılımcılar için VR laboratuvarının deneyimlenmesini sağlayacak. Marmara Üniversitesi ve University College London ortaklığında 2 yıl süreyle yürütülecek olan "Turkey-UK: 3DI 3D Printing & Digital Innovation" projesi kurumsal dönüşüme ve Türkiye ve İngiltere'den bilim insanlarının gerçek hayatta olduğu gibi 3D baskı alanında son teknoloji laboratuvarlarda buluşabilecekleri bir Sanal Gerçeklik (VR) Merkezi kurulmasına odaklanmaktadır. Proje aynı zamanda ilgili sektörlerde inovasyon ekosistemlerini güçlendirmeyi, Üniversite ve Sanayi arasındaki bilgi alışverişini ve yerel endüstri gereklilikleriyle uyumlu beceri geliştirmeyi hedefliyor. Kaynak:AA

Boğaziçi LifeSci Temizodaları,Geleceğin Sağlık Projelerini Hayata Geçirecek

Boğaziçi Üniversitesi Yaşam Bilimleri ve Teknolojileri Uygulama ve Araştırma Merkezi (Boğaziçi LifeSci) bünyesinde faaliyet gösteren Tıbbi Cihaz Geliştirme Birimi gelişmiş altyapısıyla üniversitenin araştırma gücünü artırırken, sanayi iş birliğini de bir üst boyuta taşıyor. Kanser, kalp ve beyin hastalıklarında kullanılan yeni nesil “akıllı” tıbbi cihazların geliştirildiği Temizodalar’da dünya çapında öncü ve ileri Ar-Ge çalışmalarının kliniklerde uygulamaya geçmesi aşamasına kadar desteklenmesi hedefleniyor. Boğaziçi LifeSci (Boğaziçi Üniversitesi Yaşam Bilimleri ve Teknolojileri Uygulama ve Araştırma Merkezi, bünyesinde 2011’den itibaren çalışmalarını sürdüren Tıbbi Cihaz Geliştirme Biriminde birbiriyle bağlantılı - uluslararası kalite belgelerine sahip dünya standardında çalışmalar yapılabilen- beş özgün Temizoda bulunuyor. Son yıllarda gelişen cihaz parkı ve bilgi birikimi ile hızlanan sektörel iş birlikleriyle yeni nesil “akıllı” tıbbi cihaz projeleri hayata geçmeye başlıyor. 10 Haziran 2022’de Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından açılışı yapılan Boğaziçi Kandilli Derin Teknoloji Üssü bünyesindeki Boğaziçi LifeSci'de yeni altyapılar kurulmaya devam ediyor. Burada destek alan KOBİ’lerin çalışmalarının önemli bir kısmı “Hedefli Tedavi Teknolojileri” konusuna odaklanırken, birbirine bağlantılı ve tamamlayan çok sayıda ulusal ve uluslararası proje de başladı.  “HEYECAN VERİCİ PROJELERİN MERKEZİ OLMAK İSTİYORUZ” Boğaziçi Üniversitesi Yaşam Bilimleri ve Teknolojileri Uygulama ve Araştırma Merkezi Temizoda Birimi Akademik Koordinatörü Prof. Dr. Cengizhan Öztürk, sağlık teknolojilerinde heyecan verici projelerin merkezi olmayı hedeflediklerini söylüyor.  Bu yaklaşımla başta kanser, kalp ve beyin hastalıklarına yönelik yeni nesil “akıllı” tıbbi cihaz çalışmalarının sürdürdüğünü belirterek, “Gelecekte çok sayıda tıbbi cihazın küçülerek vücutlarımızın içine girmesini ve sağlık sistemleriyle konuşur hale gelmesini bekliyoruz. Bu yeni nesil akıllı ‘in vivo’ (vücut içi) biyomedikal cihazların, hem canlı dokularla uyumlu plastik-metal alaşımlar veya alternatif biyomalzemeler içermesi, hem de içinde gelişmiş sensörler barındıran bir yapıda olması gerekiyor. Temizodamızın altyapısını bu tür projeler için hazır hale getirmiş durumdayız. Bu alandaki akademik çalışmalarla birlikte endüstrinin mevcut ihtiyacını karşılayacak şekilde özgün plastik-metal ürünlerin geliştirilmesine destek olmayı da sürdürüyoruz. Aktif cihazlarda gerek duyulan elektronik parçaları mümkün olduğunca tıbbi cihazların içine yerleştirmeye çalışıyoruz. Dünya çapında öncü çalışmaları ülkemizde, Boğaziçi Üniversitesinde, hayata geçirebileceğimize inanıyoruz. Bu cihazların en önemli sağlık sorunlarımız arasında yer alan kanser, kalp ve beyin hastalıklarının tedavisinde kullanılmasını bekliyoruz” diye konuşuyor. “ULUSLARARASI KALİTE BELGELERİNE SAHİBİZ” Boğaziçi LifeSci Tıbbi Cihaz Geliştirme Birimi (Temizoda) Teknik Koordinatörü Ahmet Turan Talaş da gerekli uluslararası kalite belgelerini aldıklarını belirtiyor. Temizodaların dünya standartlarında altyapı, uzmanlık ve kontrol sistemleri barındırdığının ifade eden Talaş şunları söylüyor:  “Temel standart olan ISO 14644 ile birlikte, ISO 13485 Tıbbi Cihazlar Kalite Yönetim Sistemi Belgelendirmesine sahip temizodalarımız dünya standartlarında altyapı, kalite güvence, takip ve yönetim sistemleri ile çalışmalarını sürdürüyor. Bu odaların nem, sıcaklık ve basınçları 7 gün 24 saat kontrol altında. Burada bir taraftan kardiyovasküler alanda kullanılan nikel ve titanyum alaşımı olan Nitinol şekil hafızalı metaller kullanılarak tasarlanan stent çalışmaları sürerken, diğer yandan çok amaçlı özel sensör sistemleri geliştiriliyor.” “DAMAR TIKANIKLIĞINDA AÇIK KALP AMELİYATINA GEREK KALMAYACAK” Temizoda proje uzmanı Ahmet Turan Talaş, sektörden altı firmayla kurulan iş birliğiyle dünyanın dikkatini çekmeyi hedefleyen projelerin hayata geçtiğini de vurguluyor. Son olarak kardivasküler bir hastalık olan damar tıkanıklığının daha hızlı ve etkin tedavisine yönelik yeni bir ekipman geliştirdikleri bilgisini de paylaşıyor: “Hedefimiz, ortaya koyduğumuz ürünlerimizle fark yaratmak. Odaklandığımız sağlık ve elektrik-elektronik alanda bu doğrultuda ilerliyoruz. Temiz odamızda özellikle sağlık alanında çok kullanılan nikel-titanyum alaşımlı Nitinol malzemelerin şekillenmesinde ileri seviyedeyiz. Paydaş bir firmamızla CE Belgesi almayı başaran yeni bir tıbbi ürün geliştirdik. Bu cihaz, yoğun cerrahi müdahale gerektiren damar tıkanıklığının anjiyo konforunda tedavisine imkan sağlıyor. Cihaz sayesinde cerrah - açık kalp ameliyatı gerektirebilen - kardiyovasküler damardaki tıkanıklığa kasık gibi uygun bir bölgeden girerek ulaşabiliyor. Ardından bu bölüm kolay kullanıma sahip tıbbi cihazın haznesine alınarak damarın açılması sağlanıyor. Cihaz sayesinde hastanın iyileşme süresi de çok büyük oranda düşüyor.”  “PROJELERİNİ İLERİ TAŞIMAK İSTEYEN FİRMALARA TAVSİYE EDİYORUM” Boğaziçi Üniversitesi Yaşam Bilimleri ve Teknolojileri Uygulama ve Araştırma Merkezi (Boğaziçi LifeSci) bünyesinde faaliyet gösteren Tıbbi Cihaz Geliştirme (Temizoda) Biriminde altı firma projelerini Boğaziçi Üniversitesi’nin araştırma ve uzman desteğiyle geliştiriyor. Bunlar arasında yer alan sağlık teknolojileri firması Bloocell’in CEO’su Mustafa Cüneyt Çıkman, merkezin gelişmiş altyapı, uzmanlık ve yönetimiyle projelerini hayata geçirerek ürünleştirmeyi hedefleyen firmalara çok büyük fırsatlar sunduğunu anlatıyor: “Boğaziçi Üniversitesi Yaşam Bilimleri ve Teknolojileri Uygulama ve Araştırma Merkezinin sunduğu olanaklarla firmamızda Ar-Ge ve Ür-Ge (ürün geliştirme) faaliyetlerimiz çerçevesinde yapmamızın çok zor olduğu bazı çalışmaları gerçekleştirme fırsatı bulduk. Özellikle tıbbi cihazlar konusunda bu temiz odaların altyapısı ve bilim insanlarının uzmanlığı bize daha da güç kattı. Yeni projeler için zaman kaybetmeden çalışmayı sürdürüyoruz. Projelerini, bir sonraki aşamalara taşımak isteyen firmalara burayı gönül rahatlığıyla tavsiye ediyorum.” Kaynak : Basın Bülteni

Akdeniz Üniversitesi Bilimin Yıldızı Oluyor

AÜ Rektörü Prof. Dr. Özlenen Özkan, Cumhurbaşkanlığı Strateji Daire Başkanlığı'nın 153 milyon liralık bütçe desteğini onayladığı Bilim Vadisi ile Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı'nın destekleriyle Aksu ilçesinde 100 dekarlık arazide kurulacak Tarım Teknokent projeleriyle ilgili gelişmeleri açıkladı. BİLİM VADİSİNDE NELER OLACAK Bilim Vadisi'nin yapay zeka, biyoteknoloji, üç boyutlu yazıcılar ve nanoteknoloji alanındaki gelişmelerle birlikte tıp alanında da yeni bir dönem başlatacağını belirten Rektör Prof. Dr. Özkan, “Rejeneratif tıp ve kök hücre araştırmaları laboratuvarı, gen ve hücre tedavi laboratuvarı, tıbbi mikrobiyal ürün üretimi, yapay zeka laboratuvarı, GMP laboratuvarları kurulacak. Ayrıca ileri cerrahi işlemlerin yapılabildiği hayvan laboratuvarı ile yapay zeka destekli ileri sağlık araştırmaları yapılabilecek" dedi. YAPAY ORGAN DERİ ÇALIŞMALARI BAŞLADI Bilim Vadisi'nin hem Antalya'nın hem de üniversitenin geleceğini değiştireceğini belirten Prof. Dr. Özkan, Bilim Vadisi içinde kanser aşısı, yapay organ, yapay zeka tabanlı ilaç üretimi hedefleri olduğunu kaydetti. Proje ihalelerinin başladığını belirten Prof. Dr. Özkan, yapay organla ilgili ön çalışmaların başlatıldığını, özellikle deri üzerine çok uğraştıklarını dile getirdi. YILDIZ ŞEKLİNDE İNŞA EDİLECEK Bilim Vadisi'nin kampus içinde kurulacağını, Kök Hücre Merkezi'nin etrafında yıldız şeklinde olacağını açıklayan Rektör Prof. Dr. Özkan, “Binanın inşası ve teçhizat çok önemli ve alımlarına başlandı. projeler masamızda, belirlendi. O projelerin gereksinimi ölçüsünde teçhizatlarımızla birlikte çalışmalarımıza hemen başlanacak. En kısa zamanda da meyvesini almayı planlıyoruz. Bu ilk adımlar çok önemliydi" diye konuştu. YURTDIŞINDAN FİRMALAR GELMEYE BAŞLADI Bu konuda hem yurt içi hem yurt dışından önemli firmaların yer alacağını anlatan Prof. Dr. Özkan, bu kapsamda Ukrayna'dan havacılık alanında çok ciddi projeleri olan büyük bir firmayla anlaşma imzaladıklarını söyledi. Yurtdışından firmaların gelmeye devam ettiğini de kaydeden Özkan, “Antalya'yı, bizim üniversitemizi ve teknokentimizi gördükten sonra daha da istekli oluyorlar ve daha çok firma çekeceğimiz görülüyor" dedi. TARIM TEKNOKENT Antalya'nın güçlü yönleri olarak tarım, turizm ve bilişimi gösteren Prof. Dr. Özkan, Aksu'da 100 dekarda kurulacak Tarım Teknokent'le ilgili şu bilgileri verdi: “Bizim teknokentimiz üniversite içinde, bu artık çok sürdürülebilir değil. İstanbul artık bilişim için çok uygun bir yer değil. Çünkü çok kalabalık, bilişim için daha relaks ortamlar gerekiyor. Biz teknokent olarak çok güçlü firmaları çektik bünyemize. Onlar Antalya'nın yaşamak için ne kadar elverişli olduğunu görünce, herkes birbirini takip ediyor elbette. Öyle olunca üniversite kampüsü içindeki bilişim teknokenti, Aksu'daki 100 dönümlük tarım arazimizin bir kısmını tarım teknokenti, bir kısmını ziraat eğitimine ayırarak devam etmeyi planlıyoruz. Tarım çok kıymetli, stratejik. Antalya'nın da çok güçlü ziraatı var. Teknokentte de tarım firmalarımız var. Bu ikisi el birliği yaparsa tarımda da Türkiye çok ciddi mesafe kat edecektir." OTOPARK VE OTEL 2023'E BİTİYOR Prof. Dr. Özlenen Özkan, hastanenin olduğu bölgede inşası devam eden otopark ve otel projelerini de anlattı. Antalya Büyükşehir Belediyesi ile ortak yapılan otoparkın muhtemelen yıl sonuna biteceğini belirten Prof. Dr. Özkan, “2023'ün başında hizmete açacakmışız gibi duruyor. O çok önemliydi bizim için, çünkü park bulmak o kadar zor ki, randevunuzu kaçırıyordunuz. Çok güzel bir işbirliği oldu, yüzde 60'a yakını bitti. Otel için bir turizm firması bize sponsor oldu, onlarla başladık. Burada iki şey var, biz sağlık turizmini çok önceliyoruz, çok önemsiyoruz. Bir kısmı VIP odalar olacak bir kısmı da Antalya'ya gelip çok uzun süre tedavi olan Türk hastalara çok uygun fiyatlı, kâr amacı gütmeyen, belki birkaç gün bedava bile olabilecek şekilde uzun zamanlı kalabilecekleri çok iyi bir imkan olacak. Otelin de otoparkla eş zamanlı bitmesini hedefliyoruz" diye konuştu. Kaynak : Basın Bülteni

