Haberler

TTD Tarafından Düzenlenen ISO 14644 Standartlar Serisi Eğitimleri 22 Kasım'da Başlıyor

Temizoda Teknolojileri Derneği Eğitim Günleri - Crowne Plaza Asia Oteli 22-23 KASIM 2023 22 Kasım 2023 / Temizoda Sınıflandırma, İzleme ve Risk Tabanlı Çevresel İzleme Planı (ISO 14644-1:2015,ISO 14644-2:2015)                          Temizoda İşletme, Personel ve Temizlik (ISO 14644-5:2004 / TS EN ISO 14644-5:2006)  23 Kasım 2023 / Test Metotları (Temizoda Validasyonu)(ISO 14644-3:2019)                         Temizoda Tasarım, Yapım ve Devreye Alma (ISO 14644-4:2022)  EĞİTİM DETAYLARI  Modül 1 : Temizoda Sınıflandırma, İzleme ve Risk Tabanlı Çevresel İzleme Planı (ISO 14644-1:2015,ISO 14644-2:2015) Eğitmen : Haşim SOLMAZ * ISO Teknik Komite 209 tarafından revize edilen ISO 14644-1:2015 standardının uygulamada getirdiği yenilikler, saha uygulayıcılarını bekleyen yeni uygulamalardaki pratik yaklaşımlar ve ipuçlarının ele alınacağı, teorik ve pratik bilgiler ile desteklenecek interaktif bir eğitim. İzleme başlığı altında temizodaların sürekli izlenmesi, izleme planı oluştururken dikkat edilmesi gereken hususlar ve risk tabanlı yaklaşımla ele alınan izleme planları örneklerle paylaşılacaktır. Modül 2 : Test Metotları (ISO 14644-3:2019) Eğitmen :Dilek SUNAR, Haşim SOLMAZ * Test Metotları (ISO 14644-3:2019)standardında anlatılan Test yöntemlerinin ve tavsiye edilen test cihazlarının  açıklandığı ve uygulamalardaki pratik yaklaşımlar ve ip uçlarının da  ele alınacağı, teorik ve pratik bilgiler ile desteklenecek interaktif bir eğitim. Modül 3 : Temizoda Tasarım, Yapım ve Devreye Alma (ISO 14644-4:2022) Eğitmen : Orkun ÖZKURT, Gökhan ÇELİKELLİ * Uluslararası güncel ISO 14644-4: 2022 standardı esas alınarak; Temizoda'ların tasarımında, kurulumunda ve devreye alma sürecinde bilinmesi ve dikkat edilmesi gereken temel konular anlatılacak, alternatif yöntemlerin avantaj ve dezavantajları irdelenecektir. Yeni ve eski standart arasındaki farklar incelenecektir. Modül 4 : Temizoda İşletme, Personel ve Temizlik (ISO 14644-5:2004 / TS EN ISO 14644-5:2006 ) Eğitmen :Alper SARI * ISO 14644 Standard Serisi Eğitimleri 2020 Programı çerçevesinde, Standardın 5. Bölümündeki temel bilgiler paylaşılacak, işletme sistemleri, temizoda kişisel koruyucu donanımları, personel, materyaller, ekipmanlar ve temizoda’ların temizlenmesi konuları detaylı olarak işlenecek ve uygulamaların nasıl olması gerektiği anlatılacaktır  *Kursiyerler eğitim programı içinde her gün tek modül eğitim alabilirler. EĞİTİM SAATLERİ / 22-23 Kasım 2023 09:00-10:00 Kayıt - İkram 10:00-10:50  DERS 1 10:50-11:10 Ara - Çay/kahve 11:10-12.00 DERS 2 12:00-13:30 Öğle Yemeği 13:30-14:20 DERS 3 14:20-14:40 Ara - Çay/kahve 14:40-15:30 DERS 4 15:30-16:00 Network -İkram Detaylı Bilgi ve Kayıt  

Moderna, Çin'deki İlk İlaç Fabrikasının İnşaatına Başladı

Moderna, Çin'deki İlk İlaç Fabrikasının İnşaatına Başladı ABD'li biyoteknoloji şirketi Moderna, Çin'deki ilk ilaç fabrikasının inşaatına 3,6 milyar yuanlık yatırımla başladı. Moderna Çin Ar-Ge ve üretim merkezi projesi, Shanghai Xinzhuang Sanayi Parkı'nda yaklaşık 18 hektarlık bir alana yayılıyor. Bu proje, Shanghai Belediyesi Ekonomi ve Bilişim Komisyonu, Minhang bölge yönetimi ve Moderna arasında imzalanan stratejik işbirliği anlaşmasının bir sonucudur. ABD'li biyoteknoloji şirketi Moderna, tahmini 3,6 milyar yuan (yaklaşık 501 milyon ABD doları) yatırımla Çin'deki ilk ilaç fabrikasının inşaatını Pazartesi günü başlattı.Shanghai Xinzhuang Sanayi Parkı yetkililerine göre, Shanghai kentinin Minhang Bölgesi'nde yer alan Moderna Çin Ar-Ge ve üretim merkezi projesi, park içinde yaklaşık 18 hektarlık bir alanı kapsıyor. Bu hamle, Shanghai Belediyesi Ekonomi ve Bilişim Komisyonu, Minhang bölge yönetimi ve Moderna arasında 5 Temmuz'da imzalanan üçlü stratejik işbirliği anlaşmasının ardından geldi. Söz konusu işbirliği, biyofarmasötik alanında yatırım, araştırma, geliştirme ve ticarileştirmeyi destekleme amacı taşıyor.Dünyanın önde gelen mRNA aşı geliştiricilerinden Moderna, mRNA tabanlı ilaç araştırma ve geliştirme ile virüs önleme teknolojileri de dahil olmak üzere kanser immünoterapisine odaklanıyor. Kaynak: Basın Bülteni

Nanoteknoloji ile Süper Su Geçirmez Malzeme Keşfedildi

Nanoteknolojinin ile  "Süper Su Geçirmez" Malzeme Keşfedildi Bilim insanlarından büyük bir keşif daha: Nanoteknolojinin de yardımıyla, "süper su geçirmez" bir malzeme keşfedildi. Nanoteknoloji üzerine çalışan araştırmacılar, sıvının çok az sürtünmeyle yüzeyden kaymasına neden olabilecek "süper su geçirmez" bir malzeme geliştirdiler. Ayrıca bu malzeme üzerinde yapılan ek araştırmalar, sıvı benzeri moleküller yüksek konsantrasyonlarda olduğu gibi düşük konsantrasyonlarda da mevcut olduğunda, suya aynı derecede dayanıklı olduklarını da gösterdi. Bu yeni araştırma, daha önce moleküllerin düşük konsantrasyonlarının su ile silikon yüzeyi arasında daha fazla sürtünmeye neden olacağına ve dolayısıyla suyun ona yapışmasına neden olacağına inanılmasından dolayı özellikle dikkat çekiyor. Newsweek aracılığıyla bildirildiği üzere, Nature Chemistry’de yer alan yeni makale, durumun hiç de böyle olmadığını gösteriyor. Finlandiya Aalto Üniversitesi'ndeki araştırmacılar, beklenildiği gibi daha fazla sürtünmeyle karşılaşmak yerine, konsantrasyonun düşük olduğu durumlarda bile suyun malzemeden serbest bir şekilde aktığını keşfettiler. Araştırmacılar, bu bulgunun, neredeyse ihtiyaç duyulan her yerde damlacık hareketliliğini artırabileceğimiz anlamına geldiğini belirtiyor. Bu keşfin bu kadar önemli olmasının en büyük nedenlerinden biri, diğer süper su geçirmez malzemelerin çok kırılgan olabilmesinden kaynaklanıyor. Çoğu durumda kaplamaların çok ince olması gerektiği için, fiziksel temastan sonra hızla dağıldıkları görülüyor. Ancak bu yeni keşif, bu malzemeleri daha da dayanıklı hale getirebilir. Bu keşif; borularda ısı transferi, buz çözme ve buğulanmayı önleme gibi şeylerin yanı sıra kendi kendini temizleyen yüzeylerin süper su geçirmez malzemeyi kullanmasına da olanak sağlayabilir. Kısacası bu, tonlarca potansiyel uygulama içeren büyük bir keşif ve su geçirmez malzemeler üzerine gelecekte yapılacak testlerle daha da olağanüstü hale getirilebilir. Belki de bu tür malzemelerin ilerleyen zamanlarda giysilere de dahil edildiğini görebiliriz. Böyle bir birleşim ile üretilen yağmur botları, yağmurluklar ve diğer giysi türleri çok daha üstün su geçirmezlik özellikleri sunabilir.   Kaynak: Basın Bülteni

Domates, Nobel Ödüllü Yöntemle Hastalıklara Dayanıklı ve Daha Verimli Olacak

ANTALYA'da, 2020 yılında Nobel ödülü alan CRISPR/Cas9 teknolojisinden yola çıkan Batı Akdeniz Tarımsal Araştırma Enstitüsü Müdürlüğü (BATEM) Ziraat Yüksek Mühendisi Kübra Yıldız, domatesin genetiğinde hastalıklara yol açan kısımları mutasyonla değiştirip hem dayanıklı hem de daha verimli hale getirdi. Tarım ve Orman Bakanlığı'na bağlı BATEM'de görevli Ziraat Yüksek Mühendisi Kübra Yıldız, bitki sağlığı alanında Ar- Ge çalışmaları yapıyor. Özellikle üreticilerden gelen talepler doğrultusunda çalışmalarına yön veren Yıldız, bitkilerin hastalık etmenlerine karşı savunma geliştirmeleri ve daha dayanıklı olabilmeleri için 2020 yılında Nobel Kimya Ödülü verilen CRISPR/Cas9 yönteminden yola çıktı. CRISPR/Cas9 teknolojisi, bazı bakterilerin virüslere immünolojik savunmasında önemli rol oynayan bir protein yapısı olarak dikkati çekiyor. Bu protein mekanizmasının genetik mühendisliği uygulamalarında bir hücrenin genomunu değiştirmek için yoğun olarak kullanılmasını örnek alarak uygulayan Yıldız, bitkiler üzerine çalışmaya başladı. Özellikle domatesi hastalıklara daha dayanıklı ve virüslere karşı kendini onaran ve savunan bir duruma getirmeye çalışan Yıldız, bu şekilde meydana gelecek verim kaybının da kısa sürede ortadan kalkacağını anlattı. Bu yöntemin çok sayıda çalışmaya rol model olduğunu söyleyen Kübra Yıldız, "Antalya'da üretim alanlarında en çok hastalık yapan iki faktörü seçtik. Begomavirus grubu ve domatesteki külleme hastalığı. Bu ikisi de üretimi yüzde 60-70 oranında düşürmekte olup şimdilerde meyvelerini almaya başladık. Bitki çeşitlerimiz büyümeye başladı" dedi. 'BAKTERİYE NEYİ YÜKLERSENİZ, O BİTKİNİN GENOMUNDAKİ SORUNU ORTADAN KALDIRIYOR' Yıl sonuna kadar dayanıklı bitki çeşidini ve tohumu elde etmeyi hedeflediklerini de belirten Kübra Yıldız, "Bu bakteri bir terzinin makası gibi. O bakteriye neyi yüklerseniz o gidip bitkinin genomundaki sorunu ortadan kaldırıyor. Bugüne kadar çok sayıda genetik düzenleme aracı vardı ama bunlar genetiği değiştirilmiş organizma olarak adlandırılıyordu. Ancak biz CRISPR/Cas9 modelinde GDO olmayan ve güneşin bile yapabileceği bir mutasyona sebep olarak GDO olmayan son ürün elde edebiliyoruz. 10 yılda klasik ıslah çalışmalarıyla yapılacak dayanıklı bitkiyi biz bu yöntemle en fazla 1 yılda hazırlıyoruz" diye konuştu. Yıldız, bu yöntemin yasal süreçleri tamamladığında, tohum formunda üreticiye verilecek ürünle sağlıklı bitkilerin daha verimli halde kazandıracağını sözlerine ekledi.  CRISPR-CAS9 NEDİR? Nobel Kimya Ödülü 2020 yılında, DNA zincirlerini kesmeye ve yeniden birleştirmeye olanak sağlayan 'CRISPR-Cas9' sisteminin geliştirilmesine katkılarından dolayı, Fransız mikrobiyolog Emmanuelle Charpentier ile ABD'li biyokimyacı Jennifer A. Doudna'ya verildi. 'DNA'da Ameliyat Yapabilen Teknoloji' olarak da anılan CRISPR-Cas9, 2020 Nobel Kimya Ödülü ile bilim dünyasında heyecan yaratan bir uygulama. CRISPR-Cas9, bir genom düzenleme aracı. Genetikçilerin ve tıp araştırmacılarının DNA üzerinde ekleme, çıkarma yapmalarına ya da DNA dizilimini değiştirmelerine olanak tanıyan özgün bir teknoloji. Bugüne kadar kullanılan tekniklerin hepsinden daha hızlı, daha ucuz ve daha yüksek doğruluk oranına sahip olan CRISPR-Cas9, geniş bir uygulama yelpazesine sahip.   Kaynak: Basın Bülteni

Bakan Koca: Önümüzdeki Yıl 150 Sağlık Tesisinin Açılışını Yapacağız

TBMM Plan ve Bütçe Komisyonunda Sağlık Bakanlığı'nın 2024 yılı bütçesinin görüşmeleri yapıldı.. Bakan Koca'nın Açıklamalarından öne çıkanlar şöyle:  Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, "Bakanlığımıza bağlı sağlık kurumu sayısı yaklaşık 15 bindir. Bakanlığımıza bağlı hastanelerde yatak sayısı 171 bin 932’ye yükselmiştir. 412 adet hastane yatırımımız bulunuyor. Önümüzdeki yıl için 55’i hastane olmak üzere toplam 150 yeni sağlık tesisinin açılışını yapacağız" dedi. "Hastanelerin yatak sayısı 171 bin 932’ye yükselmiştir" Bakanlığımıza bağlı sağlık kurumu sayısı yaklaşık 15 bindir. Bunların 977’si hastane, 8 bin 157’si Aile Sağlığı Merkezidir. Bakanlığımıza bağlı hastanelerde yatak sayısı 171 bin 932’ye yükselmiştir. Nitelikli yatak oranını yaklaşık 13 kat artırarak yüzde 6’dan yüzde 81’e çıkarmış durumdayız Hatay- Antakya, Erzin, Altınözü, Payas, Gaziantep-Oğuzeli, Nurdağı, Kahramanmaraş-Merkez, Nurhak, Türkoğlu ve Adıyaman Çelikhan’da toplam 1.588 yatak kapasitesine sahip 10 acil durum hastanelerimizle Mart 2024 tarihi itibarıyla vatandaşlarımıza hizmet sunmayı hedefliyoruz. Bununla birlikte Hatay, Malatya ve Kahramanmaraş illerimizde de şehir hastaneleri yapmak için proje çalışmalarına başladık. İnşaatı devam eden 144, ihale aşamasında 73, proje ve arsa aşamasında 195 olmak üzere toplamda 412 adet hastane yatırımımız bulunuyor. Önümüzdeki yıl için 55’i hastane olmak üzere toplam 150 yeni sağlık tesisinin açılışını yapacağız. "COVID-19 her geçen gün doğaya yeniliyor" Başta Eris varyantı olmak üzere, yeni mutasyonların, virüsün ortaya çıktığı ilk döneme kıyasla hasta yapıcı özelliğinin artık çok az olduğunu biliyoruz. COVID-19 her geçen gün doğaya yeniliyor ve hayat devam ediyor. "Yenidoğan tarama programına SMA’yı da ekledik" Aralık 2021 tarihi itibarıyla başlattığımız ‘’Evlilik Öncesi SMA Taşıyıcı Tarama Programı’’ çerçevesinde 1 milyon 100 bini aşkın kişiye tarama yaptık. Yenidoğan tarama programına SMA’yı da ekledik. Bugüne kadar 1 milyon 4 yüz bin bebeğimiz taramadan geçirildi. Uzaktan sağlık hizmetini yaygınlaştırıyoruz. 2023 yılının ilk 8 ayında 3 bin 75 hastaya uzaktan sağlık kurulu raporu düzenlenmesini sağladık. Kaynak: Basın Bülteni

