Haberler

Covid-19’a Karşı Hidroksiklorokin Gerçekten Etkili mi?

Uluslararası Antimikrobiyal Tedavi Derneği (ISAC) kendi dergisinde yayınlanan, mevcut bir sıtma ilacının Covid-19’u etkin bir şekilde tedavi edebileceğini öne süren yakın zamanlardaki bir çalışmaya karşı kuşkularını ifade etti. Çalışma ABD başkanı Donald Trump’un sayesinde (Covid-19 hastalarını hidroksiklorokin ile tedavi etmeyi öne süren sözleri nedeniyle) çok dikkat çekti. 29 Mart tarihinde, ABD Gıda ve İlaç Yönetimi (FDA) Covid-19 tanısıyla hastaneye yatmış olan bazı hastalarda kullanılmak üzere hidroksiklorokine acil onay vermişti. Hidroksiklorokin tipik olarak sıtma, romatoid artirit ve deri vereminde kullanılan bir ilaçtır ve Covid-19’a karşı etkinliği üzerine ön raporlar bu ilaçlara bağlı olarak yaşamını sürdüren hastalarda yetmezliklere yol açtığını gösterdi. International Journal of Antimicrobial Agents dergisini Hollanda’lı dev yayınevi Elsevier ile beraber yayınlamakta olan ISAC’ın yönetim kurulu, çalışmanın dernek tarafından beklenen standartları taşımadığını beyan etti. 3 Nisan tarihinde, ISAC yönetim kurulu başkanı Andreas Voss (Hollanda’daki Radboud Sağlık Bilimleri Enstitüsü’nde klinik mikrobiyolog olarak çalışmaktadır) kurul üyelerinin yayın hakkında “içerme kriterleri hakkında daha iyi açıklamaların olmaması ve hasta güvenliğini sağlamak için hastaların denenmesi konusunda” kuşkuları olduğunu bildiren bir not açıkladı.  Çalışma ilk olarak 16 Mart’ta medRxiv’de bir ön baskı olarak yayınlanmış, 17 Mart’ta yayınlanmak üzere kabul edilmiş ve 20 Mart’ta dergide yayınlanmıştır. Bu olağanüstü hızlı geri dönüş, akran değerlendirmesi normalde birkaç ay sürdüğü için, ilaç keşif topluluğundaki çoğunluğun tepkisine neden oldu. Her ne kadar ISAC, hızlı bir şekilde yeni veriler yayınlayarak bilim camiasına yardım etmenin önemli olduğunu kabul etse de, bu bilimsel incelemeyi ve en iyi uygulamaları azaltmanın pahasına olamaz, diye açıklıyor Voss. Dahası, çalışmanın ortak yazarlarından biri olan, Aix-Marseille Üniversitesi’nden Jean-Marc Rolain, aynı zamanda Uluslararası Antimikrobiyal Ajanlar Dergisi’nin yazı işleri müdürüdür. Elisabeth Bik, mikrobiyologluktan bilim bütünlüğü uzmanlığına yönelmiş kariyerinde, şöyle diyor: “Bu büyük bir çıkar çatışması olarak algılanabilir.” Ancak Voss, çalışmanın hakemlik sürecini savundu. “Makalenin akran değerlendirme sürecinin güvenilirliğine ilişkin çevrimiçi bazı önerilere rağmen, süreç endüstrinin akran inceleme kurallarına uyuyordu” diye yazıyor. “Jean-Marc Rolain’in makalenin akran incelemesine katılımı yoktu ve akran incelemesi ile ilgili bilgilere de erişimi yoktu. Makalenin hakemlik sürecinin tüm sorumluluğu yardımcı editörlere devredildi. ” diyor. Çalışma, 26’sı hidroksiklorokin ile tedavi edilen, Fransa’daki hastanelere başvurmuş, 42 Covid-19 hastasını inceledi. Kalan 16 hasta, ilacı almayan bir kontrol grubunun parçasıydı. Hidroksiklorokin ile tedavi edilen 20 hastanın altısına bir antibiyotik olan azitromisin verildi. Altı günlük tedaviden sonra, sadece hidroksiklorokin ile tedavi edilen 14 hastanın yaklaşık yarısı hâlâ Covid-19 için pozitif test gösterirken, hem hidroksiklorokin hem de azitromisin alan 6 hastanın hiçbiri pozitif test göstermedi. Deneme sonuçları cesaret verici olsa da, çalışmanın bir takım eksiklikleri var. Bik’in belirttiği gibi, çalışma, bir ilacın etkinliğinin altın standart testi olarak kabul edilen raslantısal bir kontrol denemesi değildir. Diğer bir sınırlama, altı hastanın hidroksiklorokin tedavisine geçemeden ölmesi, üçünün yoğun bakımda olması ve birinin daha ölmesidir. Örneklem, Covid-19’un yaşlı insanları orantısız bir şekilde etkilediği bilinmesine rağmen bazı genç hastaları da içeriyordu. Dahası, Çin’de gerçekleştirilen, 30 Covid-19 hastası üzerinde yapılan küçük bir deneme hidroksiklorokinden çok az fayda buldu. Bununla birlikte, 27 Mart’ta Fransa’da aynı araştırmacılar tarafından yayınlanan 80 hasta üzerindeki bir başka deneme, iki hasta dışında hepsinde klinik iyileşme olduğunu bildirmişti. Kaynak : ChemistryWorld

Bilim İnsanları Yüzde Dördü İnsan Olan Fare Üretti

Amerika Birleşik Devletleri'nin New York eyaletinde yürütülen bir araştırmada yüzde 4'ü insan olan bir fare üretildi. Bu çalışma şimdiye kadar en yüksek oranda insan hücresi içeren fare olması sebebiyle bilim araştırmaları açısından bir ilki oluşturuyor. Buffalo Üniversitesi ve Roswell Kanser Enstitüsü tarafından yürütülen çalışmada henüz embriyo halindeki fareye insana ait kök hücresi enjekte edildi. İki hafta sonra doğan farelerden birinin yüzde 4 insan hücresi taşıdığı anlaşıldı. Araştırmada bilim insanları kök hücre gelişiminin bir süreliğine önüne geçen bir proteinden yararlandı. Kök hücreye yerleştirilen bu proteinin yaklaşık üç saat kadar doğal halinin bozulmasını önlediğini keşfeden bilim insanları, bu sayede kök hücreyi başka bir dokuyla yeniden bir araya getirdi. Daha sonra farenin embriyosuna yerleştirilen bu kök hücreler iki hafta süreyle gelişime bırakıldı. İki hafta sonra yapılan incelemelerde gelişmekte olan karaciğer, beyin, gözler, kalp, damar ve kemik iliğinde insan hücresi bulundu. Embriyoların DNA'sı incelendiğinde gelişen dokulardaki insan hücresi oranının yüzde 1 ile yüzde 4 arasında olduğu tespit edildi. Etik tartışmalar Bu gelişme özellikle gelecekte genetiği değiştirilmiş embriyo üretimi açısından büyük bir ilerleme olarak değerlendiriliyor. Bu araştırmalar sayesinde hayvanlarda insan organlarının üretilmesinin mümkün hale gelmesi ile organ yetmezliği gibi birçok tıbbi soruna çare sunulabileceğine dikkat çekiliyor. Ancak bilim insanları bu tür araştırmalar için deneylerin tekrar tekrar kanıtlanması gerektiğinin altını çiziyor. Bilimsel Science Advances dergisinde yayımlanan bu araştırmada insan hücresi içeren dokuların kalıtımsal aktarımda rol oynayan yumurta ya da sperm gibi dokulara geçmemiş olması etik bazı endişeleri şimdilik giderdi. İki farklı tür barındıran canlının çoğalmasına dair etik sorular ve canlıların genlerinin değiştirilerek doğal yapısının bozulması konusunda inanca dayalı eleştiriler bu tür araştırmalar için sıklıkla dile getiriliyor. Geçtiğimiz aralık ayında Çinli araştırmacılar sinomolgus maymunları hücrelerinin genetiğini değiştirerek iki maymun-domuz üretmiş ancak hayvanlar en fazla bir hafta hayatta kalabilmişti. Bu çalışmaların en önemli adımı kabul edilen 1984 yılındaki araştırmada ise üretilen koyun-keçi yetişkin olarak hayatını sürdürmüştü. Kaynak : EuroNews

Dünyada Covid-19 Aşı Denemeleri Ne Durumda ?

