Haberler

Kanserde Asrın Buluşu

Yaklaşık 40 yılını onkoloji uzmanlığına veren ve bu alanda Türkiye’nin tanınmış isimleri arasında yer alan Türk Tıbbi Onkoloji Derneği Üyesi, Koç Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı Medikal Onkoloji Öğretim Üyesi Prof. Dr. Nil Molinas Mandel, moleküler düzeydeki genetik testler sayesinde, kanser tedavisinde devrim yaşandığını söyledi. Prof. Dr. Mandel, bu sayede kişiye özel tedaviler oluşturulabildiğini ve bazen hiç umut kalmayan hastalarda dahi tedavi protokollerinin olumlu yönde baştan aşağı değişebildiğini kaydetti. Amerikan biyoteknoloji şirketi Illumina desteği ve Nesiller Genetik Hastalıklar Değerlendirme Merkezi ev sahipliğinde geçtiğimiz hafta İstanbul’da yapılan sempozyumda, genetik dünyası ve onkoloji uzmanları, genetik alanındaki gelişmelerin, kanser tanı ve tedavisindeki yerini değerlendirmek üzere bir araya geldi. Dünyanın biyobelirteç araştırma geliştirme ve moleküler tanı konusundaki en güçlü enstitülerinden biri olan Heidelberg Üniversitesi Patoloji Enstitüsü'nden Dr. Daniel Kazdal ile Türk onkoloji uzmanlarını buluşturan bilimsel toplantıda, kapsamlı moleküler profillemenin, kanserde yarattığı fark ve kanser biyobelirteçlerindeki son bilimsel gelişmeler ele alındı. Toplantının moderatörlüğünü yapan Prof. Dr. Nil Molinas Mandel, kanser alanında genetik ve biyoteknolojideki gelişmelerle büyük bir devrim yaşandığını kaydederek, onkoloji dünyasının kanserleri artık türlerine göre değil, hastadaki moleküler mekanizmasına göre ele aldığını vurguladı ve önemli bilgiler verdi. “ARTIK BUTİK TEDAVİ UYGULUYORUZ" Prof. Dr. Mandel, “Kanser asrımızın en korkulu hastalığı. Ama kanserde çok fazla yenilik oldu. Asrın buluşları diyebileceğimiz, hastalığın ve hastaların genetik yapılarını, moleküler özelliklerini ve değişik aşamalarda kanda dolaşan tümör hücreleri dahil olmak üzere hastalığın seyrini takipte çok büyük aşamalar ve yeni ufuklar belirdi. ‘Eskiden bizim yaptığımız konfeksiyonmuş’ diyoruz artık kendi aramızda. Şimdi, ‘butik’ çalışıyoruz; kişiye özel tedaviler planlıyoruz ve bu kişiye özel planladığımız tedavileri hayata geçirebilmek için istiyoruz ki bunu tetikleyen bir mutasyon varsa, onu gösterelim. İşte bunun için de hem kanserli dokudan alınan örnekler, o yetersiz olursa kandan alınan örneklerle moleküler testler yapıyoruz. Bu, her kanser için hemen hemen artık kaçınılmaz oldu" dedi. “HASTALARDA ARTIK YILLARCA SAĞ KALIM SAĞLAYABİLİYORUZ" Genetik profillemenin başlarda iki gen, üç gen için yapılabildiğini, şimdi ise genetik alanındaki gelişmeler sayesinde yeni geliştirilen moleküler gen panelleri ile yüzlerce mutasyona bakılabildiğini vurgulayan Prof. Dr. Mandel, sözlerini şöyle sürdürdü: “İşin heyecan verici tarafı da bu. Zira bazen her şeye dirençli gibi görünen bir hastada yapılan moleküler profilleme sonucu bakıyoruz ki, hiç beklemediğimiz, bizim şoför ya da ‘driver mutasyon’ dediğimiz tetikleyici mutasyonlara sahip çıkabiliyor ve hastalığın tedavisi, programı, baştan aşağı değişebiliyor. Bugün akciğer kanserinde, meme kanserinde veya kolorektal kanserlerde ki, bunlar en sık görülen kanserler, çok önemli gelişmeler oldu bu sayede. Artık daha etkin ve daha az yan etkili tedaviler vermeye başladık. Eskiden over yani yumurtalık kanserinde yapacağımız pek fazla bir şey yoktu. Sadece standart kemoterapi veriyorduk. Daha sonra hedefi tedaviler geldi, onun arkasından da DNA tamir mekanizmalarını bozan, durduran çalışmalar gösterdi ki yumurtalık kanserinde artık yeni tedavi seçenekleri son derece önemli. Metastatik hastalarda 1 yıl yaşam şansı çok az derken, bugün bu sürenin 4-5 yıla kadar çıktı. Daha daha yeni mutasyon analizleri de dirençli hastalarda farklı ilaç seçeneklerini ortaya koyma şansı verdi. Meme kanserinde de birçok yeni mutasyon tanımlandı. Eskiden Her-2 pozitif hastalık diyorduk, şimdi Her-2 düşük pozitifler çıktı. Dolayısıyla tedavide de seçenekler arttı." “KANSER TÜMÖRÜ EN BÜYÜK YAPAY ZEKA" Nesiller Genetik Hastalıklar Değerlendirme Merkezi Kurucusu, Genetik ve Farmakoloji Uzmanı Dr. Gülay Özgön ise biyoteknoloji alanında yaşanan bilimsel gelişmeler sayesinde kanserin artık romatoid artrit gibi kronik bir hastalık olma yolunda olduğunu vurgulayarak, “Tümörün aklı hepimizden büyük. Çok büyük bir yapay zeka var tümörün içinde. O da hayatta kalabilmek için çok farklı yolakları kullanarak, farklı mutasyonlar geliştiriyor. Teknoloji ve genetik ilerledikçe aslında, hastalar da fark ediyorlar ki eskiden komşusuna veya bir yakınına uygulanan tedaviler, kendisinde farklılaşmış durumda. Ya da aynı hastaya bir yıl önce uygulanan bir tedavi, bir şekilde progresyon (kötüleşme) veya düzelme nedeniyle bir yıl sonra değiştirilebiliyor. Bütün bunlar aslında bilimin ışığında, bilim dayanağı ile yapılıyor" dedi. GENETİK SAYESİNDE TÜMÖRÜN DİLİ ÇÖZÜLÜYOR Bugün FDA tarafından onaylanan pek çok gelişmiş genetik profilleme testlerinin ülkemizde de uygulanmaya başlandığına dikkat çeken Dr. Özgön, sözlerini şöyle sürdürdü: “Neden daha geniş profilleme testi yapılması gerekiyor? Çünkü genetik, biyoteknolojik ilerlemeler, tümörün farklı yolaklar kullanarak farklı şekilde kendini ifade ettiğini ortaya koyabiliyor artık. Burada en önemli unsur sadece hedef olabilecek ilacı bulabilmek değil, aynı zamanda ilacı uygularken hastada hangi yan etkilere, hangi direnç mekanizmalarına neden olabiliyor, bunu da görebilmek. Ya da belki kost efektif dediğimiz farmako-ekonomik olarak da faydalı olabilecek, yani ülkenin sağlık ekonomisine de fayda sağlayacak bilgileri üretmek. 500 genli profillemelerde mesela hangi yolakta direnç olduğunu bularak, hastaya o ilacın yararı olup olmayacağı konusunda bir şeyler söyleyebiliyoruz. Tabii ki aslında bizim bütün amacımız, geniş profilli genetik testlerin geri ödeme sistemlerine dahil edilerek daha ulaşılabilir olması. Uygun tüm hastaların bu tip tedavi ve tanı modelitelerine kolay ulaşmasını arzuluyoruz. Tabii ki bu tanı ve tedaviler bir takım bilimsel kılavuzlar eşliğinde kullanıyor. Hangi hastaya hangi tedavi kılavuzunun uygulanması gerektiğiyle ilgili bilimsel çalışmalar ışığında karar veriliyor. Bu kılavuzların değişmesi eskiden yıllar sürerken bugün neredeyse 6 ayda bir güncelleniyor ve yenileniyor. Bu yenilen kılavuzlar eşliğinde de tedavi olasılıkları ve imkanları artıyor. Hastalar da daha uzun yaşam şansına sahip olabiliyor." Kaynak:DHA

Kişiye Özel Kanser Tedavisi

Tüm dünyanın en önemli sağlık sorunları arasında yer alan kanser hastalığının tedavisinde son dönemde öne çıkan ve hastalığın seyrini olumlu yönde değiştiren ‘kişiye özel tedaviler’den bahseden Acıbadem Adana Hastanesi Tıbbi Onkoloji Hekimi Prof. Dr. Züleyha Çalıkuşu, bu kişiye özel tedaviler ile hastanın kansere neden olan hücrelerine yönelik genetik haritalarının çıkartıldığını ve hastaların genetik şifrelerinin çözüldüğünü anlattı. Geçmişte kanser tedavisi denildiğinde, her hastada belli başlı yöntemler uygulandığını hatırlatan Prof. Dr. Çalıkuşu, gelişen teknoloji ile tıp biliminin ortaklığının, bugün kişiye özel tedavi yaklaşımlarının önemini daha net şekilde ortaya koyduğunu ifade etti. Gelişen teknolojiyle tümör hücrelerinin özelliklerinin daha iyi anlaşıldığına dikkat çeken Çalıkuşu, “Tedaviler kişiye ve tümöre özel şekilde planlanıp, kanserli hücreleri hedef alan uzun süreli tedavilerle hastalık kontrol altında tutuluyor, yaşam süresinin uzaması sağlanıyor. Kanser hücrelerinin taşıdığı fakat normal hücrelerde bulunmayan hedefler belirlenerek etkinliği yüksek, yan etkisi az, bu nedenle de daha konforlu olan biyolojik tedaviler kanser tedavisindeki en önemli gelişmeler olarak gözleniyor” dedi. “Akıllı ilaçlar kanser tedavisinde çığır açtı”Kanserin, kişinin kendi sağlıklı hücrelerinden geliştiğini ve her hücrenin kişiye özel genetik şifre taşıdığına da değinen Çalıkuşu, kanser hücresinin genetik haritasının çıkarılarak tedavide başarı oranının artığına dikkat çekti. Hastalığın seyri sırasında uygulanan moleküler genetik testlerin sayesinde, hangi ilacın hangi hastada daha faydalı olabileceğinin belirlendiğini dile getiren Çalıkuşu, “Böylece hastanın uygulanacak hedefe yönelik tedaviden göreceği faydanın ortaya çıkarılması mümkün olabiliyor. Günümüzde tümör hücrelerinde çoğalma yollarını keserek tümör hücrelerinin ölümüne yol açan son derece etkili ’akıllı ilaç’ ya da ’hedefe yönelik ilaç’ olarak da adlandırılan tedavilerin keşfedilmesi ise kanser tedavisinde yeni bir çığır açtı” diye konuştu. Prof. Dr. Çalıkuşu, bir hastaya kişiye özel tedavi seçeneği sunabilmek için kişinin kanser dokusu veya kanında dolaşan tümörün DNA’sının elde edilerek özel yöntemler ile tümörün akıllı ilaçlara uygun olup olmadığının test edildiğinin de altını çizdi.Günümüzde moleküler patoloji olarak adlandırılan hassas gen analiz yöntemleri ile tümörün kaynaklandığı organa bakılmaksızın kanserleşme sürecinde ana rol alan gen bozukluklarının tespit edildiğine değinen Çalıkuşu, “Sonuçlar ile günümüze kadar yapılan çalışmalar ve elde var olan hedefe yönelik tedavi ilaçları gözden geçirilerek hastaya uygun bir tedavi seçeneği olup olmadığına karar verilir” şeklinde konuştu. Bazı moleküler genetik testlerin ülkemizde de uygulanabildiğini, ancak çoğu geniş panel testlerinin Amerika ve Avrupa’daki bazı merkezlerde incelendiği bilgisini veren Çalıkuşu, “Hastaların kan ya da biyopsi örnekleri bu laboratuvarlara gönderilip alınan sonuçlara göre tedavileri planlanıyor. Genetik testler, başta akciğer, meme, malign melanom, kalın bağırsak ve böbrek kanserleri olmak üzere birçok kanser türünde kullanılıyor” diyerek sözlerini tamamladı. Kaynak:İHA