Türkiye’Nin ilk Uzay Aracı 2026’Da Ay Yolculuğuna Çıkacak

Türkiye’Nin ilk Uzay Aracı 2026’Da Ay Yolculuğuna Çıkacak Türkiye’nin Milli Uzay Programı kapsamında başlattığı Ay Araştırma Programı ile geliştirilen ilk uzay aracında bütün süreçlerin 2026’da tamamlanması ve aracın uzaya fırlatılması hedefleniyor. TÜBİTAK’tan edindiği bilgiye göre, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı, Türkiye Uzay Ajansı (TUA) ve Kurum çalışmaları ile ülkedeki kuruluşların katkılarıyla hazırlanan Milli Uzay Programı kapsamında Türkiye’nin 10 yıllık plan ve hedefleri belirlendi. Açıklanan 10 programdan ilkini oluşturan Ay Araştırma Programı ile ülkenin Ay’da mevcudiyet gösteren sayılı ülkelerden biri olması amaçlandı. Ay Araştırma Programı’nın ilk aşaması olan AYAP-1 kapsamında Ay’ın yörüngeden keşfi ve Ay yüzeyi ile ilk temasın gerçekleştirilmesi, ikinci aşamada ise AYAP-2 Projesi ile yumuşak iniş yöntemiyle yüzeye bir gezici keşif aracının (rover) indirilmesi hedeflendi. Ay Araştırma Programı’nın AYAP-1 Projesi kapsamında Dünya’dan Ay yörüngesine ulaşarak buradan veri toplayan ve sonrasında Ay yüzeyiyle teması sağlayacak bir uzay aracı geliştirilerek görev operasyonları yürütülecek. Bunun yanında milli imkanlarla geliştirilecek teknolojiler, ürünler, yazılımlar ve ekipmanların başarılı olmasıyla ülkenin sistem geliştirme ve zorlu görev operasyonlarını gerçekleştirebilme kabiliyetine yönelik uluslararası itibarı artırılacak. AYAP-1 kapsamında, Türkiye’nin ilk “Ay” ve “Derin Uzay” görevinin gerçekleştirilmesi ve operasyonel tecrübe kazanılması hedefleniyor. Ay yörüngesinde (Dünya’dan 400 bin kilometre uzakta) görev yapabilecek ve yumuşak inişe uygun bir uzay aracı geliştirilmesi planlanıyor. Ayrıca, yerli imkanlarla geliştirilen Hibrit İtki Sistemi’nin uzay tarihçesi kazanması, Ay yüzeyinden alınacak yüksek çözünürlüklü görüntüler ve bilimsel verilerin (Ay’daki suyun kökeni, mini-manyetosfer oluşumları, yüzey bileşenleri, yüzey sıcaklık ve yansıma haritaları, radyasyon) Türkiye’deki bilim insanlarınca bilgiye çevrilmesi planlanıyor. Proje, “Derin Uzay” araştırmalarına kapı açacak Proje, halihazırda Milli Uzay Programı kapsamındaki Ay Araştırma Programı altında yürütülüyor. Bununla birlikte Türkiye’deki endüstri ve akademiden birçok paydaşın direkt girdisi bulunuyor. Bu sebeple ülkenin uzay ekosisteminin güçlendirilmesine de katkı sağlanacak. Bir başka katkı ise uzay aracı üzerinde bulunan yerli ve uluslararası ortaklar tarafından geliştirilen bilimsel görev yüklerinin toplayacağı veriler üzerinden elde edilecek bilgiyle uzay bilimleri konusunda Türkiye’nin yetkinliği ve uluslararası işbirliğinin seviyesi artırılacak. Ülke için “Derin Uzay”a açılacak kapıyı aralayacak bu projeyle gençlerin uzay bilimi ve teknolojilerine ilgisi güçlendirilecek. Uzay aracında son durum Uzay aracı kapsamında “Sistem Seviyesi Tasarım Aşaması” tamamlanarak, “Ayrıntılı Tasarım (Ekipman/Modül/Bileşen Geliştirme) Aşaması” faaliyetleri yürütülüyor. Uzay aracı üzerinde kullanılacak tüm ekipmanların görev için yeterlilikleri gözden geçirildi ve bazı ekipmanlar için yeterlilik (kalifikasyon) modellerinin üretimleri başlatıldı. Bu ekipmanların yeterlilik testini geçmesi sonrasında uçuş modelleri üretilerek uzay aracına entegre edilecek. Uzay aracı kapsamında teslim süresi uzun ekipmanlar ve bileşenler için sözleşmeler imzalandı ve “Uzay Aracı Uçuş Modeli” üzerinde kullanılacak tüm ekipmanların planlaması tamamlandı. Uzay aracını oluşturan alt sistem ve ekipmanların uçuş modellerinin üretilmesi sonrasında sistem seviyesi entegrasyonu gerçekleştirilecek ve ardından çevresel (titreşim, ısıl-vakum, elektromanyetik uyumluluk gibi) ve işlevsel testler yapılacak. Bütün süreçlerin 2026 yılında tamamlanması ve aynı yıl aracın fırlatılması planlanıyor. Uzay aracının tasarımları yerli Türkiye’nin ilk Ay görevi olması nedeniyle görevin başarısı her şeyin üzerinde tutuldu ve planlamalar yapıldı. Bu kapsamda yerli olarak geliştirilen ekipmanlara karar verilirken en az prototip seviyesinde olunması dikkate alındı ve yeterlilik modeli planlamaları gerçekleştirildi. Bununla birlikte görev kritik ekipmanlar için “Derin Uzay” tarihçesi bulunan alternatifler uzay aracı kapsamına alınarak görev başarısına katkı sağlayacak şekilde güvenilirlik artırıldı. Yurt dışından bazı bileşen ve ekipmanların tedariki özelinde işbirlikleri olmakla birlikte Ay görevinin ve uzay aracının tasarımları yerli olarak yapıldı. Aracın entegrasyonu, testleri ve operasyonları da Türkiye’nin altyapıları kullanılarak kendi beşeri sermayesi tarafından gerçekleştirilecek. İlk görev (AYAP-1) kapsamında geliştirilen uzay aracı, AYAP-2 içinde planlanan yumuşak iniş görevinin gereksinimleri de dikkate alınarak tasarlanıyor. Ayrıca yumuşak iniş için gereken bazı ekipmanlar (iniş takımı gibi) ve teknolojilerle (görüntü destekli seyrüsefer gibi) birlikte AYAP-2 kapsamındaki gezici keşif aracına yönelik konsept tasarım çalışmaları da yürütülüyor. Türkiye’ye stratejik kabiliyetler kazandıracak projelere odaklanılırken özellikle uzayda daha etkin olmak için yer gözlem ve haberleşme uyduları, küçük uydularla nesnelerin interneti, fırlatma sistemleri, yer kesimi, uzaktan algılama, uzay gözlem sistemleri ve bunların bileşenleriyle son dönemde Milli Uzay Programı ile birlikte “Derin Uzay” (Ay Araştırma Programı) ve insanlı uzay görevleri üzerine geniş çapta ve yoğunlukta çalışmalar yapılıyor.​​​​​​​

TİTCK, Dünya Sağlık Örgütünün

Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumunun (TİTCK) Dünya Sağlık Örgütünün ulusal ilaç otoriteleri listesine alındığı bildirildi. Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu (TİTCK) 21.09.2023 tarihi itibarıyla Dünya Sağlık Teşkilatı tarafından listelenen ulusal ilaç otoriteleri arasındaki yerini almıştır. Bu gelişmeyle birlikte, ilaçlar ve aşılar için tüm düzenleyici ve denetleyici faaliyetlerimizin, Dünya Sağlık Teşkilatı kriterlerine uygunluğu, istikrarlı, iyi işleyen ve entegre bir sisteme sahip olduğumuz gösterilmiştir.   Ayrıca; ülkemizdeki ilaç ve aşıların etkili, güvenli ve kaliteli şekilde piyasaya sunularak denetiminin en iyi şekilde gerçekleştirildiği bir kez daha tescillenmiş; Ülkemizde üretilen aşıların Dünya Sağlık Teşkilatı tarafından onaylanan ürün listelerine (ön yeterlik/ acil kullanım listelemesi) girebilmesinin de önü açılmıştır. TİTCK, 2018 yılında aralarında İsviçre, ABD, İngiltere, İrlanda, Almanya, Kanada, Japonya ve Avusturalya gibi ülkelerin bulunduğu Uluslararası İlaç Denetim Birliği’ne (PIC/s) kabul edilmişti. 2020 yılında Uluslararası Uyum Konseyi’ne (ICH) tam üye olan Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu,  ilaç ruhsatlandırma, klinik araştırmalar ve farmakovijilans faaliyetlerinde uluslararası alanda kabul görmüş otoriteler arasındaki yerini almıştı. Türk ilaç sektörünün uluslararası alandaki itibar ve saygınlığını artıran üyeliklerimiz ile vatandaşlarımızın kaliteli, etkili ve güvenli ilaca erişimini dünya standartlarında sağlıyor,  sağlık alanında uluslararası ticaretimizin de gelişmesine katkı sağlıyoruz. Kaynak : Basın Bülteni

İtalyan İlaç Grubu Recordati,Yeni Fabrika Yatırımı ile Türkiye'den İhracat Planlıyor

Türkiye pazarına 2008 yılında 2 yerli ilaç firmasını satın alarak giren Recordati’nin şu anda Türkiye’de 80 milyon kutu kapasiteli üretim tesisi ve 41 ayrı ürün ve tedavi seçeneği ile ilaç sektöründe hizmet veriyor. Çok yakın zamanda iki büyük yatırımı daha hayata geçirmeyi hedeflediklerini belirten Recordati Grup Başkan Yardımcısı, Ortadoğu, Afrika, Türkiye, Uluslararası Bölge Başkanı ve Türkiye Genel Müdürü Erdem Çınar, DÜNYA’ya bu yeni yatırım planları ile ilgili şunları söyledi; “2016 yılında yaklaşık 50 milyon dolarlık ilk yatırımla Türkiye pazarına giriş yaptığımız günden bu yana toplam yatırım tutarımız 260 milyon euroya ulaştı. Bu yatırımlara ek olarak çok yakın zamanda iki büyük projemizi daha hayata geçireceğiz. Bunlardan biri yeni üretim hattı projemiz. Bu proje için makine ve ekipman yatırımının yanı sıra depolama alanının genişletilmesi için yatırım yapmayı ve bu sayede üretim kapasitesi artışı elde etmeyi planlıyoruz. Bu hatta üretilecek ürünlerin büyük kısmı dünyaya ihraç edilecek ve tüm bu yeni operasyon için de yeni bir ekip istihdam edilecek.” Yıl sonunda 2 milyar euro ciro hedefi Çınar, Recordati Grup’un cirosal anlamda da büyüme planlarından söz ederek, “Recordati Grup’un 2022 yılında cirosu bir önceki yıla kıyasla yüzde 17,3 artışla 1.853.3 milyon euro olarak gerçekleşti. 2022 yılı yatırım harcamalarımıza baktığımızda ise makina ve tesis bazında 22.7 milyon euro olduğunu söyleyebilirim. Bu yılın ilk 6 aylık finansal sonuçlarımıza göre grubun cirosu 1.044.3 milyon euro olup, yıl sonunda ise bu rakamı 2 milyar euroya çıkarmayı hedefliyoruz” dedi. Faaliyet gösterdikleri ülkelerde geçerli olan yasa ve yönetmelikler çerçevesinde çalışmalarını sürdürdüklerini, insanları ve çevreyi koruyan uygulamalar hayata geçirdiklerini anlatan Çınar, şöyle konuştu; Elektriğin %84’ü yenilenebilir kaynaklardan  “Güvenli, yüksek kaliteli ürünler tedarik ederken etik, kalıcı ve sürdürülebilir bir şekilde büyümeye ve değer yaratmaya devam etmek istiyoruz. Örnek verecek olursam, Recordati Grup’un tesisleri ve ek ofisleri için yenilenebilir kaynaklardan sağlanan elektrik oranı yaklaşık yüzde 84'tür. İrlanda ve İspanya’daki üretim tesislerimize güneş panelleri kuruldu. 2021 ve 2022 yıllarında Milano metropolitan alanında yaklaşık 7 bin 500 ağaç dikildi ve 2023 yılı sonuna kadar 11 bin 250 ağaç dikme hedefi var. Bu projelerin büyüyen bir işletmenin temel bir parçası olduğuna aynı zamanda faaliyet gösterdiği toplumu destekleyip geliştireceğine ve çalışanlarını gururlandıracağına inanıyoruz.” Çınar, sürdürülebilirlik çalışmalarının Türkiye ayağından da söz ederek, “Diğer yandan sürdürülebilir bir gelecek için, 2016’dan beri Çerkezköy Organize Sanayi Bölgesi’nde faaliyet gösteren fabrikamızda güneş panelleri kurarak, yıllık bazda tesisin faaliyetleri için ihtiyacımız olan enerjinin bir kısmını üretmeyi hedefliyoruz” diye konuştu. “Toplumsal fayda öncelik” 1920'lerde İtalya'da bir eczanede başlayan ve bugün 4 bin 300'den fazla çalışanıyla İtalyan borsasında işlem gören uluslararası ilaç grubu Recordati’nin toplumsal fayda ve farkındalık için önemli adımlar attığını ifade eden Erdem Çınar, “Kadına yönelik şiddet konusunda farkındalık yaratmak amacıyla kadına yönelik şiddet vakalarını içeren ve 20 kadın doktor tarafından seslendirilen 3 animasyon video Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı, KAHEV, Recordati ve birçok kadın hekim tarafından sosyal medya hesaplarında paylaşıldı. Ayrıca 2019 yılından bu yana koşulsuz destek olduğumuz DrX projemiz var. Bu proje ile hekimlerimiz farklı hikayelerini, tecrübelerini paylaşarak, ‘Her şeyden önce insan’ olduklarını bizlere hatırlatıyorlar ve bu vesile ile birçok ilham veren hikaye paylaşıyorlar. Bu yıl da 15 Eylül Dünya Prostat Kanseri Farkındalık Günü’ne özel Türk Radyasyon Onkolojisi Derneği, Türk Tıbbi Onkoloji Derneği ve Türk Üroonkoloji Derneği bir araya gelerek, dünyada erkeklerde en sık görülen ikinci kanser türü olan prostat kanserinin önemine dikkat çekmek amacıyla oluşturdukları ‘Prostat Kanserine Karşı Top Sende’ projesine Recordati Türkiye’olarak koşulsuz destek olduk” ifadelerini kullandı. Kaynak : Dünya - Sevilay Çoban