İngiltere'de yayımlanan Guardian gazetesi, koronavirüse karşı geliştirilmekte olan aşı çalışmalarını ve denemelerin hangi aşamalarda olduğunu derledi. Moderna Amerikan biyoteknoloji şirketi Moderna, mRNA-1273 aşısı üzerinde çalışıyor. Koronavirüsün genetik dizilimi bulunup Ocak ayı başında yayımlandıktan sekiz hafta sonra klinik denemelerine ilk başlayan şirket oldu.45 kişi üzerinde yapılan ilk denemelerde, düşük dozda bile tüm deneklerin Covid-19 antikorları ürettiği ve antikor seviyesinin, virüse yakalanan kişilerin geliştirdiği antikorlarla aynı seviyede ya da daha yüksek olduğu görüldü.Aşının "genel olarak güvenli ve iyi tolore edildiği" belirtiliyor.Fareler üzerinde yapılan denemelerde, aşının virüsün akciğerlere inmesini engellediği de görüldü. CanSino Çin şirketi CanSino Biologics tarafından üretilen Ad5-nCoV aşısı, Vuhan'daki klinik denemelerde ikinci aşamaya geçen ilk aşı oldu.Ancak Çin ordusunun tıbbi bilimler kolu ile çalışan şirket, ilk aşamanın ayrıntılı sonuçlarını yayımlamadı.Şirketten yapılan açıklamada, yaklaşık 500 kişi üzerinde yapılan ilk denemelerden elde edilen "güvenli ön veriler" doğrultusunda ikinci aşamaya geçildiği belirtildi. Oxford Üniversitesi Oxford Üniversitesi'nde ChAdOx1 nCoV-19 aşısının, 18-55 yaş arası 1000'i aşkın gönüllü üzerinde denemelerine geçen ay başlandı.Aşının makak maymunları üzerindeki etkisine dair taslak rapor Pazartesi günü yayımlandı. Buna göre, aşı, maymunları Covid-19'a karşı korumasa da zatürre olmalarını engellemiş bulunuyor ancak insanlarda denenmesi durumunda, enfekte olan kişilerden virüsün başkalarına bulaşması riskinin devam etmesi sorun olarak görülüyor.İnsanlar üzerinde yapılan denemelerin sonuçlarının bu ay yayımlanabileceği belirtiliyor.Denemelerin başarılı olması halinde aşının üretimi ve dağıtımını yapmak üzere merkezi Cambridge'de olan AstraZeneca ilaç şirketi, Oxford Üniversitesi ile ortak hareket ediyor. Imperial College Londra'daki Imperial College Üniversitesi, daha önce insanlar üzerinde denenmemiş bir aşı türü geliştiriyor.Şubat ayından beri hayvanlar üzerinde denenen aşının Haziran'da insanlarda denenmesine başlanacak.Hükümet toplam 41 milyon sterlin (50 milyon dolar) maddi destek sundu. Bu yıl sonuna doğru üçüncü aşama klinik denemelere başlanması bekleniyor.Ancak araştırma ekibinin başında yer alan Prof. Robin Shattock, İngiltere'de aşının Eylül ayında kullanıma hazır olması ihtimalini öngörmediğini açıkladı. Inovio Amerikan biyoteknoloji şirketi Inovio 40 yıllık bir şirket olmasına karşın henüz resmi onay almış bir ürün geliştirmemiş olsa da, geçen ay başlattığı aşı denemelerinin ardından hisse senetleri büyük artış gösterdi.INO-4800 adı verilen aşı çalışmasının, klinik öncesi deneme aşamasında bağışıklık sitemi tepkileri bakımından olumlu sonuçlar verdiği açıklandı. Denemelerin ilk aşamasının 40 kişi üzerinde yapılacağı belirtildi. Bu yaz ikinci ve üçüncü aşamalara geçmeyi planladığını belirten şirket, Salgına Hazırlık Inovasyonları Koalisyonu'ndan 17 milyon doları aşkın maddi yardım aldı. Kaynak : BBC News

Türkiye’nin Koronavirüs İlacı TR-C 19

COVID-19’a karşı etkili bir ilaç olması planlanarak VSY Biyoteknoloji ve İlaç Sanayi A.Ş ARGE Merkezi tarafından geliştirilen, fikri ve sınai mülkiyet hakları VSY Biyoteknoloji ve İlaç Sanayi A.Ş’ye ait olan, Sağlık Bilimleri Üniversitesi işbirliği ile yürütülen ‘TR-C 19’ ürününün ruhsatlandırma aşaması için hazırlıklar başlatıldı. Klinik çalışmaları tamamlanarak sonuçların olumlu çıkması halinde ruhsatı alınacak olan ilacın seri üretiminin, VSY Biyoteknoloji ve İlaç Sanayi A.Ş’nin İstanbul’daki tesislerinde planlandığı duyuruldu. VSY Biyoteknoloji ve İlaç Sanayi A.Ş. Yönetim Kurulu Başkanı Dr. Ercan Varlıbaş tarafından yapılan açıklamada, COVID-19’a karşı etkili bir ilaç geliştirmek üzere şirketleri tarafından AR-GE çalışmaları yapılarak tamamlanan ve laboratuvar ortamında virüsü nötralize ederek etkisiz hale getirdiği kanıtlanan TR-C 19 adlı ürünün, gönüllü hastalar üzerinde klinik çalışmaları ve ileri araştırmaları; Sağlık Bilimleri Üniversitesi işbirliği ile üniversitenin akademik kadrosunun gözetiminde yürütülmesi planlanıyor.  SERİ ÜRETİMİN İSTANBUL’DA YAPILMASI PLANLANIYOR  VSY Biyoteknoloji ve İlaç Sanayi A.Ş, ilacın Sağlık Bakanlığı ruhsatlandırılma hazırlık sürecini başlattı. Hastalara uygulanması için izin beklenen ilacın klinik çalışmalarının devamı için üretimi, T.C. Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı TÜBİTAK tesislerinde yapılacak. Klinik çalışmalarda başarılı sonuçlara ulaşılması durumunda ruhsat aşaması tamamlanacak olan ilacın seri üretimi, VSY Biyoteknoloji ve İlaç Sanayi A.Ş. İstanbul tesislerinde planlanıyor.  İKİ FARKLI İLAÇ MOLEKÜL ÇALIŞMASI DA DEVAM EDİYOR  VSY Biyoteknoloji ve İlaç Sanayi A.Ş. ARGE Merkezi’nde labaratuvar ortamında in vitro testlerde başarılı olan TR-C 19 ilacının yanı sıra koronavirüs hastalığına karşı iki farklı ilaç molekül çalışmasının da devam ettiği vurgulandı.  VSY Biyoteknoloji ve İlaç Sanayi A.Ş. Yönetim Kurulu Başkanı Dr. Ercan Varlıbaş, Sağlık Bilimleri Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Cevdet Erdöl ile birlikte; ilerleyen günlerde ilacın klinik çalışma safaları ve bilimsel verilerle ilgili güncel gelişmeleri kamuoyu ile paylaşacağını duyurdu. Kaynak : Basın Bülteni  

İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü'nde(İYTE) Aşı Çalışmaları için 3 Yeni Hücre Besiyeri Geliştirildi