Niğde'de Yeşil Enerji Evi ve Silisyum Saflaştırma Laboratuvarı Açıldı

Niğde Ömer Halisdemir Üniversitesi Yeşil Enerji Evi ile Silisyum Saflaştırma Laboratuvarının açılış töreni, T.C. Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mustafa Varank'ın katılımıyla gerçekleştirildi. Açılış törenine T.C. Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mustafa Varank ile birlikte, Niğde Valisi Dr. Yılmaz Şimşek, Niğde AK Parti Milletvekilleri Yavuz Ergun ve Selim Gültekin, Niğde Belediye Başkanı Emrah Özdemir, Niğde Cumhuriyet Başsavcısı Harun Karahan, Niğde Adalet Komisyonu Başkanı Ömer Dadal, Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Hasan Uslu ve protokol üyeleri, çok sayıda davetli ve öğrenci katıldı. Törende açılış konuşması yapan Rektör Prof. Dr. Hasan Uslu açılış konuşmasının ilk kısmında, T.C. Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mustafa Varank'ı üniversitede ağırlamanın mutluluğunu yaşadığını belirterek, "Bugün Niğde Ömer Halisdemir Üniversitesi olarak çok önemli bir misafiri ağırlamanın mutluluğunu yaşıyoruz. Bizleri kırmayarak davetimizi kabul eden ve açılışlarımızda yer alan değerli Bakanımız Sayın Mustafa Varank'a sizlerin huzurunda hoş geldiniz diyorum.1992 yılında kurulmuş olan ve bu yıl 30. yılını kutlayan Üniversitemiz 13 Fakülte, 6 Meslek yüksekokulu, 4 enstitü, 2 yüksekokul, 1 konservatuvar, 14 Uygulama ve Araştırma Merkezi, 23786 öğrencisi ile dev bir eğitim ve araştırma kurumu haline gelmiştir" dedi. Araştırma, geliştirme alanındaki bilgi ve birikimi, genç ve dinamik akademik kadrosu ile Niğde Ömer Halisdemir Üniversitesi'nin öz kaynaklarını en verimli şekilde kullanarak bulunduğu bölgenin ve ülkemizin ihtiyaçlarına karşılık vermek üzere nitelikli ve yetkin mezunlar vermeyi amaç edinmiş bir çınar olduğunu da sözlerine ekleyen Rektör Prof. Dr. Uslu, "Devletimizin bize sağladığı her türlü imkânı en iyi şekilde değerlendirerek çalışmalarını sürdüren Üniversitemiz, dün olduğu gibi bugün de yine aynı gayret ve kararlılık ile bugün açılışı yapılacak olan Silisyum Teknoloji laboratuvarımız ve Yeşil enerji evimiz gibi yerli ve milli teknoloji hamlesine değer katacak çalışmaları devam ettirecektir. Bu çalışmaları sürdürürken devlet büyüklerimizin desteğini de arkamızda hissetmek bizim için oldukça önemlidir. Bu Projelerin gerçekleşmesinde desteklerinden ötürü Başta Sayın Cumhurbaşkanımıza, Sayın Sanayi ve Teknoloji Bakanımıza ve KOP Başkanımıza Teşekkürlerimi sunarım. Bu bağlamda Sayın Bakanımızın huzurunda tekrar ifade ediyorum ki Üniversitemiz, Kahramanımız Ömer Halisdemir'in ismine layık olarak her zaman vatana ve millete hizmet etmeye devam edecektir" ifadelerini kullandı. Programda konuşma yapan Niğde Valisi Dr. Yılmaz Şimşek, AK Parti Niğde Milletvekili Selim Gültekin'den sonra kürsüye çıkan T.C. Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mustafa Varank ise konuşmasına; "Anadolu'nun güzel yurdu, kahramanlar şehri Niğde'de sizlerle bir arada olmaktan, sizlerle hasbihal etme fırsatı bulmaktan büyük bir memnuniyet duyuyor hepinizi saygıyla, muhabbetle selamlıyorum" diyerek başladı. "Milletimizi en güzel hizmetlerle buluştururken bir yandan da kapsamlı bölgesel kalkınma politikalarıyla şehirlerimizin geleceğini şekillendirmeye çalışıyoruz" diyen Bakan Varank; "Son dönemde fiziken bir araya gelememiş olsak da Niğde'nin bizim gündemimizde her zaman çok ayrı bir yeri oldu. Ankara'da Niğde'miz için defalarca milletvekillerimizle, belediye başkanımızla, ilçe belediye başkanlarımızla, il başkanımızla toplantılar gerçekleştirdik. Bakanlığımız, Kalkınma Ajansımız ve Kop Bölge Kalkınma İdaremizle birlikte ilimizin kalkınmasına hizmet edecek nokta atış projeleri nasıl destekleyeceğiz diye gece gündüz toplantılar yaptık. İşte bugünkü ziyaretimizi de bu çalışmaların ürünü olan önemli projelerin açılışları eşliğinde gerçekleştiriyoruz ve hamdolsun çok yoğun bir gündemle sizlerin huzurlarınızdayız. Burada Ömer Halisdemir Üniversitesinde KOP Bölge İdaresinin desteği ile tamamlanan iki önemli projenin resmi açılışını gerçekleştireceğiz" dedi. Bakan Varaank açıklamalarının devamında; "İnşallah bundan sonra da Niğde'nin büyük potansiyeline odaklanarak sizlerle daha sık buluşmaya çalışacağız. Bugün zaten şehrimizin sanayisini, durumunu ve önümüzdeki çalışmalarını inşallah hep beraber istişare etme imkânı da bulacağız. Güçlü yönlerimizi, fırsatları ve ihtiyaçları hem şehrin ileri gelenleriyle hem de bizzat sanayicilerimizle birlikte değerlendireceğiz. Sizlerden alacağımız geri bildirimlerle de Niğde'nin üretim, ihracat ve istihdamını arttıracak yeni projeler başlatacağız, hep birlikte Niğde'yi hak ettiği konuma ulaştırmak için gayret edeceğiz. Ben şimdiden bu sürece katkıda bulunan herkese yürekten teşekkür ediyorum" dedi. Bakanı Varank açıklamalarını, "Niğde'nin geleceğine ve hatta Türkiye'nin geleceğine yön verecek alanlardan birisi de yenilenebilir enerji kaynaklarından biri olan güneş enerjisidir. Niğde sahip olduğu güneş enerjisi potansiyelini kullanarak önemli başarılar Türkiye'nin geleceğini etkileyecek başarılar yakalayabilir. Biz de bu sebeple KOP Bölge Kalkınma İdaresi ile birlikte bölgenin güneş enerjisi potansiyeline odaklandık ve Niğde Ömer Halisdemir Üniversitesi ile bir iş birliğine gittik. Buradaki Nanoteknoloji Uygulama ve Araştırma Merkezinde ciddi bir bilgi birikimi ve ciddi bir alt yapı bulunuyor. Onu da kullanıp geliştirerek tüm ülke sathında etki oluşturacak yeni projeler tasarladık" diyerek noktaladı. Açılış töreninin ardından Üniversitemiz Rektörlük Senato Salonundaki programda T.C. Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mustafa Varank'a Üniversitemiz Yeşil Enerji Evi, Silisyum Saflaştırma Laboratuvarı ve Niğde Teknopark hakkında sunumlar yapıldı. T.C. Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mustafa Varank'ın üniversitedeki programı, üniversitenin Yeşil Enerji Evi, Silisyum Saflaştırma Laboratuvarı ve Nanoteknoloji Uygulama ve Araştırma Merkezinin gezilmesinin ve buralarda Prof. Dr. Yüksel Kaplan ve Dr. Öğr. Üyesi Ayşe Seyhan tarafından bilgilendirmelerin yapılmasının ardından sona erdi.   Kaynak : Basın Bülteni

Amasya Üniversitesinden Hidrojel Tabanlı Yara Önleyici Buluş

Amasya Üniversitesinde geliştirilen hidrojel tabanlı yara örtüsü diyabetik yaralar, dolaşım bozukluğuna bağlı yaralar ve uzun süre yatan hastalarda yatmaya bağlı yaralarının tedavisinde umut oldu. Dr. Öğr. Üyesi Önder İdil, Arş. Gör. Umut Çelikoğlu, Arş. Gör. Emine Çelikoğlu ve yüksek lisans öğrencisi Canfide Merve Yemiş’ten oluşan ekip “Spirulina Sp. İçeren Fibroin Hidrojellerin Tasarlanması” başlıklı projeyi hayata geçirdi. Yaklaşık 2 yıldır proje üzerinde çalıştıklarını belirten Önder İdil, “Uzun süre yatan hastaların iyileşmeyen yaralarını veya diyabet hastalığı nedeniyle oluşan yaraların daha hızlı bir şekilde derin yaralar haline gelmeden iyileşmesini sağlayan fibroin tabanlı bir hidrojel, yara örtüsü elde ettik” dedi. Üniversite laboratuvarında geliştirilmesine devam ettikleri ürünün içerisine yara dokusunu iyileştirmek için oksijen üretme kabiliyeti olan siyanobakteri eklediklerini anlatan İdil, TÜBİTAK tarafından desteklenen çalışmanın TEKNOFEST 2021 Biyoteknoloji İnovasyon Yarışması proje kategorisinde de finale kaldığını söyledi. Dünyada 382 milyon, Türkiye’de ise 10 milyonu aşkın diyabet hastasının bulunduğuna değinen Arş. Gör. Emine Çelikoğlu da, “İpekböceği liflerinden fibroini saflaştırdık. Ortamın yara iyileştirici özelliğine katkı sağlamak amacıyla da gıda katkı maddesi olarak yaygın şekilde kullanılan spirulina mikroorganizmasını sisteme entegre ettik. Böylelikle hem biyouyumlu hem de yaraların iyileşmesi için antioksidan, antimikrobiyel özellik gösteren bir materyal geliştirmiş olduk” diye konuştu. Amasya Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Süleyman Elmacı da “Çalışan, üreten, üniversitemize değer kazandıran tüm öğrencilerimizi ve akademisyenlerimizi her zaman desteklemeye devam edeceğiz” şeklinde konuştu. Kaynak : Basın Bülteni

Genç Bilim İnsanı Ödülleri 9.kez Sahiplerini Buldu

Genç Bilim İnsanı Ödülleri; ülkemizdeki genç bilim insanlarına kamuoyu önünde teşekkür etmek ve geleceğin genç bilim insanlarına ilham vermek üzere, her yıl farklı üniversitelerin rektörlerinin ev sahipliğinde gerçekleştiriliyor. Bu yıl seçilen 6 genç bilim insanına ödülleri, 19 Ekim Salı günü TÜBİTAK Başkanı Prof. Dr. Hasan Mandal’ın da katıldığı çevrimiçi törenle takdim edildi. Canlı yayınlanan törene bilim, iş ve sivil toplum alanından çok sayıda izleyici katıldı. Bilim Kahramanları Derneği tarafından, her yıl farklı üniversitelerle gerçekleştirilen iş birliği ile verilen Genç Bilim İnsanı Ödülleri 9. Kez sahiplerini buldu. Temel bilimler ve mühendislik alanlarına katkıda bulunan, ülkemizde bu alanların görünürlüğünün artmasına, yayılmasına ve gelişmesine öncülük eden 38 yaşın altındaki, bilim insanlarına verilen ödüllerde bu yıl 6 Genç Bilim İnsanı, ödül almaya değer bulundu. Genç bilim insanlarına kamuoyu önünde teşekkür ederek onları yüreklendirmek, geleceğin genç bilim insanlarına ilham vermek üzere verilen ödüllerin bu yılki ev sahipleri: Altınbaş Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Çağrı Erhan, Eskişehir Teknik Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Tuncay Döğeroğlu, Hasan Kalyoncu Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Türkay Dereli oldu. Altı Genç Bilim İnsanı Ödül Aldı 124 başvuru arasından seçici kurul tarafından yapılan değerlendirme sonucunda; Dr. Arif Engin Çetin (İzmir Biyotıp ve Genom Merkezi - Elektrik ve Elektronik Mühendisliği), Prof. Dr. Elif Çadırcı (Atatürk Üniversitesi - Tıbbi Farmakoloji), Doç. Dr. İsmail Öçsoy (Erciyes Üniversitesi - Analitik Kimya), Doç. Dr. Mustafa Serdar Önses (Erciyes Üniversitesi - Malzeme Bilimi ve Mühendisliği), Doç. Dr. Şuayip Yüzbaşı (Akdeniz Üniversitesi - Matematik) ve Doç. Tuğrul Çetinkaya (Sakarya Üniversitesi - Metalurji ve Malzeme Mühendisliği) 2020 Yılının Genç Bilim İnsanı Ödülleri’ni kazanan isimler oldu. Başvuruları titizlikle değerlendiren ve bu yılın başarılı Genç Bilim İnsanları’nı belirleyen Seçici Kurul’da ise; Prof. Dr. Aydın Sami Şalcı (Altınbaş Üniversitesi), Prof. Dr. Ender Suvacı (Eskişehir Teknik Üniversitesi), Prof. Dr. Ali Özcan (Eskişehir Teknik Üniversitesi), Prof. Dr. Kıymet Güven (Eskişehir Teknik Üniversitesi), Prof. Dr. Yasemin Çağlar (Eskişehir Teknik Üniversitesi), Prof. Dr. Veysi İşler (Hasan Kalyoncu Üniversitesi), Prof. Dr. Mustafa Sadettin Özyazıcı (Hasan Kalyoncu Üniversitesi) ve Prof. Dr. Ahmet Arif Ergin (Yeditepe Üniversitesi) yer aldı. Ödül Töreni Çevrimiçi Gerçekleştirildi 6 bilim insanına ödülleri 19 Ekim 2021 tarihinde Bilim Kahramanları Derneği’nin Youtube hesabından yapılan çevrim içi ödül töreni ile takdim edildi. Sunuculuğunu Dernek Yönetim Kurulu Üyesi Kenan Doğan’ın üstlendiği tören Bilim Kahramanları Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Prof. Dr. Sıddıka Semahat Demir’in açılış konuşması ile başladı. Törene TÜBİTAK Başkanı Prof. Dr. Hasan Mandal, Altınbaş Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Çağrı Erhan, Eskişehir Teknik Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Tuncay Döğeroğlu, Seçici Kurul Üyelerini temsilen Prof. Dr. Ender Suvacı konuşmalarıyla katıldı. Bilim Kahramanları Derneği üyesi ve 2015 Genç Bilim İnsanı Ödülü sahibi Sabancı Üniversitesi’nden Prof. Dr. Ali Koşar’ın desteğiyle bilim insanlarının çalışmalarının aktarıldığı etkinlik Çellist Nihan Demirkapı’nın müzik dinletisi ile son buldu. Canlı yayına bilim, iş ve sivil toplum alanından çok sayıda izleyici katıldı. Ödül töreninin açılış konuşmasını yapan Bilim Kahramanları Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Prof. Dr. Sıddıka Semahat Demir şunları söyledi: “Öncelikle bu sene Bilim Kahramanları Derneği olarak 10. Yaşımızı kutluyoruz. İlhamımız, mutluluğumuz, gururumuz ON’dan diyoruz. 10 yıllık yolculuğumuzda bize eşlik eden, bilime gönül veren tüm destekçilerimize 10. Yılımızı eşsiz kıldıkları için en içten teşekkürlerimi gönderiyorum. Bir bilim insanı olarak bilimin toplumsal sorunların çözümünü vurgulamak isterim. Bilim farklı dallarıyla insanın, yaşamın, gezegenin iyi olma haline katkı sunmayı hedefler. Bilim insanları da dünyayı olduğundan daha iyi bir halde bırakmak için çalışmalarını sürdürür ve çözüm önerileri sunarlar. Hepimizi etkileyen pandemi sürecinde de bilimin ve bilimsel çalışmaların önemine hep birlikte tanık olduk. Çok değerli bilim insanlarının emekleri ile bu süreci hafifletebildik. Özlem Türeci ve Uğur Şahin’in uzun yıllardır sürdürdüğü araştırmalar sayesinde aşıya ulaşabildik. Yılın Bilim İnsanı Genç Bilim İnsanı Ödül Töreni vesilesiyle buradan kendilerine, tüm araştırmacılara ve sağlık çalışanlarına yürekten teşekkür etmek isterim.” Canlı yayına bağlanan TÜBİTAK Başkanı Prof. Dr. Hasan Mandal şunları söyledi: “Tüm bilim insanlarının hem ulusal hem uluslararası alanda, farklı destek programları ile çalışmalarını desteklemeye çalışıyoruz. Daha fazla etki oluşturmak için tüm bilim insanlarımızı birlikte çalışmaya davet ediyorum. Tüm bilim insanlarımıza ortaya koyduğu çabalar için çok teşekkür ediyorum. Gelecekteki sorunlara çözüm noktasında biz de varız. Programda emeği geçen Bilim Kahramanları Derneği’ne, ev sahipliği yapan üniversitelere, Seçiçi Kurul Üyelerine ve tüm ekibe çok teşekkür ediyorum, başarılarınız daim olsun.” Kaynak : AA