Türkiye'de İlk Hepatit A Aşısı , KeyVac Aşı Üretim Tesisi'nde Üretilecek

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Başkent Organize Sanayi Bölgesi'ndeki KeyVac Aşı Üretim Merkezi Açılış Töreni'nde yaptığı konuşmada, açılışını yaptıkları Hepatit A aşısı üretim fabrikasının Ankara'ya, ülkeye ve Türk milletine hayırlı olmasını diledi. Alagöz Holding Yönetim Kurulu Başkanı Cantürk Alagöz'ü stratejik önemi yüksek bu fabrikanın inşasından dolayı şahsı ve milleti adına tebrik eden Erdoğan, fabrika çalışanlarına teşekkür etti. "Öncü bir rol üstlenecektir" Hepatit A aşısı üretim tesisinin kendi alanında önemli bir boşluğu dolduracağını vurgulayan Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü: "14 bin metrekare kapalı alanı, 12 bin metrekare fabrika üretim hattı ve 2 bin metrekare ofis alanından oluşan fabrikamız en son teknolojiyle donatılmış. Toplam 29 bin 500 metrekare fabrika sahasıyla KeyVac, üretmeyi planladığı diğer aşılarda da inşallah öncü bir rol üstlenecektir. Koronavirüs salgını döneminde yaşananlar bize aşı üretim kapasitesinin ne kadar kritik önemde olduğunu göstermiştir. Türkiye bu süreci hükümetimizin attığı kararlı ve etkili adımlar sonucunda dünyanın birçok ülkesine göre çok daha başarılı bir şekilde yönetmiştir. Hiçbir vatandaşımızı sahipsiz, çaresiz bırakmadık. Güçlü altyapımız ve kuşatıcı sosyal güvenlik sistemimiz sayesinde tüm insanlarımıza birinci sınıf sağlık hizmeti sağladık. Kendi yerli aşımızla salgına karşı etkisi tescillenen tüm aşıları vatandaşlarımıza ücretsiz olarak sunduk." Cumhurbaşkanı Erdoğan, salgın döneminde, ekonomide de farklı destek paketleriyle iş dünyası ve çalışanların yanında olduklarını ifade etti. Muhalefetin tüm baskılarına rağmen ekonomide yıkıcı sonuçları olacak sert adımları atmaktan uzak durduklarını vurgulayan Erdoğan, şunları söyledi: "Bunun yanında salgın döneminde 161 ülke ve 12 uluslararası kuruluşa tıbbi malzeme desteği vererek insanlık görevimizi yerine getirdik. Ülkemiz son asrın en büyük sağlık krizi olarak nitelenen salgından zayıflayarak değil, güçlenerek, dostlarının sayısını arttırarak çıkmıştır. Bu başarıda katkısı bulunan sağlık çalışanlarımız başta olmak üzere tüm görevlilerimizi, kurumlarımızı, şirketlerimizi tebrik ediyorum." "Ülkemiz ileri teknolojiye ve yetişmiş insan kaynağına kavuşacaktır" Hepatit A aşısının, Hepatit A virüsünün neden olduğu hastalığın önlenmesinde kullanılan bir inaktif aşı olduğunu vurgulayan Erdoğan, bu aşının 2012 yılından bu yana genel bağışıklama programında yer aldığını dile getirdi. Aşının, Sağlık Bakanlığı tarafından ücretsiz olarak 18 ve 24. ayların sonunda olmak üzere her çocuğa iki doz uygulandığına dikkati çeken Erdoğan, şunları kaydetti: "Kronik karaciğer hastalığı ve pıhtılaşma bozukluğu olanlar ile risk grubunda olan birçok insanımız aşılanıyor. Daha çok yurt dışından tedarik edilen Hepatit A aşısı, artık dünya standartlarında ülkemizde de üretilecektir. Böylece Türkiye bu aşıyı en üst standartta üreten 4. ülke olacaktır. Açılışını yaptığımız bu önemli tesisle, Hepatit A aşısında yurt dışına bağımlılığımız azalacaktır. Ayrıca bu alanda, ülkemiz ileri teknolojiye ve yetişmiş insan kaynağına kavuşacaktır. Cumhuriyet'imizin 100. yılını kutladığımız bir dönemde hizmete giren KeyVac Hepatit A Aşısı Üretim Fabrikası'nın bir kez daha hayırlı olmasını diliyorum. Aklını, emeğini, birikimini ve vizyonunu Türkiye Yüzyılı'nın emrine veren siz kardeşlerimizi yürekten tebrik ediyorum. Bugüne kadar yatırımlarıyla, üretimleriyle, istihdamlarıyla Türkiye'yi büyütme davamıza destek olan herkese şükranlarımı sunuyorum." Cumhurbaşkanı Erdoğan'a konuşmasının ardından günün anısına Alagöz Holding Yönetim Kurulu Başkanı Alagöz ve Sinovac Yönetim Kurulu Başkanı Yin Weidong hediye takdim etti. Cumhurbaşkanı Erdoğan ve beraberindekilerin kurdele kesiminin ardından fabrika törenle açıldı. Açılış törenine, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Vedat Işıkhan, Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mehmet Fatih Kacır, Tarım ve Orman Bakanı İbrahim Yumaklı ile AK Parti Genel Sekreteri Fatih Şahin ve çok sayıda davetli katıldı. Kaynak: Basın Bülteni

Savunma Sanayi Kocaeli'de Gelişiyor

DİLOVASI İMES Organize Sanayi Bölgesi’nde kurulu bulunan Sima Dış Ticaret Alüminyum A.Ş., Kocaeli’nin yüz akı oldu. Girişimci Alüminyum Sanayici ve İş Adamları Derneği Yönetim Kurulu Başkanı olan ve Alüminyum sektöründe Türkiye’nin en nitelikli isimlerinin başında gelen Celalettin Kırboz ile yolları beş yıl önce kesişen Sima Dış Ticaret Alüminyum A.Ş., ar-Ge çalışmaları sonucunda savunma sanayine yönelmesi ile birlikte, bu sektörün öncülerinden biri olmayı başardı. Sima Dış Ticaret Alüminyum A.Ş., başta MKE  olmak üzere Türkiye’nin en güçlü savunma sanayi kurumlarına entegre olmuş şekilde çalışmalarını sürdürüyor. Sima Alüminyum Genel Koordinatörü Celalettin Kırboz, yaptıkları çalışmaları anlatırken, “Kocaeli artık bir savunma sanayi kenti” vurgusunu yapıyor. Ar-ge çalışmaları ne zaman başladı? Şirket 2018 yılında kuruldu. İlk hedefimiz Alüminyum sıcak dövme parça üretmekti. Daha sonra dövme sektörü savunma sanayi üretimine doğru evirildi. Ar-ge süreci işte bunu belirledi. Sıcak dövme ürünleri savunma sanayinin ihtiyacıydı çünkü. Benim geçmişteki tecrübelerim de zaten savunma sanayi – Alüminyum ilişkisi üzerineydi. Bununla ilgili çeşitli akademilerle de çalışmalara başlamıştık. Örneğin İHA’ların parçalarının üretilmesinde Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi ile bazı çalışmalar yapmıştık. O süreç bizi savunma sanayi ile ilişkiye yönelten belki de en önemli faktör oldu. Sima’da çalışmalar savunma sanayine yönelince biz de bu sürece dahil olduk. Neler yapıldı?  Ar-ge sürecinde Alüminyum metalinin sıcak dövme sonrasında şekillenmesi, dövme öncesi ve sonrası metalik yapısı çok ciddi incelendi. Kalite sistemlerinin savunma ve havacılık sanayinin kalite sistemine uygunluğu belirlendi. Diğer yandan havacılık ve savunma sanayine ürün ürütecekseniz; buradaki mevcut müşterilerin isteklerini öğrenmeniz gerek... Bunu öğrendik. Bunları üst üste koyunca ortaya savunma sanayine hizmet edecek bir firmanın görüntüsü çıktı. Ve hep birlikte bu süreci tamamlayarak işe hazır olduk. Aslında milli piyade tüfeğinin yerlileştirilmesi projesi bizim ilk çalışmamız oldu. Çünkü milli piyade tüfeğinin tasarımı vardı ama malzeme tarafı yerlileşmemişti. En sonunda bunun üretim yöntemi ve Alüminyum alaşımı ile ilgili farklı yöntemlerle yapılması noktasında ilgili makamları ikna ettik. Bu çok uzun ve meşakkatli bir yoldu. Maalesef ülkemizde inisiyatif almamak gibi bir özellik tüm bu süreçlerde en büyük sorun. İlk ürünleri üretip testlerinde kalifiye olunca çok önemli bir soruna son verdiğimizi anladık. Aslında bunu sektör yetkilileri de anladı ama bir anda dönüş sağlayıp kabullenmek pek de alışık olduğumuz bir konu değildi. Üretim sırasında da belli zorluklarla karşılaştık ama başardık. Sonuç olarak tüfeğimiz millileşti, ama asıl önemlisi yerlileşti. Artık tüm parçaları ile tamamen yerli olarak üretilebilir hale geldi. Bunu da bizim önemli bir katkımız var. Bundan sonra başka firmalar da yapılabilir. Elbette yapacaktır. Unutulmaması gereken, “her şeyin bedeli var.” Bu bedeli ödeyen herkes bu üretimleri elbette yapacaktır. Buradan yola çıkarak sivil silah sanayine yöneldik. İşin ticari tarafını hızlandırdık. Arkasından da Amerika ve Avrupa pazarına çıktık. Oradaki fuarlara katıldık ve hala katılıyoruz. Amerika pazarı bizi farklı boyuta taşıdı her ne kadar 2023 yılında dünya da silah sektörü durma noktasına kadar yavaşladı ise de tekrar istenen düzeye geleceği aslında bilinen gerçektir.Savunma sanayide çalışılan kurum isimleri hangileri? Türkiye de savunma sanayi bilindiği üzere vakıf şirketleri üzerinden çalışır.  Direkt çalıştığımız kurumlar, ROKETSAN, Makine Kimya, BAYKAR, ASELSAN, TUSAŞ ve TEİ… Elbette bunlara ürün üretebilmek ayrı bir kalifikasyon ve belgelendirme sürecini kapsar. Bu süreçleri tamlayan tüm şirketler bu firmalar ile çalışabilir. BAYKAR son günlerde çok konuşuluyor. Onlara ne üretiyorsunuz?  Firmalarımız bazen önemli yaptırımlar ile karşı karşıya kalıyor. Biz bu süreçlerde elimizden bir şey geliyor ise yapıyoruz. BAYKAR da böyle bir süreçte bize geldi ve onlarında verdiği ar-ge destekleri ile biz de 3-4 aylık bir ar-ge çalışmasının ardından istedikleri malzemeyi ürettik. Ürettiğimiz malzeme, BAYKAR’ın önemli bir platformunda halen kullanılmakta. Ama biz daha önce de BAYKAR’a İHA ve SİHA’larda kullanılan birtakım sistemleri Alüminyum Test Eğitim Araştırma Merkezi’nde üretmiştik. Bu hala devam ediyor. Yaptığınız işlerin yüzde kaçı savunma sanayi ile alakalı?  Şu anda yüzde 70 savunma sanayi ile alakalı diyebiliriz. Son yıllarda Türkiye’nin bir savunma sanayi vizyonu var. Halkımız da bu vizyona destek veriyor. Sima’nın buradaki yeri ne? Burası bir ticarethane ve para kazanmak zorundasınız. Burada savunma sanayi olmazsa hiçbir şey yapamayız asla demiyoruz. Bugün savunma sanayi ile ilişkilerimiz kesilse de biz farklı yerlerde ayakta durabiliriz. Sağlık sistemine, otomotiv sektörüne de ürünler üretiyoruz. Dolayısıyla birçok alanda olup ayakta durmayı planlıyoruz ve bunu başarıyoruz. Bugün yüzde 70 savunma sanayine ürün üretiyoruz ama yarın her duruma hazırız. Sürekli yatırım halindeyiz. Savunma sanayi üretiminde ihracat ne kadar? 6 buçuk milyar dolar. Bu birlikte hareketin bir sonucu. Planlı bir yürüyüşün getirisi. Burada devletin organizasyonda çok büyük payı var. Devlet ister istemez bu sektöre önem vermeye başladı. Bir örnek vereyim. Gezi olaylarında Fransa, gaz fişeklerinin Türkiye’ye ihracatını durdurdu. Biz gaz fişeğini 15-20 gün içerisinde imal ettik. Böyle böyle bir baktık, önce kendi ihtiyacımızı karşılamaya başladık. İş daha da büyüdü ve ihracat yapmaya başladık. Şimdilerde bazı ülkelerde yatırım ortaklığı yapıyoruz. Elbette bizim katkımız bilgi birikimimiz oluyor. Yani artık bu alanda bilgimizi de paraya çevirecek konuma geldik. Burada SAHA Savunma Havacılık Uzay kümelenmesinin payı çok büyük. Bu platformda BAYKAR’a yakın oranda ihracat yapan pek çok şirket var. Burada güçlü bir ekosistem var ve hep beraber büyüyoruz. Çünkü onlarla beraber yan sanayi de büyüyor. Çünkü Avrupa’nın en büyük iş kümesiyiz.  Bin civarında firma, savunma sanayi ve havacılık alanında birbirlerine entegre halde çalışıyor. Sanayi birikiminin çok işlevsel kullanılması bugün itibariyle bizi çok farklı bir yere getirdi. Öte yandan biz Türkiye olarak Dünya Uzay Konferansı’na talip olduk ve 2026 da IAC2026’yı Antalya da yapma kararını buradan da paylaşmış olalım. Ülkemizde uzay ile ilgili ciddi bir çalışma var. Planlara göre 2026’da sert iniş olarak, 2028’de da yumuşak iniş olarak aya iniş programımız var. Bir tanesini Elon Musk’la birlikte, onun rampasından yapacağımızı biliyorum.  Bu çalışmalar, konuyu bilen insanları gerçekten heyecanlandırıyor. Bence çok güzel bir süreç. Türkiye’nin ayda olmasını her kesim desteklemeli. Biz de SAHA İstanbul, Sima olarak bu sürecin içinde olacağız.Sima’nın ihracatı ne? Buradan rakam paylaşmayı çok doğru bulmuyoruz. Bu elbette yıllara göre yükselecek, önemli sayılacak bir ihracatın sahibiyiz. İlimiz sanayi odasından 2022 yılı en iyi sektörel performans ödülüne de layık görüldük. Bunu sağlamanın yolu şu: Öncelikle pazar sizi bir test ediyor. Ondan sonra takip etmeye başlıyor. Deneme, testler ve sizin vizyonunuzla birlikte dünyaya açılıyorsunuz. Sima’nın hedefi ne? Biz, herkesin yapmadığını yapmaya çalışan bir firmayız. Birilerinin taklidi olmadık ve olmayacağız. Ama bizi takip eden firmalara her zaman açığız. Onlara destek de veririz. Biz sürekli kendimizi geliştirmeye çalışıyoruz. Ürettiğimiz ürünler, personel kalitemiz bu gelişimin temel başlıkları… Bizim kendi içimizde bir “Alüminyum akademimiz” var. Orada kendimize özel programlar yapıyoruz. Kendi personelimizi kendimiz yetiştirmeye çalışıyoruz. Personelimizi üniversiteden itibaren mükafatlandırmaya, işe ısıtmaya çalışıyoruz. Elimizden geldiğince farklı olmaya çalışıyoruz. Yeni ürünler ve yeni ufuklar peşinde koşuyoruz. Sanayiciler bir personel sorunundan bahsediyor. Evet ama bunun müsebbibi biziz. Sanayici personelin kıymetini yeni anlamaya başladı. Ama birçok imkanı kaybettik. Eğer sanayiciler gerekli imkanları verirse bu ülkenin çocukları bu ülkeyi ayakta tutarlar. Emin olun, burada olmayan şeyin müsebbibi biziz. Örneğin kendini çok iyi yetiştirmiş bir arkadaşımız ASELSAN’a girmek için araya bir sürü kişiyi koyuyor. Giriyor ya da giremiyor… Demek ki sizin ASELSAN gibi çok şirketiniz olsa, bu gençler yurt dışına gitmez. Merdiven altı çalışan şirketler gibi olursanız bu arkadaşları tutamazsınız. Diğer yandan personele ne verdiğiniz de çok önemli. Bir patron zenginleşirken ekosistemini kurarak etrafını da yukarı doğru çıkarmalıdır. Zengin patron fakir işçi varsa o şirket büyüyemez. Paylaşmayan iyi baba da olamaz iyi patron da… Paylaşırsanız nitelikli personel bulursunuz. Zorda kalmış sığınmacılar üzerinden sanayicilik yapılmaz. Başka neler söylemek istersiniz? Kocaeli birçok kimliği olan bir kent. Evet, liman kenti, turizm kenti, tarih kenti… Ama bugün aynı zamanda Kocaeli bir savunma sanayi kenti. Çünkü savunma sanayinin ihtiyacı duyduğu ar-ge ve üretim çalışmalarının ciddi bir bölümü Kocaeli’de yapılıyor. Bu sebeple Kocaeli’nin savunma sanayi kenti olma özelliğinin daha fazla ön plana çıkması gerektiği düşüncesindeyim. İşte yeni okul projesi Bir okul projeniz vardı. Bundan bahseder misiniz?  Bizim bulunduğumuz lokasyonda 4 tane sanayi bölgesi ve bu sanayi bölgelerinde de  binin üzerinde ufaklı büyüklü fabrika var. Burada önemli bir teknik kadroya ihtiyaç var. Bu fabrikalarda artık vasıfsız personel diye bir şey yok, asgari ücret diye bir şey yok. Dolayısıyla bize vasıflı insan gerekiyor. Vasıflı arkadaşları da sıfırdan alıp yetiştirmek zor bir süreç. Biz burada Saha İstanbul, Girişimci Alüminyum Sanayici İş Adamları Derneği, OSB’ler ve Gebze Teknik Üniversitesi, Kocaeli Üniveristesi ve SİMA  olarak “Uygulamalı Bilimler Akademisi”  kurmayı hedefliyoruz. TOBB’un da işin içinde olmasını arzu ediyoruz. Hedefimiz burada iki tip belgelendirme yapmak: Birincisi, akademik olarak resmi ön lisans belgesinin verilmesi… İkincisi de, bir akademi mezunu gibi özerk belge verilmesi… Örneğin teknisyen belgesi alan bir çalışanımızın maaşı da otomatik olarak artacak. Diğer yandan Bakanlığı döneminde Sayın Lütfi Elvan’a sunduğum bir proje var: Örneğin yurt dışında birçok büyük firmada çalışmış vatandaşlarımız var. Bunlar emekli olmuşlar ve çalışmıyorlar. Özellikle sektörel bazlı Avrupa’da çalışmış insanları tespit ederek, bunları turuncu mühendislik tabiriyle buraya getirip eğitmen personel olarak değerlendirebiliriz. Bu Türkiye’nin önünü açacak bir projeksiyon. Sima Alüminyum vizyonu ve misyonu nedir? Sima Alüminyum, alüminyum alaşımlarının şekillendirilmesi amacı ile 2016 yılında 2.500 m2 alana sahip tesisi ile birlikte Çayırova Kocaeli' de faaliyete geçti. Sima Alüminyum 2022 yılında Dilovası Imes OSB Bölgesinde 22.000 m ² alana kurulu yeni fabrikasına geçiş yaptı. Günümüz son teknolojisini yakalamayı hatta son teknolojiye yön vermeyi hedefleyen Sima Alüminyum yeni tesisinde Robot Kolları’nı üretim elemanlarına ekleyerek insansız üretime başladı. Havacılık, otomotiv, elektromekanik, raylı sistemler, tıbbi cihazlar, bisiklet, denizcilik ve temiz enerji alanları hizmet verdiği sektörlerin bazıları. Müşteri şartlarını en üst düzeyde sağlamak için, son teknoloji makinalar ile yapılan ürünler, teknik mesleki yeterliliği olan tecrübeli teknisyenler tarafından, hassas ölçüm cihazları ile kontrol edilmekte ve onay verilmektedir. Sima Alüminyum’un vizyonu şöyle: Alüminyum üretim alanında teknoloji, inovasyon, sürdürülebilir ve otomasyona dayalı izlenebilir sistemler ile yurt içinde ve yurt dışındaki çözüm ortaklarına katma değeri yüksek, güvenilir, yenilikçi ürünler sunmak. Tedarik zincirinin ihtiyacı ve firmamızın üretim konusu olan Alüminyum dövme, Ekstrusion, derin çekme, soğuk çekme, ısıl işlem  ve basınçlı tüp gibi teknolojik ürün ihtiyaçlarına inovatif çözümler getirerek kısa süre içerisinde dünyanın önde gelen alüminyum üreticilerinden birisi olmak. Hedeflerine marka bilinirliğini arttırarak ulaşan; ülkesine, paydaşlarına ve takım arkadaşlarına gurur veren bir teknolojik üretim üssü olmak. Sima Alüminyum’un misyonu şöyle: Kuruluş amacımız olan ülkemiz Alüminyum endüstriyel yapısında; yerli ve milli projeler hedefli, küresel pazarda yarattığı değerler ile sürdürülebilir büyümesini koruyan, rekabet gücü ile tercih edilen, güvenilen ve yenilenebilir enerji kaynakları ile çevreye ve insana duyarlı bir teknoloji firması olmak.  Kaynak:AA