Geliştirdikleri "Lale" isimli hücre besiyeri (hücreler için besin ortamı) 200 ülkede aşı çalışmalarında kullanılan Cem Erdem ve Dr. Aziz Çaylı, 3 yeni hücre besiyeri  daha geliştirdi. İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü (İYTE) bünyesindeki teknoparkta 4 yıl önce Flora Bio adlı şirketi kuran Cem Erdem ve Dr. Aziz Çaylı, biyoteknolojik ilaçlar üzerine  çalışmalar yürütüyor. Türk bilim insanları, ilk biyoteknolojik hücreyi 2017 yılında geliştirmeyi başardı. Tüm üretim sürecinin yerli ve milli olarak gerçekleştirildiği projenin sonunda  besiyerine, Çaylı'nın kızının adı olan "Lale" ismi verildi. Aynı yılın mayıs ayında besiyer global bir yabancı firmaya lisanslandı. Lale besiyeri, 200 ülkede şap aşısı geliştirme çalışmalarında kullanılmaya başlandı. "Lale"den güzel bir geri dönüş alan bilim insanları, bu alandaki çalışmalarına hız verdi. TÜBİTAK'tan da destek alan Çaylı ve Erdem, bu süreçte 3 besiyeri daha  geliştirmeyi başardı. Viral aşılar ve kanser ilaçları alanlarında kullanılmak üzere geliştirilen biyoteknolojik hücrelere ise "Leylak", "Orkide" ve "Yonca" isimleri verildi. Türk bilim insanları, onların da bilimsel çalışmalarda kullanılması için yabancı bir firma ile görüşmeler yürütüyor. Flora Bio Yönetim Kurulu Başkanı Cem Erdem, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Türkiye'deki biyoteknolojik yatırımlardaki eksiklikleri gidermek ve biyoteknolojik  ilaçlarının geliştirilmesi için Dr. Aziz Çaylı ile ortak laboratuvar kurduklarını belirtti. İş ortağı Çaylı'nın Almanya'da biyoteknolojik ilaç konusunda önemli çalışmalar yaptığını vurgulayan Erdem, "Orada kurduğu CellCa firmasıyla 70'e yakın biyoteknolojik  hücre ve 90'ın üzerinde ilaç üretim projesi geliştirdi. Çaylı, dünyada biyoteknolojik ilaç geliştirme konusunda en fazla kullanılan besiyeri olan Acticho'yu bulan  kişidir. Firmadaki hisselerini devrettikten sonra Türkiye'ye döndü." dedi. İlaç moleküllerinin geliştirilmesinde ilk aşamanın, hücrenin beslenmesini sağlayan "besiyeri" olduğuna dikkati çeken Erdem, şirket olarak bu alanda iyi bir noktaya  geldiklerini ifade etti. Besiyeri ile ilgili bilgi veren Erdem, "Hücrelerin en efektif şekilde protein üretmeleri için ihtiyaçları olan besin kaynağını alabilecekleri sıvılar geliştiriyor. Bu  sıvılar 95 uygun kimyasalın belli bir bilgi birikimiyle karıştırılmasıyla oluşuyor. Biz aslında bizim gibi yiyip içemeyen hücrelerin en efektif şekilde çalışacakları  besin ortamları hazırlıyoruz." diye konuştu. Erdem, "Lale" besiyerinin şap aşısının üretiminde kullanıldığını söyledi. Bu sayede dünya tarafından tanındıklarını dile getiren Erdem, sözlerini şöyle tamamladı: "Geliştirdiğimiz besiyeri global bir yabancı firmaya lisansladık ve onun vasıtasıyla 200 ülkede üretilip satılmaya başlandı. Dizaynı Türkiye'de yapılan ürünün 200  ülkeye satılıyor olmasından mutlu ve gururluyuz ancak bu bize yetmiyor. En büyük hedefimiz gerekli maddi kaynağı bulduktan sonra besiyerin üretim tesisini Türkiye'de  kurmak. Bunu başarırsak ülkemizin ithalat oranını da azaltmış oluruz. Ülkemizde ürettiğimiz besiyerlerini dünyaya satmak istiyoruz." Kaynak: İYTE

Araştırmacı İlaç Firmaları Derneği'nin (AIFD) üyesi olduğu IFPMA'dan KOVİD-19 Açıklaması

Uluslararası İlaç Üreticileri ve Dernekleri Federasyonu (IFPMA) Genel Direktörü Thomas Cueni, yeni tip koronavirüs (Kovid-19) tedavisi üzerindeki verilere ilişkin, "Tedavi çalışmalarının 77'sinin Kovid-19'a yönelik değiştirilmiş olduğunu, 68'nin yeni ilaç tedavisi olduğunu söyleyebilirim. Birçoğu hala başlangıç aşamasındadır, ancak 25'ten fazla klinik çalışma devam etmektedir." ifadelerini kullandı. Araştırmacı İlaç Firmaları Derneği'nin (AIFD) de üyesi olduğu IFPMA, yeni tip koronavirüs'e (Kovid-19) karşı geliştirilen yeni ve endikasyon dışı kullanılan tedaviler ile söz konusu tedaviler için üretim ve tedarik zincirlerine ilişkin zorluklar üzerine sanal ortamda yayınlanan bir basın toplantısı düzenledi. IFPMA üyesi şirketler arasında yer alan AstraZeneca, CSL, Pfizer, Merck, Takeda ve Sandoz yöneticilerinin katılımı ile gerçekleşen toplantıda koronavirüs salgınına yönelik geliştirilen yeni tedavilerin yanı sıra endikasyon dışı ilaç kullanımı ile üretim, tedarik zinciri gibi konularda yapılan hazırlıklara ilişkin görüşler paylaşıldı. Toplantıda konuşan IFPMA Genel Direktörü Thomas Cueni, biyofarmasötik endüstrisinin Ar-Ge laboratuvarlarından çıkan en umut verici tedavilerin çoğunun, başarılı ve paha biçilmez ve yenilikçi bir biyofarmasötik ekosistemin ürünü olduğunu söyledi. Cueni, Kovid-19 krizinin çözümünde kamu yararına ortaklık üzerine inşa edilmiş yeni bir modus operandi (bir kimsenin çalışma yöntemi veya alışkanlığını tanımlaması) gerektiğini ifade etti. Güvenli ve etkili tedavilere herkesin erişebilmesi için çözümler bulmak amacıyla yönetim kurulundaki diğer ilgili organlarla eşit şartlarda ve ortak bir temel üzerinde nerede, kiminle olursa olsun çalıştıklarını kaydeden Cueni, hedefe ancak birlikte yol alınırsa ulaşılacağını aktardı. Cueni, rekabetçi ilaç firmalarının rakipleri ile bir araya geldiğine işaret ederek, "Ön saflarda yer alan sağlık çalışanlarına en derin saygımızı sunmalıyız. Bugün Kovid-19 tedavilerine odaklanmamızın nedeni son birkaç hafta içinde çok fazla aşılar üzerine çalışmaların yoğunlaşması. Üç ay öncesine kadar bazı tedavilerle başlamamız için Kovid-19 belirtilerinden olan öksürüğün bile etkili olacağını bilmiyorduk." değerlendirmesinde bulundu   "Başarısızlığa uğramış ilaç çalışmaları Kovid-19'a karşı ilaç bulmada etkili olacaktır İlaç endüstrisinin Kovid-19'da odak noktasının olağan iş ve kardan ziyade kalbinde olması gerektiğine dikkati çeken Thomas Cueni, "Toplumlara ne borçlu olduğumuzun bilincindeyiz ve ortaya koyduğumuz terapiler herkes için uygun fiyatlı olmalıdır." ifadelerini kullandı. Cueni, ilaç şirketlerinin halihazırda onaylanmış ilaçların edinme yollarına odaklandığını belirterek, şunları kaydetti: "Daha önce başarısızlığa uğramış ilaç çalışmaları Kovid-19'a karşı ilaç bulmada etkili olacaktır. Bu tür ilaçların inovasyon ekosisteminde zengin bir edinme yolu mevcut olabilir. Kovid-19 tedavisi üzerindeki verileri kontrol ettiğimizde, tedavi çalışmalarının 77'sinin Kovid-19'a yönelik değiştirilmiş olduğunu, 68'nin yeni ilaç tedavisi olduğunu söyleyebilirim. Birçoğu hala başlangıç aşamasındadır ancak 25'ten fazla klinik çalışma devam etmektedir. Bunun hepimiz için gerçekten iyi bir haber olduğunu düşünüyorum çünkü bunu daha geç değil, daha erken yapacağız. Kovid-19'un yayılımını engellemede ve tedavisinde ilk başarıyı göreceğiz. Dünyada acil bir durum haline gelen, her ülkede oldukça yaygın sorun olan koruyucu ekipmanların sınır ötesi geçişlerinde bile sorunlar meydana gelebiliyor. Tıbbi ürünler ve ilaçlar için sınırların açık olmasının önemini vurguluyoruz. Düzenleyici kurumlara, uluslararası kurumlara baktığımızda olağanüstü bir iş birliği görüyoruz." Kaynak : TimeTurk