Taş Devrinden Kalan Diş Plakları Kayıp Mikropları Ortaya Çıkarıyor

Almanya ve ABD'den bir grup araştırmacı, insan kalıntılarından elde edilen diş plaklarından çıkardıkları DNA’ların şifresini çözmek için bir araya geldi. Ekip, dizilimleri kullanarak canlı oldukları dönemde bakterilerin kullandığı proteinleri tekrar üretmeyi başardı. İnsan vücudunda yaşayan mikroplarla ilgili son derecede önemli bu çalışmada artık insan vücudu ekosisteminin bir parçası olmayan bakteriler hakkında daha önce bilinmeyen bilgilere ulaşıldı. Uzmanlara göre elde edilen bulgular, gelecekte yeni ilaç tedavilerinin geliştirilmesinde kullanılır. Diş plakları ve mikroorganizmalar arasında nasıl bir ilişki var? Kireçlenmeyle oluşmuş diş plağı (tartar), mikroorganizmaların barınması için uygun bir alan oluşturur. Her gün diş fırçalama ve diş ipi kullanma yönündeki diş hekimi tavsiyelerinin sebebi de budur.Bakteriler için barınma alanı sağlaması sayesinde, bilim insanları binlerce yıllık insan kalıntılarını kullanarak üzerinde çalışma yapabilecek küçük DNA parçaları çıkarmayı başardı. Bu parçaları kullanan araştırmacılar, genetik dizilimleri oluşturabilmek için hummalı bir çalışma gerçekleştirdi.Massachusetts'teki Harvard Üniversitesi'nden Antropolog olan Christina Warinner çalışmayı şu sözlerle anlattı: "Tipik bir bakteri genomunun uzunluğu 3 milyon baz çifti kadardır. Bizim çalışma sırasında ulaşabildiğimiz binlerce yıllık DNA’lar ortalamada 30 - 50 baz çifti uzunluğundaki parçalardan oluşuyordu. Başka bir deyişle, her bir antik bakteri genomunu 60.000 parçalı bir yapboz gibidir. Her bir diş tartarı parçasında da milyonlarca genom bulunur." Mevcut çalışmada bu parçaların anlamlı bir şekilde bir araya getirilebilmesi için, araştırmacılar küçük DNA parçalarından bütün bir genomun oluşturulabildiği “de novo birleştirme tekniği” adı verilen bir işlem geliştirdi. Yalnızca bazı parçaları olan ve referans alınabilecek resmi olmayan bir yapbozu tamamlamaya benzeyen bu çalışma 3 yılda tamamlanabildi ve bakteri genomları yeniden oluşturuldu. Araştırma sonuçları şaşırtıcı Araştırma sonucunda, en fazla yüksek kaliteli dizilimin, Chlorobium adı verilen bir tür bakteriye ait olduğu belirlendi. Enerji elde etmek için, ışık kullanarak kükürdü oksitleyen bu mikroorganizmalar, ışığa ihtiyaç duymaları nedeniyle, pek fazla ışık almayan insan ağzında yaşaması beklenen türden canlılar değil. Araştırmacılar bu bakterilerin insanların her ağzını açtığında bir miktar ışık alarak hayatta kalmış veya gölet suyu içmenin bir sonucu olarak insan ağzına yerleşmiş olabileceğini düşünüyor. Bir başka soru da günümüzde bu bakterilerin neden ağzımızda bulunmadığı. Araştırmacılar bunun sebebinin de davranış ve beslenme alışkanlıklarındaki değişim olabileceğini, ancak bu aşamada kesin olarak bilinemeyeceğini söylüyor. Kaynak: Science Dergisi

Zakkum Kansere Çare Midir

ABD’de zakkumlu ilacın ilk patent başvurusunu yapan Dr. Ziya Özel, Türkiye’de birçok çevre tarafından ‘şarlatan’ olarak nitelendirilmişti. Söz konusu ilacın, kanserin gelişimini engellemek dışında, AIDS ve Hepatit-C ve bağışıklık sistemini zayıflatan diğer hastalıklar için de etkili olduğu bildiriliyor. Ancak FDA’nın Memphis kentinde yaptığı bu açıklama, maddenin piyasaya sürülmesi anlamına gelmiyor. Zakkumlu ekstrenin ilaç olabilmesi için sırada Faz 2, 3, ve 4 düzeyinde araştırmalar bulunuyor. UZMANLAR UYARIYOR Türkiye’de zakkumla kanseri ortadan kaldıracağını iddia etmesinin ardından insanlar zakkum kaynatıp içince birçok kişi hayatını yitirmişti. Uzmanlar böyle bilinçsiz kullanımlar konusunda insanları uyarırken yaşanananların ardından Genel Cerrah Opr. Dr. Ziya Özel, daha sonra ABD’ye giderek konuya ilişkin çalışmalarına devam etti. Dr. Özel, 1992’de ABD’de zakkumdan elde edilen ‘Oleander’ maddesinin bağışıklık sistemini güçlendiren etkisi üzerine patent aldı. Ancak oldukça zehirli olan zakkum bitkisinin çay gibi kaynatılarak içilmesi son derece zararlı. DÜŞÜK DOZDA ETKİLİ Mİ? Deneme zakkumlu ilaç ekstresinin en düşük dozlarda kullanılmasıyla yapıldı. 46 denekten 7’sindeki kanser ilerleme süreci, 4 ay ve daha fazla süreyle durdurulabildi. Araştırmalar zakkumlu ilacın göğüs kanserinden, pankreasa kadar geniş bir yelpazede etkili olduğunu ortaya koydu. Deneme sırasında hastalara 21 ve 28 günlük sürelerde günde 0.6 mg’den en korunaklı olarak bilinen 10.2 mg’ye kadar artan dozda ilaç verildiği belirtildi. İlacın üretim ve halka satışından önce FDA tarafından ilacın 2. Deneme Safhası’nın yapılması gerekiyor. Kaynak:AA

Yumurta Alerjisi Tarihe Karışıyor

Grip aşılarının çoğu yumurta bazlı teknoloji kullanılarak üretiliyor Panelenmiş ve dövülmüş gıdalar, sezar salata sosu, krep ve gofretler, dondurma, şekerleme, köfte ve köfte, marshmallow ve marzipan dahil olmak üzere şaşırtıcı sayıda gıda ürününde yumurta, yumurta tozu veya kurutulmuş yumurta bulunabiliyor. Ayrıca grip aşılarının çoğu yumurta bazlı teknoloji kullanılarak üretilmektedir. Ovomucoid proteini içermeyen yumurta üretildi Hiroşima Üniversitesi’nde TALEN adı verilen bir genom düzenleme teknolojisiyle yumurta beyazında bulunan ovomucoid proteini içermeyen yumurta üretildi. Yumurta beyazının % 11’inde bu protein bulunuyor. Transkripsiyon aktivatörü benzeri efektör nükleazlar (TALEN’ler), DNA’yı belirli bir dizide kesmek ve çift sarmallarını kırmak için tasarlanmış yapay enzimlerdir.  Sarmallar bir kez kırıldığında, hücre onarım mekanizmasını başlatarak yanıt verir, böylece kopmanın her iki tarafı da yeniden onarılır. CRISPR gibi diğer gen düzenleme teknolojileri “hedef dışı” etkiler üretebilir , bu da düzenleme işleminin yeni mutasyonlara yol açtığı anlamına gelir. Bu durumda; hedef dışı etkilerle ilgili sorun, yine de bir alerjik reaksiyona neden olabilecek OVM proteininin mutant varyantlarını yaratma potansiyelidir. Hedef dışı etkilerin varlığı açısından test edildi Araştırmacılar, belirli proteinleri kodlayan ekson 1 adı verilen tavuğun RNA’sının bir parçasını çıkarmak için TALEN’leri tasarladılar. Tavukların yumurtladığı OVM kapalı(nakavt) yumurtaları; OVM proteini, mutant OVM proteini ve diğer hedef dışı etkilerin varlığı açısından test edildi. Yumurtaların belirgin anormalliklere sahip olmadığı ve OVM’den veya proteinin mutant varyantlarından eser içermediği bulundu. Değiştirilmiş yumurtaların tüm genom dizilimi, hedef dışı etkilere işaret eden mutasyonlar gösterse de, bunlar protein kodlayan bölgeleri etkilemedi. Çalışma gıda ve aşılardaki alerji sorununu çözdü  Araştırmanın baş yazarı Ryo Ezaki, “Bu sonuçlar güvenlik değerlendirmelerinin önemini gösteriyor ve bu OVM kapalı tavuğun yumurtladığı yumurtaların gıda ve aşılardaki alerji sorununu çözdüğünü ortaya koyuyor,” diyor. En küçük miktardaki OVM’nin bile bazı insanlarda alerjik reaksiyonu tetikleyebileceğini bilen araştırmacılar, ileri testlerde yumurtaların alerjik olmadığını doğrulayana kadar, normal yumurtalardan daha az alerjik olduklarını söyleyerek temkinli davranıyor. Ezaki, “Araştırmanın bir sonraki aşaması, OVM-nakavt yumurtaların fiziksel özelliklerini ve işleme uygunluğunu değerlendirmek ve klinik deneylerle etkinliklerini doğrulamak olacak. Alerjisi azaltılmış yumurtaların pratik uygulamasına yönelik daha fazla araştırma yapmaya devam edeceğiz, “diyor. Kaynak: Basın Bülteni

ACTV Biyoteknoloji 20 milyon TL Yatırım Yapacak

Kozmetik ve ilaç sektörüne bitki kök hücre teknolojisini kazandırıyor. Bitki biyoteknolojisi ile kozmetik aktif madde üretimi gerçekleştiren ACTV Biyoteknoloji, fonbulucu platformunda yatırım turuna çıktı. Ülkemizde bu alanda faaliyet gösteren tek firma olan ACTV Biyoteknoloji, yatırım turunda şirket paylarının %6’sının yatırımcılara arzıyla 20 milyon TL fon toplamayı hedefliyor. Girişim şirketinin temel hedefi, kozmetiğin yanında bitki kök hücre teknolojisiyle üretilmiş ilaç etken maddelerini de sektöre kazandırmak ve beş yıl içerisinde borsaya kote olmak. Biyoteknolojik yöntemler kullanarak farklı biyolojik aktivitelere sahip etken maddeler geliştiren ACTV Biyoteknoloji, kitle fonlama platformu fonbulucu’da yatırım turuna çıktı. 71 milyar euro cirosu ile dünyanın 84. büyük firması olan BASF Beauty Care Solutions France Sas ile ortak çalışmalar yürüten girişim, şirket paylarının %6’sının arzıyla 20 milyon TL fon talep ediyor. ACTV Biyoteknoloji’den gelen bilgiye göre, şirketin bilançosunda sermaye yedekleri ve özel fonlar kaleminde bulunan yaklaşık 4,8 milyon TL, yatırım turu sonunda toplanan fon ile birlikte 25,2 milyon TL’lik mevcut sermayeye ilave edilecek. Şirket, yatırım turu sonrası oluşturacağı gelir modeliyle AR-GE faaliyetlerini hızlandıracak ve pay sahiplerine düzenli temettü dağıtımı gerçekleştirecek. Girişim şirketi, yatırım turunun başlama tarihi olan 24 Mayıs Çarşamba günü saat 10.00 itibari ile 20 iş günü içerisinde EFT veya kredi kartı ile yapılan yatırımlarda yatırımcılara %20 fazladan pay verecek. Yatırım turu 23 Temmuz 2023’e kadar nitelikli ve niteliksiz yatırımcıların katılımına açık. Euroka projesi çerçevesinde 1,1 milyon euro destek aldı Bugüne kadar bitki hücre kültürü teknolojisini kullanarak farklı bitki türlerinden yaşlanma karşıtı, cilt beyazlatıcı, selülit karşıtı ve yara iyileştirici aktivitelere sahip aktif hammaddeler geliştiren girişim, ülkemizde bu alanda hizmet veren tek firma. 2015 yılında BASF firması ile birlikte Avrupa Birliği projesini onaylatan ve projeyi 2018 yılında başarıyla tamamlayan girişim, ‘Ayva Kök Hücre (Stem Cell) Kaynaklı Yeni Dermokozmetik Ürün Geliştirilmesi’ başlıklı Eureka projesi çerçevesinde 1,1 milyon euro destek aldı. TÜBİTAK ve Eureka’dan toplamda dokuz adet araştırma projesi için destek hakkın kazanan, 24 adet kozmetik ve beş adet ilaç etken madde konusunda araştırma yapan ACTV Biyoteknoloji’nin iki adet 1501 projesi TÜBİTAK onayıyla devam ediyor. ACTV Biyoteknoloji, kozmetik sektörü ile birlikte ilaç sektörüne farklı aktivitelere sahip hammaddeler kazandırmak üzere çalışıyor. Small RNA teknolojisini ilaç ve kozmetikte kullanan tek firma Şirket stratejileri ve gelecek hedefleri hakkında konuşan ACTV Biyoteknoloji Kurucu Ortağı ve Yönetim Kurulu Başkanı Dr. Yakup Bakır, “İleri biyoteknolojik yöntemlerden yararlanarak tüm güvenlik ve etkinlik testlerini tamamladığımız dokuz adet kozmetik aktif hammaddeyi piyasaya çıkmaya hazır hale getirmiş durumdayız. Kozmetik (cilt ve saç bakım) ürünleri üreten global ölçekli firmaları hedef kitlemiz olarak tanımlıyoruz. İş geliştirme stratejilerimiz kapsamında bu firmalara verilecek distribütörlük görüşmelerimiz de aktif bir şekilde devam ediyor. Bunun yanında Ar-Ge çalışmalarını yaptığımız 16 adet kozmetik ve beş adet ilaç etken maddemiz bulunuyor. Şirketimiz ülkemizde bu alanda faaliyet gösteren tek firma olmakla birlikte, dünyada da Small RNA teknolojisini bitki kök hücreleri ile birlikte ilaç ve kozmetik aktif bileşen üretiminde kullanan tek firma. Kitle fonlama sürecinden sağlanacak kaynak ile öncelikle endüstriyel ölçekli üretim için makine ekipmanı sağlayacağız, satış pazarlama faaliyetlerimizi hızlandıracağız, kapasite artırımı ve ürün çeşitlendirme süreçlerine ağırlık vereceğiz. Bu aşamada kozmetik ve ilaç sektöründeki global firmalardan gelen exit taleplerini değerlendirmek istiyoruz. Faaliyet gösterdiğimiz alan yüksek katma değerli ve yüksek ciro oluşturmaya açık bir alan. Şirketimizin temel hedefi 5 yıl içerisinde tam kurumsal yapılanmayı sağlayarak borsaya kote olmak ve yatırımcılarımızla birlikte ilerlediğimiz bu yolda unicorn seviyesine ulaşmak” dedi. Kaynak:DHA