Uluslararası Uzay İstasyonu'nda Soğutma Sıvısı Sızıntısı Meydana Geldi

Rusya Federal Uzay Ajansı (Roscosmos), Uluslararası Uzay İstasyonu'ndaki (UUİ) modüllerinden birinde soğutma sıvısı sızıntısı meydana geldiğini bildirdi. CNN'nin haberine göre, Roscosmos'un Telegram'da yapılan paylaşımında, soğutma sıvısı sızıntısının, UUİ'nin Rus kontrolündeki bölümde bulunan "Nauka" modülündeki bir radyatör devresini etkilediği belirtildi. Paylaşımda, modülün ana termal kontrol devresinin "normal çalıştığı" ve mürettebat ile istasyonun "tehlike altında olmadığı" bilgisi verildi. Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi (NASA), Houston'daki ajans yetkililerinin, dün yerel saatle 13.00'te Nauka modülündeki "iki radyatörden birinden pullar çıktığını gözlemlediğini" aktardı. NASA, uzay istasyonundaki mürettebatın, potansiyel sızıntı konusunda bilgilendirildiğini belirtirken, NASA astronotu Jasmin Moghbeli de pencerelerden gelen pulların varlığını doğruladı. Sızıntının nedenine dair değerlendirmelerin devam ettiği kaydedildi. "Soyuz" isimli Rus uzay araçlarından birinde 2022'nin sonlarında UUİ'ye bağlıyken soğutma sıvısı sızmasının ardından Roscosmos, sorunun çözümü için yaklaşık bir yıldır çalışıyor. Rus yetkililerce yapılan ve daha sonra NASA tarafından incelenen soruşturmada, söz konusu uzay aracına küçük bir cismin çarparak sızıntıya neden olduğu belirlenmişti. Roscosmos, uzay aracındaki sızıntının ardından mürettebatını Rusya'ya geri getirmek için yedek bir kapsül fırlatmaya karar vermişti. Kaynak:AA

Mentollü Nane Yağında Dışa Bağımlılığa Son

Isparta Uygulamalı Bilimler Üniversitesi (ISUBÜ) Ziraat Fakültesi, TÜBİTAK desteğiyle Türkiye'nin en zengin nane koleksiyonu bahçesini oluşturdu. Üniversitenin doğu yerleşkesindeki 3 dekarlık uygulama bahçesinde, Türkiye ile 14 ülkeden 100'ün üzerinde nane çeşidiyle yapılan çalışmada, çeşitlerin bölgeye adaptasyonu ve kimyasal içerikleri detaylı şekilde araştırıldı. 4 üniversiteyle yürütülen proje sayesinde, mentollü nane yağında dışa bağımlılığın önüne geçilmesi ve Türkiye'de üretiminin artırılmasının amaçlandığı belirtildi. 'NANEYİ GENELDE BAHARAT OLARAK BİLİRİZ' Projeyi yürüten Ziraat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. İsa Telci, nanenin sadece baharat olarak kullanılan bir bitki gibi değerlendirilmesinin doğru olmadığını, kozmetik, tıp, tarım ve sanayi alanlarında da kullanıldığını söyledi. Prof. Dr. Telci, "Naneyi genelde baharat olarak bilir ve kullanırız. Ancak nane türleri ilaç, kozmetik sanayisinde kullanımı yanında birçok patojene karşı güçlü biyolojik aktivite göstermektedir. Bu çalışmayla özellikle öncelediğimiz ana amaçlardan biri, mentol bakımından zengin çeşitleri belirlemekti" dedi. Türkiye'de yetişen nanelerin baharatlık olduğunu, mentol tipi nanelerin Türkiye florasında bulunmadığını belirten Prof. Dr. Telci, mentol kaynağı nane türlerinin ise başta Hindistan olmak üzere çeşitli ülkelerden ithal edildiğine işaret etti. 'EN ÖNEMLİ SORUN, ÜRETİM MATERYALİ' Prof. Dr. İsa Telci, "Nane üretimi konusunda ülke olarak ticari üretim noktasında en önemli handikaplarımızdan biri, bitki üretim materyali sorunu dediğimiz bu aşamayı tamamlamış bulunuyoruz. Diğer alanlarda kullanılan tipler de var. Özellikle 'linalol' ve 'linalil asit' dediğimiz kozmetik sanayi bakımından zengin tipler de elimizde mevcut; Türkiye'de üretimi yapılmıyor ancak yurt dışında yapılan çeşitler. Biz de bu alanda üretim yapmak isteyen sektör için önemli bir materyali belirlemiş olduk. Bu çalışmalar sonrasında ülkemizin nane konusunda dışa bağımlılıktan kurtulabileceğini söyleyebiliriz. İstatistiklere baktığımızda 'citrus' türlerinden sonra en fazla alımını yaptığımız tür, nane yağlarıdır. Bu nane yağları da özellikle mentol bakımından zengin olan türler. Buradaki en önemli sorun, üretim materyali. Mentol bakımından zengin çeşitlerin bulunmaması. Bu çalışma ile üretimdeki bu handikap ortadan kalkmış oldu. Üreticilerimiz için, sanayicilerimiz için üretim için gerekli materyali tamamlamış olduk" diye konuştu. Prof. Dr. Telci, projedeki araştırmaların TÜBİTAK desteğiyle sürdürüleceğini sözlerine ekledi.  Kaynak:DHA

Telefonlar Sayesinde Gıda Tazeliği Anında Takip Edilebilecek

Dr. Levent Beker ve Dr. Emin İstif liderliğindeki ekip, TÜBİTAK tarafından desteklenen bir proje kapsamında, cep telefonu uygulaması üzerinden gıdaların tazeliğini anında gösteren bir sensör geliştirdi. Bu önemli çalışma, dünyanın saygın bilim dergisi Nature’da geniş bir yer buldu. Gıda israfı ve gıda kaynaklı hastalıkların küresel sorunlar arasında önemli bir yer tuttuğu günümüzde, Koç Üniversitesi’nin Biyoentegre Mikrocihazlar Laboratuvarı tarafından yapılan bu çalışma, büyük bir çığır açma potansiyeline sahip. Araştırmacılar, geliştirdikleri sensörle özellikle et ürünlerinin tazeliğini saniyeler içinde tespit edebilen bir sistem oluşturdu. TÜBİTAK Destekli TÜBİTAK tarafından desteklenen proje kapsamında, Koç Üniversitesi’nin Makine Mühendisliği Öğretim Üyesi Dr. Levent Beker ve Dr. Emin İstif’in liderliğindeki ekip, yaklaşık 500 bin TL’lik fonla bu önemli sensörü geliştirdi. Sensör, özellikle protein zengini gıdalardaki bozulmaları algılayarak, bu gıdaların tazeliği konusunda anında bilgi sağlıyor. Gıda israfının yanı sıra gıda kaynaklı hastalıkların da büyük bir sorun olduğunu vurgulayan Dr. Emin İstif, sensörlerinin özellikle et, tavuk ve balık gibi protein kaynaklı gıdalarda kullanılabilecek kapasitede olduğunu belirtti. Bu sensör, gıdaların üzerine entegre edilerek, market raflarında durdukları süre boyunca tüketiciye gıdanın tazeliği konusunda anında bilgi sağlıyor. Et Üreticileri İçin Avantajlar Sağlıyor Araştırmacılar, bu inovasyonun et üreticileri için büyük avantajlar sağlayabileceğini, nakliye sırasında ortaya çıkabilecek olumsuz koşulları önceden bilerek büyük tasarruf sağlayabileceklerini ifade etti. Ayrıca bu teknolojinin gıda israfını azaltarak çevresel ve ekonomik maliyetleri de önemli ölçüde düşürebileceği belirtildi. Bu çığır açan teknoloji, mobil telefon uygulaması üzerinden anında tazelik bilgisi sunarak, tüketicilere güvenli ve sağlıklı gıda tüketimi konusunda önemli bir destek sağlıyor. Koç Üniversitesi araştırmacıları, gıda sektöründe önemli bir dönüm noktası oluşturan bu sensörle ilgili detayları Nature Food dergisinde paylaştı. Kaynak:AA

Geleneksel Havalandırma Sistemlerinin Temizoda Teknolojileri Kapsamında Güncellenmesi