HEKTAŞ’ın ‘Tohum Teknoloji Merkezi’ Açıldı

HEKTAŞ'ın tohum çalışmalarının merkezi olan Areo Tohumculuk'un Antalya Teknokent'te yer alan "Tohum Teknoloji Merkezi" hizmete girdi. Biyoteknoloji ve Doku Kültürü Laboratuvarlarının yer aldığı merkez ile üreticilere önemli faydalar sağlayacak olan Areo Tohumculuk, aynı zamanda ülke ekonomisine de değer katmayı hedefliyor. Akıllı tarımın öncülerinden biri olan HEKTAŞ'ın tohum çalışmalarının merkez üssü Areo Tohumculuk'un bünyesindeki "Tohum Teknoloji Merkezi', Akdeniz Üniversitesi Teknopark'ta gerçekleşen açılış töreni ile faaliyete geçti. Açılış törenine, Areo Tohumculuk Genel Müdürü Gökhan Köseoğlu, HEKTAŞ Mali İşler Direktörü Uğur Akbaş, HEKTAŞ Mali İşler Danışmanı Halit Murat Irmak ve Antalya Teknokent Genel Müdürü İbrahim Yavuz katıldı. Merkez ile tohum alanında önemli çalışmalara imza atılacak Areo Tohumculuk, "Tohum Teknoloji Merkezi'ndeki bitki doku kültürü laboratuvarı ile 2021 sonbahar sezonu ile birlikte biber, patlıcan ve hıyar türlerinde double haploidi yöntemi ile hızlı bir şekilde yüzde 100 saf hatları kendi laboratuvarlarında geliştirecek. Biyoteknoloji laboratuvarında gerçekleştireceği entegre edilmiş ıslah çalışmaları ile de hem yeni hibrit eldesi için ihtiyaç duyulan zamanı önemli oranda kısaltacak hem de hedef pazarların ihtiyaç duyduğu hastalık / zararlı dayanımlarına sahip hibrit çeşit geliştirme kabiliyeti sunacak. Tohum pazarındaki payını artıracak Verilen bilgiye göre, şirketin 2019 yılında bünyesine kattığı ve tohumculuk alanındaki merkez üssü haline getirdiği Areo Tohumculuk, "Yerli Ar-Ge, Yerli Tohum" sloganıyla çalışmalarını sürdürüyor. Son teknolojileri kullanarak yüksek nitelikli sebze ve tarla bitkilerine yönelik ıslah çalışmalarına hız veren Areo Tohumculuk, mevcut çalışmalarını Akdeniz Üniversitesi Teknokent araştırma sahasının yaklaşık 26 bin m2 alanında kurulu olan Ar-Ge seralarında yürütüyor. Yakın zamanda tescil alan yeni çeşitleri piyasaya sürecek olan Areo Tohumculuk'un faaliyetleri ile birlikte şirket, ülkemizin ulusal tohum ihtiyacını karşılama ve dünya tohum pazarındaki payını artırmayı hedefliyor. Geçtiğimiz yıl, Avusturalya'da girişim sermayesi olarak kurulan Agriventis Technologies (A.T) şirketinin yüzde 51 hissesini satın alma kararını duyuran şirket, tohum alanında yurt dışı Ar-Ge iş birliklerinin güçlendirecek stratejik adımlar atıyor. İklim değişimine karşı önemli tohum ıslah çalışmaları bulunan Agriventis Technologies (A.T) şirketinin şirket bünyesine geçmesiyle, Areo Tohumculuk ileortak çalışmalara imza atılarak kuraklığa dayanıklı çeşitlerin üreticilerle buluşturulması ve Türkiye adaptasyonlarının Areo Tohumculuk üzerinden gerçekleştirilmesi hedefleniyor. 12 bin yıllık tohumlar Ata Siyez ve Mergüze'yi üretecek Tarımsal Araştırmalar ve Politikalar Genel Müdürlüğü (TAGEM) tarafından tescillenen Türkiye'nin tescilli siyez buğdayları Ata Siyez ve Mergüze'nin satış haklarını 5 yıllığına devralan şirket, Areo Tohumculuk ile 2022 yılı itibarıyla buğdayların üretimine, 2023 yılı ile de satışına başlamayı hedefliyor. Genetik olarak dünyanın ilk buğdayı olarak da kabul edilen siyez buğdayı, Anadolu topraklarında 12 bin yıldır genetiğini koruyor.

Deniz Salyasından Gübre, Tarım İlacı ve Temizlik Malzemesi Yapacaklar

Bursa Teknik Üniversitesi (BTÜ) Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesi, Biyomühendislik Bölümü laboratuvarlarında, deniz salyasından biyoteknolojik ürün geliştirmek için çalışmalar yürütülüyor. Deniz salyası üzerine uzun zamandır çalışma yürüttüklerini belirten Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mete Yılmaz, “Deniz salyasından yapılan gübreyi toprağa katarak verimini artırmaya çalışacağız” dedi. Marmara Denizi’nde şubat aylarında görülmeye başlanan ve yaklaşık 3 aydır etkili olan deniz salyası, tedirginliğe neden oldu. Bursa Teknik Üniversitesi (BTÜ) Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesi Biyomühendislik Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mete Yılmaz, deniz salyasının kaynağı olan mikro alglerin ekonomiye kazandırılması için laboratuvarlar çalışmalarına hız kazandırdı. Prof. Dr. Yılmaz, araştırma görevlisi Kübra Şentürk ve doktora öğrencisi Vesile Esra Dökümcüoğlu ile deniz salyasından aldıkları numuneleri mikrobiyolojik, toksikolojik ve kimyasal testleri yaparak, saf hale getirdi. Laboratuvar sonuçlarına göre geliştirilecek deniz salyasının gübre, tarım ilacı ve temizlik malzemesi olarak kullanılması hedefleniyor. ‘TOPRAĞIN VERİMİNİ ARTIRMAYA ÇALIŞACAĞIZ’ Prof. Dr. Mete Yılmaz, “Müsilaj çeşitli mikroorganizmalar tarafından oluşturulabilen bir yapı. Özellikle denizdeki mikro algler, plankton dediğimiz canlılar ortam koşulları sağlandığında aşırı derece çoğalabiliyorlar ve bazıları müsilaj maddesini salgılayabiliyor. Marmara özelinde düşünürsek, Marmara Denizi'ndeki kirlilik baskısı ve iklim değişikliğinden dolayı olan sıcaklık artışı bu canlıların üremesini çoğaltabiliyor. Canlılar aşırı derecede üreyince müsilaj salgılaması da yoğun oluyor ve deniz salyası dediğimiz olay meydana geliyor. Biz uzun yıllardır bu tür canlıların oluşturdukları müsilaj yapıları üzerine çalışıyoruz. Biliyoruz ki bunları biyoteknolojinin çeşitli alanlarına kaydırabiliriz. Örneğin tarımda verim artırmak için kullanılabiliyorlar, toprağın özelliklerini iyileştirebiliyorlar ya da ağır metal tutma kapasitelerinden kaynaklı olarak kurutulduktan sonra çevre temizlemede kullanılabilir. Bunun da ötesinde bazı müsilaj yapıları ilaç ham maddesi olarak kullanılabiliyor. Antiviral, antibakteriyel özellikleri var. Marmara’daki bu olay gündeme geldikten sonra topladığımız örnekleri çeşitli testlerden geçirdik. Örneğin bunların kimyasal, mikrobiyolojik, toksikolojik analizlerini yapıyoruz. Müsilaj maddesini, diğer maddelerden ayırıp saflaştırdık. İlerleyen aşamalarda bunların biyopestisit olarak kullanılabilme özelliklerini inceleyeceğiz. Bu projemizde tarımda zararlı böceklere karşı kullanılan kimyasalların yerine doğal ve doğada bozulabilen, insanlara ve çevreye zarar vermeyen yeni maddenin gelişmesi hedefleniyor. Müsilajı da burada kullanacağız. Ayrıca toprağa katarak da verimini artırmaya çalışacağız” dedi. ‘ÖZEL HASAR MAKİNELERİ GEREKİYOR’ Deniz salyasını toplamak için sistem üzerinde çalıştıklarını belirten Prof. Dr. Yılmaz, “Doğadan toplanması ve yararlı bir ürüne dönüştürülmesi  için bir özel hasat makineleri gerekiyor. Çeşitli mühendislik birimleriyle birlikte müsilaj ve mikroalglerin hasadını gerçekleştirebileceğimiz sistemler tasarlama konusunda irtibat halindeyiz. Bunların toplanıp hem çevreye zarar vermeleri önleniyor hem de bunların bir ürüne dönüştürülmesi hedefleniyor” diye konuştu. Kaynak : DHA

GAÜ'den Marmara Denizi’ndeki Müsilaj Problemine Karşı Biyoteknolojik Çözüm

Girne Amerikan Üniversitesi (GAÜ) Tıp Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Ali Ünyayar, Marmara Denizinde meydana gelen kirlilik, ardından oluşan müsilaj ve başa çıkma yöntemleri hakkında önemli açıklamalarda bulundu. “EĞER DOĞRU ÖNLEM ALINMAZSA, BALIK ÖLÜMLERİ VE HAVAYA YOĞUN MİKTARDA SÜLFÜR GAZI YAYILIMI KAÇINILMAZ” Açıklamasında, Müsilaj probleminin nasıl ortaya çıktığına değinen Prof. Dr. Ünyayar, “Evsel atıklar ve endüstriyel atıklar arıtılmadan Marmara denizine boşaltılmaktadır. Bu organik yük, kanalizasyon kökenli olduğundan, denizdeki mavi yeşil alglerin çoğalıp üremesine sebep olmaktadır. Denizdeki fosfor ve azot miktarına da bağlı olarak artan bu bakteriler, deniz yüzeyinde büyük bir tabaka halinde yerleşip, oksijen veya karbondioksit giriş çıkışlarını engellemesi manasına gelmektedir. Deniz yüzeyinde oluşan bu müsilaj dediğimiz kalın tabaka sebebiyle, deniz yüzeyinden su altına ışık girmediği için denizaltındaki deniz canlıları için fotosentez olayı engellenmiş oluyor. Kalın tabaka sebebiyle deniz altından yüzeyine kadar bir oksijen alışverişi olmadığı için, balıklarda ölümler olup, alglerin balıkların solungaçları üzerine yapıştığı için toplu balık ölümleri de gerçekleşecektir. Bu alglerin zamanla dibe çökmesi ile sülfür kokusu oluşacak, dipteki bakteriler ile çoğalıp suların zamanla karışması sebebiyle bu tabakanın atmosfere geçmesiyle çok kötü bir koku yayılacaktır. Denizde oluşan bu toksik maddeler midyelerde birikecek ve o mideyi yiyen insanlarda bu toksinlerden zehirlenip olumsuz şekilde etkilenmiş olacaklar. Bu geçici bir kirlenme değil, bu bakteriyi ağız yoluyla vücuda geçirildiğinde ishal vb. hastalıklar meydana gelebilecek. Bunun yanında, içerisinde yoğun protein barındıran müsilaj, zamanla deniz dibine çökerek orada bakteriler tarafından parçalanıp sülfür gazı oluşumuna neden olacaktır. Bu durum, sudaki oksijen seviyesinin azalarak balık ölümlerine ve havaya çok kötü koku yayılmasına neden olacaktır.  “6 AY SONRASINDA DENİZİ GERÇEK SAHİPLERİNE BIRAKMAK MÜMKÜNDÜR” Prof. Dr. Ali Ün yayar Marmara denizi bu noktadayken ne yapılabilir sorusuna da açıklık getirerek, “Biyoteknolojik olarak en basit çözüm için tuzlu suya dayanıklı poretinaz enzimi ve bunu üreten bakterileri denize püskürterek, protein yapıdaki müsilajı parçalayıp geçici olarak bozulan bu ekolojik dengeyi tekrar bozarak 6 ay sonrasında denizi gerçek sahiplerine bırakmak mümkündür. Bu 6 ay süresi boyunca denize girdi yapılan tüm kirlilik parametrelerini iptal edip, hiçbir şekilde atık veya arıtılmamış suyun denize girmesini engelleyerek bu problemin üstesinden gelebiliriz. “BU YÖNTEM İLE MARMARA DENİZİ ESKİSİNDEN DAHA TEMİZ HALE GELEREK, OLMASI GEREKEN MİKROBİYOTANIN ORAYA YERLEŞECEĞİNİ SÖYLEYEBİLİRİZ” Bu enzimleri önermemizin nedeni, patojen olmaması ve denizdeki canlı türlerine etkisi olmaması ile birlikte, müsilajın tükenmesinin ardından kaybolacak olmasıdır. Denizi kirleten faktörlerin tamamiyle ortadan kadırarak bu sistemi uygularsak eğer, 6 ay yada 1 sene içerisinde Marmara Denizi eskisinden daha temiz hale gelerek, olması gereken mikrobiyotanın oraya yerleşeceğini söyleyebiliriz. GAÜ Tıp Fakültesi olarak bu konuda her türlü yardıma hazırız. Yeter ki çevremizi ve geleceğimizi kurtaralım.” Kaynak : AA

Türk Nanoteknoloji Firmasına NASA'nın Mars Çalışmaları Yarışmasında Birincilik Ödülü

Teknopark İstanbul’un Kuluçka Merkezi Cube Incubation’da Ar-Ge çalışmalarını yürüten Nanosilver; 11. Uluslararası Nano Teknoloji Konferansı ve 6. Dünya Yeni Teknolojiler Konferansı’nda ‘En İyi Araştırma’ Ödülleri’nden sonra NASA’nın Mars çalışmaları yarışmasında da birincilik ödülü aldı. Teknopark İstanbul açıklamasına göre, genç girişimciler Rona Gürçay ve Tanra Gürçay tarafından kurulan ve Teknopark İstanbul’un Kuluçka Merkezi Cube Incubation’da Ar-Ge çalışmalarını yürüten Nanosilver, soy metalleri nano boyutlarda üreterek çeşitli sektörlere ham madde sağlıyor. Salgın döneminde Uluslararası Akredite Laboratuvarlar tarafından yeni tip koronavirüs (Kovid-19) üzerinde yüzde 99,99 etkinliği kanıtlanan nano gümüş spreyleri ile uzun süreli koruma ve maksimum etkili hijyen çözümleri geliştiren firma, stratejik nano teknolojilerle Türkiye’yi dünya ligine çıkaracak çalışmalar da yapıyor. Teknopark İstanbul’da faaliyet gösteren Nanosilver, ABD'de düzenlenen 11. Uluslararası Nano Teknoloji Konferansı’nda, 'Yılın Araştırma Ödülü'nü kazandı. Ardından düzenlenen 6. Dünya Yeni Teknolojiler Konferansı’nda, geliştirdikleri inovatif üretim teknikleriyle 'Yılın Araştırma Ödülü' de yine Nanosilver'ın oldu. Bu ödüllerin ardından başarısı dünyada yayılan Nanosilver, NASA'nın bir diğer Mars çalışmaları yarışmasında da birincilik ödülü aldı. Aldığı ödüller sonrası 'Uzay Mekiklerinin Yüzeylerinin ve Kullanılan Ekipmanların Nano Gümüşle Kaplanması' ve 'Uzayda Nano Gümüşle Arıtma' projelerinde NASA ile çalışmaya başlayan Nanosilver geliştirdiği yüzde 100 yerli ve milli teknolojilerle Türkiye Uzay Ajansı’na da katkıda bulunacak. Ayrıca Nanosilver’ın ödül aldığı projelerde geliştirdiği teknolojiler Mars araştırmalarında kullanılacak. - Az sayıda ülkenin üretebildiği 'Titanyum DSA Elektrot Kaplama' üretmeyi başardı Açıklamaya göre, yeni ve gelişmiş teknolojik çalışmaların hız kesmeden sürdürüldüğü Teknopark İstanbul’da faaliyet gösteren Nanosilver, çok az ülkenin gerçekleştirebildiği ‘Titanyum DSA Elektrot Kaplama’ üretmeyi başararak soy metalleri nano boyutlarda üreterek çeşitli sektörlere ham madde sağlıyor. Ekolojik teknolojiler ile sentezlenen, üretim sırasında ve sonrasında içerisinde hiçbir artık, atık, kimyasal barındırmayan; yüzde 99,99 saflıkta gerçek nano metal hammaddeler üreten firma, bu hammaddelerle ileri teknolojili nano ürünler geliştiriyor. Nanosilver tarafından üretilen malzemeler; medikal, robotik, uzay araştırmaları, gıda, turizm, tekstil, dayanıklı tüketim, arıtma sistemleri, tarım ve hayvancılık gibi birçok sektörde kullanılan, alternatifleri bulunmayan ileri malzemeler arasında yer alıyor. - Hijyen robotları ve nano hijyen spreyleri ile salgına çözüm sunuyor Özellikle salgın döneminde Dünya Sağlık Örgütü’nün tanımlamış olduğu koruyucu sprey özelliklere sahip HYGO Nano Gümüş Hijyen Spreyi piyasada çok büyük ilgi görüyor. Maliyet açısından toplumun her kesimi tarafından erişilebilir olan ürünler ithal muadillerine nazaran her yönüyle çok büyük avantajlar sağlıyor. Farklı sektörlerin farklı ihtiyaçlarına özel üretimler gerçekleştiren Nanosilver, farklı problemlere de çözümler sunuyor. Nanosilver’ın Bizero Robotics firması ile geliştirdiği HYGO Hijyen Robotu, kitle ulaşım araçları ve alışveriş merkezleri gibi sosyal alanları nano gümüş püskürterek kaplayarak ortak temas noktalarını steril hale getiriyor. Nisan sonunda İzmir’den sonra İstanbul’da da kullanılmaya başlanacak HYGO Hijyen Robotu, 50 nanometreden küçük gümüş taneleri içeren formülü sayesinde bakteri ve virüslerin tamamını uzun süreli olarak etkisiz hale getiriyor. - 'Uzay araştırmalarında nano gümüş teknolojisi kullanılıyor' Açıklamasa konuya ilişkin görüşlerine yer verilen Nanosilver Üst Yöneticisi (CEO) Tanra Gürçay, bir sonraki Ar-Ge adımlarının 3 boyutlu yazıcılarla çalışmak olduğunu dile getirdi. Projenin bilgi ve teknoloji aktarımının tamamını İstanbul Teknik Üniversitesi’nden yaptıklarını belirten Gürçay, 'Bu yöntem ve tekniklerle nano gümüş üretimi yapan Türkiye’nin ilk ve tek şirketiyiz. Halen 14 Ar-Ge projesi yürütüyoruz.' ifadelerini kullandı. Gürçay, 'Uzay araştırmalarında nano gümüş teknolojisi kullanılıyor. Dünya dışı varlık araştırmalarında, dünyadan hiçbir mikroorganizmanın uzaya taşınmaması gerekiyor ki, yanıltıcı sonuçlar çıkmasın. Bu sebeple araç yüzeyleri nano gümüşle kaplanıyor. NASA’ya sunduğumuz ve birincilik elde ettiğimiz proje kapsamında geliştirdiğimiz nano gümüş tekniği, NASA’nın uzay çalışmalarında, yüzey kaplama tasarımlarında, su arıtma projelerinde kullanılacak. Nano gümüş çok büyük hacimdeki sıvıları arıtmaya imkan sağlıyor.' değerlendirmesinde bulundu - 'Elektrotun tamamı yerli, milli ve maliyeti yüzde 50 daha az' ​​​​​​​Teknopark İstanbul’a da değinen Gürçay, 'Teknopark İstanbul’da ülkemiz için stratejik öneme sahip üretimler gerçekleştiriyoruz. Dünyada çok az sayıda ülke tarafından üretilebilen Titanyum DSA Elektrot Kaplama teknolojisini özgün üretim tekniğimizle geliştirerek Türkiye’de üretmeyi başardık. Ülkemiz savunma sanayi açısından stratejik önemdeki bu malzemeyi ithal eden yerli firmalarımızdan büyük talep alıyoruz. Elektrotun tamamı yerli, milli ve maliyeti ithal muadillerine göre yüzde 50 daha az.' açıklamasında bulundu. Kaynak : AA