Kenevir Katkılı Antibakteriyel Sıvı El Sabunu Üretildi

Yozgat Bozok Üniversitesi, korona virüs (Covid-19) ile mücadele kapsamında kenevir yağı katkılı, cildi koruyup kurumasını engelleyen, cildin esnekliğini artıran ve tırnaklar için faydalı olan cilt dostu antibakteriyel köpük ve sıvı el sabunu üretti. Endüstriyel kenevir alanında bölgesel kalkınma odaklı ihtisaslaşan Yozgat Bozok Üniversitesi, "YOBÜ" isimli kenevir katkılı Antibakteriyel köpük ve sıvı el sabunu üretti. Fen Edebiyat Fakültesi laboratuvarlarında Kimya Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Orhan Hazer öncülüğünde üretimi gerçekleştirilen kenevir katkılı antibakteriyel köpük ve sıvı el sabunu, Rektör Prof. Dr. Ahmet Karadağ, rektör yardımcıları Prof. Dr. Güngör Yılmaz, Prof. Dr. Şenol Akın, üniversite Genel Sekreteri Prof. Dr. Uğur Kölemen’in katılım ile basın mensuplarına tanıtıldı. Fen Edebiyat Fakültesi Kimya Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Orhan Hazer, kenevir yağı katkılı köpük ve sıvı el sabununun üretimi hakkında basın mensuplarını bilgilendirdi. “15 gün içerisinde hazırladık ve iki gün önce üretime başladık” Daha sonra basın mensuplarına açıklamalarda bulunan Yozgat Bozok Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Ahmet Karadağ, kenevir yağı katkılı üretilen köpük ve sıvı el sabununun cilt dostu olduğunu söyleyerek “Özellikle virüs ile mücadele kapsamında ortaya çıkan tablo temizlik maddelerine çok ciddi bir rağbetin oluşması ve son zamanlarda marketlerde temizlik maddelerinin antibakteriyel sabun başta olmak üzere bulunmaması dolayısıyla kimya bölümünün potansiyelini biz harekete geçirmek istedik. İçinde bulunduğumuz bu laboratuvarı üretim tesisini 15 gün içerisinde hazırladık ve iki gün öncede üretime başladık. Amacımız var olan potansiyelin hareket geçmesi, temizlik maddelerine olan rağbetin artması ve ihtiyacın bölgemiz özelinde de zorunlu hale gelmesi dolaysıyla bunu biz harekete geçirmek istedik” dedi. “Kozmetik ile ilgili kenevir esaslı bütün ürünler yapılabilecek” Sadece sabun değil tüm temizlik malzemelerini yapmaya da hazır olduklarını anlatan Rektör Karadağ, “Burada sadece sıvı sabun değil temizlik malzemeleri ile ilgili aklınıza gelebilecek kenevir esaslı ürünleri yapmaya hazırız. Sıvı sabun ilki krem yapımından tutun cilt ve kozmetik ile ilgili kenevir esaslı bütün ürünlerin yapılabileceği bir süreci kastediyorum. Bunu da önümüzdeki aylarda yeni ürünlerle kenevirin ekonomiye kazandırılması temelinde kozmetik alanında da iddialı olduğumuzu ihtisas üniversitesi olarak göstermiş olacağız. Antibakteriyel sabuna kenevir yağını eklememizin sebebi tırnak bakımından cilt tahrişlerini önlemeye kadar artı özellik katıyor. Sıvı sabunlar bazen cildi tahriş edebiliyor. Bizim sabunumuzda bu özellik yok ve tam tersi cildi koruyan ve cilde yararı olan bir sabundan bahsediyoruz. Ürünümüz doğal bir esasa kattık ve insanlarımızın ellerini yıkadıktan sonra ellerine hoş koku bırakacak tropikal meyve dediğimiz bir esans kattık. Daha doğal ve insan sağlığını ön plana çıkaran bir ürün yapmaya çalıştık” şeklinde konuştu.  

Koronavirüse Karşı Aşı ve İlaç Çalışmaları Ne Aşamada?