Dr. A. Serdar TUNCER, Metisafe Temizoda ve Biyogüvenlik İnfeksiyon Hastalıkları ve Mikrobiyoloji Uzmanı Mevcut kanıtlar, kişisel koruyucu ekipmanın faydalarının yanı sıra iç mekanlarda enfeksiyon yayılma riskinin sınırlandırılmasında, mikropartiküllerin hava yoluyla taşınmasını minimalize eden mühendislik tasarımlarının öneminin arttığını garanti edecek kadar güçlüdür. Covid-19 ile salgını ile birlikte yeniden tasarlanarak yapılan birçok deneysel ve gözlemsel çalışma virüsün yayılımının hava yolu ile olduğunu desteklemektedir. Çeşitli nedenlerden kaynaklı olarak daha önce ortaya atılan tutarsız bulguların karmaşıklığı yerini hava yolu ile mikrobiyal aktarım ve aerosol biliminin günümüzde yeniden yazılmasına bırakmaktadır. Bina sayıları nüfus artışı ve şehirleşme ile hızlanarak devam etmektedir. Bu yapılar arasında salgın durumlarında en etkili yayılımı sağlayacak olanlar kalabalık ve insan trafiği yüksek olanlardır. Ancak, bu tarz yapıların büyük çoğunluğu hava biyogüvenliğinden ziyade konfor ve tasarrufa odaklanmaktadır. Hava kalitesi tanımı solunum havasını kirleten gazlar yanında 1-10 μm partiküllerin ortalama sayısının monitorizasyonunu yapan sayısal değerlere göre yapılmaktadır. Ancak, Covid-19 etkeni gibi küçük biyolojik parçacıklar aerosol veya küçük damlacık çekirdekleri halinde bireyler ve çevreleri arasında kolayca dolaşabilmektedir. Herkesi korumaya hizmet edecek olan  ve salgın hastalık riskini daha da azaltmaya yönelik olarak insan trafiği yüksek olan iç ortamlarda da mikron altı partikül yönetimi hijyenik hava kalitesi açısından daha önemli ve öncelikli hale gelmektedir. Standart bina havalandırma sistemleri, iç ortamlara kişi başına yeterli oksijen tedariği sağlayacak miktarda taze hava ve atmosferin içerdiği tozları tutan temiz havayı sağlamaktadır. Nitekim, şimdiye kadar sektörel uzmanlık gerektiren alanların dışında kalan çoğu binanın havalandırma sistemlerinde yüksek verimli partikül tutucu filtre (HEPA) kullanımına kesinlikle gerek yoktur gibi yaklaşımlar Covid-19 salgını sonrası esnetilmek zorunda kalmaktadır. Bu ortamlarda etkin hijyenik hava temizliğinin uygulanması, inşaat mühendisliği ve havalandırma sektörünün konfor planlamalarının önüne geçmektedir. Genel kullanım amaçlı binaların havalandırma sistemlerinde HEPA filtrasyon kullanılmadığından mikron altı parçacıkların etkin olarak temizlenememesi bir yana yaratılan hava hareketleri ve oluşan momentum ile bütün mekanlara dağıtılması söz konusudur. İç ortam havasında partikül miktarının azaltılmasında kullanılan ana teknoloji iki temel metod üzerine oturmaktadır, partikül filtrasyon ve hava akışkanlığı dinamikleri. Fiziksel ve aerodinamik özellikleri nedeniyle mikron altı büyüklükteki biyolojik parçacıkları elimine edecek verimliliğe, HEPA filtrasyona alternatif olabilecek onaylanmış bir yöntem henüz bulunmamaktadır. HEPA filtrasyon, mikron altı partikül sayısının düşürülmesinde halen tek başına en etkili tekniktir. Yüksek verimli partikül HEPA ve diğer filtrelerin gerçekte nasıl çalıştığına dair bir anlayış eksikliği veya yanlış anlama mevcuttur. Optimal ve minimum filtreleme verimliliğinin yaklaşık 0,3 μm çapa sahip partiküller için % 99,97 veya daha fazla etkinlikte olduğu uzun yıllar önce belirlenmiştir. Virüsler ise ortalama olarak 100 nm (0,1 μm) boyutundadır. Burada basit elek gibi bir davranıştan bahsedilmemektedir. Değişik boyut, kütle ve momentumdaki parçacıkların filtre lif ağına çarpma ve durdurulmaları yanında, yavaş hareket eden parçacıkların difüzyonu ve zıt yüklü parçacıkların filtre lifleri ile elektrostatik etki ile tutunmalarının kombinasyonundan oluşan dinamik bir çarpışma tuzağı oluşmaktadır. Atom düzeyinde difüzyona izin veren Brownian hareketleri sayesinde filtre liflerine artan oranda çarpışma sağlandığından, 0,3 μm’den küçük ve kütlesi hafif olan virüs gibi parçacıklar HEPA filtrelere daha yüksek verimlilikte nüfuz ederek tutunmaktadır. Temizoda uygulamaları genellikle tozsuz kritik üretim yapan tesisler veya hastanelerin özel bölümlerinde uygulanan profesyonel çözümler ile sınırlıdır. Özellikle kış aylarında kapalı ortamlarda genel topluma yayılan enfeksiyonların azaltılmasına hizmet edecek olan bu teknoloji portable hava temizleme cihazları ile günlük hayatımıza entegre olmaktadır. Bu yazıda, iç ortam havasında viral partiküllerin taşınması ve dağılmasının engellenmesinde mekanik havalandırma özellikleri ve partikül filtrasyon verimliliğine odaklanılmaktadır. Mikrobiyal dayanıklılık, konakçı immünitesi, dekontaminasyon ve diğer çevre ve mühendislik özellikleri bu yazının kapsamı dışında tutulmuştur. Önemi ve uygulama aciliyeti nedeniyle temel mühendislik çözüm yöntemleri, maliyet, işletme ve iç ortamdan partikül uzaklaştırma performansı yönünden ele alınmaktadır. Aerosol diye tanımladığımız parçacıkların havada asılı kalabilen gaz veya küçük baloncuklar gibi hareket ettiği kabul edilmektedir. Yerçekimi ile hızla zemine inemeyecek kadar küçük ve düşük özgül ağırlıktaki bu parçacıklar, ve buharlaşma sonrası yüzeylere oturan damlacık nüveleri, hava hareketleri ile ile moment kazanarak iç ortam havasına tekrar yayılmaktadır (Şekil 1). Aynı şekilde, standart cerrahi maskelere tuzaklanan damlacıklardaki parçacıklar, damlacığın buharlaşması sonrası soluk verme ile iç ortam havasına nüfuz etmektedir. Bu nedenle, iç ortamlarda enfeksiyon kaynağı olabilecek toplam aerosolize olmuş mikron altı partikül sayısı insan sayısına ve kontrolsüz hava hareketlerine paralel olarak artacaktır . Covid-19 gibi bir patojen toplumda halihazırda yaygınsa, kapalı ve kalabalık ortamlarda virüsü çeşitli şekil ve yoğunluklarda yayabilen birden fazla kaynak olacağı aşikardır. Bu prensipten yola çıkarak sosyal mesafeden bağımsız, iç ortam insan trafiği ile orantılı uzun menzilli aktarım olarak kabul edilen aerosol inhalasyonu salgınlarda önemli rol alabilmektedir. Damlacıkların buharlaşma süresi ile paralel yürütülen deneylerde Covid-19 enfeksiyon oluşturma etkinliğini kaybetme süresinin yaklaşık 30 dakika içinde gerçekleştiği gösterilmiştir. Bu doğrultuda, infeksiyon etkenlerinin HEPA filtrasyonu yanında hava akımlarının optimal yönetimi de önem kazanmaktadır. Bu çalışmaların sonuçları göz önüne alınarak, mikron altı parçacıkların iç ortamdan uzaklaştırılma süreleri hijyenik hava kalitesinin sağlanmasında en önemli kriter olarak karşımıza çıkmaktadır. Havada asılı kalan partiküllerin iç ortamda geçirdiği süre binanın havalandırma sisteminin teknik detaylarına bağlıdır. Bu yazının konusu genel kullanma açık ortak alanlar olduğundan temizoda uygulamalarında etkisi olan diğer fiziksel özelliklere değinilmeyecektir. Bir saat içindeki hava çevirim sayısı (ACH) temel alınacak kriterlerden biridir. Hava çevirim sayısı arttıkça filtrelenerek tozdan arındırma performansı da artacaktır. Tablo 1. HEPA filtre edilmiş saatteki hava değişim sayısına bağlı olarak iç ortamlarda kontaminasyon kaynağı olabilecek parçacıkların %90’ının temizlenmesi için gereken süreler. (Ref. CDC Rehberleri) Temizoda teknolojilerinde 60 yılı aşkın sürelik tecrübe ile elde edilen bilgiler ve temizlik standartlarının varlığı insanlığın yaşadığı salgınlar döneminde önemli bir adım atılabilmesini sağlayacaktır. Hava akımının ulaşmadığı veya vortekslendiği ölü alanlardaki partikül süpürmeleri gibi ileri mühendislik detaylar bu yazının kapsamını çok aşacağından sadece sabit ACH değeri üzerinden performans ve karşılaştıma değerlendirmesi yapılacaktır. Mikron altı parçacıkların %90’nın üzerinde oda havasından temizlenme süresinin hangi aralıklarda gerçekleşeceği ekteki tabloda verilmiştir (Tablo 1). Bu tablo, Covid-19 gibi salgınlarda ilgilenilen sürenin 30 dakika altında olduğunu düşünülürse gereken ACH miktarı hakkında fikir vermektedir. Öte yandan, etkili hava kontrolü için minimum havalandırma oranı, mimari yapıya veya iç ortama bağlı olarak değişebilir. Genelde ev ortamı gibi birçok binada mekanik havalandırma sistemleri bulunmamaktadır. Taşınabilir-portable HEPA filtreli hava temizleyici cihazlar, ideal olmayan hava karıştırma ve akım teknikleriyle sınırlı olsa da, ev ve insan trafiği düşük ofisler ve mimarisi uygun olmayan küçük alanlar için bir seçenektir. Binalarda genellikle merkezi veya lokal havalandırma sistemleri kullanılmaktadır. İç mekanlarda kullanım amacına göre bir uygulamanın diğerine üstünlükleri doğabilmektedir. Havalandırma sisteminin hem performans hem de sürdürülebilirliğinin sağlanmasında tasarım ve kurulum aşaması çok önemlidir. Geriye dönük olarak optimum bir çözüme ulaşmak zor olmakla birlikte işletilmekte olan sistemlerin her iki uygulama yöntemi ile revizyonunu sağlamak mümkün olabilmektedir. Bu yazıda, insan trafiğinin yüksek olduğu orta ve büyük ölçekli işletilmekte olan binaların hava yolu ile partikül bulaşının minimalize edimesini sağlayacak merkezi ve lokal çözüm yöntemleri karşılaştırılmaktadır. Dünya üzerinde bu nitelikteki mevcut yapıların çoğunluğu merkezi havalandırma ve iklimlendirme sistemi kullanmaktadır. Geleneksel merkezi havalandırma sistemlerinde iç ortam hava veriş ve emiş menfezleri lokalizasyonu ve bunların hava akım hareketleri Şekil 2’de şematize edilmiştir. Yüksek tavanlı olmayan (3-4 metrenin altında) mekanlar için temizoda teknolojileri uygulamalarına yakın olan ve hasta izolasyon odalarında tavsiye edilen tavan beslemeli ve alttan emişli hava akış modelidir. Sadece tavan kısımlarından yapılan hava alışverişi yukarıda tarif edilen temizoda tekniklerinde olduğu gibi oda içi hava hareketlerini yaratamadığı gibi menfezler arasındaki mesafeye bağlı olarak havalandırma kısa devresi oluşturmaktadır (Şekil 2a). Ayrıca, oluşan bu hava akım kısa devresinde temiz ve iklimlendirilmiş havanın bir kısmı oda içine dağıtılamadan geri alınmaktadır. Tabana yakın hava verişler ise zemin yüzeylerde yüksek viral konstantrasyonlu damlacık nüvelerine oluşturdukları moment ile solunum bölgesini daha yüksek riske atacaktır (Şekil 2b). Soluma yüksekliğine yakın seviyelerde oluşturulan yatay hava akımlarının kişiden kişiye çapraz kontaminasyon riskini de arttırabileceği unutulmamalıdır. Yüksek tavanlı ve geniş mekanlarda ise, tavanda birikimi artan gaz ve ince partiküllerin tavan seviyesindeki egzozlarla daha verimli bir şekilde uzaklaştırıldığı gösterilmiştir. Bu tarz kalabalığın fazla olduğu büyük salonlarda mimari ve hesaplamalı akışkanlar tekniği (CFD) ile hesaplamalar yapılararak hibrid hava akış teknikleri uygulaması gerektirebilmektedir. CFD modellemesi, bir havalandırma çözümü inşa edilmeden önce proses, tesis ve ekipmanın yanı sıra tedarik ve egzoz menfezlerinin hava akışı modelleri üzerindeki etkisini değerlendirmek ve çözüm yönteminin doğrulanması için etkili bir araçtır. Geniş ve yüksek hacimli alanlara ait mühendislik çözümler bu yazının kapsamını aştığından, yapılan karşılaştırma sadece tavan yüksekliği 3-4 metre altında olan mekanlarla sınırlandırılmıştır. Mekanlardaki hava akış şekilleri yukarıda önerilen tekniklere uygun düzenlenmediği sürece geleneksel havalandırma sistemine sahip binalarda sadece HEPA filtrasyon ile hijyenik hava kalitesine ulaşılamayacaktır. Bu hava yönlenmesi düzenlemeleri yapılmadan merkezi hava santraline sadece HEPA filtre eklenmesi istenen verimi elde edemeyecek bir yaklaşımdır. Temel kriter olarak düşük tavan yükseklikli mekanlarla sınırlandırıldığında partikül temizleme veriminde temizoda teknolojileri uygulama metodlarında ideal hava-partikül süpürme tekniklerinde odanın tavan kısmında oluşturulan temiz havanın yarattığı pozitif basınç ile havadaki partiküller aşağı doğru itelenmekte ve tabana yakın hava emiş menfezleri yardımı ile süpürülerek temizlenmektedir (Şekil 2c ve 2d). Özel tasarım hava çıkış difüzörleri kullanılarak tavan bölgesinin tümünü süpürmek ve köşelerde oluşan hava vortekslerini engelleyebilmek de mümkün olmaktadır (Şekil 2d) Merkezi havalandırma sistemlerinde hava hijyen kriteri tavandan hava veriş ve tabana yakın hava emiş sağlandıktan sonra iki şekilde karşılanabilir. Ana klima santrali çıkışına konulacak HEPA filtre veya her odanın hava veriş menfezine eklenecek olan son nokta HEPA filtreleri yerleşimi. Uygulanabilecek her iki yöntemde de filtrelerin karşı direnç artışı ve uzun mesafeli hava kanalları boyunca oluşacak sızıntılar nedeniyle, genelde mevcut santrallerin gücü yetmemektedir ve ek bir hava santraline veya kapasite arttırımına ihtiyaç duyulacaktır. Ayrıca, merkezi sistemin düzgün işletilmesi gelişmiş bir otomasyon ve merkezi kontrol ünitesi gerektirmektedir. Lokal havalandırma sistemi ise her iç mekana uygun kapasitede olan fan-motor, resirkülasyon kanalı ve filtreden oluşan parçalar grubu ile bağımsız olarak işlemektedir. Tavana monte HEPA FFU'lar aracılığıyla temiz hava verilmeden önce kanal sistemine uygun şekilde resirküle hava ve iklimlendirilmiş hava karıştırılmaktadır. Tesise uyum için her mekana uygun mühendislik ve mimariye uygunluğu sağlayabilecek esnekliktedir. Ayrıca, yeterli donanıma sahip lokal havalandırma sistemleri kendi kontrol ve alarm sistemleri ile işletilmektedir. Temel kural olarak tabana yakın bölgelerden kirli havanın emişinin yapılması ile havalandırma santralinin merkezi veya lokal çalışması yatırım maliyeti açısından önemli bir farklılık göstermeyebilir. Binanın hacmine ve oda sayısına uygun FFU sayısına karşılık ek merkezi hava santrali maliyetleri birbirine yakın olacaktır. Her iki sistemde iç ortamda yer alacak hava emiş menfezleri ve ek hava kanalları ile revize edilmek durumundadır. Her iki çözüm yönteminin hijyenik hava performans kriterini bu şekilde karşıladığını varsaydığımızda geriye sadece bakım ve işletme performansı kalmaktadır. HEPA filtrasyonlu ve doğru hava akış modeli tamamlanmış lokal ve merkezi havalandırma sistemlerinin işletilmesi sırasında sahip olacakları karşılaşılacak senaryolara bağlı sorunlar ve olası çözümlerle avantaj ve dezavantajları aşağıdaki ana başlıklarda değerlendirilmiştir. Hava Santrali motor arızası  Bu gibi durumlar için merkezi sistemlerde ikinci yedek bir hava santrali bulundurulması gerekmektedir. Aksi takdirde arıza durumunda tüm bina kullanılamaz hale gelir. Lokal sistemde arıza sadece bulunduğu odayı etkiler ve onarımı veya düzeltilmesi merkeziden daha kolay ve ucuzdur. Yetersiz hava gelmesi veya filtrelerin tıkanması Merkezi sistemlerde binanın tüm havalandırması olumsuz etkilenecektir. Lokal sistemler münferit çalıştıklarından ve filtre kompanzasyon mekanizmasına sahip olduklarından alarm sistemlerinin devreye girmesiyle sadece gerekli odalara müdahele şansı tanır. Hatta, merkezi bir otomasyon sistemi ile cihazlar bina yönetim sistemine bağlanabilirse, bir FFU başarısız olduğunda diğerleri bunu telafi etmek için daha yüksek hava çevirim oranında çalıştırılabilir. İç mekanlar arasında hava akım yönlendirilmesi gereken durumlar. Acil durumlarda, kontamine kabul edilen ortamlar negatif basınç altında tutularak çevre odalara partikül sızıntıları engellenmesi gerekebilir. Tesis çalışanlarının kullandığı odalar ise istenirse pozitif basınç altında tutularak personelin kaynağı belli olmayan aeorosollere karşı korunmaları arttırılabilir. Merkezi sistemde hava damperleri ile odalar arasında basınç farkı yaratmak mümkündür. Ancak, daha küçük bir dizi bölgeyi kontrol edebilen kolay uyumlu FFU sistemlere göre otomasyonu ve yönetimi daha zordur Boş ve kullanılmayan odaların gereksiz yere havalandırılmasının önlenmesi. Kullanımda olmayan mekanların havalandırmasının kapatılması veya gece/eko moduna alınarak çalıştırılması bölgesel kontrol üstünlüğü ile lokal havalandırma sistemlerinde hem daha kolay hem de gereksiz çalıştırma maliyetlerinden tasarruf edilmesine olanak sağlar. FFU sistemleri ile herhangi bir zamanda bir tesisin her hangi bölümü istenildiğinde devre dışı bırakılabilir, düşük kapasite moduna alınabilir veya aktive edilebilir. Yeni iç mekan ilavesi yapılma durumu. Merkezi sistem kanal ve menfez rekonstriksiyonu gerektirir. Böyle durumlarda mevcut klima santrali yeni ek kapasite ihtiyacını karşılayamayabilir. FFU sistemler sahip oldukları esneklik ve modülerlik sayesinde sadece o mekan için gereken şartları ekipman kullanarak yerinde çözüm sağlar. Hava kanallarında oluşan kaçaklar. HEPA filtre ister santral çıkışında isterse son noktada olsun havanın katedeceği mesafe lokal sistemlere göre çok daha uzun olacağından hava kanalında oluşacak sızıntılar fazla olacaktır. Bu sızıntılar hava kanallarının geçtiği yerlerde pozitif hava basıncı oluşturacağından mekanların tavan bölgelerinde olumsuz hava akımları oluşabilir. FFU sistemler sahip oldukları negatif plenum tasarımlar sayesinde herhangi bir sızıntı olsa dahi sızan hava plenumun içinde hapsedilir ve ortama sızıntı olmaz. Enerji tüketim performansı. Yukarıda sayılan tüm maddeler işletme bakım ve onarım maliyetlerini arttırmasının yanında merkezi sistemin daha yüksek hava miktarı ve basınca ihtiyaç duyması ek maliyet getirmektedir. Aynı hava kalitesi yanında sıcaklık ve nem kontrolünün sağlanmasında lokal çalışan FFU sistemlerinin daha az hava değişim oranına ihtiyaç duyması ayrı bir üstünlük arz etmektedir. Toplam işletme maliyeti: HEPA filtreli iklimlendirilmiş havanın maliyetinin standart bina havalandırmasına göre yüksek olması genel toplamda çok yüksek rakamlara ulaşabilir. Yapılan çalışmalarda iki sistem arasındaki enerji tüketim farkı %40’lara kadar çıkmaktadır. Merkezi sistemlerin ek bakım ve onarım maliyetleri de buna eklendiğinde yıllar içinde tesisin tüm inşaat ve mekanik kurulum maliyeti kadar kayıp ortaya çıkmaktadır.   Hava yoluyla bulaşan mikrobial salgınlarda en etkin yayılım insan trafiğinin yüksek olduğu kapalı ortamlarda gerçekleşmektedir. Bu ortamlarda hijyenik hava ortamı oluşturulması toplum sağlığının korunması için gereklidir. Diğer parametreler bir kenara bırakılacak olursa hijyenik hava ortamı sağlamanın en temel kriteri mikron altı büyüklükteki partiküllerin en hızlı şekilde iç ortamdan uzaklaştırılmasıdır. Hijyenik hava ortamı, temizoda teknolojilerini geleneksel binalara adapte edip uygulayarak gerçekleştirilebilir. Bu adaptasyonu sağlamanın en kolay ve optimal performanslı yolu lokal havalandırma sistemleri ile mümkündür. Kurulum maliyetleri yakın olmasına rağmen lokal havalandırma sistemi ve Fan Filtre Üniteleri tercih edilmelidir? Merkezi olmayan bir hava işleme yaklaşımıyla artırılmış esneklik ve modülerlik sağlanır. Bir veya daha fazla ünitenin kaybı veya arızası tüm binayı tehlikeye atmaz. Standart cihaz tasarımı, otomasyon kontrol ve alarm özellikleri ile güvenli operasyon sağlanır. Tüm iç mekanlar birbirinden bağımsız kontrol edilebilir, veya merkezi bir kontrol sistemi ile tüm bina gerekliliklere göre yönetilebilir. İhtiyaçlar veya kullanımlar değiştikçe ek rekonstriksiyonlara girilmeden yeni şartlara adapte veya transfer edilebilme gibi esnekliklere sahiptir. Sahip olduğu performans verimliliği ve bakım-işletme kolaylığı yanında, gereksiz operasyon ve enerji kaybını ortadan kaldırarak yatırımın birkaç sene içinde geri kazanımını sağlar.  Kaynak : Dr. A. Serdar TUNCER, Metisafe Temizoda ve Biyogüvenlik