Teknopark İstanbul, En Fazla Patentli Girişimin Bulunduğu Teknopark Oldu

Teknopark İstanbul, Patent Effect'in yayınladığı '2020 Yılı Patent Performansları Listesi'nde 52 girişimci firma ile Türkiye genelinde en fazla patentli girişime ev sahipliği yapan teknopark oldu. Teknopark İstanbul açıklamasına göre, Türkiye'deki özel kurum ve kuruluşların yanı sıra teknoparkların da performansını ortaya koyan listede ilk sıraya yerleşen Teknopark İstanbul'da özellikle sağlık alanında alınan patentlerdeki artış dikkati çekiyor. 2020 yılında medikal teknoloji ve sağlık alanında 16 farklı patente erişen Teknopark İstanbul girişimleri, Türkiye'nin sağlık alanında yerli teknoloji geliştirmelerine olan talebin arttığını ortaya koyuyor. Teknopark İstanbul girişimlerinin sağlık alanındaki patentlerini, siber güvenlik, yapay zeka, elektronik, otomasyon gibi alanlar takip ederken, girişimlerin kuantum teknolojisi gibi önemli alanlarda da patent aldığı görülüyor. Teknopark İstanbul'un özellikle derin teknoloji girişimlerine ev sahipliği yaptığı göz önünde bulundurulduğunda, her bir patentin Türkiye'nin teknolojide bağımsızlık hedefi noktasında katkı sunması bekleniyor. Kuluçka merkezi Cube Incubation ile girişimcilere dünya standartlarında imkanlar sunan Teknopark İstanbul, girişimcilerin fikirlerinin ticarileşmesi ve güvence altına alınması için teknoloji transfer ofisi Connectto aracılığıyla bilgilendirme ve hibe konusunda destekler sunuyor. 2020 yılında yapılan 33 patent başvurusunun 26 tanesi Teknodestek programı kapsamında verilen hibe desteğiyle gerçekleşti. Teknopark İstanbul yönetimi tarafından Teknodestek kapsamında patent ve faydalı model başvuruları için 3 bin 500 TL, endüstriyel tasarım tescili için ise 1.000 TL'ye kadar geri ödemesiz hibe desteği sağlanıyor. 2021 itibarıyla destek kapsamı genişletilerek patent başvurusu sonrası yapılması gereken işlemlerden, patent araştırma ve inceleme ücretlerinin her biri için de 1.000 TL hibe desteği de verilmeye başlandı. Ayrıca 2021 itibarıyla uluslararası patent başvuruları için de 5 bin TL'ye kadar hibe desteği verilmeye başlandı. Bu yeni destekler kapsamında 2021'de patent alan girişim sayısını yüzde 40 artırmaya odaklanan Teknopark İstanbul'da 2021'in ilk çeyreğinde 11 farklı patent başvurusu yapıldı. 'Girişimcilerimizi her zaman desteklemeyi görev edinmiş durumdayız' Açıklamada görüşlerine yer verilen Teknopark İstanbul Genel Müdürü Bilal Topçu, Teknopark İstanbul'un 2020 yılında patent rekoru kırmasında özverili çalışma ve girişimcileri her alanda destekleme misyonunun kritik bir önem taşıdığını ifade etti. Topçu, şunları kaydetti: "Teknopark İstanbul olarak, bilimsel araştırma yapan firma ve girişimcilere, ürün geliştirme konusunda imkanların sağlanması, geliştirilen ürünlerin ticarileşmesi, firma stratejilerinin belirlenmesi, projelerin planlanması, sürekliliğin sağlanması, geliştirilen ürünlerin sanayiye aktarılması, iş birlikleri ve anlaşmalarda aktif rol alması, fikri ve sınai mülkiyet hakları konusunda eğitimler düzenleyerek farkındalığı artırmak ve başvuru desteği sağlamak gibi ihtiyaç duyulan konularda çalışmalarımızla destek oluyoruz. Sunduğumuz destekler ve ortaya koyduğumuz çalışmalarla patent indekslerinde ilk sıraya yerleşmemiz oldukça gurur verici. Teknopark İstanbul olarak firma ve girişimcilerimizi her zaman desteklemeyi görev edinmiş durumdayız. Hem kuluçka merkezi ekibinin yoğun çalışmaları ve hem de teknoloji transfer ofisimiz Conectto, sınai haklar birimimizin kritik çalışmaları bu patentlerin alınmasında önemli bir katkıya sahip. Her iki ekibimize de özverili çalışmalarından dolayı teşekkür ediyoruz. Teknopark İstanbul yönetimi olarak girişim ekosistemine katkı sunmaya ve 2021 yılında yeni başarılara imza atmaya devam edeceğiz."

İklim Değişikliğine Dayanıklı

Boğaziçi Üniversitesi Moleküler Biyoloji ve Genetik Bölümü’nden Dr. Öğr. Üyesi Steven Footitt ve ekibi, iklim değişikliğine dayanıklı “akıllı bitki”lerin üretilmesi için gereken genetik araştırmalarına başladı. Boğaziçi Üniversitesi Bilimsel Araştırma Fonu (BAP) tarafından desteklenen iki yıl sürecek projeyle iklim değişikliğinin bitki tohumlarında çimlenmeyi önleyen uyku halini nasıl etkilediği gen araştırmalarıyla ortaya çıkarılacak. Footitt’e göre böylelikle akıllı bitkilerin üretilmesine büyük katkı sağlanarak, Türkiye’de tarım ve gıda güvenliği konusunda önemli bir adım atılmış olacak. “AŞIRI SICAKLIK ÇİMLENMEYİ ÖNLÜYOR" Dünya çapında çeşitli ülkelerdeki çalışmalarının ardından 2019’da Boğaziçi Üniversitesi’ne gelen Dr. Öğr. Üyesi Steven Footitt, iklim değişikliğine bağlı olarak aşırı sıcakların tohumları ikinci bir uyku haline sokarak, çimlenmeyi engelleyebildiğini belirtiyor. Bunun aslında hayatta kalma stratejisi olduğunu söyleyen bilim insanı Türkiye’de gıda güvenliğini tehdit edebilecek bu süreci şöyle anlatıyor: “Bitkiler, aşırı sıcaklık gibi stres olayları karşısında hayatta kalmak için stratejiler geliştirir. Çünkü doğal seçilim, bitkilerin bu tür zorlu koşulları tolere etmesine veya bunlardan kaçınmasına yardımcı olan mekanizmalar geliştirilmesini sağlamıştır. Bu davranışlardan biri birçok bitkinin tohumlarında gerçekleşen uyku hali (dormansi) ile birlikte bitki büyümesinin durması. Tohumlar ana bitkiden dağıldıktan sonra tetiklenen uyku hali; uygun su, ışık ve sıcaklık koşulları altında da olsa çimlenmeyi önlemeye devam edebilir. Tohumlar, çimlenmeye olanak sağlayan çevresel etkenlere duyarlı hale gelene kadar bu uyku durumunun azalması gerekli. Ancak tohumların dağılmasından sonra aşırı sıcaklık gibi çimlenmeyi önleyen koşullar hala devam ederse, çok daha derin bir ikincil uyku hali ortaya çıkar. Bu şekilde tohumlar, uygun koşullar oluşana kadar toprakta birkaç yıl yaşayabilir. Bu, aslında çoğu yabani bitki tarafından hayatta kalmak için kullanılan bir korunma stratejisi. Bu strateji, farklı bitki popülasyonlarının adapte olduğu çevrelere bağlı olarak türler arasında farklılık gösterir.” “TOHUMUN ÇİMLENMESİNİ ENGELLEYEN GENLER HARİTALANDIRILACAK" Dr. Steven Footitt ve ekibi yüksek genetik çeşitliliğe sahip “Arabidopsis” bitkisi üzerinde yapacakları genetik haritalandırma çalışmalarıyla, tohumlardaki bu uyku hali mekanizmasını çözmeyi hedefliyor. Bunun iklim değişikliğine dayanıklı “akıllı bitkiler”in geliştirilmesine çok büyük katkılar sunacağını vurgulayan bilim insanı, “Proje kapsamında model bitki olarak ‘Arabidopsis’i kullanacağız. Bu bitki ortalama 30-40 günlük ömre ve beş kromozom üzerinde yaklaşık 25 genlik küçük bir genom yapısına sahip. Arabidopsis türlerindeki genetik çeşitlilik seviyesi yüksek ve bu da farklı ekotiplerde iklim adaptasyonu ile meydana gelen varyasyonların belirlenmesini kolaylaştırıyor. Ben ve ekibim aşırı sıcaklık gibi ikinci uyku haline neden olarak tohumun çimlenmesinin önüne geçen süreçlerin düzenlenmesinde rol oynayan, iklime adapte olmuş genleri haritalandıracağız. İklim değişikliğine uyum sağlamak için aynı türün genetik olarak farklı tohumlarının uyku halini kullanarak nasıl hayatta kaldıklarını inceleyeceğiz. Bu da bize ilerleyen zamanlarda iklim değişikliğine uyumlu bitkilerin yetiştirilebilmesi için büyük katkılar sağlayacak. Bu, Türkiye’de tarım ve gıda güvenliği için de çok büyük bir adım” diye konuşuyor. “ELDE EDİLECEK BİLGİLER GENETİK BİTKİ ÇEŞİTLİLİĞİNİ KORUMAK İÇİN ÖNEMLİ" İki yıl sürmesi planlanan proje sonunda ortaya çıkacak veriler, karşılaştırmalı olarak incelenmiş bitki davranışlarından hangisinin iklim değişikliğine daha iyi yanıt verebildiğini ortaya çıkaracak. Bilim insanı, Türkiye’nin zengin bir doğal floraya sahip olduğunu, bu nedenle bitkilerin iklim değişikliği karşısındaki tepkilerine dair elde edilecek bilgilerin, genetik bitki çeşitliliğini korumak adına önemli olacağının altını çiziyor. Ayrıca projeden elde edilecek verilerle, ikinci uyku halini azaltarak tarımsal açıdan bitkilerde daha hızlı çimlenmeyi sağlayacak elit soyların üretilmesinde kullanılabilecek genler anlaşılmış olacak. Dr. Öğr. Üyesi Steven Footitt kimdir? Dr. Öğr. Üyesi Steven Footitt, yıllardır tohumlarda uyku haliyle ilgili moleküler ve eko-fizyolojik çalışmalar yürütüyor. North East London Politeknik’ten mezun olan Dr. Footitt, henüz lisans eğitimi sırasında stajyer olarak Kraliyet Botanik Bahçeleri’nde çalışmaya başladı. Daha sonra doktorası için ABD’deki Louisiana Eyalet Üniversitesi’nde pirinç tohumunda dormansi üzerine araştırmalar gerçekleştirdi. Doktora sonrasında Edinburgh Üniversitesi, İsveç Tarım Bilimleri Üniversitesi, Uppsala, dünyanın en eski tarımsal araştırma enstitülerinden olan Rothamsted Research ve Warwick Üniversitesi dahil olmak üzere bir dizi üniversitede doktora sonrası bilim insanı olarak görev aldı. Warwick Üniversitesi’nde Prof. Bill Finch- Savage ile ortak yürüttüğü çalışmada, topraktaki tohumların çevresel sinyallere nasıl tepki verdiğini daha iyi anlamak için gerçekleştirilen dormansi ile ilgili moleküler eko-fizyolojik çalışmalara öncülük etti. Bilim insanı 2019’da Boğaziçi Üniversitesi Boğaziçi Üniversitesi Moleküler Biyoloji ve Genetik Bölümü kadrosuna katıldı. Kaynak : Dünya 

3 Büyük Üniversiteden Biyoteknolojide İş Birliği

Yıldız Teknik Üniversitesi (YTÜ), İstanbul Üniversitesi-Cerrahpaşa ve Marmara Üniversitesi, Türkiye ekonomisi açısından stratejik öneme sahip biyoteknoloji alanında iş birliğine imza attı. Bu kapsamda her üç üniversitenin alanında uzman öğretim üyelerinin katılımıyla, yapay zekâ teknolojileri, doku mühendisliği, insan ve hayvan moleküler biyoloji ve genetiği gibi alanlarda Ar-Ge gerçekleştirilecek. Ayıca üniversite öğrencilerinin mesleki gelişimlerini desteklemek amacıyla staj olanağı da sağlanacak. İşbirliğiyle ilgili bilgi veren YTÜ Rektörü Prof. Dr. Tamer Yılmaz, şunları söyledi: “Bir Ar-Ge üniversitesiyiz ve dört alanda öne çıkıyoruz; biyoteknoloji, temiz enerji, savunma teknolojisi ve dijital teknolojiler. Değerli ve her biri kendi alanında uzman öğretim kadrolarının katkısıyla kuracağımız bu yeni yapıda, ekonomimiz açısından stratejik öneme sahip biyoteknoloji alanında Ar-Ge çalışmaları yürüterek geliştirilecek buluşları, sanayimizin hizmetine sunmak istiyoruz.” Üniversitelerin her birinin yetkinlik alanlarının birbirinden farklı olduğunu vurgulayan İstanbul Üniversitesi-Cerrahpaşa Rektörü Prof. Dr. Nuri Aydın da “Güç birliğiyle  hem sağlıkta hem biyoteknolojide daha ileri noktaya, üniversite-sanayi iş birliğini de içine katarak ilerleyeceğimize inanıyorum” dedi. Üç köklü üniversitenin güçlerini birleştirdiğine dikkat çeken Marmara Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Erol Özvar ise “Bu aslında Türkiye’deki yüksek öğretim kurumları arasında bir sinerji üretmek bakımından örnek olabilecek bir iş birliği” diye konuştu. Kaynak : Basın Bülteni