Sağlık Sektörü Ekosistem İçin Önemli Adımlar Atıyor

Umayana AR-GE ve Çapa Medikal İş birliği imza töreni Teknopark İstanbul Kuluçka Merkezi’nde yapıldı. İş birliği ile Çapa Medikal, Umayana Ar-Ge’nin geliştirdiği radyoterapi ve kemoterapi tedavisi sırasında oluşan yaraları önleyen ve iyileştiren ürünlerin yanı sıra dermatoloji ve diş hekimliği alanlarında patentli ürünler üretecek. Ürünler sadece eczanelerde satılacak. Düzenlenen imza törenine; Teknopark İstanbul Genel Müdürü Bilal Topçu, Umayana Kurucusu Biyokimya Uzm. Hülya Dağöttüren, Çapa Medikal Yönetim Kurulu Başkanı Zekeriya Avşar, Çapa Medikal Yönetim Kurulu Üyesi Sevim Öztaşkın ve Gülbin Müftüoğlu katıldı. “Ciddi projelere katkı sağlıyoruz” İmza töreninde bir konuşma yapan Teknopark İstanbul Genel Müdürü Bilal Topçu, “Türkiye ekonomisine, dünyaya çok ciddi projeler üretiyor ve katkı sağlıyoruz. Bu ekosistemin en önemli büyük katkı sağlayan motor diyebileceğimiz ünitelerinden bir tanesi de içinde bulunduğumuz Kuluçka ve hızlandırma merkezimizdir. Bizler Teknopark İstanbul olarak firma ve girişimcilerimizin potansiyelini görüyor inanıyoruz. Yaptığımız çalışmalarla Teknopark İstanbul’da derin teknoloji ile yürütülen nitelikli projeleri kıymetli çıktılarla taçlandırmak bizi motive ederken süreçlerimizi geliştirmek adına yeni çalışmalara imza atmamızı sağlamaktadır. Savunma sanayii, siber güvenlik, enerji, yapay zeka ve robotik sistemler ile biyoteknoloji gibi birçok alanda AR-GE faaliyetleri yürüten Teknopark İstanbul, 400’den fazla firma ve 9 bin AR-GE mühendisiyle 3 bine yakın milli projede derin teknoloji üretiyor. Çapa Medikal’e ve Umayana AR-GE yetkililerine bu iş birliği için teşekkür ederim” dedi. “İyi işler başaracağız” Umayana Kurucusu Biyokimya Uzm. Hülya Dağöttüren de yaptığı konuşmada, “2014 yılından bu yana çalıştığımız bu projede özellikle dünya pazarlarını hedef koyarak çalışmalarımızı yönlendirdiğimizi, fakat önceliğimizin kendi ülkemizden ürünlerimizin çıkması için Çapa Medikal ile bir iş birliği yapmaktan son derece mutlu olduğumuzu ifade etmek isterim. Çapa Medikal’in köklü ve etik iş anlayışına sahip olması, sadece ülkemizde değil, uluslararası ticarette de adını duyurmuş olması nedeniyle iyi işler başaracağımızdan eminiz” dedi. 6 önemli ürün üretilecek Dağöttüren sözlerini şöyle sürdürdü: “İlaç ve medikal sektörünün dinamikleri farklı. AR-GE çalışmalarından pazara sunana kadar bu konudaki mevzuatları izlememiz gerekli ve hedefin en baştan konularak, ürünleri pazara sunarken her adımın iyi planlanarak atılması gerekli. Dolayısıyla Teknopark İstanbul’un sunduğu AR-GE altyapısı, ticarileşmede verdiği destekler oldukça kıymetli oldu. Aynı zamanda ekip de önemli. Her bir ekip üyesinin kendi alanında donanımlı olması ve elbette üretimin yine mevzuata bağlı yapılması gerekli. Umayana’nın derin teknoloji ile ürettiği patentli bir moleküler bileşiği var. Patentli bu formüller ile dünyada ilk kez kanser yaralarını önlediğimizi yaptığımız klinik çalışmalarla kanıtladık. Onkoloji, dermatoloji, diş hekimliği alanlarında Murnia markalı 6 ürünümüz var. Bu ürünlerimiz Çapa Medikal’in iştiraki olan Honnes Sağlık’ın Sakarya’daki fabrikasında üretilecek. Amerika’da yaşayan ortağım Gülbin Müftüoğlu, Unilever, Nestle, J&J firmalarında çalışmış üst düzey yönetici ve marketing tecrübesine sahip. Umayana’nın global stratejilerini yönetiyor. Eczanelerde satılacak 6 ürünün Honnes Sağlık tesislerinde ISO standartlarında mevzuata uygun olarak üretileceğini söyleyen Çapa Medikal Yönetim Kurulu Üyesi Zekeriya Avşar da, “Ürünlerin patentli ve etkin olması kadar hastaya ulaşması son derece önemli. Çapa Medikal’in kurduğu satış ve pazarlama ekibi ile sağlık profesyonellerine ürünlerin tanıtımı yapılarak eczanelerden satışı gerçekleştirilecek” diye konuştu. Çapa Medikal Yönetim Kurulu Üyesi Sevim Öztaşkın da şu bilgileri verdi: “Murnia markası ile onkoloji alanında ilk etapta mukozit ağız jeli, radyodermatit kremi ve kserostomi (ağız kuruluğu solüsyonu piyasa arz edilmeye başladı. Mukozit kemoterapi ve radyoterapi alan kanser hastalarında sık görülen ve maalesef etkin bir tedavisi bulunmayan ağız yaralarıdır. Bu alanda dünyada ilk kez Murnia ağız jeli hem önleyici hem tedavi edici özelliği klinik çalışmalarla kanıtlanmış tek ürün olarak imza töreni yapılan bu iş birliğinin hem ülkemiz hem dünya açısından ne kadar önemli bir adım olduğunu gösteriyor”. Kaynak:Basın Bülteni

Rota Virüs Aşısı Ödül Aldı

Teknoloji tabanlı iş fikirlerini ve genç girişimcileri desteklemek amacıyla Adana Hacı Sabancı Organize Sanayi Bölge (AOSB) Müdürlüğü tarafından düzenlenen “Ulusal Sanayi Odaklı Ar-Ge ve İnovasyon Proje Yarışması”nın sonuçları açıklandı. Ar-Ge ve İnovasyon kültürünün yaygınlaştırılması ile üniversite-sanayi iş birliğinin güçlendirilmesinin de hedeflendiği organizasyonda 16 tematik alanda 68 farklı üniversiteden toplamda 191 proje başvurusu yapıldı. Yeni bir yöntemin denendiği Rota Virüs aşı çalışması ödül aldı. Alanında uzman kişilerden oluşan jüri tarafında yapılan değerlendirmeyle BARÜ Fen Fakültesi Moleküler Biyoloji ve Genetik Bölümü öğrencisi Talat Toprak'ın “Patojenik Rotavirüs Antijeni Eksprese Eden Rekombinant Lactobacillus GG Konakçı ile Probiyotik Bazlı Oral Rotavirüs Aşısının İmmünollojik Çalışmaları” projesiyle Öğrenci Kategorisinde birincilik ödülü almaya hak kazandı. Fen Fakültesi Biyoteknoloji Bölümünden Dr. Öğr. Üyesi Rizvan İmamoğlu'nun danışmanlığındaki projeyle yeni bir yöntemle probiyotik bazlı Rota Virüs aşısının immünolojik çalışmaları yapılması hedefleniyor. “Öğrencilerimiz bilim temelli kalkınmada önemli roller alacaklar” Üniversite olarak yaptıkları tüm çalışmaların merkezinde öğrencilerin olduğunu ifade eden BARÜ Rektörü Prof. Dr. Orhan Uzun, “Bilim ve teknoloji temelinde katma değeri yüksek ürün ve hizmetler geliştirmek istiyoruz. Bu dahilde bilgi üretim sürecinde Türkiye'nin milli teknoloji hamlesine ve dönüşümüne liderlik edecek nitelikli insan kaynağının yetiştirilmesi önceliklerimiz arasında yer alıyor. Gençlerimize inanıyor, onların geleceğimizi inşa ve ihya edeceğini biliyoruz. Bu düşüncelerle öğrencimiz Talat Toprak'ı ve danışmanlığını yapan Fen Fakültesi Biyoteknoloji Bölümünden hocamız Dr. Öğr. Üyesi Rizvan İmamoğlu'nu tebrik ediyor, başarılarının devamını diliyorum. Öz potansiyelimiz gençlerimize olan güvenle çalışmaya ve yarınlarımıza birlikte değer katmaya devam edeceğiz” diye konuştu. Kaynak:İHA

NASA Evrenin Renklerini Araştırıyor

Yeni görüntüleri oluşturmak için NASA, James Webb Uzay Teleskobu ve Chandra X-ray Gözlemevi'ne başvurdu. "EVRENİN GERÇEK RENKLERİ ORTAYA ÇIKTI" NASA, "Her görüntü Chandra'nın X-ışınlarını (yüksek enerjili ışığın bir formu) daha önce yayınlanan Webb görüntülerinden elde edilen ve her ikisi de çıplak gözle görülemeyen kızılötesi verilerle birleştiriyor. Birden fazla teleskop aynı kozmik bölgeyi gözlemlediğinde, evrenin gerçek renkleri ortaya çıkıyor." açıklamasını yaptı. NASA ayrıca optik ışık kullanan Hubble Uzay Teleskobu, emekli Spitzer Uzay Teleskobu (kızılötesi), Avrupa Uzay Ajansı'nın (ESA) XMM-Newton (X-ışını) ve Avrupa Güney Gözlemevi'nin Yeni Teknoloji Teleskobu'ndan (optik) gelen verileri de görüntülere dahil etti. NGC 346, Küçük Macellan Bulutu'nda, Dünya'dan yaklaşık 200 bin ışık yılı uzaklıkta bir yıldız kümesine deniliyor. James Webb Uzay Teleskobu tarafından çekilen görüntüler, yıldızların ve gezegenlerin oluşumları sırasında kaynak malzeme olarak kullandıkları gaz ve toz bulutlarını ve yaylarını gösteriyor. Chandra’nın yakaladığı soldaki mor bulut ise büyük bir yıldızdan gelen bir süpernova patlamasının kalıntılarını oluşturuyor. NASA, "Chandra verileri ayrıca yüzeylerinden dışarıya doğru güçlü rüzgarlar gönderen genç, sıcak ve büyük yıldızları da ortaya çıkarıyor." ifadelerini kullandı.NGC 1672, NASA'nın “çubuklu” spiral olarak sınıflandırdığı galaksiye deniliyor. NASA, "Merkezlerine yakın bölgelerde, çubuklu sarmal galaksilerin kolları, çekirdeğe kadar kıvrılan kollara sahip diğer sarmalların aksine, çoğunlukla çekirdeği çevreleyen merkez boyunca düz bir yıldız şeridi halindedir." açıklamasını yaptı.   Chandra'nın verileri spiral galaksideki nötron yıldızları ve kara deliklerin yanı sıra patlamış yıldızların kalıntıları da dahil olmak üzere kompakt nesneleri ortaya çıkarıyor. Spiral kolları toz ve gazla doldurmak için Hubble ve James Webb'den gelen veriler kullanıldı.Kartal Nebulası olarak da bilinen Messier 16, genellikle “Yaratılış Sütunları” olarak da anılıyor. Bu bileşik görüntüde Webb'in verileri, henüz oluşmakta olan birkaç yeni yıldızı örten karanlık gaz ve toz sütunlarını gösteriyor. Chandra'nın verileri ise noktalar gibi görünüyor ve bol miktarda X-ışını yayan genç yıldızları gösteriyor.Son olarak, Messier 74, yaklaşık 32 milyon ışık yılı uzaklıktaki bir başka spiral galaksiye deniliyor. NASA, “Messier 74'e Hayalet Galaksi lakabı takılmıştır çünkü nispeten sönüktür ve küçük teleskoplarla Charles Messier'in 18. yüzyıldan kalma ünlü kataloğundaki diğer galaksilerden daha zor fark edilir.” dedi. Webb'in verileri kızılötesindeki gaz ve tozun ana hatlarını çizerken, Chandra'nın verileri X-ışını dalga boylarındaki yıldızlardan gelen yüksek enerjili aktiviteyi ortaya çıkarıyor. Kaynak:AA

İlaç Sektörünün Kalbi İstanbul'da Atacak

Ulusal ve uluslararası sektör profesyonellerini İstanbul Fuar Merkezi’nde sektördeki önemli dernek, kurum ve markaları katılımcı ve ziyaretçileri ile buluşturmak için hazırlanıyor. Kimya sektörünün en önemli alt dallarından biri olan ilaç sektöre ait en son ürün ve teknolojilerin sergileneceği yerli ve yabancı sektör profesyonellerinin buluşma noktası olan platform; sektörün kimyasal, hammadde ve teknoloji ile ilgili satın alımlarını karşılamak için katılımcılara global markalarla etkileşim fırsatı sunacak. Sektörün profesyonel iş platformu haline gelen Artkim Fuarcılık tarafından düzenlenen fuarda katılımcılar; İlaç Hammadde ve Bileşenleri, Etkin İlaç Hammaddeleri (API), Farmasötik Katkı ve Ara Ürünler, Anahtar Teslim Projeler, Yarı Mamuller ve Katkı Maddeleri ve Laboratuvar Cihazları, regülasyonları, yakından tanıma ve potansiyel müşterilerle tanışarak yüz yüz görüşme ve iş bağlantıları sağlama fırsatı yakalayacak. Türkiye İlaç İhracatı Arttı Ulusal ve uluslararası birçok kuruluşun yeni ürün ve teknolojilerini tanıtacağı Pharmaist 2023’de ilaç sektörüne dair dünyada ve ülkemizdeki en son gelişmeler, yenilikler ile sektöre dair gündemdeki konuların ele alındığı konferans, panel ve workshoplarla da sektörün geleceğine ışık tutulacak. Artkim Fuarcılık CEO’su Cengiz Yaman, yeni iş bağlantıları kurmak ve yeni pazarlara açılmak konusunda önemli rol oynayan ihtisas fuarlarına olan ilginin giderek artığını belirterek “Dünya ilaç pazarı 2022 yılında 1,5 trilyon dolara ulaşmış durumda. Türkiye 2022 yılında dünyada 21. sırada. Türkiye ilaç ihracatı 2022 yılını yüzde 0,6 artışla 1,92 milyar USD seviyesinde tamamlamış bulunuyor. Türkiye ihracatının rekor kırdığı 2022 yılıyla birlikte, 2015 – 2022 yılları arasında ilaç ihracatı yüzde 74,7 artışla güçlü bir performans sergiliyor. Pharmaist 2023, bu önemli sektörü destekleyen en büyük ihtisas fuarları arasında yer alıyor.” dedi. Kaynak: BSHA – Bilim ve Sağlık Haber Ajansı