Dünyanın pek çok ülkesinde koronavirüse karşı aşı ve ilaç geliştirme çalışmaları devam ederken, aşının ve kesin bir tedavinin ne zaman bulunacağına dair açıklamalar farklılık gösteriyor. BBC Türkçe'ye konuşan Bilkent Üniversitesi Ulusal Nanoteknoloji Araştırma Merkezi'nde Doç. Dr. Urartu Şeker, tüm bilimsel aşamalardan geçerek seri üretime hazır hale gelen bir aşıyı geliştirmenin en az bir yıl süreceğini ifade ediyor. BBC Türkçe'ye konuşan Bilkent Üniversitesi Ulusal Nanoteknoloji Araştırma Merkezi'nde Doç. Dr. Urartu Şeker, tüm bilimsel aşamalardan geçerek seri üretime hazır hale gelen bir aşıyı geliştirmenin en az bir yıl süreceğini ifade ediyor. Ankara Bilkent Üniversitesi Ulusal Nanoteknoloji Araştırma Merkezi'nde (UNAM) çalışan Doç. Dr. Urartu Şeker, koronavirüs gibi bulaş riski yüksek virüslere karşı aşı geliştirmenin 'birkaç ay içerisinde mümkün olduğuna' ilişkin açıklamaların 'gerçekçi olmadığını' söylüyor. Aşı ya da ilaç geliştirmek neden uzun sürüyor? Aşıyı ya da herhangi bir ilacı ürettikten sonra öncelikle pre-kilinik aşamanın ilk kısmı olan hücrelerde ve sonra hayvanlar üzerinde test edilmesi süreci başlar. Örneğin bir kanser türü için test yapmak istediğimizde, insandaki tümörün aynısını o hayvanda oluşturmamız gerekir. Koronavirüs için de genelde genetiği değiştirilmiş bir hayvan modeli oluşturmak ve kullanmak gerekiyor ki aşının bağışıklık sistemi cevabı oluşturup oluşturmadığı anlaşılabilsin. Bu hayvan fare, sıçan ya da Çin'in COVID-19 sonrası bağışıklık testleri için kullandığı makak maymunları da olabilir. Laboratuvar testlerinden sonra insan uygulamaları başlar ve uygulamalar aşının herhangi bir olumsuzluğunun olup olmadığına yönelik testlerden başlayarak, gerçekten işe yarayıp yaramadığına, beklenilen bağışıklık sistemi tepkisinin oluşup oluşmadığına kadar uzanan bir süreci kapsar. Küçük bir insan grubuyla başlayan bu çalışmalar yüz binlerce insanın dahil olduğu çalışmalara kadar devam eder. Koronavirüs özelinde aşıyı ürettikten sonra dünyadaki milyonlarca kişiyi aşılayacaksak, aşıyı seri olarak üretmek için büyük üretim merkezleri kurmamız gerekiyor. Bunlara ek olarak aşı üretimi için gerekli tedarik zincirlerinin kurulması, gibi pek çok aşamanın da göz önüne alınması ve bunlar yapılırken hala sıklıkla üretilen aşıların, üretimini olumsuz etkilenmemesinin gözetilmesi gerekir. Dünya bu zamana dek neden koronavirüs aşısı geliştirmedi? Özellikle SARS için yapılmış, farklı stratejilerin denendiği aşı çalışmaları mevcuttu ancak bu çalışmalar sonuca ulaşıp ticari bir aşı oluşturma çalışmalarına kadar gidemedi. Belki elimizde SARS için yapılmış bir aşı hazır olsaydı bugün hastalıkla mücadelemizde büyük faydaları olabilirdi. Bugüne dek olası koronavirüs enfeksiyon tehditlerine karşı çeşitli bilimsel çalışmaların sürdüğünü ancak bu çalışmaların dünyadaki siyasi otoriteler tarafından dikkate alınmadı. 2015 yılında Nature Medicine dergisinde yayınlanan bir çalışmada yer alan bir deneyde, SARS'ın etmeni olan koronavirüsün insan hücresine girişteki en etkili protein olan 'spike proteininde' meydana gelecek olan aminoasit değişiklikler sonucunda oluşacak bir enfeksiyonla nasıl mücadele edeceğinin araştırıldı. Yarasalardan izole edilen koronavirüslerdeki yeni tip spike proteini, SARS etmeni önceki koronavirüse eklenerek bazı denemeler yapılıyor. Dünya bu zamana dek neden koronavirüs aşısı geliştirmedi? Özellikle SARS için yapılmış, farklı stratejilerin denendiği aşı çalışmaları mevcuttu ancak bu çalışmalar sonuca ulaşıp ticari bir aşı oluşturma çalışmalarına kadar gidemedi. Belki elimizde SARS için yapılmış bir aşı hazır olsaydı bugün hastalıkla mücadelemizde büyük faydaları olabilirdi. Bugüne dek olası koronavirüs enfeksiyon tehditlerine karşı çeşitli bilimsel çalışmaların sürdüğünü ancak bu çalışmaların dünyadaki siyasi otoriteler tarafından dikkate alınmadı. 2015 yılında Nature Medicine dergisinde yayınlanan bir çalışmada yer alan bir deneyde, SARS'ın etmeni olan koronavirüsün insan hücresine girişteki en etkili protein olan 'spike proteininde' meydana gelecek olan aminoasit değişiklikler sonucunda oluşacak bir enfeksiyonla nasıl mücadele edeceğinin araştırıldı. Yarasalardan izole edilen koronavirüslerdeki yeni tip spike proteini, SARS etmeni önceki koronavirüse eklenerek bazı denemeler yapılıyor. Bu yeni virüs üzerinde ilaçların bir kısmı çalışmadığı, deneme aşamasındaki aşının da o kadar etkili olmayabileceğine dair bazı öngörüler ortaya çıktı. Buna benzer pek çok çalışma ya da izole edilen başka virüslerin genomik analizleri kullanılarak ciddi enfeksiyon öngörüleri yapıldı. Dünyada hükümetler pek çok kere bilim insanları tarafından bununla ilgili uyarıldı ama gerekli önlemler alınmadı. Ülkeler salgına karşı hazırlık yapmış mıydı? İnsanlığın hızlı nüfus artışı ve vahşi yaşamı tahribatı düşünüldüğünde şu an yaşananlar insanlık için öngörülemez değildi. 2016 yılında kontrol altına alınan Ebola salgınında sonra Melinda-Bill Gates Vakfı tarafından da fonlanan ve kâr amacı gütmeyen "CEPI-Coalition for Epidemic Preparedness Innovations" adlı kurum aşı çalışmaları gibi konularda araştırmacılara destek olmak ve fon sağlamak amacıyla kuruldu. Bu koalisyon şu an koronavirüs ile ilgili iki aşı çalışmasını öncelikli olarak fonladı. Endüstri ortada hiçbir bir ihtiyaç yokken herhangi bir aşı çalışmasında bulunmaz, çok normal. Ancak hazırlıkları yapılabilirdi. Bir maskeye ulaşmak bile sıkıntılı hale gelmemeliydi. Koronavirüslerin mutasyona uğradığında yaşanacak sorunlar deneylerle tespit edilmiş ancak görmezden gelinmiş. Tam tamına üretime hazır bir aşı geliştirmek bir yana dursun, mevcut bilimsel çalışmalara rağmen hiçbir ön hazırlık yapılmamış olduğunu söylemek abartılı değil. Koronavirüsün tedavisinde hangi ilaçlar kullanılıyor? Toplumsal koruyuculuk için aşının önemini tartışmak dahi gereksiz ancak şu an birinci öncelik aşı değil ilaç ve tedavi yöntemleri geliştirmek olmalı. Basit bir küçük molekül temelli ilacın üretilmesi bile çok uzun bir zaman gerektiriyor. Bilimin iyi yanı, size net cevap verebilmesidir. Ancak kötü yanı ise bu net cevap çok uzun sürede ortaya çıkar. Dolayısıyla şu an hastalarda, hali hazırda başka viral etmenlere karşı çalıştığı bilimsel olarak kanıtlanmış ilaçlar deneniyor. Antiviral etkinliği olduğu bilinen Favipiravir, Remdesivir gibi ilaçlar da klinik denemelere alındı ve özellikle Remdesivir hakkında olumlu sonuçlar rapor edildi. Benzer şekilde şu sıralar çokça adı geçen C vitaminin de kanıtlanmış herhangi bir etkinliği bulunmamakla beraber, ilgili bilimsel olarak etkinliği test ediliyor. Bugün kontrollü olarak belirli aşamadaki COVID-19 hastalarında tıbbi protokoller dahilinde bu hidroksiklorokinin veriliyor ve etkinliği hakkında hala genel geçer bilimsel kanıtlar yok. Pek çok yan etkisi bulunan bu ilacın koruyucu olarak kullanımının işe yaradığına dair herhangi bir bilimsel kanıt da olmamasına rağmen, ilaç bu amaçla da kullanılıyor. Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi'nin resmî sitesinde şu an COVID-19'a yönelik beş yüzden fazla klinik test çalışması kaydı bulunuyor. Bunların bir kısmının nedensellikten uzak bir biçimde ve ticari kaygılarla denemelere sokulduğu rahatlıkla görülebilir. Bağışıklık artırıcı ürünler ne kadar faydalı? Normalden farklı olarak çok fazla takviye alır, örneğin çok fazla bitki çayı içerseniz, bağışıklık sisteminize ait sinyal moleküleri uyarılmaya başlar. Bu da sebepsiz yere bağışıklık sisteminizi alarma geçirebilir, dolayısı ile bağışıklık sisteminizin enfeksiyon durumunda gereğinden fazla bir etkinlik göstererek oluşan hiperenflamasyonun COVID-19 durumunda enfeksiyon bölgesine daha çok zarar vermesine neden olabilir. Kaynak : Cumhuriyet

Teknolojik Gelişmeler Viskozimetre Kullanımını Yaygınlaştırıyor

Viskozite ölçümleri, iki karşıt fakat eşdeğer işlemden birinde gerçekleştirilir: 1) bir taşınmaz sensörü geçerek akar veya 2) bir mobil sensör bir malzemeden geçer; her iki durumda da, bir viskozimetrenin akışa karşı direnç ölçümü, santipuaz (cP) veya milipaskal-saniye (mPa-s) cinsinden viskoziteye çevrilir. Referans olarak, suyun viskozitesi 1 cP veya 1 mPa-s olarak tanımlanır. Onlarca yıldır değiştirilmemiş ilkeleri kullanarak bu işlevi yerine getirebilecek çeşitli viskozimetre türleri vardır. Kılcal viskozimetreler, malzemeyi sabit bir hızda itmek için gereken geri basıncı ölçerken, döner viskozimetreler bir diski veya silindiri döndürmek için gerekli torku hesaplar.Diğer tipler, doldurulmuş bir tüp içindeki ağırlıklı bir sensörün düşme hızını veya yükseklik kazancını çeviren düşen bilye viskozimetreleri ve sıvı ortamdaki titreşimlerin sönümlemesini viskoziteye dönüştüren titreşimli viskozimetreleri içerir.Diğer bir varyasyon, zaman ve sıcaklık değişimlerinde değişken akış özelliklerine tabi olan sıvıların viskozitelerini hesaplayan ve Newtoncu olmayan akışkanlara kesme gerilimi verebilen reometredir. Döner viskozimetre örneğinde, ölçebilecekleri viskoziteler, sisteme verilebilecek tork aralığına bağlıdır. Düşük tork kapasitesine sahip cihazlar, çoğu ilaç karışımı da dahil olmak üzere düşük viskoziteli sıvıları ölçmek için en iyisidir. Yüksek tork kapasitesine sahip sistemler, kremler ve losyonlar gibi daha kalın maddelerin viskozitelerini daha doğru ve tekrarlanabilir bir şekilde ölçebilir.En yüksek tork kapasitesine sahip sistemler, zift veya asfalt gibi endüstriyel malzemelerin veya melas gibi endüstriyel çamura benzeyen gıda maddelerinin ölçümleri için daha uygundur. Viskozite, pompalanabilen, borulanabilen, daldırılabilen veya kaplanabilen herhangi bir malzeme için geçerlidir. Biyomedikal bilimlerde viskozite, yoğunluk, moleküler ağırlık ve yapı ve hatta viskozite ile ters bir ilişkiye sahip olan enzimatik aktivite hakkında tahminler yapmak için bir vekil ölçüm olarak kullanılabilir. Pratik terimlerle, viskozite kalite kontrol hususlarında son derece önemli bir faktördür, hangi sıvının paketlendiği ve son kullanıcılara dağıtıldığı her şeyin tutarlı ve öngörülebilir akış özelliklerine sahip olmasını sağlamak için. Ek olarak bu aynı zamanda farmasötik üretimin gerekli bir yönüdür ve buna göre, viskometre enstrümantasyonu, elektronik veri toplama ve depolamaya rehberlik eden düzenleyici çerçeveye uyumu kolaylaştırmak için son yıllarda yükseltilmiştir.  