KTÜ Yerli İlaç Üretimi Hedeflerinin Hacmini Genişletiyor

Türkiye'de kurulan ikinci teknik üniversite olan Karadeniz Teknik Üniversitesinde (KTÜ) milli ve yerli üretime destek amacıyla Ar-Ge yapacak uygulama ve araştırma merkezlerinin sayısını artırmak için çalışmalara devam ediliyor. KTÜ bünyesinde ilk olarak, ülkenin milli ilaç üretimi hedefleri doğrultusunda 2018 yılında preklinik araştırmalarla ilaç etkin maddesi ve ilaç formülasyonları geliştirmek için İlaç ve Farmasötik Teknoloji Uygulama ve Araştırma Merkezi (İLAFAR) kuruldu. Doğu Karadeniz'de ilk ve tek olan, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığınca da desteklenen merkezde beşeri ilaç ağırlıklı olmakla birlikte veteriner ve zirai ilaçlara ilişkin çeşitli çalışmalar yapılıyor. Üniversitenin Ar-Ge çalışması yapacak ikinci merkezi ise medikal alanında hizmet verecek. Kanuni Kampüsündeki KTÜ Bilimsel Araştırmalar Merkezi binasının bir katında konuşlandırılan Medikal Cihaz Tasarım ve Üretim Uygulama ve Araştırma Merkezi'nin yönetmeliği 29 Mart 2021 tarihli Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girdi. "Katma değeri yüksek ürünler üretmeyi planlıyoruz"  Rektör Prof. Dr. Hamdullah Çuvalcı, AA muhabirine, 1955 yılında kurulan KTÜ'nün ülkenin dördüncü, teknik alanda ise ikinci üniversitesi olduğunu söyledi. KTÜ'nün teknik konularda daha da öne çıkması gerektiğini belirten Çuvalcı, üniversitenin aynı zamanda bölgeye hizmet veren tıp fakültesi ve hastaneyi de bünyesinde bulundurduğunu aktardı. Çuvalcı, ülkenin milli ve yerli konseptine dayalı üretim atağını çok önemsediğini ifade ederek, bu anlamda savunma ve havacılık sektörlerine gelen büyük heyecanı tüm alanlara yaymak gerektiğini vurguladı. Bu düşünce doğrultusunda KTÜ'nün yetkin alanlarından mühendislik ve tıp fakültelerindeki akademik altyapıda işbirliğini artırmak için harekete geçtiklerini dile getiren Çuvalcı, İLAFAR'ın ardından bu kez ülkenin öncelikli kalkınma alanlarından olan medikal cihazlar üzerine odaklanmayı seçtiklerinin altını çizdi. Çuvalcı, medikal cihaz alanında katma değeri yüksek ürünler üretilebildiğine dikkati çekerek, "Ülkemizden bu alan için büyük döviz çıktısı oluyor. Çok yüksek fiyatlarla dışarıdan ithal ettiğimiz ürünlere ilişkin çalışmaları, Medikal Cihaz Tasarım ve Üretim Uygulama ve Araştırma Merkezinde yapacağız. Prototip üretimlerini bu merkezimizde gerçekleştireceğiz." dedi. Merkezde mühendislerden oluşan 5 kişilik ekibin çalışmalara başladığını belirten Çuvalcı, "Bazı cihazlar alındı, yeni cihazlar da alacağız. İleride üretim için know-how aldıktan, geliştirdikten sonra iş adamı yatırımcılarla oturup lisans anlaşması yapacağız inşallah. Katma değeri yüksek ürünler üretmeyi planlıyoruz. Akademisyen altyapımız var, yeni eleman da alıyoruz. Merkez için plastik printerimiz var, metal printer de alıyoruz 3 milyon liraya." ifadelerini kullandı. Çuvalcı, medikal cihazların geniş kullanım alanı olduğunu ifade ederek, şu değerlendirmede bulundu: "Diş hekimliğinde kullanılan bazı ürünleri burada yapabileceğiz. Örneğin çene kemiğine monte edilen bazı implantlar burada yapılabilecek. Çok geniş ürün gamımız var. Merkez için ilk etapta 5 milyon liralık yatırım öngörüldü. İleride ürün Ar-Ge'si bittiği zaman burası aslında kendi kendini çevirebilecek. Şu anda videolu laringoskop, kalp-akciğer makinesi gibi bazı ürünler üzerinde Ar-Ge çalışmaları başladı. Ar-Ge çalışması kısa zamanda olacak bir şey değil, bununla ilgili altyapı, insan kaynağı, mekan önemli. Bizim bu anlamda böyle bir irademiz var." Üniversitelerin sadece bilimin yapıldığı, öğrenci yetiştirilen değil, topluma faydalı işlerin üretildiği yerler de olduğunu, bu manada toplumsal faydayı çok önemsediklerini vurgulayan Çuvalcı, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığının da çok güzel teşvikleri olduğuna işaret etti.  KTÜ bünyesindeki İLAFAR'a değinen Çuvalcı, "Şimdi ise Medikal Cihaz Tasarım ve Üretim Uygulama ve Araştırma Merkezi başladı. Yakın zamanda da manyetik malzeme üzerine bir üretim merkezi kurmayı planlıyoruz, buna ilişkin çalışmalarımız devam ediyor." diye konuştu. Çuvalcı, akademisyenlerden gelen ürün çıktısı olan çalışmaları her zaman desteklediklerinin altını çizerek, şunları kaydetti: "İLAFAR şuanda yaklaşık 1,5 milyon liralık cihaz istiyor. Vereceğiz, niye? Çıktısı var çünkü. Orada 7-8 akademisyenimiz heyecan ve gayretle ülkeye faydalı ürün geliştirmek için çalışıyorlar. Çalışana destek bizden ama ürün üretecek, bize diyecek ki, 'Ben şu uçağın, şu parçasını yapacağım' o zaman destek veriyorum. İnşallah güzel işler yapacağız. KTÜ teknik üniversite, 60 yıllık kültümüz, çok değerli hocalarımız var. Güzel işler yapacağımıza inanıyorum." Kaynak : AA

Toplumun Biyolojik Hafızası: Biyobanka

Biyolojik örneklerin toplandığı biyobankalar, kanser, nadir hastalık ve salgınlarla mücadelede önemli rol oynuyor. Teknolojinin sınırlı kaldığı araştırmaların ileride yapılabilmesi, biyobankalarla mümkün olacak. Türkiye'de 6 biyobanka bulunuyor. Tüm dünyada giderek yaygınlaşan salgınlar... Kanser, obezite gibi kompleks hastalıklar... Aşı, tanı ve tedavi protokollerinin geliştirilmesinin hızlanması, zorlu sağlık sorunlarının çözümünde önem kazanıyor. Bu noktada devreye biyobankalar giriyor. Biyobankalar, belirli bir hastalığa özel, biyolojik materyal ve verilerin toplandığı, kataloglandığı ve saklandığı platformlar... Biyobankalar toplumun biyolojik hafızasını oluşturuyor. Saklanan örnekler ve veriler, sadece onam verilen amaçlar için kullanılabiliyor. Türkiye'de farklı illerde 6 aktif biyobanka bulunuyor. Onlardan biri İzmir Biyotıp Genom Merkezi bünyesinde, 2017 yılından beri faaliyette... Merkezde kanser, nadir hastalıklar ve COVID-19 gibi enfeksiyon hastalıklarına yönelik araştırmalar, antikor temelli biyoteknolojik ilaçlar ile aşılar, erken tanı ve tedaviye yönelik yeni teknolojiler geliştiriliyor. 31 araştırma ekibi, biyotıp ve genom bilimlerinin farklı alanlarında çalışmalarını sürdürüyor. İzmir Biyotıp Genop Merkezi Biyobanka Platform Direktörü/Araştırma Grup Lideri Prof. Dr. Neşe Atabey ile Biyobanka Birim Yöneticisi Dr. Sanem Tercan Avcı, TRT Haber'in sorularını cevapladı. Biyobanka nedir ve önemini nasıl anlatırsınız? Biyobankalar, bir popülasyona veya belirli bir hastalığa özel, onam veren kişilerden sistematik olarak toplanmış biyolojik materyallerin ve bunlarla ilişkili verilerin toplandığı, kataloglandığı ve saklandığı platformlardır. Bu örnekler ve veriler biyobankalarda hastaların kimlik bilgileri kodlanarak, kişisel veri güvenlik ilkelerine uygun olarak saklanmakta ve araştırmacılar tarafından sadece onam verilen amaçlar için, hastanın mahremiyeti sağlanarak, yasal ve etik düzenlemelere uygun olarak kullanılabiliyor. Yeni bulaşıcı hastalık salgınlarının, kanser/obezite gibi kompleks hastalıkların giderek arttığı dünyamızda, bu hastalıklardan korunmaya yönelik aşıların, tanı ve tedavi protokollerinin geliştirilmesinin hızlanması, can kayıplarının azalması için güvenilir tanı kitleri, etkin aşılar ve ilaçlar geliştirilmesi, geliştirilen moleküllerin etkinliğinin hızla test edilmesi kritik öneme sahip. Tüm bu amaçlar için biyobanka standartlarına uygun olarak toplanmış/saklanmış biyolojik örneklere ihtiyaç var. İBG ne zaman kuruldu? Kaç laboratuvar ve bilim insanı çalışıyor? Hangi alanlarda çalışma yapılıyor? Dokuz Eylül Üniversitesi (DEÜ) bünyesinde kuruluş fikri 15 yıl öncesine uzanan, 2014’te Uygulama ve Araştırma Merkezi, 2015’te ise Araştırma Enstitüsü olarak faaliyete geçen İzmir Biyotıp ve Genom Merkezi (İBG), 2017 yılı ağustos ayında 6550 sayılı yasa kapsamında desteklenerek Türkiye’nin Yaşam Bilimleri alanında ilk “Tematik Araştırma Merkezi” olarak kamu tüzel kişiliği kazandı. İBG’de devam etmekte olan bilimsel çalışmalar genel olarak özellikle nadir hastalıklar ve kanser alanlarına odaklanmış olup, bu alanlarda genomik, epigenomik, biyoinformatik, hesaplamalı yapısal biyoloji, immünoloji, sinirbilim, biyomühendislik gibi farklı alanlarda yetkin araştırmacılar ile nöroloji, metabolizma, gastroenteroloji, onkoloji, hematoloji gibi alanlarda uzmanlaşmış klinisyenler bir arada yeni bilgi ve ürünler geliştirmek için multidisipliner bir yaklaşımla çalışıyor. İBG, araştırmalar sonucu üretilen bilgilerin özellikle nadir hastalıklardan ve kanserden etkilenen hastalara ve topluma fayda sağlayacak ürünlere/katma değere dönüşmesi için gereken süreyi kısaltmak amacı ile temel, translasyonel ve klinik araştırmaları birbirine bağlayan bir kesişim noktası olmayı hedefliyor. İBG’de öncelikli olarak kanserlere, nadir hastalıklara ve COVID-19 gibi enfeksiyon hastalıklarına yönelik temel ve translasyonel araştırmalar, antikor temelli biyoteknolojik ilaçlar ile rekombinant protein temelli aşılar, erken tanı ve tedaviye yönelik yeni teknolojiler geliştiriliyor. Biyotıp ve genom bilimlerinin farklı alanında araştırmalar yapan 31 araştırma grubu lideri/platform yöneticisi görev yapıyor. Bu kişiler baş araştırmacılar veya lider baş araştırmacılar olup, çoğunluğu (%80) beyin göçü ile yurtdışındaki saygın kurumlardan ülkemize dönen bilim insanlarından ve ülkemizde farklı üniversitelerde araştırmalarını sürdürmekte olan, alanlarında yetkinliğini kanıtlamış akademisyenlerden (%20) oluşuyor. İBG’de yapılan araştırmaların toplum sağlığına ve ülkemize katkısını artırmak için, araştırma grup liderlerinin yanı sıra; ülkemizdeki farklı üniversitelerden yarı zamanlı görevlendirilen farklı klinik ve temel tıp alanlarında uzman araştırmacılar, araştırmacılar, araştırma teknisyenleri, Ar-Ge çalışanları da görev yapmaktadır. İBG’de ayrıca 9’u doktora sonrası araştırmacı ve çoğunluğu doktora öğrencisi olmak üzere, yüzden fazla lisansüstü/lisans öğrencisi genç eğitim almakta ve araştırma faaliyetlerine katkı sağlıyor. Ar-Ge ve hizmet birimlerine, teknik/idari hizmetlerde çalışanlar da dahil edildiğinde İBG’de toplamda yaklaşık 250 kişilik bir ekip çalışıyor. Bu çok disiplinli tamamlayıcı yapı, kompleks bilimsel soruların yanıtlanabilmesinde olduğu kadar bilgi, teknoloji ve ürüne giden yolun kısalmasını sağlamak için önemli... Bu nitelikli insan gücü ve altyapı desteği ile halihazırda İBG'de çalışan olan grup liderleri, aralık 2020 itibarıyla merkezimizde aktif olarak toplam 65 dış destekli proje yürüyor. Koronavirüs sürecinde biyobankaların önemi arttı mı? Salgın sürecinde biyobankaların mücadeleye katkısı ne oldu? Pandemiler bireysel/bölgesel çözümlerin tek başına yeterli olmadığı olağanüstü durumlar. Böyle olağanüstü durumların üstesinden ancak bilimsel farkındalık ve iş birliği ile gelinebilir. Pandemiye neden olan patojenlere karşı çok hızlı bir şekilde güvenilir tanı kitleri, etkin aşılar ve ilaçlar geliştirmek yaşamsaldır. Biyobankalardaki biyolojik örnekler ve tüm dünyadaki biyobankalar arasında hızla gerçekleşen iş birlikleri, COVID-19 tanı kiti, aşı ve ilaçların geliştirilmesine ve etkinliğinin test edilmesine çok önemli bir katkı sağladı. Bu sayede bir yıldan daha kısa bir sürede çok sayıda tanısal ürün, aşı ve ilaç adaylarının hızla test edilmesi ve pandemi ile global olarak mücadele edebilmemiz mümkün oldu. Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de çok sayıda araştırmacı, bu hastalıktan korunmaya yönelik aşı, tanı ve tedavi protokollerinin geliştirilmesinin hızlanması, can kayıplarının azalması için proje ekipleri oluşturdular. Biz de TÜBİTAK desteği ile yürütülen COVID-19 aşı, ilaç ve diagnostik kit geliştirme çalışmalarına destek sağlamak için Avrupa /dünya biyobankacılık ağları ile eş zamanlı COVID-19 biyobankaları eğitimlerine aktif katılım sağladık. Ülkemizde benzeri çevrim içi etkinlikler düzenledik, TÜBİTAK STAR bursiyerlerini bu alanda yetiştirmeye başladık. Dünya Sağlık Örgütü ve T.C. Sağlık Bakanlığı “COVID-19 (SARS-CoV2 ENFEKSİYON) KILAVUZU” doğrultusunda COVID-19 örneklerinin biyobankalanmasına ilişkin standart çalışma prosedürlerini hasta bilgilendirme ve onam formlarını hazırladık, etik ve yasal izinler aldık, gerek klinisyenler ve araştırmacılar, gerekse sağlık çalışanları ve hastaları COVID-19 biyobankaları konusunda bilgilendirildik. Tüm bu süreçlerin tamamlanmasının ardından 1 Haziran 2020 itibarıyla COVID-19 negatif ve pozitif gönüllülerden alınan biyolojik örneklerin biyobankalanması sürecine başlanmıştır. Bu biyolojik örnekler İBG’de geliştirilmekte olan tanı kiti, aşı ve ilaç geliştirme çalışmalarına, COVID-19 hastalığının temellerinin ve SARS-COV-2 biyolojisinin anlaşılmasına önemli katkılar sağlamaktadır ve gelecekte de sağlamaya devam edecek. Türkiye'nin biyobankaları dünyada hangi konumda yer alıyor? Türkiye, Avrupa Biyobanka ve Biyomoleküler Kaynaklar Araştırma Altyapısı'nın (BBMRI-ERIC, https://www.bbmri-eric.eu/) gözlemci üyesi. İBG-Biyobanka Platformu Türkiye Koordinatörü olarak görev yapıyor. BBMRI-ERIC COVID-19 toplantıları aktif olarak takip edilmekte; bu konuda yapılan düzenlemelerin ülkemizde uygulamaya geçirilmesi için öneriler ve ilgili linkler BBMRI Türkiye (https://www.bbmri-eric.eu/national-nodes/turkey/) adresinde güncel olarak paylaşılıyor. Mevcut durumda bu ağa katılarak biyobankacılık faaliyetlerini sürdürdüklerini beyan eden Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Biyobanka ve Genetik Araştırma ve Uygulama Merkezi (HUBİGEM), Acıbadem Üniversitesi Biyobanka Birimi (ACU-Biyobanka), İstanbul Üniversitesi Aziz Sancar Deneysel Tıp Enstitüsü Biyobanka Birimi ve Ankara Üniversitesi Beyin Araştırmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi (AÜBAUM) Hücre Serisi Biyobankası olmak üzere altı aktif biyobanka mevcut. TUSEB Aziz Sancar Araştırma Merkezinde ulusal bir biyobanka kuruluş çalışmaları devam ediyor. İBG-Biyobanka, pandemi döneminde ivme kazanan COVID-19 biyobankalama çalışmaları yanı sıra, başta nadir hastalıklar ve kanserler gibi kompleks hastalıklar olmak üzere biyobankalama faaliyetlerini sürdürerek bu hastalıkların erken tanısına ve tedavisine katkı sağlamayı hedeflemektedir. Özellikle nadir hastalıklarda biyobankalanmış bir tek biyolojik örnek bile yeni tedaviler geliştirmek ve gelecek nesillerin bu hastalıklardan korunması ve tedavi yaklaşımları geliştirilmesi için kritik öneme sahiptir. Hastalar, sağlıklı gönüllüler, klinisyenler ve biyobankacıların el ele vermesiyle oluşturulan biyobankalar ülkemizde önemli bilimsel keşiflerin yapılmasına, yenilikçi ürünlerin, tedavilerin geliştirilmesine çok önemli katkılar sağlayacak. Biyobankaların önemi gelecekte artacak diyebilir miyiz? Biyobankalar, temel ve translasyonel araştırmalar, epidemiyolojik ve klinik çalışmalar başta olmak üzere birçok araştırma ve geliştirme alanını destekliyor. Bunun yanı sıra hastalıkların erken teşhisi ve kişiselleştirilmiş tedavi yaklaşımlarının geliştirilmesinde, temel araştırmalar ve klinik yaklaşımlar arasında köprü oluşturuyor. Son yıllarda biyobanka alanındaki araştırmalar ve sağlık alanındaki Ar-Ge çalışmalarında biyobankaların katkısı on kattan daha fazla arttı. Biyobankalar bir toplumun biyolojik hafızasını oluşturuyor. Ayrıca geleceğe yapılan en kıymetli yatırım. Günümüzde teknolojinin sınırlı kaldığı ve mevcut imkanlar ile başarılamayan pek çok araştırmanın ileride yapılabilmesi, henüz sorulmamış soruların zamanı geldiğinde kapsayıcı cevaplarının elde edilebilmesi ancak biyobankalar ile mümkün olacak.  Kaynak : TRT Haber / Esra Sayın ve Ünsel Ayhan Aybek