Beşeri Tıbbi Ürünler Ruhsatlandırma Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik Açıklandı

BEŞERİ TIBBİ ÜRÜNLER RUHSATLANDIRMA YÖNETMELİĞİNDE DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR YÖNETMELİK MADDE 1- 11/12/2021 tarihli ve 31686 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Beşeri Tıbbi Ürünler Ruhsatlandırma Yönetmeliğinin 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (çç) bendinde yer alan “Avusturalya” ibaresi “Avustralya” olarak ve “preklinik” ifadesi “klinik dışı” olarak değiştirilmiştir. MADDE 2- Aynı Yönetmeliğin 8 inci maddesinin birinci fıkrasının (s) bendinin (1) numaralı alt bendi aşağıdaki şekilde değiştirilmiş ve aynı bende aşağıdaki alt bent eklenmiştir. “1) Bu yerlere yetkili bir sağlık otoritesi tarafından verilen, etkin madde/maddelerin ve uygulanabilir olduğu durumlarda etkin maddenin üretim işleminde kullanılan ara ürün/ürünlerin uluslararası kabul görmüş iyi imalat uygulamalarına uygun üretildiğini gösteren belge. Bu belgenin fiziki olarak düzenlenmediği durumlarda, etkin madde/maddelerin uluslararası kabul görmüş iyi imalat uygulamalarına uygun üretildiğini gösteren Kurumca kabul edilen bilgi ya da belge.” “3) Etkin maddenin üretim işleminde kullanılan ara ürün üretim yeri/yerleri için birinci alt bentte belirtilen belgelerin sunulamadığı durumlarda etkin madde üreticisi tarafından yapılan denetime istinaden düzenlenen iyi imalat uygulamalarına uygun üretim yapıldığına dair beyan ve Kurum tarafından talep edildiği takdirde denetim raporu.” MADDE 3- Aynı Yönetmeliğin 13 üncü maddesinin birinci fıkrasına aşağıdaki bent eklenmiş ve aynı maddeye aşağıdaki fıkralar eklenmiştir. “ç) İkinci fıkra uyarınca belirtilen süre sonunda gerekli bilgi ve belgelerin Kuruma sunulmaması.” “(2) Bu fıkranın (c) bendi uyarınca Kuruma sunulacak bilgi ve belgeler için sunulan tarih bilgisinin Kurum tarafından güncel bilimsel gereklilikler yönünden uygun bulunması ve üç yılı aşmaması gerekir. Kurum, bu hususa 33 üncü madde kapsamında yapılan koşullu ruhsat başvuruları için istisna uygulayabilir. (3) Birinci fıkranın (c) bendi kapsamında başvurusu usulden reddedilen beşeri tıbbi ürünler için yeniden ruhsat başvurusu yapılması durumunda, söz konusu ürünler için varsa Öncelik Değerlendirme Kurulu tarafından verilmiş ruhsatlandırma ve/veya denetim süreçlerinde öncelik kararları ve Analiz ve Kontrol Laboratuvarları Dairesi Başkanlığınca veya radyofarmasötik ürünler için Türkiye Enerji, Nükleer ve Maden Araştırma Kurumunca yapılan analizler için; sonuçlanan ve devam eden analizlere ilişkin düzenlenen analiz raporları uygun bulunması halinde geçerli sayılarak ilgili ürünlerin ruhsatlandırma süreçleri doğrudan başlatılır. (4) Birinci fıkranın (c) bendi kapsamında başvurusu usulden reddedilen beşeri tıbbi ürünler için yeniden ruhsat başvurusu yapılması durumunda Kurum tarafından onaylanan değişikliklerin yansıtılmış olduğu güncel dosya ve değişikliklerin yansıtıldığına dair taahhüt dosyada sunulur.” MADDE 4- Aynı Yönetmeliğin 15 inci maddesinin birinci ve ikinci fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “(1) Ruhsatlandırma işlemleri, ruhsatlandırma süreci başlangıç tarihine göre elektronik sistemler üzerinden yürütülür. Ancak 8 inci, 9 uncu, 33 üncü, 36 ncı veya 37/A maddesine göre başvurusu yapılan ürünlerden Kurum Öncelik Değerlendirme Kurulu tarafından uygun bulunan başvurular ruhsatlandırma işlemlerinde öncelikli olarak değerlendirilir. (2) Bu durumdaki ürünlerin ruhsatlandırma işlemleri, Kurum tarafından yayımlanan ilgili kılavuzlarda belirtilen sürelerde tamamlanır.” MADDE 5- Aynı Yönetmeliğin 22 nci maddesinin birinci fıkrasına aşağıdaki bent eklenmiştir. “ö) 26 ncı madde kapsamında yapılan ruhsat devri başvurularında ruhsata esas üretim yeri/yerlerinin iyi imalat uygulamaları kılavuzlarına uygun üretim yapıldığını gösteren belgenin ve Türkiye’de faaliyet gösteren etkin madde üretim yeri/yerleri için Üretim Yeri İzin Belgesinin ruhsat sahibi tarafından sunulmaması,” MADDE 6- Aynı Yönetmeliğin 23 üncü maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi, yedinci fıkrası ve sekizinci fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiş ve aynı maddeye aşağıdaki fıkra eklenmiştir. “a) 22 nci maddenin birinci fıkrasında sayılan hallerden biri veya birkaçı sebebiyle ruhsatı askıya alınan ürünler hakkında ruhsat sahibi tarafından ruhsatın askıya alındığı tarihten itibaren en geç altı ay içinde askıya alınma gerekçesinin aksini ispatlayan belgelerin sunulmaması veya durumu açıklayan belgelerin Kurum tarafından uygun bulunmaması.” “(7) 22 nci maddenin birinci fıkrasının (i), (j), (o) ve (ö) bentleri gereğince askıya alınan ürünlerin ruhsat askı süresi Kurum tarafından uygun bulunması halinde altı ay daha uzatılabilir.” “(8) Yurt dışı ilaç listesinde yer alan veya tedarik edilememesi nedeniyle halk sağlığı riski oluşturacak beşeri tıbbi ürünler için Kurum beşinci ve yedinci fıkralar kapsamındaki hususlara ilişkin ruhsat askı süresini uzatabilir.” “(10) 34 üncü madde kapsamında koşullu olarak ruhsatlandırılan bir beşeri tıbbi ürün için yıllık olarak değerlendirme sonucunda Kurum tarafından koşullu ruhsatın iptal edilme kararı alınması halinde söz konusu ürünlerin ruhsat iptal işlemleri 22 nci madde doğrultusunda ruhsat askı işlemi yapılmaksızın gerçekleştirilir.” MADDE 7- Aynı Yönetmeliğin 25 inci maddesinin ikinci fıkrasının (h) bendi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “h) İthal edilen, ihraç edilen veya lisans altında ülkemizde üretilen beşeri tıbbi ürünlerin kalite veya etkililik veya güvenlilik nedeniyle; ruhsatlı olduğu diğer ülkelerde ruhsatının askıya alınması veya iptal edilmesi veya piyasadan geri çekilmesi veya toplatılması; ruhsat başvurusunda bulunulan diğer ülkelerde ruhsat başvurusunun reddedilmesi veya başvuru sahibi tarafından başvurunun geri çekilmesi durumunun Kuruma bildirilmesi.” MADDE 8- Aynı Yönetmeliğin 26 ncı maddesinin birinci fıkrasının (c) bendi ve aynı maddenin ikinci fıkrasının (b) bendi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “c) Ruhsatı devralan kişinin adı, soyadı, adresi, telefon numarası ve KEP adresi ile birlikte, beşeri tıbbi ürünün güncellenmiş kısa ürün bilgileri, kullanma talimatı, iç ve dış ambalajın birer örneği ve noter aracılığıyla yapılan devirlerde, söz konusu ürün için daha önce verilmiş olan ruhsatın aslı; güncellenmiş kısa ürün bilgileri ve kullanma talimatının sunulamadığı durumlarda beşeri tıbbi ürüne ait kısa ürün bilgileri ve kullanma talimatı ile ilgili, gerekli tüm değişiklik ve güncellemelerin, beşeri tıbbi ürünün ruhsat devir işlemleri tamamlandıktan sonra ilgili kılavuzlar doğrultusunda yapılacağına ve onay alınmadan satış izni başvurusu yapılmayacağına ilişkin, devralan tarafından eksiksiz olarak hazırlanmış taahhütname, ruhsata esas üretim yeri/yerlerinin iyi imalat uygulamaları kılavuzlarına uygun üretim yapıldığını gösteren belge ve Türkiye’de faaliyet gösteren etkin madde üretim yeri/yerleri için Üretim Yeri İzin Belgesi,” “b) Kurumca yayımlanan ilgili kılavuz doğrultusunda Kurum tarafından gerekli görülen haller istisna olmak kaydıyla, devir işleminin gerçekleşmesinin ardından, beşeri tıbbi ürüne ilişkin olarak gerekli tüm değişiklik ve güncellemelerin yapılacağına dair, devralan firma tarafından hazırlanmış bir taahhütnamenin eksiksiz olarak sunulması halinde, mevcut ürün dosyasına ilişkin olarak gerekli güncellemeler ve varsa eksikliklerin giderilmesine yönelik işlemler, beşeri tıbbi ürünün ruhsat devir işlemleri yapıldıktan sonra, ilgili kılavuzlar doğrultusunda yapılır ve onay alınmadan satış iznine başvurulamaz. Ancak Kurum tarafından gerekli görülen hallerde, mevcut ürün dosyasına ilişkin olarak güncellemeler ve varsa eksikliklerin giderilmesine yönelik işlemler için başvuru yapılması talep edilebilir.” MADDE 9- Aynı Yönetmeliğin 29 uncu maddesinin ikinci fıkrası ve üçüncü fıkrasının (d) ve (f) bentleri ve aynı maddenin dördüncü fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “(2) Piyasaya sunum izni öncesi, kan ürünlerinin veya kan ürünü içeren beşeri tıbbi ürünler ile kan ürününün beşeri tıbbi ürünün içeriğinde etkin veya yardımcı madde olarak bulunduğu hallerde; ürünlerin her serisi için ürüne göre belirlenen analizler, Kurum laboratuvarında veya Kurum tarafından bu amaçla kabul edilmiş bir laboratuvarda yapılmış olmalıdır.” “d) Lisansör veya üretici firma tarafından düzenlenmiş plazma bağışında esas alınan kurallar, plazmanın toplanma tarihi ve donör tipi (gönüllü, paralı) ve Kurumca gerekli görüldüğü hallerde donörlerin veya donör merkezlerinin listesinin sunulacağına dair taahhüt” “f) Her seri, final bulk veya bitmiş ürün ile kan ürününün beşerî tıbbi ürünün içeriğinde etkin madde olarak bulunmadığı hallerde kan ürünü olan yardımcı madde/maddelerin her serisi için; donörlerin Kurumca belirlenen hastalıklar veya hastalıkların şüphesi (Örneğin; Creutzfeld-Jacob (CJ) hastalığı gibi) yönünden güvenli olduğuna ve donörler arasında bu hastalıklara sahip donör olmadığına dair üretici veya lisansör firma tarafından düzenlenmiş belge,” “(4) Kan ürünlerinin bulk ürün olarak ithal edilip bitmiş ürün üretiminin ülkemizde yapılmak suretiyle piyasaya sunulması öngörülen beşeri tıbbi ürünlerde ise ithal edilmek istenilen bulk ürünün her serisi için üçüncü fıkranın (a), (b), (c), (d), (e), (f) bentlerinde yer alan hususların yanı sıra bulk üründe kullanılan plazma havuzlarının kullanıldığı diğer ürünlerin ruhsatlandırıldığı/üretildiği ülke(ler) ile hangi ülke(ler)de satıldığını gösteren ruhsat sahibi ve uygulanabilir olduğu durumlarda lisansör firma tarafından düzenlenmiş orijinal belgenin Kuruma sunulması gereklidir. Bulk olarak ithal edilerek ülkemizde üretimi gerçekleştirilen ve bu doğrultuda ruhsatlandırılmış ve satış izni verilmiş kan ürünleri için bu fıkra kapsamında tüm belgelerin sunulması ve ikinci fıkra uyarınca yapılan analizlerin ve ilgili bilgi ve belgelerin uygun bulunması kaydıyla, üçüncü fıkranın sadece (g) bendinde ifade edilen taahhüdün sunulması halinde Kurum tarafından yayımlanan kılavuz doğrultusunda piyasaya sunum izni verilir.” MADDE 10- Aynı Yönetmeliğin 30 uncu maddesinin altıncı fıkrası aşağıdaki şekilde ve aynı maddenin sekizinci fıkrasında yer alan “ve/veya” ibaresi “veya” şeklinde değiştirilmiştir. “(6) Satış izni bulunan ruhsatlı alerjen ürünler için ilgili kılavuzda belirtilen alerjen ürünler hariç olmak üzere; ruhsat sahibi, ürününü piyasaya sunmadan önce ürünün her serisi için piyasaya sunum izni almak üzere Kurum tarafından yayımlanan kılavuzda belirtilen bilgi ve belgelerle Kuruma başvuru yapılır. Ruhsatlı olan alerjen ürünler için başvuru kapsamında sunulan belgelerin uygunluğu halinde ilgili seriye piyasaya sunum izni verilir.” MADDE 11- Aynı Yönetmeliğin geçici 8 inci maddesinin birinci fıkrasında yer alan “26/5/2024’e kadar” ibaresi “31/12/2028’e kadar” olarak değiştirilmiştir. MADDE 12- Aynı Yönetmeliğin geçici 10 uncu maddesinin birinci fıkrasında yer alan “1/1/2024 tarihine kadar” ibaresi “1/1/2025 tarihine kadar” olarak değiştirilmiştir. MADDE 13- Bu Yönetmelik yayımı tarihinde yürürlüğe girer. MADDE 14- Bu Yönetmelik hükümlerini Türkiye İlaç ve Tıbbî Cihaz Kurumu Başkanı yürütür. Kaynak:Resmi Gazete