Soğuk Gıda Endüstrisinde Gıda Güvenliği Sağlayan Yeni Buluş

Aldığımız herhangi bir soğuk zincir gıda ürününün bozulmaya başladığını çıplak gözle görebilir miyiz? Balık, et, meyve ve sebze gibi soğuk zincir gıda ürünlerinin bozulup bozulmadığını gösteren bir soğuk zincir gıda güvenlik etiketi geliştirildi. Oda sıcaklığına (10 ° C veya daha yüksek) maruz kaldığında soğuk zincir güvenlik etiketinde bir görüntü belirtiyor. Soğuk zincir teslim süreci boyunca oda sıcaklığına maruz kalma geçmişi ve süresi hesaplayabilme özelliğinin yanı sıra manuel olarak düzenlemeye imkan tanımıyor. Genel olarak, soğutulmuş veya dondurulmuş gıdalar oda sıcaklığına maruz kaldığında, bakteriler büyümeye ve çoğalmaya başlar. Ancak, çıplak gözle kötüleşip kötüleşmediklerini fark etmek zordur. Bunun nedeni, bazı bakterilerin yaşadıkları yiyeceklerin tadını ve kokusunu etkilememesidir ve dondurulmuş gıdalar, bir erime ve yeniden donma döngüsünden sonra bile neredeyse aynı görünüme sahiptir. Bu durumda, soğuk zincir güvenlik etiketi, buzdolabının veya dondurucu kamyonların arızasından kaynaklanan olası görünmez bozulmaya uğrayan yiyecekleri bilmeden yediğinizde ortaya çıkabilecek gıda zehirlenmesi ve benzeri etkilerden korunmak için iyi bir uygulamadır. Ayrıca, soğuk zincir güvenlik etiketi ince ve esnektir ve üretim maliyeti düşüktür. Dolayısıyla teknolojinin, hızla büyüyen taze gıda dağıtım pazarındaki uygulamaları için yüksek potansiyele sahip olacağı beklenmektedir. Kore Kimya Teknolojisi Araştırma Enstitüsü Biyolojik Kimya Araştırma Merkezi'nden bir araştırma ekibi (KRICT, Dr. Dongyeop Oh, Dr.Sung Yeon Hwang, Dr.Jeyoung Park ve Dr.Sejin Choi) bu teknolojiyi geliştirdi ve araştırma üzerine detayları yayınladı. Makalenin orjinaline buradan ulaşabilirsiniz. Soğuk zincir emniyet etiketinin temel teknolojisi nanofiber filmidir.Araştırmacılar, bu çıkartmayı üretmek için yeni geliştirilen nanofiber filmin arkasına tipik bir film takmaya çalıştılar.Düşük sıcaklıklarda, bu nanofiber film, ince ipliklerin birbiriyle kesiştiği ve böylece ışık dağıldığı için opak göründüğü sabit bir yapıya sahip oldu.Bununla birlikte, belirli bir süre oda sıcaklığına maruz bırakıldığında, bu nanofiber yapı çöküyor.Daha spesifik olarak, bu ince iplikler erimeye başlar ve birbirine karışır. Bu, ışığın film boyunca iletilmesine izin verir, böylece saydam görünmesini sağlar. Bu mekanizmaya dayanarak, çıkartmanın ön yüzeyindeki nanofiber film oda sıcaklığına maruz kaldıktan sonra şeffaf hale geldiğinde, arkadaki tipik film üzerinde üretilen görüntü önden görünür hale geliyor.Bu değişiklik kullanıcıların gıda ürünlerinin bozulup bozulmadığını belirlemelerini sağlar. Ayrıca araştırmacılar, bu nanofiber filmin oda sıcaklığına maruz kaldığında şeffaf olması için gereken süreyi kontrol etmenin bir yolunu buldular. Bu, her yiyeceğin kötüleşmesi için gereken sürenin değişebileceği gerekçesine dayanılarak denendi.Böylece, her bir etiket en az 30 dakika ve en fazla 24 saat oda sıcaklığına maruz kaldıktan sonra şeffaf olacak şekilde tasarladılar. Bu, bir zamanlayıcı ile aynı şekilde çalışır. Bu teknik, kullanılan nanofiber bileşimi ve kalınlığı kontrol edilerek gerçekleştirildi. KRICT Araştırmacısı Dr. Dongyeop Oh, "Bir kez oda sıcaklığına maruz kaldığında bu etiket, tekrar soğutmaya veya dondurmaya çalışsa bile orijinal durumuna geri döndürülemez. Ayrıca, oda sıcaklığına maruz kalma süresi manuel olarak ayarlanamaz ve neredeyse hiçbir yanıltma ihtimali yoktur " şeklinde bilgi aktarıyor. Soğuk zincir güvenlik etiketi, sadece gıda ürünleri uygulamaları için değil, aynı zamanda pahalı ilaçların ve tıbbi  malzemelerin soğuk zincir lojistik süreci için de yaygın olarak kullanılabilir. Bunun nedeni, etiketin ince ve esnek olması ve tahmini üretim maliyetinin her birinin yüzde bir oranında diğer etiketlere göre düşük olmasıdır. Şu anda,  bu amaçla yapılmış diğer ürünler oda sıcaklığına maruz kalma geçmişini gösteren bir kitler şeklinde yayın olarak kullanılır.Küresel kimya şirketleri tarafından pahalı ilaç ve tıbbi malzemelerin soğuk zincir dağıtımı için geliştirilen bu kitler oda sıcaklığına maruz kalıp kalmadığını göstermek için özel amaçlı mürekkeplerin kimyasal reaksiyonlarını kullanır. Bununla birlikte, kalın plastikten yapılmıştır ve bu nedenle çeşitli nesnelere takılması zordur ve üretim maliyeti oldukça yüksektir. Araştırma ekibinden Dr.Sejin Choi, "İlaç ve tıbbi malzemelerin dağıtımı için kullanılan mevcut kitler, içerdikleri özel mürekkebin hasar görürse sızması riskini taşıyor. Buna karşılık, geliştirilen soğuk zincir güvenlik etiketi herhangi bir kimyasal sızıntı riskini teslimat sırasında hasar görse bile taşımıyor" yorumunda bulundu ve gelecekte nanofiber teknolojilerin sağlayacağı yeni olanakların daha yaygın olacağına dair bir mesaj olarak çalışmalarına ait makaleyi yayınladılar.  

COVID-19 için 60 Dakikadan Kısa Sürede Yüksek Doğrulukla Moleküler Tanı Kiti

LAMP4U COVİD-19 moleküler tanı kitleri, gerektiğinde sahada direkt olarak hasta örnekleri üzerinden kullanılabilecek bir formatta tasarlanıyor. NANOBİZ tarafından, validasyon çalışmaları sonrasında LAMP4U-COVID19 markası altında piyasaya sürülmesi planlanan moleküler test kitlerinin, gerektiğinde birinci kademe sağlık kuruluşları, mobil test istasyonları, hava alanları, sınır geçişleri, ve askeri platform ve birimlerde kullanımını olası kılan cihazlar da geliştiriliyor. Bu cihazlardan biri olan ve T.C. Cumhurbaşkanlığı Savunma Sanayii Başkanlığı (SSB) tarafından Teknoloji Kazanım Projesi olarak desteklenen BİOSENS-Hibrit cihazı ile PCR ve ELİSA reaksiyonlarını aynı anda ve sahada yürütebilecek kabiliyete ulaşıldı. ODTÜ Biyolojik Bilimler Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hüseyin Avni ÖKTEM liderliğindeki NANOBİZ Ar-Ge Ekibi, öncelikle savunma sanayiinde kullanım için geliştirdikleri BİOSENS-Hibrit Platformunun, COVİD-19 virüsünün sahada, hasta başında ve yüksek doğrulukla moleküler tanısını yapabilecek şekilde adaptasyon çalışmalarına hız verdi. Bu çalışmalara ek olarak, farklı kurum ve kuruluşlardan araştırıcılarla birlikte kart test formatında hızlı antikor testlerinin geliştirme sürecinde de son aşamaya gelindiği belirtildi. Prof. ÖKTEM’in aktardığı bilgilere göre, NANOBİZ tarafından geliştirilecek LAMP4U COVİD-19 moleküler tanı kitleri, uzun ve zahmetli numune hazırlığı gerektirmeden hastadan alınan örneklerde 60 dakika içerisinde yüksek doğrulukla sonuç verebiliyor.  Testin sahada yapılabilmesi, numune hazırlık ile birlikte 3-4 saat süren PCR test sürecini yaklaşık 60 dakikaya indirerek hızlı sonuç vermesi ve kısa bir kullanıcı eğitiminden sonra kolay kullanımı ile sistemin yerli ve milli bir çözüm olarak maliyet avantajı da sağlayacağı değerlendiriliyor. Söz konusu LAMP4U COVİD-19 moleküler tanı kitlerinin üretimi konusunda ODTÜ’de bulunan altyapıların da kullanıma alınabileceğini ifade eden Prof. ÖKTEM, seri üretim fazına geçildiğinde oluşacak talebin karşılanması yönünde planlamaların yapıldığını ifade ediyor. Kaynak: ODTÜ Teknokent