ABD Federal İletişim Kurulundan Uzay Enkazları Konusunda Önemli Karar

Uzay enkazları konusunda tarihteki ilk ceza verildi. ABD Federal İletişim Kurulu, bir şirkete yüz binlerce dolar ceza kesti. ABD Federal İletişim Kurulu (FCC), uzay enkazlarının giderek büyüyen bir tehdit haline geldiği günümüzde, bu konuda ciddi önlemler alınmasını sağlamak amacıyla bir adım attı. FCC, Dish Network isimli firmaya uydusunu güvenli bir yere kaydırmadığı için ceza verdi. Bu, uzay enkazları sorununa yönelik atılan ilk adımlardan biri olarak önem taşıyor. Uzay enkazları, uzaydaki kullanılmayan veya atılan uydu, fırlatma aracı ve diğer parçaları ifade ediyor. Bu enkazlar, uzayda dolaşan aktif uydular ve astronotlar için ciddi bir tehlike oluşturabilir. Yüksek hızla hareket eden bu enkazlar, çarpma sonucu büyük hasara yol açabilir ve hatta insan yaşamını tehlikeye atabilir. Uzay enkazlarına ilişkin ilk ceza verildi! Yüz binlerce dolar ödeyecekler! Dish Network isimli şirket, FCC tarafından uydusunu güvenli bir yere taşımadığı için 150 bin dolarlık bir ceza ile karşı karşıya kaldı. Bu, uzay enkazlarının yönetimi ve uzaya gönderilen araçların son kullanıldıktan sonra güvenli bir şekilde imha edilmesi gerekliliğini vurgulamak amacıyla verilen bir ceza olarak öne çıkıyor. FCC'nin bu adımı, uzay enkazlarının artan bir sorun haline geldiği bir dönemde geldi. Uzayda her geçen gün daha fazla uydu, roket ve fırlatma aracı bulunuyor ve bu enkazlar yörüngeleri kirletiyor. Bu, gelecekteki uzay faaliyetleri ve astronotların güvenliği için büyük bir endişe kaynağı niteliğinde. Ancak uzay enkazlarının yönetimi sorunu, daha fazla işbirliği ve uluslararası düzenlemeler gerektiren karmaşık bir mesele. Gelecekte, uzay enkazlarının yönetimi ve uzaydaki faaliyetlerin denetlenmesi için daha fazla adımın atılması bekleniyor. Bu sorunun çözümü, gelecekteki uzay keşifleri ve insanlı uçuşlar için güvenli bir çevre sağlamak için kritik bir öneme sahip.   Kaynak: Basın Bülteni

İnsansız Kara Aracı ASLAN Tehditleri METE ile durduracak

ASELSAN, Türkiye Teknoloji Takımı Vakfı (T3 Vakfı) ile Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı yürütücülüğünde gerçekleştirilen TEKNOFEST İzmir'de, özgün mühendisliğin gücüyle geliştirilen yerli sistemleri sergiledi. ASELSAN Genel Müdürü Ahmet Akyol, açıklamalarda bulundu. ASELSAN tarafından geliştirilen insansız kara aracı ASLAN, Lazer Güdümlü Mini Füze Sistemi METE ile etkili ve hassas vuruş yeteneği kazandı. ASELSAN Genel Müdürü Ahmet Akyol, insansız sistemlere 10 yıldan fazladır yatırım yaptıklarını, kara ve deniz alanlarında sistemleri bulunduğunu söyledi. TEKNOFEST İzmir'de ASLAN ve ERTUĞRUL araçlarını sergilediklerini ifade eden Akyol, ERTUĞRUL Bomba İmha Robotu'nun envanterde görev yaptığını, bu yıl ihracatının da gerçekleştirildiğini belirtti. Akyol, ASLAN aracının da bu sene envantere girdiğini bildirdi. İnsansız kara aracı çalışmalarında otonomiye özen gösterdiklerini ve bu alana özellikle yatırım yaptıklarını vurgulayan Akyol, şöyle konuştu: "Sistemlerimizde yapay zeka bilgisayarı, otonom sürüş bilgisayarı ve silah yönetim bilgisayarı olmak üzere 3 katmanlı bir mimari var. Bu mimarinin üzerine değişik faydalı yüklerle farklı sınıflarda insansız kara araçları geliştiriyoruz. Özellikle son dönemde hassas mühimmatlarla hedefleri vurabilmek öne çıktı. Bu kapsamda Roketsan'ın lazer güdümlü METE mühimmatını yeni envantere giren ASLAN aracımıza entegre ettik. Otonom sürüş yapabilen ASLAN aracımız hedefi hassas şekilde vurabilecek kabiliyete erişmiş oldu. Meskun mahalde olsun, konvansiyonel savaşta olsun hassas hedefleme, işaretleme ve otonom yeteneklere sahip bu araçla tehdidi imha edebilmek ordumuzda fark yaratacak. Bu faydalı yükleri çeşitlendirerek değişik sistemlerle, kendi geliştirdiğimiz sensörlerle insansız kara araçlarımızı donatıyoruz. Bununla da yetinmiyoruz. Havayla denizi, denizle karayı entegre ettiğimiz çalışmalar da var. Önümüzdeki günlerde aynı anda hava araçlarının deniz araçlarıyla konuştuğu, ikisinin de otonom olduğu birtakım yeni gelişmeleri milletimizle paylaşacağız." ASLAN'ın üst segmentinde TUNGA ve ERTUNGA araçlarını geliştirdiklerini anlatan Akyol, bu araçların da kalifikasyon testleri aşamasında olduğunu bildirdi. Boyut büyüdükçe araçları daha etkili silahlara donatabildiklerine işaret eden Akyol, güdümlü mühimmatlar, değişik faydalı yüklerin kullanımının bu araçlarla gündeme geleceğini söyledi. Türk Silahlı Kuvvetlerinin bu alanda önemli teşkilatlanmalar yaptığına değinen Akyol, ASELSAN'ın da buna yönelik olarak teknolojisini, yapılanmasını gün gün ilerlettiğini kaydetti.   Kaynak: Basın Bülteni

TUSAŞ, Aralık Ayında Üretime Başlayacak

Kahramanmaraş’ın deprem sonrasında daha hızlı şekilde ayağa kalkması için çalıştıklarını söyleyen Mustafa Buluntu, “İş dünyasının tüm sorunlarıyla ilgileniyoruz ve hepsine vakıfız, ayrıca takip ediyoruz” dedi. Teknoloji şirketi kuruldu  TUSAŞ’ın ise Türkoğlu organize sanayi bölgesindeki yatırımı yaklaşık 30 milyon euro ile yatırımla hayata geçtiğini söyleyen Mustafa Buluntu, fabrikanın aralık ayında üretime başlayacağını söyledi. Bu büyük yatırımının haricinde oda olarak ‘KMTSO Teknoloji A.Ş.’ adlı bir şirket kurduklarını belirten Buluntu, sözlerini şu şekilde sürdürdü: “Bu şirket Kahramanmaraş Savunma Sanayi A.Ş. isimli ana çatı kuruluşa yüzde 50 bizim kurduğumuz, yüzde 20 Ticaret Borsası’nın kurduğu şirket ve yüzde 30’u TUSAŞ’ın kuracak olduğu şirketle büyük bir savunma sanayi şirketini hayata geçirmiş olacağız. Şirket kurulduktan sonra Türkoğlu’ndaki TUSAŞ’ın yapmış olduğu üretim bu şirkete devredilecek. Bunu hepinizle paylaşacağız. ” “OSB’ler Erkenez OSB çatısı altında birleşecek”  Şehirde bulunan 3 tane organize sanayi bölgesinin birleştirilmek üzere olduğunu söyleyen Buluntu, “OSB’lerimiz Erkenez Organize Sanayi Bölgesi adı altında tek çatı altında toplanıyor. Beş tane sanayi bölgesi ilan edilecek yerimiz şu an Cumhurbaşkanlığımız kararnamesine gönderildi bakanlığımız tarafından. Cumhurbaşkanımızın onayı ile bir an önce imzalanmasını bekliyoruz” diye konuştu.   Kaynak: BasınBülteni