Türk Uzay Yolcusu Genetik Araştırmalara Katkıda Bulunacak

TÜBİTAK Uzay, geçtiğimiz aylarda Türk uzay yolcusunun görevi esnasında gerçekleştirileceği deneyleri belirlemek için Bilim Misyonu çağrısında bulundu. Üniversite ve araştırma kurumlarından birçok proje başvurdu. Aralarından biri de "Mikro yer çekimi ilişkili genetik bilim misyonu" projesi oldu. Biz de o projeyi yürütücülerinden dinledik. Öncelikle projede, yerçekimsiz ortamdan etkilenen henüz işlevi keşfedilememiş genlerin tespit edilmesi ve uzay görevlerinde, bağışıklık hücrelerinden hangilerinin yer çekimi tarafından direkt olarak etkileneceğinin, CRISPR gen mühendisliği yöntemleri ile belirlenmesi hedefleniyor. “İnsanoğlu yüzyıllardır dünyanın yer çekimi altında hapsolmuş şekilde yaşıyor” İnsan vücudunda on binlerce gen var. Bunların yer çekimiyle ilişkisiyse henüz tam olarak bilinmiyor. Dr. Taştan, “İnsanoğlu yüzyıllardır dünyanın yer çekimi altında hapsolmuş bir şekilde yaşıyor. Dolayısıyla vücudumuzdaki bütün hücreler yer çekimine bağlı olarak hayatını sürdürmek zorunda. Ancak son yıllarda insanların hayali olan uzay seyahatleri, hatta hayatın tümünü uzayda geçirebilmek, vücudumuz için elverişli olmayabilir. Çünkü vücudumuzda bulunan 25 bin genden hangilerinin yer çekimiyle birebir ilişkide olduğunu, hangilerinin mikro yer çekimi altında nasıl davranacağını henüz keşfedebilmiş değiliz” diyor. Ekip yaklaşık bir yıl önce kuruldu TRGENMER’de, mikro yer çekimi ve genetik alanında çalışan MESSAGE adlı bilim ekibi yaklaşık bir yıl önce kuruldu. Merkezi ziyaret ettiğimizde MESSAGE ekibini fotoğrafta görülen “akustik levitasyon cihazı” üzerine çalışırken buluyoruz. Bu cihaz laboratuvar ortamında mikro yer çekimi oluşturmak için kullanılıyor. Projenin ön çalışmaları da bu cihazda yapılıyor. Projenin seçilmesi, ekibin çalışmalarını bir sonraki aşamaya geçirmesini sağlayacak. Dr. Taştan, “Laboratuvarda, mikro yer çekimi oluşturduğumuz ortamda, diğer taraftan Türk astronotumuzun hücrelerini uzay ortamında test edeceğimiz projemizi gerçekleştirebileceğiz” diyor. Proje nasıl gerçekleşecek? Türk uzay yolcusu görevinden önce ve görevi sırasında farklı günlerde kendisinden kan örnekleri toplayacak. Dünyaya döndüğünde bu örnekleri merkeze teslim edecek. Bu sayede hücrelerin, bilhassa bağışıklık hücrelerinin, uzayda nasıl davrandığı, kanser gibi etkenlere karşı ne derece savaşabildiği gözlemlenecek. Dr. Taştan, “Biz üç sağlıklı insan belirledik. Uzaya gidecek insanımızın ve üç sağlıklı insanımızın kanıyla genetik mühendislik teknikleri gerçekleştireceğiz. Burada 25 bin geni teker teker modifiye ederek yer çekimiyle olan ilişkisini anlamaya çalışacağız” diyor. İstenilen bulgulara ulaşılırsa ne olacak? Cevabını merak ettiğimiz diğer soruysa şu; İstenilen bulgulara ulaşılırsa ne olacak? Dr. Taştan, “Biz burada geleceğin insanlarının biyolojisini çalışmış olacağız” diyor ve şöyle anlatıyor: “Bu çalışmalarla insan genetiğinde saklı kalan genlerin yer çekiminden kurtulduğunda nasıl davranacağını keşfedebileceğiz. Uzun vadede şöyle heyecan verici bir gelişme olabilir; Eğer uzay ortamında kanser hücrelerinin daha etkin bir şekilde öldürülebileceğiyle ilgili bulgular bulabilirsek, uzay turizminin de artmasıyla, uzaya gidecek hastalar daha kısa süre içerisinde iyileşebilecek. İleride sağlık turizmiyle uzay turizminin birleşmesinden, hastaların belki de Uluslararası Uzay İstasyonu’ndaki hastanelerde tedavi edilebilmesinden bahsedeceğiz.” Kaynak: Basın Bülteni

Biyoteknolojik Gübre Rekolteyi Arttırırken Maliyetleri Düşürecek

Mersin Üniversitesi Fen Fakültesi Biyoteknoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Doç.Dr. Furkan Ayaz, Türk tarımını bağımlı hale getiren gübre sorununa çözüm bulmak için 2 yıl önce çalışma başlattı. Biyoteknolojik gübre geliştiren Doç. Dr. Ayaz, pamuk, silajlık mısır, arpa ve buğdaydan oluşan deneme tarlalarında bu ürünü deneyerek olumlu sonuçlar aldı. Deneme amaçlı ekimi yapılan tarlalarda ürüne göre yüzde 20 ile 70 arasında rekolte artırışı elde edildi. Doç. Dr. Furkan Ayaz, 2 yıl önce çıktıkları yolculuktan memnun kaldıklarını belirterek, "Tarsus Belediyesi, Birleşmiş Milletlerle ortak çalışan dernekler ve Mersin Üniversitesi Biyoteknoloji Araştırma Merkezi olarak bitki biyoteknologları ile beraber gerçekleştirdiğimiz denemeler sonucu biyoteknolojik gübreleri elde ettik. Bu gübrelerin rekolteyi ürüne göre yüzde 20 ile 70 arasında artırabildiğini gördük. Örneğin pamukta yüzde 40, silajlık mısırda yüzde 20, arpada yüzde 40, buğdayda yüzde 60 civarında sonuç elde ettik. Bu ve benzeri şekilde yüzde 70'e varan rekolte artışları tespit ettik. Bunun moleküler mekanizması üzerindeki çalışmalarımızı halen devam ettiriyoruz" dedi. HEDEF, MALİYETLERİN DÜŞMESİ Doç. Dr. Ayaz, projenin tamamlanmasıyla Türk tarımının gübre konusunda dışa bağımlılığının bitebileceğine dikkat çekerek, "Öncelikle bizim Türk tarımındaki en büyük sorunlardan biri, dışarıya bağlı bir şekilde gübre temini veya topraklarımızın aşırı gübreleme ile yorulması ve zehirlenmesidir. Biz de bilim insanları olarak bunun önüne geçmeyi hedefliyoruz. Proje ile çiftçinin maliyetleri de düşecek. Özellikle doğal, ekonomik ve milli çözümlerle, sanayi ile iş birliği halinde çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Şu anda birkaç ürünümüzde büyümeyi tetikleyebildiğimizi, rekolteyi artırabildiğimizi görüyoruz. Tarımsal Araştırmalar ve Politikalar Genel Müdürlüğü (TAGEM) ve Tarım Bakanlığı ile projeler geliştirerek, ortaklı çalışarak Türk tarımında rekolte artışını ve maliyeti düşürmeyi hedefliyoruz. Böylece dünyadaki değişen koşulları, özellikle iklim koşullarını ve pandemi ile beraber lojistik alanlarında meydana gelen durumlardan oluşan maliyet artışlarına önlem getirmeyi hedefliyor ve amaçlıyoruz" diye konuştu. Kaynak:DHA

Google Cloud'dan Hassas Tıp Alanları İçin Yapay Zeka Destekli Çözümler

Google Cloud, ilaç keşfi ve hassas tıp alanında yapay zeka destekli çözümlerini piyasaya sürdüğünü açıkladı. Yeni bir ilaç keşfetmek, uzun, pahalı ve kompleks bir süreç. Binlerce bileşik için yapılan testleri daha verimli hale getirmek için yapay zeka teknolojilerinden yararlanılıyor. Deloitte raporuna göre, ilaç şirketleri, tek bir ilacı piyasaya sürmek için 2 milyar dolara kadar yatırım yapıyor. Klinik deneylere giren ilaçların yüzde 90'ından fazlası, o ilaçların işe yaramadığını gösteriyor. İlaç keşfi alanında çalışan Target and Lead Identification Suite adlı bir araç, ilaç geliştirme için en önemli yapı taşı olan proteinlerin yapısını analiz ediyor. İlaç geliştirmede vücudun işleyişi için önemli olan proteinlerin şeklini bilmek önem taşıyor.  Yapay zeka aracı, bilim insanlarının, kullanıcıların kuruluşlar arasında güvenli bir şekilde veri alışverişi yapmasına olanak tanıyan platform olan Google Cloud'un Analytics Hub'ı ile çalışıyor. Araştırmalardaki verilerin alınmasını, paylaşılmasını ve yönetilmesine olanak sağlıyor. Araştırmacılar, makine öğrenimi modeli AlphaFold2'nin yardımıyla protein yapısını tahmin etmek için bu verileri kullanıyor. AlphaFold2, bir proteinin üç boyutlu yapısını tahmin edebiliyor. Bu tahmin, araştırmacıların bir proteinin hastalıktaki işlevini anlamalarına yardımcı oluyor. Bu, yeni ilaç keşfinde oldukça kritik bir nokta.  Google'ın ana şirketi Alphabet bu alanda 2021 yılında çalışmaya başladı. Şirket, ilaç keşfi için yapay zeka teknolojisini kullanacağı açıkladı. Alphabet yeni şirketiyle yapay zeka alanında çalışan DeepMind'in protein katlama teknolojisini geliştireceği söyledi. Isomorphic Laboratories çatısı altında yürütüleceği belirtti. Genom verisi depolama Google Cloud'un ikinci çözümü ise genom veri depolama, analiz ve paylaşımı üzerine çalışan Multiomics Suit. Genom, bir organizmanın genetik bilgisini taşıyan genlerin tamamı olarak tanımlanıyor. Her genom o organizmayı yeniden oluşturmaya yarayan bilgiyi taşıyor. İnsanlarda 3 milyar DNA parçası (baz çifti) bulunuyor. Bir taraftan genom teknolojilerindeki baş döndürücü gelişmelerin sağlık uygulamalarıyla birleşmesi, gelecek için ümit veren bir alan. Çünkü başta kanser olmak üzere tedavi ile ilaç geliştirme süreçlerini baştan aşağı değiştiriyor. Ulusal İnsan Genomu Araştırma Enstitüsü'ne göre, tek bir insan genom dizisi 200 gigabayttan fazla depolama alanı gerektiriyor. Araştırmacılar, 2025 yılına kadar dünyanın genomik verileri depolamak için 40 eksabayta ihtiyaç duyacağına inanıyor. Bu noktada bu Multiomics Suit ön plana çıkıyor.Binlerce yıl önce nesli tükenen mamut türünü Kuzey Kutbu tundrasına 2028'e kadar geri getirmeyi planlayan biyobilim şirketi Colossal, bu teknolojiyi denemeye başladığını açıkladı. Bundan önce şirketin veri yönetiminin büyük bölümünün e-tablolar aracılığıyla manuel olarak yapıldığı söylendi. Analistler, Google'ın duyurduğu yapay zeka alanındaki yeni gelişmelerin birkaç yıl içinde trilyon dolarlık piaysa değerine sahip olacağı görüşünde. Bu oldukça haklı bir iddia. Çünkü geçen hafta Google'ın ana şirketi Alphabet'in hisseleri, geliştirici konferansı Google I/O 2023'te tanıtılan birkaç yapay zeka araçlarının ardından yüzde 4,3 arttı. Google, her anlamda bu yarışın önemli aktörlerinden bir olduğunu bir kez daha kanıtladı.  Kaynak:AA