Sabancı Üniversitesi Nanoteknoloji Araştırma ve Uygulama Merkezi Covid-19 ile Mücadele Nano Open Webinar Serisi Başlıyor

Üniversitelerle işbirliği kapsamında düzenlenen seminerlerin ilki 8 Nisan 2020 Çarşamba saat 11.00-12.00 arasında yapılacak Alt yapısını COVID-19 mücadelesinde aktif rol alan kit geliştirici, antikor/biyolojik ajan üreten firmalar ile kamu kuruluşlarına açan Sabancı Üniversitesi Nanoteknoloji Araştırma ve Uygulama Merkezi (SUNUM) çalışmalarına "Covid-19 ile Mücadele" Nano Open Webinarı seminerleri ile devam ediyor. Üniversitelerle işbirliği kapsamında düzenlenen seminerlerin ilki 8 Nisan 2020 Çarşamba günü saat 11.00-12.00 arasında gerçekleştirilecek.  Webinarda SUNUM Direktörü Prof. Dr. Fazilet Vardan Sukan "SUNUM’da COVID-19 Çalışmaları", Yeditepe Üniversitesi'nden Doç. Dr. Çağatay Acuner "SARS-CoV-2 Virüsü" ve Yeditepe Üniversitesi'nden Prof. Dr. Meral Sönmezoğlu "COVID-19 Hastalığının Bulaş Yolları ve Kliniği" konusunda anlatımlarını yapacak. "Covid-19 ile Mücadele" Nano Open Webinarına tüm basın mensupları davetlidir. Seminer linki: https://meet.google.com/cra-qtiw-kzm Sabancı Üniversitesi Nanoteknoloji Araştırma ve Uygulama Merkezi (SUNUM) Hakkında T.C. Kalkınma Bakanlığı ve Sabancı Vakfı ortak yatırımı ile 2011 yılında kurulan SUNUM’da ileri malzemeler, nano biyoteknoloji, nano tıp, nano elektronik, nano optik, mikro-nano-akışkanlar, mikronano- elektro mekanik sistemler, yenilenebilir enerji sistemleri, üçboyutlu baskı, biyosensörler ve biyomedikal uygulamalar, gıda güvenliği ve kablosuz geniş bant iletişim teknolojileri gibi alanlarda disiplinler arası araştırmalar yapılmaktadır. Detaylı Bilgi https://sunum.sabanciuniv.edu/ Kaynak: Bültenler

Sabancı Üniversitesi Covid-19 Kiti Üreticilerine Alt Yapısını Açıyor

In-vitro tanı kitleri konusunda profesyonel bir kurguya, bilgi birikimi ve alt yapıya sahip olan Sabancı Üniversitesi Nanoteknoloji Araştırma ve Uygulama Merkezi (SUNUM), COVID-19 mücadelesinde aktif rol alan kit geliştirici, antikor/biyolojik ajan üreten firmalar ile kamu kuruluşlarına alt yapısını açıyor.  SUNUM, ulusal araştırma altyapısı ve tüm stratejik paydaşları ile COVID-19 mücadele sürecine katkı verme çerçevesinde her türlü işbirliğine hazır olduğunu web sitesi ve sosyal medya kanalları aracılığıyla duyurdu.   Halihazırda değerlendirme aşamasında olan NANOSIS projesi kapsamında SUNUM, “Sağlık için takip ve tanıya yönelik hızlı, ekonomik ve özgün nanoteknolojik bileşen, ürün ve sistemlerinin geliştirilmesi” teması ile enfeksiyon hastalıklarının basit, hızlı ve ekonomik tanısı odağında çalışmalar planlanmakta. Bu kapsamda 24 stratejik ortak ile birlikte tanı kitleri, biyosensörler ve evde sağlık kavramları gibi önleyici tıp çalışmaları ve sağlığı olumsuz etkileyen ajanların moleküler yöntemlerle saptanmasına yönelik ihtiyaçları göz önünde bulundurarak bir sanal işbirliği platformu kurgulandı.  NANOSIS projesi kapsamında kanser tanısı için düşünülen in-vitro kitlerinin Covid-19 tanı kitlerine dönüştürülebileceğini vurgulayan SUNUM yetkilileri, fiziko-kimyasal/biyolojik analizlerini yapmak, üretimlerini gerçekleştirmek için gereken cihazlara sahip olmayan kurum ve kuruluşlara alt yapısını açarak kendilerini işbirliğine davet ediyor.  SUNUM Direktörü Fazilet Vardar konuyla ilgili olarak şunları söyledi: Biz SUNUM olarak örnek olmak için öncelikle kendi alt yapımız açtık. Ardından, talep ile arzı birleştirmek için bir hareket başlattık. SUNUM, #corbadatuzunolsun hashtag’i ile COVID-19 TR Yetkinlik haritası*" nı oluşturmak üzere bir çağrı başlattık. Böylece ulusal düzlemde; mevcut ürün, teknoloji ve hizmetleri ile katkıda bulunmak isteyen kurumlar ve ekiplere open-source denilen açık kaynaklı bir platform üzerinden bir koordinasyon iletişim yapısı kurarak destek vermeği hedefledik  Bu platformu kurmaktaki amacımız COVİD-19 ile mücadelede yeni projeler ve işbirlikleri için bütün resmi görebilmemizi sağlamak. İlave olarak COVID-19 mücadelesinde aktif rol alan kit geliştiriciler veya geliştirecek olanlar, antikor/biyolojik ajan üreten firmalar veya kamu kuruluşları üreticileri ile temasa geçilerek SUNUM altyapımızı açmayı planlamaktayız. Sabancı Üniversitesi Nanoteknoloji Araştırma ve Uygulama Merkezi (SUNUM) Hakkında T.C. Kalkınma Bakanlığı ve Sabancı Vakfı ortak yatırımı ile 2011 yılında kurulan SUNUM’da ileri malzemeler, nano biyoteknoloji, nano tıp, nano elektronik, nano optik, mikro-nano-akışkanlar, mikronano- elektro mekanik sistemler, yenilenebilir enerji sistemleri, üçboyutlu baskı, biyosensörler ve biyomedikal uygulamalar, gıda güvenliği ve kablosuz geniş bant iletişim teknolojileri gibi alanlarda disiplinler arası araştırmalar yapılmaktadır. Kaynak : GazeteSU