Biyoteknoloji Vadisi sektörün paydaşlarını birleştiriyor

İzmir Biyotıp ve Genom Merkezi’ni (İBG) ziyaret eden Biyoteknoloji İhtisas Organize Sanayi Bölgesi (BİOSB) ve Biyoteknoloji Sanayicileri Derneği (BİYOSAD) Yönetim Kurulu Başkanı Dr. Ercan Varlıbaş, “Biyoteknoloji Vadisi’nde sektörün tüm paydaşlarını birleştirmeye devam edeceğiz” dedi. BG ziyareti esnasında BİYOSAD üyesi firmalarla ortak projeleri yerinde inceleyen Dr. Varlıbaş, bu projeleri geliştirmek üzere İBG’nin Müdürü Prof. Dr. İhsan Gürsel ve diğer yetkililer ile görüş alışverişinde bulundu.   BİOSB ve BİYOSAD Yönetim Kurulu Başkanı Dr. Ercan Varlıbaş, “Verdiği danışmanlık hizmetleriyle BİYOSAD üyesi sanayicilerinin inovasyonda önlerinin açılmasına destek veren İBG, biyoteknoloji sektörünün önemli paydaşlarından biri. Biyoteknoloji Vadisi’nde sektörün tüm paydaşlarını birleştirmeye devam edeceğiz” şeklinde konuştu.   “TÜRKİYE’NİN İLK TEMATİK ARAŞTIRMA MERKEZİYİZ”  İBG Müdürü Prof. Dr. İhsan Gürsel de yaptıkları çalışmalar ve kurulan Biyoteknoloji Vadisi’nin önemiyle ilgili açıklamalarda bulundu. Prof. Gürsel, İBG hakkında şu bilgileri verdi:  “İBG olarak Türkiye’nin ilk tematik araştırma merkeziyiz. Aynı zamanda Türkiye’de yaşam bilimlerindeki tek mükemmeliyet merkeziyiz.  Amacımız, hastalıkların önlenmesi, tanısı ve tedavisi için yenilikçi teknoloji ve ürünleri geliştirmektir. Altyapımız da BİYOSAD’ın misyonu ve vizyonuna uygun. Özellikle biyoteknolojik ilaç geliştirme için çok önemli, kritik bölümlerimiz var. Klinik faz çalışmaları öncesinde tamamlanması gereken toksikoloji, farmakodinamik, farmakokinetik denilen testleri OECD akredite İlaç Analiz Laboratuvarımızda yapabiliyoruz. Ayrıca preklinik fazda gerekli olan hayvan deneylerini de yapabilecek çok modern bir vivaryum birimimiz bulunmakta. Avrupa standartlarında akredite birçok altyapımız var.  BİYOSAD üyeleri olan sanayicilerimizle iş birliği içerisinde çalışabileceğimiz birçok alanda etkinlik göstermekteyiz. “KÖKLÜ DENEYİMLERİMİZ VAR”   “Yeni biyoteknolojik aşı ve ilaç üretim süreçleri geliştirme, analiz etme ve inovatif ürün tasarlamada köklü deneyimlerimiz var. Bunun yanı sıra, firmalara özel olarak da kendilerinin finanse ettiği projelerde Ar-Ge iş birliği yapıyoruz” diyen Gürsel şöyle devam etti:   “Türkiye’deki Covid-19 döneminde iki aşıyı geliştirdik. Birincisi virüs benzeri parçacıklar teknolojisine dayalıydı, diğeri de protein temelli bir aşı oldu. Virüs benzeri parçacıklar teknolojisinde faz 1 ve faz 2 insan çalışmaları da yaptık. 500’e yakın gönüllüde bu aşı denendi ve hem etkin hem de güvenli olduğu saptandı. İBG çok büyük bir merkez, 26 bin metrekareden oluşuyor. 350’nin üzerinde çalışanı var, bünyesinde 30 araştırma grubu mevcut. Hücresel tedavilerde, kanser araştırmalarında, kompleks ve nadir hastalıklarda çalışan arkadaşlarımız var ve yeni ürünler geliştiriyoruz. Kadrolarımız çok geniş ve deneyimli. Bu bağlamda, biz de biyoteknoloji, Ar-Ge firmaları ve sanayicilerle yapacağımız iş birliklerini güçlendirmek istiyoruz.”    “İLAÇLARIMIZI ÜRETMEMİZ ÇOK ANLAMLI”  Prof. Dr. Gürsel, Türkiye’deki Biyoteknoloji Vadisi'nin kuruluşuyla ilgili olarak ise şunları söyledi:  “Dünyada kullanılan antikor, terapötik proteinler gibi FDA tarafından lisanslanmış 190 ürün var. Bunların dünya piyasasına baktığımızda her bir ilacın yıllık satış değeri neredeyse 20- 30 milyar dolarlara ulaşıyor. Bunlar, katma değeri yüksek ürünler.  Türkiye’nin de bu tip yüksek teknolojili katma değeri yüksek biyoteknolojik ürünleri orijinal olarak geliştirmesi, hem dünya piyasasında lider olmaya soyunmamız açısından hem de yurt dışından satın aldığımız ilaçları üretmemiz açısından çok anlamlıdır, diye düşünüyorum. Bu oluşum, Türkiye ekonomisine büyük destek sağlayacak niteliktedir. İBG olarak Biyoteknoloji vadisindeki tüm paydaşlarımızla yakın iş birlikleri oluşturmak için biz de burada bir ofis kurmayı planımıza almış bulunmaktayız.”    Kaynak Basın Bülteni

Trakya Tohumculuk Vadisi'nde 'Bitki Islahında Genetik Kaynaklar ve Moleküler Yöntemler' Çalıştayı Düzenlendi

Tekirdağ Namık Kemal Üniversitesi Trakya Tohumculuk Vadisi Uygulama ve Araştırma Merkezi, Trakya Kalkınma Ajansı ve Trakya Tohumcular Derneği işbirliğiyle düzenlenen "Bitki Islahında Genetik Kaynaklar ve Moleküler Yöntemlerin Kullanımı" çalıştayı büyük ilgi gördü. Çalıştay, Ziraat Fakültesi A Blok Konferans Salonu'nda 22 Eylül Cuma günü saat 14.00'te gerçekleştirildi ve Tarla Bitkileri Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Metin Tuna moderatörlüğünde ilerledi. Açılış konuşmasını yapan Trakya Tohumcular Derneği Başkanı İbrahim Toruk, tohumculuğun bölgedeki gelişimini vurgulayarak yerli tohumun önemini ve kurumlar arası işbirliğinin gerekliliğini vurguladı. Ardından, Trakya Kalkınma Ajansı Genel Sekreteri Mahmut Şahin, bölgede tohumculuk ve tarım için Kalkınma Ajansı olarak verdikleri destekleri açıkladı. Şahin ayrıca; Kalkınma Ajansı, Trakya Tohumcular Derneği ve Trakya Tohumculuk Vadisi Uygulama ve Araştırma Merkezi'nin işbirliğiyle oluşturulan Trakya Tohum A.Ş.'nin bölgede milli çeşitlerin yaygınlaştırılmasına katkı sağladığını belirtti. Çalıştayın davetli konuşmacıları arasında yer alan Şenay Boyraz Topaloğlu, Bitki Genetik Kaynakları ve Genetik Çeşitliliğin önemini vurgularken; Prof. Dr. Ahmet Latif Tek, Sitogenetiğin Bitki Islahında Kullanımı konusunda bilgilendirmelerde bulundu. Programın önemli konuşmacılarından Prof. Dr. Hakan Özkan, Bitki Islahında Moleküler Yöntemleri anlatarak Tekfen Tohumculuk örneğini paylaştı. Ayrıca, Kansas State Üniversitesi'nden Prof. Dr. Bikram Gıll, bitki genetik kaynaklarının endüstriye katkıları hakkında değerli bilgiler verdi. Program sırasında, konuşmacılara günün anısına Karacakılavuz dokuması takdim edildi ve Trakya Türk TV aracılığıyla canlı olarak yayınlandı.   Kaynak: Basın Bülteni

Nobel Ödülü'ne Ulaşma Yolculuğu Giderek Uzuyor

Bilim insanları Nobel Ödülü almak için, çığır açan araştırmalarından sonra genellikle onlarca yıl süren uzun bir bekleyiş yaşıyor. Bu gecikme ya da 'Nobel gecikmesi' giderek uzarken, çalışmanın yayınlanması ile bilim ödüllerinden birinin alınması arasındaki ortalama süre son 60 yılda neredeyse iki katına çıktı. Bu eğilim, önemli bilimsel atılımların tanınması ve ödüllendirilmesi sistemine ilişkin soru ve endişeleri gündeme getiriyor Bilimsel tanınırlığın zirvesi olarak kabul edilen Nobel Ödülü'ne ulaşma yolculuğu giderek uzuyor. Son veriler, ödül sahiplerinin neredeyse yüzde 50'sinin Nobel'e layık görülen keşiflerinden ödüle layık görüldükleri ana kadar yirmi yıldan fazla beklediklerini ortaya koyuyor. Ortalama gecikme ya da 'Nobel gecikmesi', özellikle son on yılda ortalama 30 yıllık bir gecikme yaşayan kimya alanında önemli bir artış gösterdi. Nature'de yayımlanan makaleye göre, Alfred Nobel'in vasiyetinde ödüllerin bir önceki yıl insanlığa en büyük faydayı sağlamış olanlara verilmesi gerektiği vurgulanmıştı. Ancak bu sadece birkaç kez gerçekleşti.  Yirminci yüzyılın ilk yarısında Nobel Ödülü sahiplerinin 30'lu yaşlarında olması alışılmadık bir durum olsa da son derece nadirdi. Ödül sahiplerinin ödüllü araştırmaları ile Nobel almaları arasında geçen süre, 1960'lardan sonra daha belirgin bir artış göstererek yıllar içinde kademeli olarak arttı. Aradaki farkın uzamasının olası nedenleri Bu artan gecikmeye çeşitli faktörler katkıda bulunuyor olabilir. Olasılıklardan biri, her yıl artan buluş sayısının, ödüllerin tanınmayı hak eden kişi sayısına ayak uydurmasını zorlaştırması. Buna ek olarak, 'uyuyan güzellikler' olarak adlandırılan bazı çalışmaların önemi ancak yıllar veya on yıllar sonra fark edilebilir. Alternatif olarak, 'yıkıcı' bilimin ya da alanının paradigmasını değiştiren çalışmaların azalması, Nobel komitelerini geçmiş başarılara daha fazla odaklanmaya sevk ediyor olabilir.  Kuralların yeniden değerlendirilmesi gerekli olabilir Nobel'in tanınmasındaki artan boşluk, Nobel Komitesi'nin ölüm sonrası ödüllere karşı olan kuralı nedeniyle önemli bilim insanlarının ödülü kaçırmasına neden olabilir. Gecikmelerin uzaması eğilimi devam ederse, özellikle ölüm sonrası ödüllendirmeye ilişkin kuralların yeniden değerlendirilmesi, hak eden çalışmaların hak ettiği takdiri almasını sağlamak için gerekli olabilir. Bazı araştırmacılar, COVID-19 salgını sırasında dünya çapında kullanılan mRNA aşılarının mucitlerinin, CRISPR-Cas9 sisteminin geliştirilmesinden sadece sekiz yıl sonra verilen 2020 Nobel Kimya Ödülü'ne benzer şekilde hızlı bir şekilde tanınabileceğini düşünüyor. Kaynak: Basın Bülteni

FDA Gıda Alerjenlerine İlişkin Taslak Klavuzu Yayınladı

ABD Gıda ve İlaç İdaresi, gıda tesislerinin mevcut iyi üretim uygulamaları (CGMP’ler) ve insan gıdasına yönelik önleyici kontroller gerekliliklerine uymasına yardımcı olmak üzere tasarlanan güncellenmiş kılavuz taslağını duyurdu. Özellikle gıda alerjenleriyle ilgili yeni bölüm, gıdanın başlıca gıda alerjenleriyle çapraz temasından korunmasını ve bitmiş gıdanın ana gıda alerjenlerine göre uygun şekilde etiketlenmesini sağlamanın yollarını özetlemektedir. Milyonlarca Amerikalının gıda alerjisi var ve gıda alerjeni içeren ürünlere karşı olumsuz reaksiyonlar yaşayabilir. Alerjik reaksiyonların birçoğu yalnızca hafif semptomlarla ortaya çıksa da, bazıları şiddetli olabilir ve hatta yaşamı tehdit edebilir. Bu yılın başlarında, Gıda Alerjisi Güvenliği, Tedavisi, Eğitim ve Araştırma (FASTER) Yasası 1 Ocak’ta yürürlüğe girdiğinde, susam dokuzuncu ana gıda alerjeni olarak eklendi. Bu, susamın artık bir gıdada bulunduğunda gerekli olduğu anlamına geliyor. Gıda etiketlerinde açıklanacak ve firmaların susam alerjeniyle çapraz teması önemli ölçüde en aza indirecek veya önleyecek kontroller uygulaması gerekiyor. HIZLI Yasası’nın yürürlüğe girmesiyle birlikte, FDA ve susam alerjisi olan üyeleri olan aileler, susamın açık etiket beyanı ile susam alerjisi olanların yiyecek seçimlerinde daha güvenli hissetmelerinin daha kolay olacağını umuyorlardı. Ancak bazı üreticiler, çapraz teması en aza indirmek veya önlemek için uygun önlemleri almak yerine, önceden susam içermeyen ürünlere kasıtlı olarak susam ekliyor ve ürünleri varlığını belirtmek için etiketliyor. Bu, üreticilerin önemli bir gıda alerjeninin varlığını açıklama konusunda yasaya uymasını sağlar. Ancak susam alerjisi olan tüketicilerin seçeneklerini de sınırlıyor, bu da FDA’nın desteklemediği bir sonuç.  “FDA, susam ve diğer başlıca gıda alerjenlerine karşı alerjisi olan tüketicilerin, kendileri için güvenli olan gıdaları bulmalarına yardımcı olabilecek fırsatlar arıyor. Üreticileri, alerjenlerle çapraz teması önlemek ve doğru etiketlemeyi sağlamak için bugün yayımlanan taslak kılavuz güncellemelerindeki yönergeleri takip etmeye teşvik ediyoruz,” dedi FDA Komiseri Robert M. Califf, MD “Ürünlerin alerjen içermemesini sağlama konusunda zorluklar olduğunun farkındayız ve biz Bu konuyla ilgili paydaşlarla temas halindeyiz. Ajans, gıda alerjisi olan tüketicilerin ihtiyaçlarını karşılayan, yetkililerimiz bünyesinde çözümler bulmakla ilgileniyor. Bu taslak kılavuzun yeni alerjen bölümüyle güncellenmesi, üreticilerin bu hedefe ulaşmasına yardımcı olacak bir araç sağlıyor.”    Kaynak: Basın Bülteni

Rejeneratif Tıp Alanında Biyobaskılı İnsan Derisi Üretildi

Wake Forest Rejeneratif Tıp Enstitüsü (WFIRM) direktörü, baş yazar Dr. Anthony Atala, “Kapsamlı cilt iyileşmesi, dünya çapında milyonlarca kişiyi sınırlı seçeneklerle etkileyen önemli bir klinik zorluktur. Bu sonuçlar, biyomühendislik ürünü tam kalınlıkta insan derisi yaratmanın mümkün olduğunu ve daha hızlı iyileşmeyi ve daha doğal görünen sonuçları desteklediğini gösteriyor.”Keratinositler, dermal fibroblastlar, adipositler, melanositler, folikül dermal papilla hücreleri ve dermal mikrovasküler endotel hücrelerini içeren baskılı cilt, üç katmanla gerçeğini kopyaladı: ince, koruyucu dış epidermis, orta lifli ve destekleyici dermis ve alt kısım, yağlı hipodermis. Farelerde büyük bir başarı sağladı  Farelerin yaralarına nakledildiğinde basılan deri kan damarlarını ve deri desenlerini oluşturdu ve normal doku gelişimi gösterdi. Sonuç olarak yaranın daha hızlı kapanması, daha az cilt kasılması ve daha fazla kollajen üretimi, dolayısıyla daha az yara izi elde edildi. WFIRM ekibi, hücreye özgü boyamayla biyobaskılı hücrelerin iyileşme süreci sırasında yenilenmiş ciltle başarılı bir şekilde bütünleştiğini doğruladı. Bunu takiben araştırmacılar, bir domuz modelinde tam kalınlıkta bir yarayı kapatmak için daha büyük, 5 cm x 5 cm (2 inç x 2 inç) biyobaskılı domuz derisi grefti kullandılar. Benzer şekilde iyileşmeyi ve kollajen üretimini iyileştirdi ve cilt kasılmasını ve fibrozisi (veya yara izini) azalttı. İnsan tedavisinde büyük umut vaat ediyor Daha büyük, otolog greftin başarısı, vücudun diğer bölgelerinden önemli miktarda derinin alınmasının riskli ve sınırlı olduğu insan tedavisinde büyük umut vaat ediyor. Laboratuvar yapımı cilt, giderek büyüyen bir tıbbi araştırma alanıdır ve şirketler de hayvanları kullanmak yerine ürünleri test etmek için bu yönteme başvurmaktadır. Ancak klinik öncesi çalışmalarda yaranın tamamen iyileştiğini gösteren bu kadar karmaşık ve kalın bir ürün ilk kez üretiliyor. Ekip artık bunun insan çalışmaları için geliştirilmesinden umutlu. Kaynak:AA