İnsan DNA’sı Dünyanın Her Yerinde

Her bir deri parçanız, saç kökünüz, kirpiğiniz ve tükürüğünüzde, size özgü bir kimyasal kod bulunur. Bu kodun çözülmesi, doku örneğinin sahibi hakkında zannedilenden çok daha fazla bilgi verebilir. Dünyanın yüzeyi, canlılardan saçlan bitki ve hayvan hücreleri ile parçalanmış mikroplarla dolu. Araştırmacılar, bu biyolojik parçaların çevresel DNA adını verdikleri genetik kodları içerdiğini söylüyor. Araştırmacılar, küçük çevresel DNA parçalarını çoğaltarak ve genetik dizileri okuyarak, bir habitatta bulunan organizmaların ekolojik listesini doğru bir şekilde üretebilir. Aynı listeleri saha çalışmalarıyla yapmak çok daha uzun ve maliyetli bir süreç. Dahası bu genetik örnekler, mevcut hastalıklar ve farklı gruplar arasındaki ilişkiler hakkında diğer yöntemlerle belirlenemeyecek önemli veriler de sağlayabiliyor. İnsanlık bu teknolojiye hazır değil! İlk duyduğunuzda kulağa olumlu gelse toplum henüz bu teknolojinin sonuçlarına hazır değil. Çevreden toplanan insan DNA’larının dizilim çalışmasının yapılmasının sınırlarını test eden projenin başında, Florida Üniversitesi’nden Zoolog David Duffy vardı. Duff çalışma hakkında yaptığı açıklamada şunları söyledi: “Ne zaman teknolojik bir ilerleme olsa, teknolojinin kullanılabileceği faydalı ve zararlı alanlar söz konusu olur. Biz bu konuları erkenden gündeme getirmeye çalışıyoruz. Bu sayede politikacıların ihtiyaç duyulan regülasyonları geliştirmek için yeteri zamana sahip olacağını düşünüyoruz.” İnsanların farkında olmadan etrafa saçtığı genetik bilgilerin araştırma amaçları için kullanılması, tüm insanlığın sürekli bir gözetim altına alınması riskini taşıyor. Uzmanlar güvenlik amacıyla yapılacak kamu gözetiminin sınırlarının ne kadar olacağı konusunda bazı tartışmalar yaptığına işaret ediyor. Görülen o ki teknolojik gelişmelerin hayatımıza kattığı olanaklar, genetik ve ahlaki bağlamda birçok tartışmayı beraberinde getirecek. Araştırmadan elde edilen sonuçlar Nature Ecology and Evolution dergisinde yayınlandı. Kaynak:İHA

Moleküler Biyoloji ve Genetik Üzerine Bir Analiz

I. Moleküler Biyoloji A. Temel Kavramlar: Moleküler biyoloji, canlıların genetik materyalini oluşturan DNA ve RNA moleküllerini inceler. DNA, genetik bilginin depolandığı moleküldür, ve RNA ise genetik bilginin aktarılmasında rol oynar. Protein sentezi, DNA'nın RNA'ya transkript edilmesi ve ardından bu RNA'nın proteinlerin sentezine katılması sürecidir. B. Moleküler Biyolojinin Araştırma Yöntemleri: Moleküler biyoloji araştırmalarında kullanılan yöntemler arasında PCR (Polimeraz Zincir Reaksiyonu) ve DNA sekanslama bulunur. PCR, DNA'nın büyük miktarlarda çoğaltılması işlemidir ve genetik analizlerde sıklıkla kullanılır. DNA sekanslama ise DNA'nın diziliminin belirlenmesine olanak sağlar. C. Moleküler Biyolojinin Uygulamaları: Moleküler biyolojinin birçok uygulama alanı vardır. Genetik hastalıkların tanısı ve tedavisi moleküler biyoloji teknikleri kullanılarak yapılır. Ayrıca biyoteknoloji alanında, bitkilerin genetik yapılarının değiştirilmesi ve geliştirilmesi amacıyla moleküler biyoloji yöntemleri kullanılır. II. Genetik A. Genetik Temel Kavramlar: Genetik, organizmaların özelliklerinin nesilden nesile aktarılmasını inceleyen bir bilim dalıdır. Genler, organizmaların kalıtımsal özelliklerinden sorumlu olan DNA segmentleridir. Bu genler kromozomlar üzerinde bulunur ve Mendel Yasaları gibi temel prensiplere dayanarak kalıtımın nasıl gerçekleştiğini açıklar. B. Genetik Araştırma Yöntemleri: Genetik araştırmalarda gen haritalama ve genetik modifikasyon gibi yöntemler kullanılır. Gen haritalama, genlerin kromozomlar üzerindeki konumlarının belirlenmesini sağlar. Genetik modifikasyon ise genlerin yapısının değiştirilmesi ve istenilen özelliklerin elde edilmesi amacıyla kullanılır.C. Genetik Uygulamaları: Genetik, birçok alanda uygulama bulur. Genetik testler ve tanılar, hastalıkların genetik nedenlerini anlamamızı sağlar ve tedavi planlamasında önemli bir rol oynar. Ayrıca insan kökenli izi takibi gibi alanlarda da genetik bilgi kullanılır. III. Moleküler Biyoloji ve Genetik Arasındaki İlişki A. Genetik Bilginin Moleküler Düzeyde İfade Edilmesi: Moleküler biyoloji, genetik bilginin moleküler düzeyde nasıl ifade edildiğini anlamamızı sağlar. DNA'nın transkript edilmesi ve protein sentezine katılması gibi süreçler, genetik bilginin nasıl fiziksel bir şekle dönüştüğünü gösterir. B. Moleküler Biyolojinin Genetik Araştırmalarda Rolü: Moleküler biyoloji teknikleri, genetik araştırmalarda önemli bir role sahiptir. Genlerin yapıları ve işlevleri, moleküler biyoloji yöntemleriyle ayrıntılı bir şekilde incelenebilir. Bu sayede genetik hastalıkların nedenleri ve tedavi yöntemleri daha iyi anlaşılabilir. Moleküler biyoloji ve genetik, canlıların temel yapıtaşlarını anlamamızı sağlayan önemli disiplinlerdir. Moleküler biyoloji, DNA ve protein sentezi gibi temel süreçleri incelerken, genetik ise genlerin nasıl aktarıldığını ve kalıtımın nasıl gerçekleştiğini açıklar. Bu alanlardaki araştırmalar, genetik hastalıkların tanısından biyoteknolojik uygulamalara kadar birçok alanda fayda sağlar. Kaynak:AA

Moskova'da Tıbbi Cihaz ve İlaç Üretimi Arttı

Moskova Belediye Başkanı Sergey Sobyanin, başkentin ilaç ve tıbbi cihaz üretiminin bu yılın ilk çeyreğinde yaklaşık 1,5 kat arttığını söyledi. Telegram kanalında açıklamalarda bulunan Belediye Başkanı, Moskova’da ilaç ve tıbbi cihaz üretiminin bir önceki yılın ilk çeyreğine kıyasla yüzde 43,7 daha fazla olduğunu vurgularken, başkentteki işletmelerinin kanser ve kalp-damar hastalıklarıyla birlikte sinir sistemi bozuklukları, diyabet, antibiyotik ve aşı tedavisi için ilaç ürettiğini sözlerine ekledi. Sobyanin, şu anda Moskova’da 200’den fazla ilaç, tıbbi ekipman ve ürün üreticisi olduğunu kaydederken, belediyenin bu işletmelere vergi teşvikleri, sübvansiyonlar ve tercihli krediler sağladığını, aynı zamanda yatırım ve altyapı geliştirme için tüm koşulları yarattığını ifade etti. İlaç üretimi Rusya genelinde artıyor Rusya Başbakan Yardımcısı ve Sanayi Bakanı Denis Manturov, 2022 yılında ülkedeki ilaç üretiminin bir önceki yıla göre yüzde 15’ten fazla büyüdüğünü açıklamıştı. Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in katılımıyla gerçekleştirilen hükümet toplantısında konuşan Manturov, sektörün teknolojik bağımsızlığını artırmaya devam ettiğini vurgularken, “Son yıllarda ilaç endüstrisi kapasite, yetkinlik ve ürün yelpazesini önemli ölçüde genişletti. Geçen yıl bu ivme korunurken istatistiklerine göre üretim 2021’e kıyasla yüzde 15’in üzerinde arttı” ifadelerini kullandı. Genel olarak farmasötik üretim işletmelerinin hayati önem taşıyan ilaçlar listesindeki tüm kalemlerin yüzde 82’sini üretebildiğine dikkat çeken Sanayi Bakanı, aynı zamanda endüstrinin hammadde dahil olmak üzere üretim döngüsünün kilit aşamalarında teknolojik bağımsızlığı artırmaya devam ettiğini kaydetti. Kaynak:DHA

Meta Yapay Zekaya Yönelik Altyapı Planları Yapıyor

Meta'dan yapılan açıklamada, şirketin yeni nesil yapay zeka altyapısını oluşturmak için iddialı bir plan yürüttüğüne işaret edilerek, bu kapsamdaki gelişmeler paylaşıldı. Yapay zeka modellerini çalıştırmak için şirketin ilk özel silikon çipi, yapay zeka için optimize edilmiş yeni bir veri merkezi tasarımı ve yapay zeka araştırması için süper bilgisayarın ikinci aşamasının bu gelişmeler arasında yer aldığı belirtilen açıklamada, bu çabaların Meta'nın daha büyük ve sofistike yapay zeka modelleri geliştirmesini, bunları verimli bir ölçekte devreye almasını sağlayacağı ifade edildi. Açıklamada, yapay zekanın daha iyi kişiselleştirme, güvenli ve adil ürünler, zengin deneyimler sağlarken aynı zamanda işletmelerin en çok önemsedikleri kitlelere ulaşmasına yardımcı olarak şirketin ürünlerinin merkezinde yer aldığı vurgulandı. Üretken yapay zeka tabanlı bir kodlama asistanı olan CodeCompose'u dağıtarak kod yazımlarını yeniden tasarladıkları aktarılan açıklamada, üretken yapay zeka ve metaverse gibi alanlarda ortaya çıkan fırsatları güçlendirmek için ölçeklenebilir temel oluşturulduğu kaydedildi. DAHA İYİ PERFORMANS SAĞLAYACAK Açıklamada, şirket içinde geliştirilen özel hızlandırıcı çip ailesi MTIA'ya değinilerek, hem MTIA çipleri hem de grafik işlem birimlerini dağıtarak daha iyi performans, daha az gecikme ve daha yüksek verimlilik sağlanacağı vurgulandı. Daha hızlı ve uygun maliyetli olacak yeni nesil veri merkezi tasarımlarının da şirketin mevcut ürünlerini desteklerken, gelecek nesil yapay zeka donanımına olanak tanıyacağının altı çizilen açıklamada, veri merkezinin, şirket içi geliştirilen ilk uygulama özel entegre devre çözümü MSVP gibi diğer yeni donanımları tamamlayacağı belirtildi. Açıklamada, dünyanın en hızlı süper bilgisayarlarından biri olduklarına inandıkları RSC'nin yeni nesil büyük yapay zeka modellerini eğitmek üzere inşa edildiği aktarılarak, bilgisayarın teknik özellikleri hakkında bilgi verildi. Kaynak:AA