İbn-i Sina Sentez Araştırma Laboratuvarı'nda Bor Temelli Kanser İlacı Araştırmaları Yapılacak

Sivas Cumhuriyet Üniversitesinde hizmete açılan “İbn-i Sina Sentez Araştırma Laboratuvarı”nda bor temelli kanser ilacı araştırmaları yapılacak. 2018 yılında Sivas Cumhuriyet Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Alim Yıldız’ın direktifleri doğrultusunda oluşturulan Kanser Araştırma Grubu’nun çalışmalarını daha iyi şartlarda sürdürülmesini sağlamak amacıyla “İbn-i Sina Sentez Araştırma Laboratuvarı”, Mühendislik Fakültesinde açıldı. Laboratuvarın açılışına Rektör Prof. Dr. Alim Yıldız, Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Hilmi Ataseven, Mühendislik Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Nevzat Aslan, laboratuvar sorumluları Doç. Dr. Neşe Keklikçioğlu Çakmak, Doç. Dr. Koray Sayın ve akademisyenler katıldı. Açılışın ardından laboratuvarda incelemelerde bulunan Rektör Yıldız, yapılması planlanan çalışmalarla ilgili laboratuvardan sorumlu akademisyenlerden bilgi aldı. “Kanser Araştırma Grubu’nun altyapısını güçlendirmiş olduk” İncelemenin ardından açıklamalarda bulunan Rektör Prof. Dr. Yıldız; “2018 yılında Prof. Dr. Hilmi Ataseven’in başkanlığında kanseri tüm yönleri ile ele alarak önleme, tarama, erken tanı ve tedavi ile ilgili tıbbi ve sosyal çözüm önerileri geliştirmek için Sivas Cumhuriyet Üniversitesinde interdisipliner ve multidisipliner Kanser Araştırma Grubu oluşturmuştuk. Ayrıca çalışmalar kapsamında kanser tedavilerini kolaylaştıran yapay zeka yazılımı da geliştirmiştik. Bugün bu çalışmalara bir yenisini daha ekleyerek Kanser Araştırma Grubu’nun altyapısını güçlendirmiş olduk” dedi. “Bor temelli ilaç araştırmalarının da yapılması hedeflenmektedir” Laboratuvarda yapılması hedeflenen projelere ilişkin bilgi veren Rektör Yıldız, “Laboratuvarda kansere yönelik ilaç adaylarının geliştirilmesi hedeflenmektedir. Laboratuvar her türlü ilacın sentezlenebileceği gerekli ekipman ve koşullarına sahiptir. Laboratuvarda sadece kansere yönelik değil talep gelmesi hâlinde diğer hedeflere yönelik araştırmalar da yapılabilmektedir. Özellikle 2021 ve 2022 yıllarında ülkemizde bol miktarda bulunan bor temelli ilaç araştırmalarının da yapılması hedeflenmektedir. Kaynak :Basın Bülteni

İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü'nde(İYTE) Aşı Çalışmaları için 3 Yeni Hücre Besiyeri Geliştirildi

Geliştirdikleri "Lale" isimli hücre besiyeri (hücreler için besin ortamı) 200 ülkede aşı çalışmalarında kullanılan Cem Erdem ve Dr. Aziz Çaylı, 3 yeni hücre besiyeri  daha geliştirdi. İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü (İYTE) bünyesindeki teknoparkta 4 yıl önce Flora Bio adlı şirketi kuran Cem Erdem ve Dr. Aziz Çaylı, biyoteknolojik ilaçlar üzerine  çalışmalar yürütüyor. Türk bilim insanları, ilk biyoteknolojik hücreyi 2017 yılında geliştirmeyi başardı. Tüm üretim sürecinin yerli ve milli olarak gerçekleştirildiği projenin sonunda  besiyerine, Çaylı'nın kızının adı olan "Lale" ismi verildi. Aynı yılın mayıs ayında besiyer global bir yabancı firmaya lisanslandı. Lale besiyeri, 200 ülkede şap aşısı geliştirme çalışmalarında kullanılmaya başlandı. "Lale"den güzel bir geri dönüş alan bilim insanları, bu alandaki çalışmalarına hız verdi. TÜBİTAK'tan da destek alan Çaylı ve Erdem, bu süreçte 3 besiyeri daha  geliştirmeyi başardı. Viral aşılar ve kanser ilaçları alanlarında kullanılmak üzere geliştirilen biyoteknolojik hücrelere ise "Leylak", "Orkide" ve "Yonca" isimleri verildi. Türk bilim insanları, onların da bilimsel çalışmalarda kullanılması için yabancı bir firma ile görüşmeler yürütüyor. Flora Bio Yönetim Kurulu Başkanı Cem Erdem, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Türkiye'deki biyoteknolojik yatırımlardaki eksiklikleri gidermek ve biyoteknolojik  ilaçlarının geliştirilmesi için Dr. Aziz Çaylı ile ortak laboratuvar kurduklarını belirtti. İş ortağı Çaylı'nın Almanya'da biyoteknolojik ilaç konusunda önemli çalışmalar yaptığını vurgulayan Erdem, "Orada kurduğu CellCa firmasıyla 70'e yakın biyoteknolojik  hücre ve 90'ın üzerinde ilaç üretim projesi geliştirdi. Çaylı, dünyada biyoteknolojik ilaç geliştirme konusunda en fazla kullanılan besiyeri olan Acticho'yu bulan  kişidir. Firmadaki hisselerini devrettikten sonra Türkiye'ye döndü." dedi. İlaç moleküllerinin geliştirilmesinde ilk aşamanın, hücrenin beslenmesini sağlayan "besiyeri" olduğuna dikkati çeken Erdem, şirket olarak bu alanda iyi bir noktaya  geldiklerini ifade etti. Besiyeri ile ilgili bilgi veren Erdem, "Hücrelerin en efektif şekilde protein üretmeleri için ihtiyaçları olan besin kaynağını alabilecekleri sıvılar geliştiriyor. Bu  sıvılar 95 uygun kimyasalın belli bir bilgi birikimiyle karıştırılmasıyla oluşuyor. Biz aslında bizim gibi yiyip içemeyen hücrelerin en efektif şekilde çalışacakları  besin ortamları hazırlıyoruz." diye konuştu. Erdem, "Lale" besiyerinin şap aşısının üretiminde kullanıldığını söyledi. Bu sayede dünya tarafından tanındıklarını dile getiren Erdem, sözlerini şöyle tamamladı: "Geliştirdiğimiz besiyeri global bir yabancı firmaya lisansladık ve onun vasıtasıyla 200 ülkede üretilip satılmaya başlandı. Dizaynı Türkiye'de yapılan ürünün 200  ülkeye satılıyor olmasından mutlu ve gururluyuz ancak bu bize yetmiyor. En büyük hedefimiz gerekli maddi kaynağı bulduktan sonra besiyerin üretim tesisini Türkiye'de  kurmak. Bunu başarırsak ülkemizin ithalat oranını da azaltmış oluruz. Ülkemizde ürettiğimiz besiyerlerini dünyaya satmak istiyoruz." Kaynak: İYTE

Koronavirüse Karşı Aşı ve İlaç Çalışmaları Ne Aşamada?

Dünyanın pek çok ülkesinde koronavirüse karşı aşı ve ilaç geliştirme çalışmaları devam ederken, aşının ve kesin bir tedavinin ne zaman bulunacağına dair açıklamalar farklılık gösteriyor. BBC Türkçe'ye konuşan Bilkent Üniversitesi Ulusal Nanoteknoloji Araştırma Merkezi'nde Doç. Dr. Urartu Şeker, tüm bilimsel aşamalardan geçerek seri üretime hazır hale gelen bir aşıyı geliştirmenin en az bir yıl süreceğini ifade ediyor. BBC Türkçe'ye konuşan Bilkent Üniversitesi Ulusal Nanoteknoloji Araştırma Merkezi'nde Doç. Dr. Urartu Şeker, tüm bilimsel aşamalardan geçerek seri üretime hazır hale gelen bir aşıyı geliştirmenin en az bir yıl süreceğini ifade ediyor. Ankara Bilkent Üniversitesi Ulusal Nanoteknoloji Araştırma Merkezi'nde (UNAM) çalışan Doç. Dr. Urartu Şeker, koronavirüs gibi bulaş riski yüksek virüslere karşı aşı geliştirmenin 'birkaç ay içerisinde mümkün olduğuna' ilişkin açıklamaların 'gerçekçi olmadığını' söylüyor. Aşı ya da ilaç geliştirmek neden uzun sürüyor? Aşıyı ya da herhangi bir ilacı ürettikten sonra öncelikle pre-kilinik aşamanın ilk kısmı olan hücrelerde ve sonra hayvanlar üzerinde test edilmesi süreci başlar. Örneğin bir kanser türü için test yapmak istediğimizde, insandaki tümörün aynısını o hayvanda oluşturmamız gerekir. Koronavirüs için de genelde genetiği değiştirilmiş bir hayvan modeli oluşturmak ve kullanmak gerekiyor ki aşının bağışıklık sistemi cevabı oluşturup oluşturmadığı anlaşılabilsin. Bu hayvan fare, sıçan ya da Çin'in COVID-19 sonrası bağışıklık testleri için kullandığı makak maymunları da olabilir. Laboratuvar testlerinden sonra insan uygulamaları başlar ve uygulamalar aşının herhangi bir olumsuzluğunun olup olmadığına yönelik testlerden başlayarak, gerçekten işe yarayıp yaramadığına, beklenilen bağışıklık sistemi tepkisinin oluşup oluşmadığına kadar uzanan bir süreci kapsar. Küçük bir insan grubuyla başlayan bu çalışmalar yüz binlerce insanın dahil olduğu çalışmalara kadar devam eder. Koronavirüs özelinde aşıyı ürettikten sonra dünyadaki milyonlarca kişiyi aşılayacaksak, aşıyı seri olarak üretmek için büyük üretim merkezleri kurmamız gerekiyor. Bunlara ek olarak aşı üretimi için gerekli tedarik zincirlerinin kurulması, gibi pek çok aşamanın da göz önüne alınması ve bunlar yapılırken hala sıklıkla üretilen aşıların, üretimini olumsuz etkilenmemesinin gözetilmesi gerekir. Dünya bu zamana dek neden koronavirüs aşısı geliştirmedi? Özellikle SARS için yapılmış, farklı stratejilerin denendiği aşı çalışmaları mevcuttu ancak bu çalışmalar sonuca ulaşıp ticari bir aşı oluşturma çalışmalarına kadar gidemedi. Belki elimizde SARS için yapılmış bir aşı hazır olsaydı bugün hastalıkla mücadelemizde büyük faydaları olabilirdi. Bugüne dek olası koronavirüs enfeksiyon tehditlerine karşı çeşitli bilimsel çalışmaların sürdüğünü ancak bu çalışmaların dünyadaki siyasi otoriteler tarafından dikkate alınmadı. 2015 yılında Nature Medicine dergisinde yayınlanan bir çalışmada yer alan bir deneyde, SARS'ın etmeni olan koronavirüsün insan hücresine girişteki en etkili protein olan 'spike proteininde' meydana gelecek olan aminoasit değişiklikler sonucunda oluşacak bir enfeksiyonla nasıl mücadele edeceğinin araştırıldı. Yarasalardan izole edilen koronavirüslerdeki yeni tip spike proteini, SARS etmeni önceki koronavirüse eklenerek bazı denemeler yapılıyor. Dünya bu zamana dek neden koronavirüs aşısı geliştirmedi? Özellikle SARS için yapılmış, farklı stratejilerin denendiği aşı çalışmaları mevcuttu ancak bu çalışmalar sonuca ulaşıp ticari bir aşı oluşturma çalışmalarına kadar gidemedi. Belki elimizde SARS için yapılmış bir aşı hazır olsaydı bugün hastalıkla mücadelemizde büyük faydaları olabilirdi. Bugüne dek olası koronavirüs enfeksiyon tehditlerine karşı çeşitli bilimsel çalışmaların sürdüğünü ancak bu çalışmaların dünyadaki siyasi otoriteler tarafından dikkate alınmadı. 2015 yılında Nature Medicine dergisinde yayınlanan bir çalışmada yer alan bir deneyde, SARS'ın etmeni olan koronavirüsün insan hücresine girişteki en etkili protein olan 'spike proteininde' meydana gelecek olan aminoasit değişiklikler sonucunda oluşacak bir enfeksiyonla nasıl mücadele edeceğinin araştırıldı. Yarasalardan izole edilen koronavirüslerdeki yeni tip spike proteini, SARS etmeni önceki koronavirüse eklenerek bazı denemeler yapılıyor. Bu yeni virüs üzerinde ilaçların bir kısmı çalışmadığı, deneme aşamasındaki aşının da o kadar etkili olmayabileceğine dair bazı öngörüler ortaya çıktı. Buna benzer pek çok çalışma ya da izole edilen başka virüslerin genomik analizleri kullanılarak ciddi enfeksiyon öngörüleri yapıldı. Dünyada hükümetler pek çok kere bilim insanları tarafından bununla ilgili uyarıldı ama gerekli önlemler alınmadı. Ülkeler salgına karşı hazırlık yapmış mıydı? İnsanlığın hızlı nüfus artışı ve vahşi yaşamı tahribatı düşünüldüğünde şu an yaşananlar insanlık için öngörülemez değildi. 2016 yılında kontrol altına alınan Ebola salgınında sonra Melinda-Bill Gates Vakfı tarafından da fonlanan ve kâr amacı gütmeyen "CEPI-Coalition for Epidemic Preparedness Innovations" adlı kurum aşı çalışmaları gibi konularda araştırmacılara destek olmak ve fon sağlamak amacıyla kuruldu. Bu koalisyon şu an koronavirüs ile ilgili iki aşı çalışmasını öncelikli olarak fonladı. Endüstri ortada hiçbir bir ihtiyaç yokken herhangi bir aşı çalışmasında bulunmaz, çok normal. Ancak hazırlıkları yapılabilirdi. Bir maskeye ulaşmak bile sıkıntılı hale gelmemeliydi. Koronavirüslerin mutasyona uğradığında yaşanacak sorunlar deneylerle tespit edilmiş ancak görmezden gelinmiş. Tam tamına üretime hazır bir aşı geliştirmek bir yana dursun, mevcut bilimsel çalışmalara rağmen hiçbir ön hazırlık yapılmamış olduğunu söylemek abartılı değil. Koronavirüsün tedavisinde hangi ilaçlar kullanılıyor? Toplumsal koruyuculuk için aşının önemini tartışmak dahi gereksiz ancak şu an birinci öncelik aşı değil ilaç ve tedavi yöntemleri geliştirmek olmalı. Basit bir küçük molekül temelli ilacın üretilmesi bile çok uzun bir zaman gerektiriyor. Bilimin iyi yanı, size net cevap verebilmesidir. Ancak kötü yanı ise bu net cevap çok uzun sürede ortaya çıkar. Dolayısıyla şu an hastalarda, hali hazırda başka viral etmenlere karşı çalıştığı bilimsel olarak kanıtlanmış ilaçlar deneniyor. Antiviral etkinliği olduğu bilinen Favipiravir, Remdesivir gibi ilaçlar da klinik denemelere alındı ve özellikle Remdesivir hakkında olumlu sonuçlar rapor edildi. Benzer şekilde şu sıralar çokça adı geçen C vitaminin de kanıtlanmış herhangi bir etkinliği bulunmamakla beraber, ilgili bilimsel olarak etkinliği test ediliyor. Bugün kontrollü olarak belirli aşamadaki COVID-19 hastalarında tıbbi protokoller dahilinde bu hidroksiklorokinin veriliyor ve etkinliği hakkında hala genel geçer bilimsel kanıtlar yok. Pek çok yan etkisi bulunan bu ilacın koruyucu olarak kullanımının işe yaradığına dair herhangi bir bilimsel kanıt da olmamasına rağmen, ilaç bu amaçla da kullanılıyor. Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi'nin resmî sitesinde şu an COVID-19'a yönelik beş yüzden fazla klinik test çalışması kaydı bulunuyor. Bunların bir kısmının nedensellikten uzak bir biçimde ve ticari kaygılarla denemelere sokulduğu rahatlıkla görülebilir. Bağışıklık artırıcı ürünler ne kadar faydalı? Normalden farklı olarak çok fazla takviye alır, örneğin çok fazla bitki çayı içerseniz, bağışıklık sisteminize ait sinyal moleküleri uyarılmaya başlar. Bu da sebepsiz yere bağışıklık sisteminizi alarma geçirebilir, dolayısı ile bağışıklık sisteminizin enfeksiyon durumunda gereğinden fazla bir etkinlik göstererek oluşan hiperenflamasyonun COVID-19 durumunda enfeksiyon bölgesine daha çok zarar vermesine neden olabilir. Kaynak : Cumhuriyet