Kenevire Üretim Zinciri Kuruldu

Özel girişimle 30 milyon dolar yatırım kullanılarak Samsun Havza OSB’de kurulan kenevir işleme fabrikasında, tohumdan nihai ürüne kadar üretim zincirini faaliyete geçti. Firma, Samsun tesisinde ham ve boyalı elyaf üretimi, boyalı ve ham iplik üretimi, kıtık üretimi, kıtıktan yüzde 100 doğal kedi kumu ve hayvan altlığı üretimi yapacak. Tekstilden kozmetiğe, ilaçtan inşaata, otomotiv sektörüne ve diğer sektörlere 100’ün üzerinde farklı ürün üretmeyi sağlayan kenevir, Türk tarımına kazandırılıyor. Eski dönemlerde lifleri sicim, halat, yelken ve kumaş üretiminde kullanılan, yaprakları ve çiçeği de ilaç, merhem olarak kullanıldı. Ancak daha sonra kötü niyetli kullanımlar nedeniyle ekimi yasaklandı. Türkiye de bu ülkelerden biriydi. 2016 yılında Resmi Gazete'de yayınlanan tebliğle, kenevir yetiştirilecek yerlerde, ekiminin izne bağlanması, gerekli kontrollerin yapılması ve izinsiz ekimlere uygulanacak işlemlere ilişkin esaslar belirlendi.2019 yılında da Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın kenevir üretimini yeniden yaygınlaştırmak ve ülkemizin kenevir üretim hacmini artırmak için bir karar aldıklarını açıklaması ve 20 ilin pilot bölge olarak belirlenmesiyle, kenevire yönelik tarımsal politikalar yeniden şekillendi. Bunun üzerine Keneviro şirketi ekim bölgesi oluşturarak yaklaşık 5 bin 200 dönüm araziye kenevir ekti ve hasat zamanını bekliyor. Düzenlenen toplantıda hasat zamanının tarihi ve kenevirin faydaları katılımcılarla paylaşıldı. 30 MİLYON DOLARI AŞAN KENEVİR YATIRIMI 5 bin 200 dönüm araziye kenevir ektiklerini belirten firmanın Yönetim Kurulu Üyesi Orhun Balkuv, "Bu sene yaklaşık olarak 5 bin 200 dönüm kenevir ektik. Bunun yanında bin 500 dönüm keten ektik. Bu sene biz 5 bin 200 dönüm endüstriyel kenevir ektik . Bunun yaklaşık olarak 3 bin 700 dönümünü sap hasatı olarak yaptık. Bin 500 dönümde bu ay ve önümüzdeki ay tohum hasatları yapacağız. İki tohumda bizim sertifikalı ürünümüz. Bunların hasatını bu ayın 20 ile 25’i arasında yapacağız. Kenevirden birçok sektöre birçok ürün yapılabiliyor. Öncelikle keneviri tekstilde kullanıyoruz. Sektörel bazda bahsetmemiz gerekirse kenevir ilaçta, kozmetikte, gıdada, tekstilde, inşaatta, yapı malzemesi sanayinde kullanılabiliyor. Kenevirin sürdürülebilir olması güzel bir durum. Yüzlerce sektöre ürün çıkarıyorsun ve bunlarda katma değerli ürünler oluyor. Kenevir 4 ayda büyüyen bir bitki türü. Yatırım olarak kenevir ve ketende 30 milyon doları aştı. Fabrikamız şu anda Samsun’da bulunuyor. Bu ürünleri işleyeceğimiz fabrikamız 30 bin metrekare kapalı alanda kuruldu. Fabrikamızı tamamen güneş paneliyle kaplıyoruz" dedi. Kenevirden üretilebilecek malzemeler; Tohumundan yağ, gıda ve kozmetik ürünleri, tohum küspesinden hem insana hem de hayvana protein ağırlıklı besin takviyesi üretilebiliyor. Elyafından iplik, izolasyon malzemesi ve kompozit üretilebiliyor. Kıtığından hafif nefes alan hafif tuğla ve yapı malzemeleri, doğada eriyebilen plastiğin yerini alacak biopolimer, kıtık ve plastiğin karışımından oluşan kompozit dış cephe malzemeleri, hayvan altlığı, kedi kumu, mobilya sektörüne hammadde, enerjiye yönelik üst seviye çalışmalar karbon, aktif karbon, bioçar, izolasyon malzemesi üretilebilecek. Çiçeğinden ve yaprağından CBD, bağışıklık sistemini güçlendiren bir bileşen, ilaç ve kozmetik sektörüne yararlı malzemeler. Yaprağından ayrıca kozmetik ve gıda sektörü, selüloz tesisi akabinde kağıt türevleri üretimi gerçekleşebilecek. Kaynak:DHA

Türkiye'nin İlk Kamera Sistemli Üretim Tesisi Açıldı

Bilişim Vadisi’nde Togg’un akıllı kamera sistemlerini geliştirip üreten BÜYÜTECH Sanayi ve Teknoloji A.Ş. Teknoloji Üretim Merkezi’nin açılış törenine TBMM, Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu Başkanı ve AK Parti Bursa Milletvekili Mustafa Varank, TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Orhan Turan ile TAYSAD Yönetim Kurulu Başkanı Albert Saydam da katıldı. Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mehmet Fatih Kacır, Büyütech Teknoloji Üretim Merkezi’nin yıllık 800 bin adet kamera üretim kapasitesine sahip olduğunu belirti. Büyütech'in TOGG’un sürücü yorgunluk algılama ve çevresel görüş kamera sistemlerini ürettiğini ifade eden Bakan Kacır, "Merkezin 'yüksek teknolojiyle lens montajı' yetkinliği hem Büyütech’i hem de mobilite ekosistemimizi çok daha ileriye taşıyacak.” dedi. Togg’u mobilite alanında Türk mühendis ve teknisyenlerin neleri başarabildiğinin tüm Dünya’ya ilanı olarak gördüklerini belirten Bakan Kacır, "Hedefimiz Türk otomotiv sanayiinin dönüşümünü başarı ile tamamlayarak küresel mobilite teknolojilerinde söz sahibi olmak. Bu vizyonumuzu, geçen yıl kamuoyu ile paylaştığımız “Mobilite Araç ve Teknolojileri Yol Haritası” ile somutlaştırdık. Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı olarak; Markaların teknolojik yetkinliklerini artırarak katma değerli üretim ekosistemini güçlendiriyoruz. Elektrikli araç şarj istasyonu altyapılarını Teknoyatırım Destek Programı kapsamında destekliyoruz. Bugün, 700’ü destek programımız kapsamında kurulan, 1250’den fazla hızlı sarj istasyonu 81 şehrimizde hizmet sunuyor. Teknoloji Odaklı Sanayi Hamlesi Programı kapsamında mobilite sektöründe yüksek ve orta yüksek teknolojili girişimleri destekliyoruz" diye konuştu. Kaynak:AA

Hidroana Ekibi Teknofest’te

Eskişehir Teknik Üniversitesi (ESTÜ) öğrencileri tarafından kurulan ‘Hidroana’ ekibi, 1 metreküp hidrojenler 378 kilometre giden araçlarıyla elde ettikleri başarıları geliştirmek istediklerini söyleyerek, kendilerini tanıttı. Üniversitelerde 2023-2024 Eğitim Öğretim Dönemi’nin başlamasıyla Eskişehir Teknik Üniversitesi, şehre ve kampüse yeni gelen öğrenciler için ‘Türkiye Yüzyılı Gençlik Yüzyılı’ isimli etkinlik düzenledi. Etkinlik çerçevesinde üniversite bünyesinde faaliyet gösteren birçok kulüp ve proje ekibi yürüttükleri çalışmalar ile alakalı olarak kurdukları stantlara uğrayan öğrencilere bilgi verdi. Ürettikleri hidrojen enerjisi ile çalışan araçlarıyla bu yıl yarıştığı Teknofest’te ikinci olan, daha önce de Avrupa üçüncülüğü ve dördüncülüğü elde eden ‘Hidroana’ ekibi de açtığı stant ile öğrencilerin dikkatini çekti. Hidrojen enerjisi ile çalışan otomobil üreten Hidroana ekibinin pilotu Esra Ertem, ürettikleri aracın sadece 1 metreküp hidrojen ile 378 kilometre yol kat ettiğini söylerken, kendilerinden önceki dönemlerden öğrendikleri bilgileri yeni insanlara öğretmek için yeni proje arkadaşları aradıklarını ve hali hazırda devam eden projelerinde daha iyi sonuçlar alabilmek için çalıştıklarını ifade etti. “Daima ileriyi hedefliyoruz” Hidrojen enerjisini kullanarak ürettikleri araçlarla çeşitli dereceler aldıklarını söyleyen Hidroana pilotu Esra Ertem, elde ettikleri başarıların üzerine koyarak yarışmaya devam etmek istediklerini söyledi. Hidrojen enerjisiyle kendilerinin ürettiği aracın pilotluğunu yapmaktan gurur duyduğunu dike getiren Ertem, “Hidrona olarak iki kategoride yarışıyoruz. Bir tanesi prototip kategorisi, bir tanesi de ‘Urban’ konsepti, gördüğünüz gibi Teknofest’e katıldığımız Dorion aracımız burada. Dorion aracımız bu yıl TÜBİTAK Teknofest yarışlarında Türkiye ikinciliğini elde etti. Diğer kategoride, yani prototip kategorisinde yarışan aracımız ise Shell'le Avrupa yarışına gitti. Geçen yıl Avrupa üçüncüsü, bu yıl Avrupa dördüncüsü olduk. Her zaman daha ileriye gitmek için çalışmalarımızı arttırarak devam ediyoruz. Geçen yıl Avrupa üçüncülüğünü bir metreküp hidrojenle üç 378 kilometre yol katederek ettik. Geçen yıl skorumuz 378 iken, bu yıl 440 ile Avrupa dördüncüsü olduk. Daima ileriyi hedefliyoruz” dedi. “Başarılarımızla gurur duyarak sesimizi duyurmak istiyoruz” Hidroana pilotu Esra Ertem, bu projenin uzun yıllar sürdüğünü ve her yıl bayrağı taşıyacak yeni zihinlere ihtiyaç duyulduğunu söyledi. Şenlik ortamında açılan stantla başarılarını duyurmak ve öğrencilerin dikkatlerini çekmek istediklerini ifade eden Ertem, “Bu yıl bu oryantasyon şenliklerinde yeni üyeler almak istiyoruz çünkü takımımızda usta çırak ilişkisi var. Biz öğrendiklerimizi üst dönemlerden öğrendik ve aynı şekilde bayrağı daha ileri taşımak için yeni gelen arkadaşlarımıza bildiklerimizi aktarmak istiyoruz. Bu nedenle burada hem takımımızı tanıtıyoruz hem de başarılarımızla gurur duyarak, burada sesimizi duyurmak istiyoruz. Ayrıca yeni üye arkadaşlarımızı da bekliyoruz. Yarışlar verimlilik üzerine oluyor ve biz hidrojen enerjisini baz alıyoruz. Prototip aracımızda yüzde 100 hidrojen enerjisini kullanıyoruz. Burada yakıt hücresi sistemi var. O yakıt hücresi sistemiyle enerji elde ediyoruz. TÜBİTAK'ta da hibrit bir aracımız var. Hem elektrik enerjisi hem de hidrojen enerjisiyle çalışıyor ve temel baz aldığımız şey verimlilik olduğu için en verimli sistemi en optimum koşulda kullanmaya çalışıyoruz” ifadelerini kullandı. Kaynak:Basın Bülteni

Moderna, Grip ve COVİD-19’a Karşı Kombinasyon Aşısı mRNA-1083’ün Pozitif Faz 1 /2 Verilerini Açıkladı

Pandemik aşı müdahalesiyle ayrılmaz bir şekilde bağlantılı bir ilaç şirketi olan Moderna, yeni mevsimsel grip ve COVID-19 kombinasyon aşısının, Faz 1 ve 2 test aşamalarındaki “güçlü” sonuçların ardından Faz 3 denemelerine başlayacaklarını  duyurdu.Moderna İcra Kurulu Başkanı Stéphane Bancel, “Grip ve COVID-19’a karşı kombinasyon aşımızdan elde ettiğimiz bugünkü olumlu sonuçlarla, Faz 3 hattımızı genişletmeye devam ediyoruz. Tüketici ve sağlayıcı deneyimi, halk sağlığı tavsiyelerine uyumu artırmak ve sağlık sistemleri için değer sunmak. Kombinasyon solunum yolu aşılarını Faz 3 gelişimine taşımaktan heyecan duyuyoruz.” Aşı, mRNA-1083, karşılaştırmalı güvenlik ve immünojenisite performansı açısından testlere tabi tutuldu. Randomize, gözlemciye göre kör bir çalışmada mRNA-1083, 50-64 yaşlarındaki yetişkinlerde standart grip aşısı Fluarix ve 65-79 yaşlarındaki yetişkinlerde geliştirilmiş grip aşısı Fluzone HD ile karşılaştırıldı. Her iki yaş grubu için de mRNA-1083, Moderna’nın en son COVID-19 aşısı olan Spikevax güçlendirici ile karşılaştırıldı. Moderna, “lisanslı dört değerlikli grip aşılarına benzer veya onlardan daha yüksek hemaglutinasyon inhibisyonu antikor titreleri elde ettiğini ve Spikevax iki değerlikli güçlendiriciye benzer SARS-CoV-2 nötrleştirici antikor titreleri elde ettiğini” iddia etti. Olumsuz yan etkiler açısından, küçük (bir veya iki derece) sorunlar dışında, denemedeki bağımsız COVID-19 aşı kohortuna benziyorlardı; Yüzde 4’ün biraz altında daha ciddi üçüncü derece yan etkiler bildirdi, ancak yeni birleşik aşıda herhangi bir yeni güvenlik endişesi tespit edilmedi. Moderna, yıl sonundan önce mRNA-1083’ün Faz 3 denemesine başlamayı planlıyor ve 2025 yılında aşı için düzenleyici onay almayı hedefliyor. Bancel, “Kombine solunum aşılarını Faz 3 gelişimine taşımaktan heyecan duyuyoruz ve bu virüslerin insanlara yönelik oluşturduğu önemli mevsimsel tehdidi ele almak için halk sağlığı yetkilileriyle ortaklık kurmayı sabırsızlıkla bekliyoruz.” Kaynak:DHA

Konya’da Çiftçinin Üretim Rekoltesi Artacak

Konuyla ilgili olarak Pankobirlik Genel Başkanı Ramazan Erkoyuncu, "Çok güzel bir klinik olduğunu hocamız anlatınca daha iyi anladım. Hadiseye biz bir çiftçi kuruluşu olarak baktık. Tarım ile ilgili toprak ve bitkileri düşünüldü fakat suyu da düşünmemiz lazım. Toprak hastalığı, tohum hastalığı ve ürün hastalığı zor bir durum. Eskiden biz birkaç ilaç atardık başka ilaç yoktu ama şimdi buğdaya bile çokça ilaç var. Kök hastalığı başlı başına bir derttir. Biz bu kök hastalığını pancarda çözebilirsek çiftçinin yanında daha verimli olmuş olacağız. 10 yıllık üniversite dev Konya Şeker firmasına yönelik herhangi bir iyileştirme çalışması olmamış, elle tutulur bir çalışma yok. Evet şimdi basit gelebilir ama bunu yapacak olan bir üniversite var. Her türlü hastalığı araştırmak, çiftçinin uğraştığı hastalıklara çözüm bulmak için bir üniversite kliniği oldu" dedi. Programda konuşan kliniğin kurucusu Selçuk Üniversitesi Ziraat Mühendisliği Bitki Koruma Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Kubilay Kurtuluş Baştaş, bitki sağlığı ve biyolojik çalışmalar gıda güvenliği açısından önemli olduğunu söyledi.Baştaş, "İklim değişikliği bu organizmalar ve ortam değişikliği için önemlidir. Şu an 550'den fazla hastalık mevcut. Bitkileri bu hastalıklardan koruyacak son düzey teknolojilere sahip olmak zorundayız. Bu üniversitede ilk ve tek klinik bitki sağlığı kliniği hizmete girdi. Hastalıkların tanısı ve üretim aşamasında hastalıklarla mücadele üreticilerin rekoltesini artıracak, araştırmacılar için büyük yol gösterecek" diye konuştu.  Kaynak:AA

E-bülten için aşağıdaki bilgileri doldurmanız yeterli.

Giriş Yap

Şifremi Unuttum Kayıt Ol

Kayıt Ol

Şifremi Unuttum