Sanofi Türkiye Klinik Araştırma Projelerini Başarıyla Yönetiyor

Ülkemizde ilaç araştırmaları hakkında ilk yönetmeliğin çıkmasının üzerinden 30 yıl geçti. 1993 yılından günümüze, ülkemizdeki klinik araştırmaların etik ve bilimsel standartlarda ilerlemesine, klinik araştırmaların gelişimine katkısı ve emeği olan herkese teşekkür ederek sözlerime başlamak istiyorum. Sanofi, son 25 yılda yapılan yüzlerce çalışma, eğitim, destek ve iş birliği faaliyetleri ile ülkemizin bu alanda gelişiminde öncülük etmiştir ve çalışmalarını artırarak devam ettirmektedir. Ülkemizde pek çok hekim ve bu hekimlerin kurumları ile çeşitli alanlarda stratejik iş birlikleri yürütüyoruz. Ayrıca daha kapsamlı projemizden biri olan, Ankara Üniversitesi “Nadir Hastalıklar Uygulama ve Araştırma Merkezi (NADİR) ile kurduğumuz iş birliği ile bilimsel faaliyetlerin daha da güçlendirilmesini amaçlıyoruz.“Birçok tedavi alanında klinik araştırma yürütüyoruz.” Şu anda kendi bölgemizde, 14 ülkenin olduğu büyük bir coğrafyanın liderliğini Türkiye’den yürütür durumdayız. Bugün Türkiye’de 50, liderliğini yürüttüğümüz ülkelerde yaklaşık 30 çalışma ile bölgede birçok tedavi alanında klinik araştırma yürütüyoruz. Sanofi grubunun faaliyet gösterdiği yaklaşık 100 ülke içinde sadece 19’unda yer alan global Ar-Ge’ye direkt raporlama yapan ve diğer ülkelere liderlik yapan organizasyon olma özelliği taşıyan Klinik Araştırmalar Birimimiz, ülkemizin stratejik olarak konumlandırıldığının bir göstergesi. Keşfedilen her 10.000 molekülden ancak 1 tanesi tüm aşamaları yaklaşık 10-15 yıl içinde başarı ile geçerek hastalara ulaşabiliyor. Bu araştırmaların maliyeti bugün artık küresel düzeyde yaklaşık 2 Milyar USD ile ifade ediliyor. Bu zorlu yolculuk, insan sağlığını daha iyi yerlere taşımaya yardımcı olan yeni tedavi ve tıbbi cihazlara ulaşmamızı sağlıyor. Bu yolculuğun önemli bir bölümünü keşif ve sentezden sonra klinik araştırmalar oluşturuyor. “Sanofi olarak global ciromuzun yaklaşık yüzde 15’ini Ar-Ge yatırımlarına ayırıyoruz” Bilim ve inovasyona odaklanan yenilikçi ve lider bir sağlık şirketi olarak bugün Sanofi, küresel pazarda yaklaşık yüzde 3,5’luk pazar payıyla dünyanın ilk 10 ilaç şirketinden biri. İnsan sağlığına hizmet etme hedefimizin temelini inovasyon ve bilimsel keşiflere olan bağlılığımız oluşturuyor. Sanofi, dünya genelindeki cirosunun yaklaşık yüzde 15’ini Ar-Ge yatırımlarına ayırıyor. Bu Ar-Ge harcamalarının önemli bir kısmı ise özellikli tedavi alanlarına ayrılıyor. Mart 2023 itibarıyla, dünyada 84 klinik geliştirme aşamasında projemiz bulunuyor.1 Bunlardan 24’ü Faz-1, 32’si Faz-2, 26’sı Faz-3 ve 2’si ise onay için ruhsatlandırma otoritelerine sunulmuş durumda. Ülkemizde de son yıllarda Faz I klinik araştırma merkezlerinin artarak faaliyete geçmesi sevindirici. Bu merkezler dünyada tedavisi bilinmeyen hastalıklara yönelik yeni tedavilerin geliştirilmesine olanak sağlarken, Türkiye’nin yerli ilaç ve tedavi çalışmaları açısından da önem taşıyor. Sanofi Türkiye olarak biz de bu gelişmeye paralel olarak geçtiğimiz yıl 2 adet Faz I çalışmasını ülkemize kazandırmayı başardık. Teknolojinin ilerlemesi ile klinik araştırmalarda kullanılan yöntemler de ilerliyor. Örneğin akıllı saatler gibi giyilebilir cihazlarla klinik araştırmalara katılan gönüllülerden daha hızlı ve etkin veri toplanması mümkün. Yapay zeka bir çok alanda (çeşitli belgelerin tercümesi, raporların yazılması gibi) kullanılır hale geldi. Tele sağlık, evde bakım, hastaya direk çalışma ilacı ulaştırma hizmeti gibi yöntemler klinik araştırmaya katılan gönüllülerin, araştırmanın yapıldığı sağlık kuruluşuna gitmeden çalışma takiplerinin yapılabildiği prosedürler ile hem gönüllülerin hem araştırmacı hekimlerin işlerini kolaylaştırıyor.İlaca erişim her bireyin hakkıdır. Dolayısıyla insan sağlığını daha iyiye taşıyan yenilikçi tedaviler herkes için ulaşılabilir olmalıdır. Bu anlamda ilaç keşfi ve onayı arasında geçen sürenin kısaltılması, harcamaları azaltacak yöntem ve süreçlerin uygulanması gerekiyor. Artık günümüzde yapay zeka ile hızlı rasyonel ilaç tasarımları yapılabilmekte. Sanofi, ilacın keşif ve sentez döneminde bu teknolojileri kullandığı gibi, operasyonel verimlilik sağlayacağı süreçleri de harekete geçirdi.  Örneğin, Çin’in Chengdu şehrinde yaklaşık 250 çalışan ile bilgi teknolojilerini kullanarak klinik araştırmalardan elde edilen verileri daha hızlı ve etkili analiz ediyor ve sağlık otoritelerine sonuçları daha hızlı iletebiliyor.Klinik araştırmalar, hastaların ve hekimlerin yenilikçi tedavilere erişimini sağlayan, ülke ekonomisine, ülkemiz sağlık sistemine katkıları olan ve Türkiye’deki bilimsel gelişimin artırılmasında rol oynayan büyük bir değer. Bu nedenle ülkemizde klinik araştırmaların daha yaygınlaşması ve bu alanda farkındalığın artması açısından 20 Mayıs Uluslararası Klinik Araştırmalar Günü’nü önemsiyoruz. Klinik araştırmalarda lider bir biyoteknoloji şirketi olarak, insan hayatını iyileştirmek için bilimin mümkün kıldığı mucizelerin peşindeyiz.  Her zaman daha iyi tedavilerin keşfedilebileceği inancıyla, tıp pratiklerini daha iyiye taşımaya odaklanarak tüm ekibimizle çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Kaynak:Basın Bülteni

İdrarda Kanser Koklayan Solucanlar Erken Teşhisle Hayat Kurtarabilir

Japon start-up’u Hirotsu Bio Science, solucanlar gibi beklenmedik bir müttefikle erken kanser tarama tekniğinde yeni bir sayfa açıyor.  Şirket, erken evre kanserlerini (0 ile 1 arası) endoskopi, ameliyat veya kan testiyle rahatsızlık verici ve pahalı yöntemlerle taramak yerine, hastalardan sadece idrar örneği istiyor. Hirotsu Bio Science’ın Teknolojiden sorumlu Başkanı Eric di Luccio, Euronews’e İdrar numunelerinde birincil kanser taramasını “çığır açan” bir teknoloji olarak degerlendirdi. Semptom gösteren hastalarda kanser tespit edilirken, sağlıklı hastalarda kanser arayışı “tarama” olarak tanımlanıyor.  Amerikan Kanser Derneği’nin yeni bir raporuna göre, tespit ve tarama sayesinde kanser ölümleri azalıyor. Nobel Ödülleri ve Kokulu Kanserler Hirotsu Bio Science’ın önde gelen ürünü N-Nose, idrar numunelerinde solucanların koku alma duyusunu kullanan, acısız bir kanser tarama süreci. Caenorhabditis elegans veya C. elegans bilimsel adlı bu solucanlar, günlük olarak nematod, yuvarlak solucan veya ipliksi solucan olarak da biliniyor. Bu zararsız tür, toprak ortamları gibi nemli ve sıcak yerlerde bulunan bir milimetre uzunluğunda bir canlı. Bu model Fizyoloji,Tıp ve Kimya Nobel Ödülü aldı Bilimsel genetik çalışmalarında düzenli olarak kullanılan bu model organizmaların araştırmaları 1960’larda başlamış ve üç Nobel Ödülü kazanmış (2002 ve 2006’da Nobel Fizyoloji veya Tıp Ödülü ve 2008’de Nobel Kimya Ödülü). Şirketin kurucusu Dr. Takaaki Hirotsu, seneler boyunca solucanların koku alma duyusunu araştırırken, idrar gibi vücut sıvılarında kanser kokusunun olduğuna dair apayrı bir araştırma bulup, 2015 yılında solucanların kanser kokusunu alabildiğini keşfetmiş. Di Luccio, “Kanser kokusunu biz alamayız, köpekler ise kanser kokusunu almak için eğitilebilir, ama yuvarlak solucanlar kokuya doğal olarak tepki veriyor” dedi. Solucanlar yollarını bulmak, yiyecek bulmak ve tehlikeden kaçınmak için koku alma duyularına güveniyor. Çalışma şekli Testi gerçekleştirmek için, laboratuvar çalışanları idrar örneğini ve solucanları bir Petri kabına koyuyor. Nematodlar, “kanser varlığı” kokluyorsa idrara doğru ilerliyor, yoksa idrardan uzaklaşıyorlar. Henüz Japonya dışında mevcut olmayan N-Nodes testi şu anda safra kanalı, mesane, meme, kolorektal, safra kesesi, böbrek, karaciğer, akciğer, pankreas, prostat, özofagus, ağız, yumurtalık, mide ve rahim kanserleri dahil 15 farklı kanseri tespit ediyor. Japonya’daki müşteriler yaklaşık 90 dolar (2 bin TL) karşılığına internet üzerinden bir test kiti satın alabiliyor ve numunelerini evlerinden aldırabiliyor ya da start-up ile işbirliği yapan bir eczaneye bırakabiliyorlar. Hataları azaltmak için numune ve solucanlarla yapılan test 20 kez otomatik olarak tekrarlandığı bir sistemden geçiriliyor. Dört hafta sonra müşteriler, posta ile A ile E arasında sonuçları alıyorlar. E sonucu yüksek kanser riskine işaret ederken, A sonucu kanser varlığı olmadığını belirtiyor. N-Node testlerinin 0 evre kanserler için tarama yöntemi çok hassas olsa da (doğruluk oranı yüzde 94,7), kanserler genelinde testler yüzde 86,3 doğru. Start-up’ın internet sayfası, pozitif bir test sonucunun kanser olmadığını teyit etmediğini ve ‘yüksek kanser riski’ test sonuçlarının da mutlaka kanserin varlığına işaret etmediğini uyarıyor. Di Luccio, “Müşteriler sonuçlarını aldıklarında, risk ölçeğine bağlı olarak nasıl ilerleyeceklerine dair bir grafik paylaşıyoruz, tabii müşteriler her zaman bizi arayabilir ve rehberlik de alabilir” dedi. Testi pozitif çıkan müşterilerin, N-Nose’un birincil tarama yönteminden sonra bir hastanede daha ileri testler için doktorlar ile temasa geçmeleri tavsiye ediliyor. Nematodlar 15 çeşit kanseri tespit edebiliyor. Hirotsu Bio Science’dan bilim insanı Dr. Masayo Morishita Euronews’a yaptığı açıklamada, “Nematodlar 15 çeşit kanseri tespit edebiliyor, ancak kanserler arasındaki örüntüleri de bulmaya çalışıyoruz” dedi. Şirket, bir hastanın idrar numunesine dayanarak kanser türünü ayırt etmek için vücudun ürettiği uçucu organik bileşik kimyasallarını tanımlamaya odaklanıyor. Sene başında, start-up ilk kanser türüne özgü testini ticarileştirdi. N-Node artık bir müşteriye pankreas kanseri hastası olup olmadığını söyleyebiliyor. Yayıldığında oldukça ölümcül olan bu tür kanseri taramak genellikle mümkün değil. Uzman Di Luccio’ya, “Steve Jobs pankreas kanserinden öldü ve bu türün erken teşhisi gerçekten çok zor. Tespit edildiğinde ise genellikle çok geç kalınmış oluyor ve ölüm oranı yüksek oluyor” dedi. En çok kanser vakaları olan ülkeler arasında 2020 yılında 20. sırada yer alan Japonya’da, N-Nose testini yaptıranlar sayısı 350 bin den fazla. AB verilerine göre Avrupalıların yarısının hayatlarının bir döneminde kansere yakalanacağı tahmin ediliyor. Hirotsu Bio Science laboratuvar şu anda ürününü Avrupa da dahil olmak üzere dünya çapında piyasaya sürmek için ortaklar arıyor. Kaynak:AA

DEÜ Laboratuvar Yönetim Sistemi DELAB Faaliyete Başladı

Yeni sistem sayesinde kişi ve firmalar, hem kurum bünyesindeki laboratuvar, cihaz, analiz içeriği ve hizmet bedeli gibi konularda bilgi alabilecek hem de dijital ortamda sorumlu kişilerle iletişim kurabilecek. Araştırma üniversitelerinin laboratuvar altyapısını ve teknik imkanlarını özel sektörün kullanımına sunduklarını ifade eden DEÜ Rektörü Prof. Dr. Nükhet Hotar, bu sayede yenilikçi girişimlerin; katma değeri yüksek ve ticarileşecek fikirlerin önünü açmayı hedeflediklerini söyledi. Üniversite sanayi işbirliğine hız veren Dokuz Eylül Üniversitesi(DEÜ) Rektörlüğü, araştırma üniversitesi misyonuna uygun olarak; kurum bünyesindeki laboratuvarları tek çatı altında topladığı DEÜ Laboratuvar Yönetim Sistemi’ni(DELAB) hayata geçirdi. Sağlık, fen ve mühendislik alanlarında özel sektörün ihtiyaç duyduğu analizlerin dikkate alınarak oluşturulduğu yeni sistem sayesinde kişi ve firmalar, hem kurum bünyesindeki laboratuvar, cihaz, analiz içeriği ve hizmet bedeli gibi konularda bilgi alabilecek hem de dijital ortamda sorumlu kişilerle iletişim kurabilecek. Akredite olmuş laboratuvarlara erişim imkanı da sunan (http://delab.deu.edu.tr) internet adresi üzerinden hizmet verecek sistem, sürekli güncel tutulacak. Araştırma üniversitelerinin laboratuvar altyapısını ve teknik imkanlarını özel sektörün kullanımına sunduklarını ifade eden DEÜ Rektörü Prof. Dr. Nükhet Hotar, bu sayede yenilikçi girişimlerin; katma değeri yüksek ve ticarileşecek fikirlerin önünü açmayı hedeflediklerini söyledi. DEÜ laboratuvarlarına olan ilginin sürekli artığını dile getiren Rektör Hotar, “Özel sektör temsilcilerinin, firmaların ve girişimcilerin ilgisi ve beklentisi, bizi daha fazlasını yapmamız için motive ediyor. Bu sistem sayesinde, üniversitemizin teknik altyapısının daha bilinir ve sektör tarafından kullanılır olmasını arzuluyoruz. Analiz süreçlerini olabildiğince hızlı şekilde tamamlamayı ve güncel bilgilerin ulaşılabilir olmasını hedefliyoruz. Çünkü günümüzde, zaman ve işgücü kaybına hiç kimsenin tahammülü bulunmuyor. Üstelik uluslararası rekabette, elinizin güçlü ve veriye dayalı olması gerekiyor. Biz de DELAB hizmeti ile bunu gerçekleştireceğiz” dedi. ‘LAB.’ İŞİN MUTFAĞIDIR Yükseköğretim kurumları için laboratuvarların araştırma, geliştirme ve öğretim faaliyetlerinde işin mutfağı olduğuna işaret eden Rektör Hotar, “Bu noktada araştırma üniversitemizin misyonu, teorik bilgi kadar uygulamayı da içeriyor. Bu süreçte analizler yapmanız ve işin mutfağına girerek elinizi taşın altına sokmanız gerekiyor. Sonuçta, sebep-sonuç ilişkisini uygulamalı şekilde anlatabiliyor olmanız de önem taşıyor. Dolayısıyla biz de, devlet üniversitesi olan kurumumuzun modern laboratuvarlarına ve buradaki hizmetlere yatırım yapıyoruz. Bunu yaparken de altyapımızı paylaşmaya gayret gösteriyoruz. Milli ve yerli teknolojileri geliştirmek için sanayicilerimizin ve iş dünyamızın temsilcilerinin daha fazla desteklenmesi gerektiğine inanıyoruz” diye konuştu.  YATIRIMDA HIZ KESMEDİK Görev süreleri boyunca birçok yatırımı ve hizmeti üniversiteye kazandırdıklarını aktaran Rektör Hotar, “Rektörlük olarak, yaklaşık 30 milyon TL yatırım bedeli bulunan Merkezi Araştırma Laboratuvarımızı açtık; Efes Meslek Yüksekokulu bünyesinde, kentin en kapsamlı gıda laboratuvarı Efes Gıda Laboratuvarı’nı kentimize kazandırdık. Mühendislik Fakültesi bünyesinde ve TUSAŞ işbirliği ile Akış Dinamiği ve Benzetimi Laboratuvarını, Torbalı Meslek Yüksekokulu bünyesindeki yenilenen Biruni Laboratuvar Kompleksini, Diş Hekimliği Fakültesi bünyesinde Fantom Laboratuvarını kurduk. Hemşirelik Fakültesi’nde Simülasyon Laboratuvarını, Temel Bilimler ve Klinik Öncesi Bilimler Laboratuvarını hizmete aldık. Bu DELAB hizmetimizi de, üniversite sanayi işbirliğini geliştirmekte önemli fayda sağlayacağına inanarak oluşturduk. Ülkemize hayırlı olmasını diliyoruz” ifadesinde bulundu.  LABORATUVARLAR TEK ÇATI ALTINDA FEN, Mühendislik ve Tıp alanında ki laboratuvarların zaman içerisinde DELAB’a dahil olacağı bilgisini veren DEÜ Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Hasan Murat Tanarslan ise “Üniversitemizin farklı akademik birimlerinde; lisans ve lisansüstü düzeyde hizmet veren, öğretim ve araştırma faaliyetlerini zenginleştiren laboratuvarlarımız bulunuyor. Bunlardan bazıları kendi alanlarında ulusal ve uluslararası akreditasyonlara da sahipler. Şu anda üniversitemiz değişik birimlerinin laboratuvarlarında bulunan ve DELAB sistemine kayıtlı yüzlerce cihaz ile farklı alanlarda çok sayıda analiz yapılma ikanı bulunmaktadır. Önümüzdeki süreçte DELAB sistemi, üniversitemizdeki tüm laboratuvarlarımız kapsayacak şekilde genişletilerek, burada görevli bilgili ve tecrübeli arkadaşlarımız ile Ar-Ge faaliyetlerinin yanı sıra; özel sektörün ihtiyaç duyduğu birçok alanda, uygulama hizmetleri sunmayı arzuluyoruz” ifadesinde bulundu.  Kaynak:DHA