COVID-19 için 60 Dakikadan Kısa Sürede Yüksek Doğrulukla Moleküler Tanı Kiti

LAMP4U COVİD-19 moleküler tanı kitleri, gerektiğinde sahada direkt olarak hasta örnekleri üzerinden kullanılabilecek bir formatta tasarlanıyor. NANOBİZ tarafından, validasyon çalışmaları sonrasında LAMP4U-COVID19 markası altında piyasaya sürülmesi planlanan moleküler test kitlerinin, gerektiğinde birinci kademe sağlık kuruluşları, mobil test istasyonları, hava alanları, sınır geçişleri, ve askeri platform ve birimlerde kullanımını olası kılan cihazlar da geliştiriliyor. Bu cihazlardan biri olan ve T.C. Cumhurbaşkanlığı Savunma Sanayii Başkanlığı (SSB) tarafından Teknoloji Kazanım Projesi olarak desteklenen BİOSENS-Hibrit cihazı ile PCR ve ELİSA reaksiyonlarını aynı anda ve sahada yürütebilecek kabiliyete ulaşıldı. ODTÜ Biyolojik Bilimler Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hüseyin Avni ÖKTEM liderliğindeki NANOBİZ Ar-Ge Ekibi, öncelikle savunma sanayiinde kullanım için geliştirdikleri BİOSENS-Hibrit Platformunun, COVİD-19 virüsünün sahada, hasta başında ve yüksek doğrulukla moleküler tanısını yapabilecek şekilde adaptasyon çalışmalarına hız verdi. Bu çalışmalara ek olarak, farklı kurum ve kuruluşlardan araştırıcılarla birlikte kart test formatında hızlı antikor testlerinin geliştirme sürecinde de son aşamaya gelindiği belirtildi. Prof. ÖKTEM’in aktardığı bilgilere göre, NANOBİZ tarafından geliştirilecek LAMP4U COVİD-19 moleküler tanı kitleri, uzun ve zahmetli numune hazırlığı gerektirmeden hastadan alınan örneklerde 60 dakika içerisinde yüksek doğrulukla sonuç verebiliyor.  Testin sahada yapılabilmesi, numune hazırlık ile birlikte 3-4 saat süren PCR test sürecini yaklaşık 60 dakikaya indirerek hızlı sonuç vermesi ve kısa bir kullanıcı eğitiminden sonra kolay kullanımı ile sistemin yerli ve milli bir çözüm olarak maliyet avantajı da sağlayacağı değerlendiriliyor. Söz konusu LAMP4U COVİD-19 moleküler tanı kitlerinin üretimi konusunda ODTÜ’de bulunan altyapıların da kullanıma alınabileceğini ifade eden Prof. ÖKTEM, seri üretim fazına geçildiğinde oluşacak talebin karşılanması yönünde planlamaların yapıldığını ifade ediyor. Kaynak: ODTÜ Teknokent

Sabancı Üniversitesi Nanoteknoloji Araştırma ve Uygulama Merkezi Covid-19 ile Mücadele Nano Open Webinar Serisi Başlıyor

Üniversitelerle işbirliği kapsamında düzenlenen seminerlerin ilki 8 Nisan 2020 Çarşamba saat 11.00-12.00 arasında yapılacak Alt yapısını COVID-19 mücadelesinde aktif rol alan kit geliştirici, antikor/biyolojik ajan üreten firmalar ile kamu kuruluşlarına açan Sabancı Üniversitesi Nanoteknoloji Araştırma ve Uygulama Merkezi (SUNUM) çalışmalarına "Covid-19 ile Mücadele" Nano Open Webinarı seminerleri ile devam ediyor. Üniversitelerle işbirliği kapsamında düzenlenen seminerlerin ilki 8 Nisan 2020 Çarşamba günü saat 11.00-12.00 arasında gerçekleştirilecek.  Webinarda SUNUM Direktörü Prof. Dr. Fazilet Vardan Sukan "SUNUM’da COVID-19 Çalışmaları", Yeditepe Üniversitesi'nden Doç. Dr. Çağatay Acuner "SARS-CoV-2 Virüsü" ve Yeditepe Üniversitesi'nden Prof. Dr. Meral Sönmezoğlu "COVID-19 Hastalığının Bulaş Yolları ve Kliniği" konusunda anlatımlarını yapacak. "Covid-19 ile Mücadele" Nano Open Webinarına tüm basın mensupları davetlidir. Seminer linki: https://meet.google.com/cra-qtiw-kzm Sabancı Üniversitesi Nanoteknoloji Araştırma ve Uygulama Merkezi (SUNUM) Hakkında T.C. Kalkınma Bakanlığı ve Sabancı Vakfı ortak yatırımı ile 2011 yılında kurulan SUNUM’da ileri malzemeler, nano biyoteknoloji, nano tıp, nano elektronik, nano optik, mikro-nano-akışkanlar, mikronano- elektro mekanik sistemler, yenilenebilir enerji sistemleri, üçboyutlu baskı, biyosensörler ve biyomedikal uygulamalar, gıda güvenliği ve kablosuz geniş bant iletişim teknolojileri gibi alanlarda disiplinler arası araştırmalar yapılmaktadır. Detaylı Bilgi https://sunum.sabanciuniv.edu/ Kaynak: Bültenler

Sabancı Üniversitesi Covid-19 Kiti Üreticilerine Alt Yapısını Açıyor

In-vitro tanı kitleri konusunda profesyonel bir kurguya, bilgi birikimi ve alt yapıya sahip olan Sabancı Üniversitesi Nanoteknoloji Araştırma ve Uygulama Merkezi (SUNUM), COVID-19 mücadelesinde aktif rol alan kit geliştirici, antikor/biyolojik ajan üreten firmalar ile kamu kuruluşlarına alt yapısını açıyor.  SUNUM, ulusal araştırma altyapısı ve tüm stratejik paydaşları ile COVID-19 mücadele sürecine katkı verme çerçevesinde her türlü işbirliğine hazır olduğunu web sitesi ve sosyal medya kanalları aracılığıyla duyurdu.   Halihazırda değerlendirme aşamasında olan NANOSIS projesi kapsamında SUNUM, “Sağlık için takip ve tanıya yönelik hızlı, ekonomik ve özgün nanoteknolojik bileşen, ürün ve sistemlerinin geliştirilmesi” teması ile enfeksiyon hastalıklarının basit, hızlı ve ekonomik tanısı odağında çalışmalar planlanmakta. Bu kapsamda 24 stratejik ortak ile birlikte tanı kitleri, biyosensörler ve evde sağlık kavramları gibi önleyici tıp çalışmaları ve sağlığı olumsuz etkileyen ajanların moleküler yöntemlerle saptanmasına yönelik ihtiyaçları göz önünde bulundurarak bir sanal işbirliği platformu kurgulandı.  NANOSIS projesi kapsamında kanser tanısı için düşünülen in-vitro kitlerinin Covid-19 tanı kitlerine dönüştürülebileceğini vurgulayan SUNUM yetkilileri, fiziko-kimyasal/biyolojik analizlerini yapmak, üretimlerini gerçekleştirmek için gereken cihazlara sahip olmayan kurum ve kuruluşlara alt yapısını açarak kendilerini işbirliğine davet ediyor.  SUNUM Direktörü Fazilet Vardar konuyla ilgili olarak şunları söyledi: Biz SUNUM olarak örnek olmak için öncelikle kendi alt yapımız açtık. Ardından, talep ile arzı birleştirmek için bir hareket başlattık. SUNUM, #corbadatuzunolsun hashtag’i ile COVID-19 TR Yetkinlik haritası*" nı oluşturmak üzere bir çağrı başlattık. Böylece ulusal düzlemde; mevcut ürün, teknoloji ve hizmetleri ile katkıda bulunmak isteyen kurumlar ve ekiplere open-source denilen açık kaynaklı bir platform üzerinden bir koordinasyon iletişim yapısı kurarak destek vermeği hedefledik  Bu platformu kurmaktaki amacımız COVİD-19 ile mücadelede yeni projeler ve işbirlikleri için bütün resmi görebilmemizi sağlamak. İlave olarak COVID-19 mücadelesinde aktif rol alan kit geliştiriciler veya geliştirecek olanlar, antikor/biyolojik ajan üreten firmalar veya kamu kuruluşları üreticileri ile temasa geçilerek SUNUM altyapımızı açmayı planlamaktayız. Sabancı Üniversitesi Nanoteknoloji Araştırma ve Uygulama Merkezi (SUNUM) Hakkında T.C. Kalkınma Bakanlığı ve Sabancı Vakfı ortak yatırımı ile 2011 yılında kurulan SUNUM’da ileri malzemeler, nano biyoteknoloji, nano tıp, nano elektronik, nano optik, mikro-nano-akışkanlar, mikronano- elektro mekanik sistemler, yenilenebilir enerji sistemleri, üçboyutlu baskı, biyosensörler ve biyomedikal uygulamalar, gıda güvenliği ve kablosuz geniş bant iletişim teknolojileri gibi alanlarda disiplinler arası araştırmalar yapılmaktadır. Kaynak : GazeteSU

Korona Virüse Karşı Doğada Çözülebilen Nanokoruyucu

T.C. İstanbul AREL Üniversitesi araştırma merkezlerinden ArelPOTKAM’da (Polimer Teknolojiler ve Kompozit Uygulama ve Araştırma Merkezi) çalışan Malzeme Teknolojileri Uzmanı Erdi BULUŞ insan sağlığı üzerinde geliştirdiği iki projesi ile ödül aldı. İstanbul Arel Üniveristesi ArelPOTKAM birimi dünyayı kasıp kavuran KORONA virüsünden korunmak için en önemli çarelerden biri olan maskede nanoteknoloji ile çok önemli bir buluşa imza attı. Nanokoruyucu Maske diğer maskelere göre daha uzun ömürlü, doğa dostu, yüz yapısına uygun ve fiyat olarak da daha az maliyetli.   Ürünü tasarlayan ve geliştiren ArelPOTKAM’da Malzeme Teknolojileri Uzmanı olarak çalışan Erdi BULUŞ yaptığı açıklamada;  “ Ürün 24 saat kullanılabiliyor, diğerlerinin kullanım süresi ise sadece 8 saat. Ayrıca ürünümüz geri dönüşümlü ve doğa dostu çünkü çevresel atıklardan üretiliyor. Diğer maskeler yüzde bir süre sonra sıkıntı yaratırken bu ürün tamamen yüzün ergonomik yapısına uygun ve rahatsızlık vermiyor. Bir diğer önemli taraf ise diğer mevcut ürünlere nazaran ortalama yüzde 30’a yakın maliyeti daha düşük. Bu sistemimizi mevcut endüstriyel proseslere direkt kurabiliyoruz ve 1 ay içinde seri üretime geçebiliyoruz.” dedi. 17 Şubat Pazartesi günü, İstanbul Kalkınma Ajansı destekli İstanbul Ticaret Üniversitesi Kuluçka Merkezi’nde gerçekleştirilen, Teknolojik Girişimciliğin Geliştirilmesi Projesi kapsamında, Yenilikçi Tasarım Yarışması düzenlendi. İstanbul Ticaret Odası ve Ziraat Katılım Bankası sponsorluğu ile gerçekleştirilen yarışmada, ArelPOTKAM’da Malzeme Teknolojileri Uzmanı olarak çalışan Erdi BULUŞ  “Korona Virüsü Gibi Diğer Bakteri Ve Virüslere Karşı Etkili Doğada Çözünür Nanoteknolojik Maske Üretimi: Nanokoruyucu” ve “Yerli Üretim Yara İyileştirici Ve Doku Onarıcı Fonksiyonel Kullanım Olanağı Bulunan Portabl Allspinning Ve Biyobaskı Kalemi Üretimi” projeleri ile ‘İnovatif Ürün Kategorisi’nde ikincilik ödülü kazandı. Buluş projeleriyle ilgili son olarak; “Nanokoruyucu olan ürünümüz korona virüsü dışında diğer bakterileri ve zararlı bileşenleri de geçirmeme özelliğine sahip, nefes alabilen yapısıyla da son derece kullanışlı olup ilaç yüklenilebilme imkanı da sunuyor.” diye konuştu. Ödül sonrası ise Buluş, İstanbul Arel Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Argun Karacabey ile bir araya gelip, projelerin detaylarını anlatarak görüşme sonrasında plaketini teslim aldı. Kaynak : AA