LIMA 2023’e Savunma Sanayiinden 18 Firma Çıkarıyor

Malezya Savunma Bakanlığı ve Malezya Ulaştırma Bakanlığı tarafından desteklenen bu yıl on altıncısı düzenlenecek olan LIMA (Langkawi International Maritime and Aerospace Exhibition) Fuarı, Asya Pasifik bölgesinin en geniş çaplı savunma sanayii fuarlarından birisi olarak biliniyor. Türkiye, ilki 1991 yılında düzenlenen her iki yılda bir yapılan LIMA Langkawi Uluslararası Denizcilik ve Hava-Uzay Fuarına bu yıl ikinci kez katılacak. Bu yıl LIMA 2023’e “Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı Savunma Sanayii Başkanlığı” (SSB) ve “Türkiye Savunma ve Havacılık Sanayii İhracatçıları Birliği” (SSI) ile birlikte on sekiz Türk savunma sanayii firması ile katılım sağlanacak.Fuara katılacak Türk firmaları ise şu şekilde: ASELSAN ASFAT DEARSAN DESAN HAVELSAN KALE KALIP KOÇ DEFENCE METEKSAN MİLSOFT MKE ROKETSAN SARSILMAZ STM TAİS TEİ TUSAŞ TİMSAN TİTRA Fuar sırasında Türk savunma sanayii firmaları tarafından üretilen zıhlı araç platformları, insanlı/insansız çeşitli kara ve hava araçları, deniz sistemleri, silah sistemleri, elektronik sistemler, mühimmatlar, simülatörler, lojistik destek ürünleri ve savunma hizmetlerinin tanıtım ve sunumları yapılacak. LIMA Langkawi Uluslararası Denizcilik ve Hava-Uzay Fuarı kapsamında, fuara katılan çeşitli ülkeler ile Türk savunma sanayii firmaları arasında yeni projeler aracılığıyla işbirliği potansiyelinin geliştirilmesi ve derinleştirilmesi hedefleniyor. Türk savunma ve havacılık sanayii sektörü, son dönemde Asya’ya yönelik savunma ve havacılık platformu ihracatlarını hızlandırmış durumda. Özellikle silahlı insansız hava aracı platformları ile çeşitli çapta akıllı mühimmatlar, son dönemde Asya ülkelerine ihraç edildi. Kaynak:Basın Bülteni

CRISPR-Cas9 Panzehirin Keşfinde Kullanıldı

Gen düzenlemenin yıllardır üzerinde çalışılsa da Jennifer Doudna ve Emmanuelle Charpentier'in 2020'de Nobel Ödülünü alması CRISPR-Cas9 teknolojisini daha fazla kişinin duymasını sağladı. Hatta basında daha fazla yer almaya başlayan bu haberler özellikle Çin odağında farklı etik tartışmaların da kapısını aralamıştı. CRISPR-Cas9, kısaca bir genom düzenleme aracı. Genetikçilerin ve tıp araştırmacılarının DNA üzerinde ekleme, çıkarma yapmalarına ya da DNA dizilimini değiştirmelerine olanak tanıyan özgün bir teknoloji olarak da bilinen CRISPR-Cas9, zehirli mantarların panzehirini keşfetmede ve geliştirme sürecinde kullanılabilir. ÖLÜMCÜL OLMAKTAN ÇIKABİLİR Yeni yapılan bir çalışmada Türkiye'de evcikıran veya ölüm meleği olarak da bilinen mantar Amanita phalloides araştırma konusu olmuş. Zehirli bir tür olan bu mantar Türkiye'de ölümcül mantar zehirlenmelerinin yüzde 90'ından sorumlu olarak görülüyor. Keza bu oran dünyadaki oranlar içinde benzer bir durumda.  Araştırmacılar da gen düzenlemenin potansiyel bir panzehir olup olamayacağı üzerine odaklandı. Çalışmayı gerçekleştiren araştırmacılar, insan hücrelerinde birçok farklı mutasyon oluşturdukları hücre havuzlarında mantarların alfa-amanitin adı verilen toksininin etkisini araştırdı. Bu yolla STT3B mutasyonu olan hücrelerde alfa-amanitin etkisinin olmadığını görerek zehirin hücrelere girmesi için gerekli olan biyokimyasal yolda bu genin rol oynadığnı açığa çıkardılar. Araştırmadaki ikinci aşamaysa yaklaşık 3200 aday kimyasal arasından STT3B'nin aktivitesini durduracak molekülü bulma kısmı oldu. Fare deneylerinde de etkisini gösterdikleri bu molekül Kodak'ın 1950'lerde geliştirdiği ve sonrasında tıbbi görüntülemede kullanılan indosiyanin yeşili adlı bir kimyasal. Ekip bu bulguları birkaç gün önce Nature Communications dergisinde yayınladı.Elde edilen sonuçlar hakkında konuşan Almanya'da Max Planck Karasal Mikrobiyoloji Enstitüsü'nde doğal ürün kimyacısı olan Helge Bode," Bu harika bir şey" diyor ve ekliyor ''Alfa-amanitin gerçekten de doğada sahip olduğumuz en tehlikeli bileşiklerden biri.'' Bilim insanlarının mantar zehrine karşı gen düzenlemenin kullanılmasının ilhamı ise daha önce denizanası zehrine karşı panzehir bulmak için bu yöntemi tercih eden Sun Yat-sen Üniversitesinden Qiaoping Wang ve Guohui Wan vermişti. Her ne kadar pek çok zehre karşı bilimsel olarak panzehirlerimiz olsa da ölüm meleği olan bu mantarlara yönelik destekleyici tedaviler dışında sunulacak çok az şey var. İlerleyen süreçte araştırmaların bu toksine maruz kalan insanlar üzerinde yapılmasıyla klinikte kullanımına götüren yola girilmesi bekleniyor. Kaynak:AA

Almanya 300 Bin Yıllık Ayak İzlerini Keşfetti

Araştırmacılar, Almanya’da antik insanlara ait ayak izlerinin en eski örneklerini keşfetti. İzler o kadar eski ki, günümüzde yaşamakta olan herhangi bir tür tarafından bırakılmış olmaları mümkün görünmüyor. Günümüzden yaklaşık 300 bin yıl önce oluşan bu izlerin Homo sapiens tarafından değil, antik (ve artık soyu tükenmiş olan) “Heidelberg halkı” (ya da Homo heidelbergensis) tarafından bırakıldığı düşünülüyor.Saha izlenimleri, araştırmacılara, Almanya’nın kuzeybatısında kalan Aşağı Saksonya eyaletindeki Schöningen Paleolitik bölgesinde keşfedilen hayvan ayak izlerinin yanı sıra, erken dönem insanlarının yaşam tarzına büyüleyici bir bakış imkânı sunuyor. SON ORTAK ATAMIZDAN KALMA İZLER H. heidelbergensis’in yetenekli avcılar olduğunu ve soylarının Neandertallerden bile daha eskiye dayandığını biliyoruz. Aslında, Neandertaller ile bizim son ortak atamız olarak görülüyorlar. Almanya’da bulunan Tübingen Üniversitesi’nden arkeolog Flavio Altamura, “İlk defa Schöningen’deki iki bölgede fosil ayak izlerine ilişkin ayrıntılı bir araştırma gerçekleştirdik” diyor: “Bu izler, sedimantolojik [tortu-bilimsel], arkeolojik, paleontolojik ve paleobotanik incelemelerden sağlanan bilgilerle birlikte, bize bölgenin Taş Devri’ndeki manzarası ve geçmişte bu bölgede yaşayan memeliler hakkında bir fikir sunuyor.” Araştırmacılar, araştırmalarına dayanarak, tortu katmanlarından bölgede korunan kemiklere varıncaya dek her şeye bakıldığında, bu alanın geçmişte huş ağaçları, çam ağaçları ve otlardan meydana gelen yemyeşil bir manzarayla sarılmış bir göl olduğunu düşünüyor. Alanda sadece üç H. heidelbergensis ayak izi tespit edildi; bu durum araştırmacılara çalışacak fazla malzeme sağlamıyor. Buna karşın ekip, diğer çalışmalardan sağlanan gözlemlerle karşılaştırmalar yaparak, bu izlerin bir yetişkin ve iki ergen genç tarafından bırakıldığını tahmin ediyor. GEÇMİŞTE TROPİK BİR BÖLGE GİBİYDİ Araştırma makalesi, büyük ihtimalle bir aile gezisinden kalan izlere baktığımızı aktarıyor. Bunun yanı sıra, gölün, hepsi de gölü yıkanmak ya da içmek için kullanan fillerin, gergedanların ve hatta çift parmaklı toynaklı hayvanların uğrak yeri olduğuna dair birçok kanıt mevcut. Altamura, “Mevsime bağlı olarak, gölün etrafında bitkiler, meyveler, yapraklar, sürgünler ve mantarlar mevcuttu” diyor: “Ulaştığımız bulgular, bu soyu tükenmiş olan insan türünün sığ sularla göl ya da nehir kıyılarında yaşadığını teyit ediyor. Bu durum, hominin ayak izlerini barındıran diğer Alt ve Orta Pleistosen bölgelerinden de biliniyor.” Daha önce kazı alanındaki tortu katmanı içerisine batmış ve genelde iyi korunmuş halde çok sayıda ahşap alet bulundu ve bulgular bu antik insan atalarının nasıl yaşadığına ilişkin ek bilgiler sağladı. 300 bin yıl sonra bulunan bu aletlerin hangi amaçla kullanıldığından emin olmak güç; fakat bunlar avlanma, ürün hasadı ya da inşa amaçlı kullanılmış olabilirler. BÖLGEDE FİLLER VE GERGEDANLAR DA VARDI Bunların dışında, kazı alanında soyu tükenmiş bir fil türü olan Palaeoloxodon antiquus’a dair kanıtlar da mevcut: Bu hayvanlar 4,2 metre yüksekliğe ve 13 ton ağırlığa ulaşabiliyordu. Avrupa’da türünün ilk örneği olarak bir gergedanın ayak izi de kayıt altına alındı. Burada bulunan şey, antik insanların tarihini korumasıyla iyi tanınan bir bölgeden elde edilen bulguların oluşturduğu gerçek bir hazine. Bununla birlikte, araştırma, insan ayak izlerinden hayvan yuvalarına varıncaya dek geride kalan izlerin incelenmesini temel alan ‘içnoloji’ [ing. ‘ichnology’] disiplinin taşıdığı potansiyeli de ortaya koyuyor. Yayınladıkları makalede, araştırmacılar, “İçnoloji, bilhassa çok-disiplinli bir yaklaşıma dahil edildiği zaman, tarih öncesi alanların yüksek çözünürlüklü çevresel, ekolojik ve arkeolojik bir görüntüsünü yeniden oluşturmak bağlamında güçlü bir araç olarak kendini gösteriyor” diyorlar. Kaynak:Quaternary Science Reviews

E-bülten için aşağıdaki bilgileri doldurmanız yeterli.

Giriş Yap

Şifremi Unuttum Kayıt Ol

Kayıt Ol

Şifremi Unuttum