Boğaziçi'lilerin Geliştirdiği Test Kitleri Dünyaya İhraç Ediliyor

Dünya çapında Yeni Koronavirüs (COVID -19) hastalığı görülenlerin sayısı 220 bini aştı, 9 binin üzerinde insan hayatını kaybetti. Tüm dünya gözünü endişeyle Koronavirüs’e çevirirken, Boğaziçi Üniversitesi mezunu üç uzman, Elif Akyüz, Serhat Pala ve Onur Bilenoğlu, yakın zamanda geliştirdikleri yüksek doğruluk oranlarına sahip tespit kitlerini dünyaya ihraç etmeye başladı. Boğaziçi Üniversitesi Kurumsal İletişim Ofisi, Koronavirüs ile mücadelede ön saflarda yer alan Boğaziçi mezunlarıyla dünyayı tehdit eden salgını ve çalışmalarını konuştu. Yeni koronavirüs (COVID- 19) salgını Antarktika hariç tüm dünyayı etkisi altına alırken, Boğaziçi Üniversitesi mezunları virüsle mücadele için çalışmalarını sürdürüyor. Mezunların yoğun araştırma- geliştirme çalışmalarıyla, gece-gündüz çalışarak geliştirdikleri Koronavirüs tespit kitleri şimdiden onlarca ülkeye ihraç ediliyor. Sorularımızı yanıtlayan uzmanlar, Koronavirüs’ün kontrol alltına alınacağını ve panik yapılmaması gerektiğini vurgulayarak, Boğaziçili olarak bu alanda çalışmaktan gurur duyduklarını söylüyor.   VİRÜSLERLE 20 YILLIK MÜCADELE Onur Bilenoğlu, Boğaziçi Üniversitesi Moleküler Biyoloji ve Genetik bölümünden mezun olduktan sonra aynı alanda yüksek lisans ve doktorasını yine Boğaziçi’nde tamamladı. 2002’den beri moleküler biyoloji ve genetik alanında faaliyet gösteren şirketlerde, virüs ve bakterilerin tespiti için cihazlar geliştiriyor. Bilenoğlu ve ekibi, 2 aylık yoğun Ar-Ge döneminin ardından Koronavirüs kitinde sonuca ulaşmış. Bilenoğlu, yüksek doğruluk oranları yakaladıklarını belirterek, “Yaklaşık 20 yıldır bu alanda çalışıyorum. İki ayda geliştirdiğimiz kit sayesinde 3 saat içinde virüsü yüzde 99.5 doğruluk oranıyla saptayabiliyoruz. Elimizdeki moleküler test, sadece koronavirüse odaklandığı için çok hassas sonuçlara ulaşmamıza imkân tanıyor. Koronavirüs’ün RNA’sına (Ribo Nükleik Asit) göre özel olarak tasarlandı. Bu nedenle sonuçlarımızın doğruluk oranı çok yüksek” diyor.   ‘TALEP TIRMANDI’ Bilenoğlu, genel müdürlüğünü yaptığı İstanbul merkezli ‘A1 Yaşam Bilimleri’ firmasının geliştirdiği kitin, yaklaşık 15 ülkeye ihraç edildiğini ve talebin son haftalarda tırmandığını söylüyor. Bilenoğlu, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı’nın yerli kit üreten firmalarla biraraya geldiğini de belirterek sözlerine şunları ekliyor:   “Şu anda 10-15 ülkeye yerli kitimizi ihraç ediyoruz. Son aylarda talep tırmandı. Yıllık üretimimiz haftalar içerisinde elimizden çıkıyor. 2-3 euroya mal olan kit 6-7 dolara satılıyor. Geçen günlerde Sanayi ve Teknoloji Bakan Yardımcısı Mehmet Fatih Kacır ile bir araya geldik. Bakanlık olarak, koronavirüsle ilgili çalışmalar yapan yerli firmaları ziyaret ederek sektörün fotoğrafını çektiler.”   ‘YAZ MEVSİMİNDE DE SALGIN SÜREBİLİR’ Bilenoğlu, Koronavirüs salgının ne zaman sona ereceğiyle ilgili kafa karışıklığı olduğu görüşünde. Yaz aylarında virüsün etkisini yitirmeyebileceğiyle ilgili dünyada güncel örnekler olduğunu vurgulayarak, “Birçok farklı görüş ortada. Yaz aylarında virüsün etkisini kaybedeceği düşünülüyor. Ancak şu anda yaz mevsimini yaşayan, Güney Yarımküre ülkelerinde de salgın sürüyor. Bu da virüse karşı ilaç veya aşı bulunmadığı sürece, etkisini sürdürebileceği endişesini doğuruyor. Ben, 6 ay daha salgının devam edeceğini düşünüyorum’ diye konuşuyor.   ‘KORONAVİRÜSLE MÜCADELE İÇİN GECE GÜNDÜZ ÇALIŞIYORUZ’ İstanbul merkezli Anatolia Geneworks’un kurucu ortağı ve Ar-Ge Direktörü Elif Akyüz de Koronavirüs’e karşı gece gündüz çalışan bir diğer Boğaziçi Üniversitesi mezunu. Lisans ve lisansüstü eğitimlerini moleküler biyoloji ve genetik alanında Boğaziçi’nde tamamlayan Akyüz, çalışmalarıyla sadece Türkiye’de değil, dünyanın da dikkatini çeken bir uzman. Yabancı medyaya da Koronavirüsle ilgili açıklamalar yapan Akyüz, hiç durmadan, şevkle çalıştıklarını belirtiyor:   “Salgınların önlenmesinde, tedaviye doğru biçimde ve zamanda başlanmasında, can kayıplarının en aza indirgenmesinde güvenilir teşhis kitlerimiz önemli rol oynuyor. Bu işe girerken amacımız, yüksek performanslı ve kaliteli ürünler geliştirip üreterek insan sağlığına katkıda bulunmaktı. Ekibim, bu salgınla mücadeledeki özel rolümüzün bilincinde. Uzun saatler boyunca şevkle çalışıyoruz. Üstlendiğimiz sorumluluğun bilincindeyiz ve bu süreçte özellikle kendimize iyi bakmaya gayret ediyoruz.”   ‘BİR SAAT 40 DAKİKADA SONUÇ ALIYORUZ’ Akyüz’ün geliştirdiği kitler de gerçek zamanlı PCR (Poliemeraz Zincir Reaksiyonu) tekniğiyle çalışan yüksek teknolojiye sahip. Akyüz, hastadan elde edilen RNA örneği eklendiğinde Koronovirüs’ün 1 saat 40 dakika içinde tespit edilebildiğini söylüyor:   “Çoğu ürünümüz gibi bu kitimiz de ileri bir moleküler teknik olan 'gerçek zamanlı PCR' tekniğiyle çalışıyor. Bu sayede hasta numunesindeki virüs direkt olarak saptanıyor. Kitin çalışması için önce hastadan boğaz veya burun sürüntü örneği veya balgam alınıp, RNA izolasyonu yapılıyor. Bu yaklaşık 45 dakikalık bir işlem. Sonrasında RNA örneği kitimizle karıştırılıp bir cihaza konuyor. Ardından 1 saat 40 dakikalık analizle sonuç alınıyor. Sahada çeşitli ülkelerde 200 bine yakın hastada kitimizle alınan sonuçlar çok başarılı. Yüzde 100 doğruluk oranına sahip, hassasiyeti çok yüksek.”   ‘KİTLERİMİZ İTALYA PARLAMENTOSUNDA DA KULLANILDI’ Akyüz ve ekibi, Aralık 2019’da Çin’den ilk salgın haberleri geldiğinde harekete geçmiş. Üç haftalık yoğun mesainin ardından sonuca ulaşmışlar. Bilim insanı özellikle İtalya ve İran'da kitlerinin yoğun olarak kullanıldığı bilgisini paylaşarak, “Aralık 2019’da Çin’den gelen ilk haberleri gördüğümüz andan beri süreci zaten takip ediyorduk. Kitin tasarım, verifikasyon ve validasyonu yaklaşık üç hafta sürdü. Her zaman yaptığımızdan daha hızlı davranmak zorunda kaldık. Ancak her zamanki sıkı kalite prosedürlerimiz çerçevesinde kiti geliştirdik. Salgının o dönemde çok yoğun yaşandığı İtalya ve İran’a kitlerimizi gönderip sahadan gelen verileri görme şansımız oldu. Kitlerimiz, İtalya’da hayatı durduran salgının merkezi olan bölge, Lombardiya’da tüm sağlık kurumlarında aktif şekilde kullanıldı. Hatta İtalya Parlamentosu’ndaki testlerde de kitlerimiz tercih edildi. İran’da da kitlerimizin çok önemli bir işlev üstlendiği bilgisini aldık” diye konuşuyor.   ‘200 BİNİN ÜZERİNDE TEST KİTİ GÖNDERDİK’ Akyüz ve ekibinin geliştirdiği 200’den fazla ürün, 50 ülkeye ihraç ediliyor. Bilim insanı, şu ana kadar Koronavirüs için 200 binin üzerinde kit ihraç edildiğini dile getiriyor. Akyüz gelen talepleri karşılamak için tam kapasiteyle çalıştıklarını belirterek sözlerini şöyle sürdürüyor:   “200’den fazla ürünümüz 50 kadar ülkeye ihraç ediliyor. Kitimiz koronavirüs salgını yaşayan İtalya, İngiltere, Fransa, Polonya, Romanya, Ukrayna, Portekiz, Gürcistan, Arnavutluk, Bosna-Hersek, Pakistan, Azerbaycan, Ürdün, Birleşik Arap Emirlikleri, Türkmenistan, Umman, Katar, Bahreyn ve İran gibi ülkelerde kullanılıyor. Şu ana kadar gönderilen test kitleri 200 binin üzerine çıkarken, yeni talepleri karşılamak için tam kapasiteyle üretimi sürdürüyoruz.”   ‘PANİK YAPMAYIN’ Bilim insanı, medya ve sosyal medyadaki dezenformasyonlara karşı uyararak, panik yapılmamasını gerektiğini vurguluyor. Yeni koronavirüsün bulaşıcı fakat dünyadaki en öldürücü virüslerden biri olmadığını şöyle anlatıyor:   “Halkın bilinçlendirilmesi, dezenformasyonlara aldırmadan ve panik yapmadan doğru önlemleri sıkı biçimde uygulaması çok önemli. Yeni koronavirüs çok bulaşıcı fakat dünyadaki en öldürücü virüslerden değil. Özellikle 60 yaş üzerindeki akciğer, tansiyon, şeker ve kalp rahatsızlıkları olan kişileri etkileyen hastalık, 80 yaş üzeri için ölümcül olabiliyor. İtalya’daki ölüm oranı bu nedenle çok yüksek. Gerçekten belli bir yaşın üzerindeki kişilerin evlerinden çıkmamaları, çocukları ve torunlarıyla bile teması kesmeleri, kalabalık ortamlarda bulunmamaları çok önemli. O yüzden bu salgından tüm dünyanın dersler çıkarması, gelecek yıllardaki salgınlara daha hazırlıklı, soğukkanlı yaklaşmaları ve tanı ve tedavi açısından daha tedarikli olmaları şart.”   ‘3-5 DAKİKADA SONUÇ ALABİLİYORUZ’ Boğaziçi mezunlarının Koronavirüs’le mücadelesi sadece Türkiye ile sınırlı değil. Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi Bölümü’nden mezun olduktan sonra, aynı programdan mezun eşi Zeynep Ilgaz’la birlikte, 1998’de ABD’ye giden Serhat Pala, 2008’de eşiyle San Diego merkezli tıp ekipmanları firması ‘Confirm Bioscience’ı kurdu. Kendilerine birçok kez girişimcilik ödülleri kazandıran şirketleri, bugün Koronavirüs için kit üretiminde ABD’nin önde gelenleri arasında. Serhat Pala, salgın Çin’de ortaya çıktığında, Çin Hükümetiyle çalıştıklarını ve geliştirdikleri kitin 3-5 dakika içinde sonuç verdiğini söylüyor:   “Koronavirüs ilk çıktığında Çinli üretici partnerlerimizle çalışmaya karar verdik. Dünyanın tespit kitine ihtiyacı olacağını biliyorduk ve Ar-Ge çalışmalarımızı bu alana yönlendirdik. İşin zor yanı klinik testler için örnek bulmaktı ve Çin Hükümeti bu konuda bize çok yardımcı oldu. PCR analizini kullanarak, 3-5 dakika içinde sonuç alabiliyoruz. Doğruluk oranı ise yüzde 97.3. ABD’de perakende olarak en çok bizim testlerimiz satılıyor.”   ‘ÜLKELER İTHALATTA PROBLEM YAŞAYABİLİYOR’ Pala, kit talebinin çok arttığını ancak ülkelerde izin ve ithalat konusunda problemlerin ortaya çıkabildiğini vurguluyor. Boğaziçi mezunları olarak eşi Zeynep Ilgaz ile birlikte Koronavirüs’e karşı mücadele etmenin iyi hissetirdiğini belirterek, “İnsanlığın ortak düşmanına karşı mücadelede yer almak iyi hissettiriyor. Ne kadar çok şeyi, ne kadar az kısa zamanda yapabileceğimize odaklandık. Sadece yaşlı büyükleriyle bir araya gelmekten çekinen insanların hayatını kolaylaştırmak bile çok büyük bir şey” diyor.   ‘ÜMİT EDİYORUM BİR UYANIŞ OLUR’ Pala, ölüm oranlarının yüzde 1-3 oranında olduğunu hatırlatarak, dünyanın salgın hastalıklar konusunda ‘bir uyanış’ yaşayabileceğini söylüyor: “Dünya çapında salgın hastalık riski çok düşündüğümüz bir konu değildi. Bill Gates, bu konuda yıllar önce uyarmıştı. Ben, açıkçası insanlık olarak bu kadar hazırlıksız olduğumuzu düşünmemiştim. Koronavirüste ölüm oranı yüzde 1-3 arasında, yüzde 10 olan bir salgınla karşı karşıya kalsak ne olurdu düşünmek bile istemiyorum. Bunun insanlık olarak bir uyanışa neden olmasını ümit ediyorum. Ancak şu an için olumluya odaklanarak, neleri değiştirebileceğimizi düşünmeliyiz. Hataları ve eksikleri düşünmek için ilerde zamanımız olacak. Şu an bu zaman değil.” Kaynak :https://haberler.boun.edu.tr/

Yol Çizgi Boyalarının Ömrü Grafen Teknolojisiyle Artacak

Gebze Teknik Üniversitesi (GTÜ) Teknoloji Transfer Ofisi'nde faaliyet gösteren bir firma tarafından çevre dostu su bazlı yol çizgi boyalarının kullanım ömrünü 3 katına çıkaran grafen takviyeli boya geliştirildi. Sanayi ve Teknoloji Bakanlığının "Teknogirişim Sermayesi Desteği" ile kurulan firma, 2015 yılından bu yana grafen takviyeli endüstriyel ürün geliştirme çalışmaları yürütüyor. Firma, çalışmalar kapsamında geliştirilen grafen takviyeli boya teknolojisiyle su bazlı yol çizgi boyalarının kullanım ömrünü 3 katına çıkarmayı başardı. "İşaretleme maliyetleri yüzde 50 azalıyor" Hazerfen Kimya Malzeme ve Enerji Teknolojileri Sanayi Ticaret AŞ Yönetim Kurulu Başkanı ve Genel Müdürü Erdal Topaç, AA muhabirine yaptığı açıklamada, şirketin ağırlıklı olarak GTÜ'den bir grup bilim insanını bir araya getiren teknoloji firması olduğunu söyledi. TÜBİTAK'ın Teknoloji Geliştirme Bölgesi olan Marmara Teknokent'te bulunan şirketin, GTÜ Teknoloji Transfer Ofisi'nde çalışmalarını sürdürdüğünü aktaran Topaç, şirketin 2015 yılında yüksek nitelikli grafen türevleri üretmek üzere Sanayi ve Teknoloji Bakanlığının Teknogirişim Sermayesi Desteği ile kurulduğunu kaydetti. GTÜ ile projeler ürettiklerini anlatan Topaç, "Grafen türevleri üretiyoruz ve bunların endüstriyel uygulamalarını geliştirmeye çalışıyoruz. Bu alanda çalışma yapan başka bir firma yok. Grafen, bakırdan çok daha iyi elektrik iletken, mekanik olarak çelikten 200 kat daha mukavim, karbon nanotüpler ve elmastan daha iyi ısı iletken, yüksek yüzey alanlı ve yüksek optik geçirgenliğe sahip bir malzemedir. Özellikleri nedeniyle birçok kullanım alanı bulabilmiş, keşfinden bugüne hakkında milyonun üzerinde yayın yapılmış, 100 bine yakın patent alınmış bir nano malzeme. Yaklaşık 10 yıllık bir mazisi var." ifadelerini kullandı.

E-bülten için aşağıdaki bilgileri doldurmanız yeterli.

Giriş Yap

Şifremi Unuttum Kayıt Ol

Kayıt Ol

Şifremi Unuttum