Korona Virüse Karşı Doğada Çözülebilen Nanokoruyucu

T.C. İstanbul AREL Üniversitesi araştırma merkezlerinden ArelPOTKAM’da (Polimer Teknolojiler ve Kompozit Uygulama ve Araştırma Merkezi) çalışan Malzeme Teknolojileri Uzmanı Erdi BULUŞ insan sağlığı üzerinde geliştirdiği iki projesi ile ödül aldı. İstanbul Arel Üniveristesi ArelPOTKAM birimi dünyayı kasıp kavuran KORONA virüsünden korunmak için en önemli çarelerden biri olan maskede nanoteknoloji ile çok önemli bir buluşa imza attı. Nanokoruyucu Maske diğer maskelere göre daha uzun ömürlü, doğa dostu, yüz yapısına uygun ve fiyat olarak da daha az maliyetli.   Ürünü tasarlayan ve geliştiren ArelPOTKAM’da Malzeme Teknolojileri Uzmanı olarak çalışan Erdi BULUŞ yaptığı açıklamada;  “ Ürün 24 saat kullanılabiliyor, diğerlerinin kullanım süresi ise sadece 8 saat. Ayrıca ürünümüz geri dönüşümlü ve doğa dostu çünkü çevresel atıklardan üretiliyor. Diğer maskeler yüzde bir süre sonra sıkıntı yaratırken bu ürün tamamen yüzün ergonomik yapısına uygun ve rahatsızlık vermiyor. Bir diğer önemli taraf ise diğer mevcut ürünlere nazaran ortalama yüzde 30’a yakın maliyeti daha düşük. Bu sistemimizi mevcut endüstriyel proseslere direkt kurabiliyoruz ve 1 ay içinde seri üretime geçebiliyoruz.” dedi. 17 Şubat Pazartesi günü, İstanbul Kalkınma Ajansı destekli İstanbul Ticaret Üniversitesi Kuluçka Merkezi’nde gerçekleştirilen, Teknolojik Girişimciliğin Geliştirilmesi Projesi kapsamında, Yenilikçi Tasarım Yarışması düzenlendi. İstanbul Ticaret Odası ve Ziraat Katılım Bankası sponsorluğu ile gerçekleştirilen yarışmada, ArelPOTKAM’da Malzeme Teknolojileri Uzmanı olarak çalışan Erdi BULUŞ  “Korona Virüsü Gibi Diğer Bakteri Ve Virüslere Karşı Etkili Doğada Çözünür Nanoteknolojik Maske Üretimi: Nanokoruyucu” ve “Yerli Üretim Yara İyileştirici Ve Doku Onarıcı Fonksiyonel Kullanım Olanağı Bulunan Portabl Allspinning Ve Biyobaskı Kalemi Üretimi” projeleri ile ‘İnovatif Ürün Kategorisi’nde ikincilik ödülü kazandı. Buluş projeleriyle ilgili son olarak; “Nanokoruyucu olan ürünümüz korona virüsü dışında diğer bakterileri ve zararlı bileşenleri de geçirmeme özelliğine sahip, nefes alabilen yapısıyla da son derece kullanışlı olup ilaç yüklenilebilme imkanı da sunuyor.” diye konuştu. Ödül sonrası ise Buluş, İstanbul Arel Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Argun Karacabey ile bir araya gelip, projelerin detaylarını anlatarak görüşme sonrasında plaketini teslim aldı. Kaynak : AA

GTÜ Biyoteknoloji Enstitüsü Covid-19 Hızlı Tanı Kiti için Çalışmaya Başladı

Gebze Teknik Üniversitesi (GTÜ) Biyoteknoloji Enstitüsü Müdürü, Moleküler Biyoloji ve Genetik Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Işıl Kurnaz, yeni tip koronavirüsle (Kovid-19) mücadele kapsamında özel sektör ve üniversitelerle kurdukları konsorsiyumlarla 2 farklı "hızlı tanı kiti" üretilmesi için çalışmalara başladıklarını söyledi. Kurnaz, AA muhabirine yaptığı açıklamada, salgın nedeniyle birçok kişinin uzaktan çalışma, yarı zamanlı ya da kısmi çalışma gibi alternatiflerle iş hayatından kopmamaya çalıştığını belirtti. Vatandaşların, mümkün olduğunca dışarı çıkmamaya gayret ettiğini anlatan Kurnaz, tüm dünyada olduğu gibi Türkiye'de de her alanda bir seferberlik başlatıldığını vurguladı. Kurnaz, dünya tarihinde ilk defa görülen bir süreç yaşandığına işaret ederek, şu anda bütün bilim dünyasının, mevcut çalışmalarını bir kenara bırakarak bu konuya odaklandığını kaydetti. GTÜ'nün sivil bir biyoteknoloji platformu inisiyatifinde ve İstanbul Sağlık Enstitüsü kümelenmesinin içinde yer aldığını bildiren Kurnaz, bu oluşumlardan tanıdıkları, tanı kiti üreten firmalarla iş birliği yaptıklarını dile getirdi. Kurnaz, kısa zamanda çok fazla insana test yapılması ve aşı üretilmesi gerektiğini aktararak, GTÜ olarak tüm imkanlarını, diğer firma ve üniversitelere destek vermek üzere yoğunlaştırdıklarını bildirdi. - "Hedefimiz süreyi daha da kısaltmak" Prof. Dr. Kurnaz, bu alanda hazırladıkları bir projeyi Türkiye Sağlık Enstitüleri Başkanlığına (TÜSEB) sunacaklarını vurgulayarak, şunları söyledi: "Sentromer firması ve RTA/A1 Life Sciences, zaten tanı kitleri üreten firmalar. Hatta RTA Laboratuvarları, Kovid-19 teşhisi için moleküler tabanlı tanı kiti geliştirdi. Mevcut kit, 3 saat içinde sonuç veriyor. Bizim hedefimiz, bu süreyi daha da kısaltmak. Bu konsorsiyumdaki amacımız, mümkünse PCR cihazına gerek duymadan ama virüsün genetik materyalini hızlı bir şekilde tanımlamaya yarayacak bir sistem geliştirebilmek. Biliyorsunuz PCR temelli tanılar, daha yüksek hassasiyetli, daha doğru çözüm veriyor fakat yüksek maliyetli cihazlar gerektiriyor ve bu her yerde yok. Virüsün kendi materyallerini çıkartmak ve saflaştırmak gerekiyor, bundan sonra PCR aşamasına geçebiliyorsunuz. Bunlar da zaman ve sağlık personeli için risk artıyor demek. Dolayısıyla bu ikisini de bir arada yapabilecek ve bu süreyi kısaltabilecek bir sistem geliştirmeye çalışıyoruz. Şu anda firma çalışmalara başladı, tasarımda bizim de katkımız var. TUSEB'e sunacağımız projenin prototipi, şu anda çalışılmakta. Bir taraftan da projeyi yazıyoruz. Çok hızlı bir şekilde üretime geçebilmeyi de umuyoruz." - "Projeyi yazarken, yurt dışından talep geldi" Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesinden Doç. Dr. Sadullah Öztürk'ün inisiyatifiyle başladıkları diğer bir projeyi ise TÜBİTAK'a sunacaklarını dile getiren Kurnaz, "Bu projede ise virüsün materyalleri üzerinden değil de yüzeyindeki proteinler üzerinden ama antikor kullanmayan, bu yüzey proteininin bağlanabilecek bir kit üzerinden ilerliyoruz ve bir sistem geliştirmeye çalışıyoruz." şeklinde konuştu. Projenin 9 ay olarak planlandığını ancak çok daha önce çıkmasını umut ettiklerini söyleyer Kurnaz, "Çok ilginç bir şekilde biz bu projeyi yazarken, yurt dışından talep geldi. 'Biz de satın alabilir miyiz?' dediler. Tüm dünyada böyle bir ihtiyaç söz konusu. Konsorsiyumlarda tüm dünya ile bilgi alışverişi yapıyoruz. Projelerin bazı detaylarında, püf noktalarında ticari sır var ama şu anda esas önemli olan 'hayatta kalma mücadelesi' diye bakıyoruz." değerlendirmesinde bulundu. Kurnaz, bu projede Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi, Bezmi Alem Vakıf Üniversitesi, İzmir Biyotıp ve Genom Merkezinde (İBG), İzmir Katip Çelebi Üniversitesi ve Yıldız Teknik Üniversitesi ile birlikte çalıştıklarını kaydederek, hızlı tanı kiti projeleriyle Kovid-19 ile mücadele çalışmalarına katkı sağlamayı amaçladıklarını bildirdi. - "Yerli ve milli üretimle kendi kendimize yetebileceğiz" Kurnaz, bütün dünyanın bu kitlerin peşinde olduğunu vurgulayarak, sonuçta her ülkenin kendi ürettiği tanı kitini öncelikle kendi memleketinde kullanmaya çalıştığına dikkati çekti. Böyle bir arz talep dengesinin söz konusu olduğunu ve yüksek hassasiyetle hızlı tanı yapabilmenin çok önemli olduğunu aktaran Kurnaz, sözlerini şöyle tamamladı: "Ama 'kendi kendimize yetmek' şu an her ülke gibi Türkiye açısından da çok kritik bir durum çünkü zaman gelecek tanı kiti bulamayacağız, hatta yapmak için de ham maddeye ihtiyacımız olacak. Tanı kiti açısından, vaka sayıları arttıkça bütün dünyada bir ham madde sıkıntısı başlayacak. Dolayısıyla biz bunu ne kadar yerli ve milli üretebilirsek, hatta ham maddesini kendimiz tedarik edip, yurt içi üretimini sağlayabilirsek, o kadar bu konuda kendi kendimize yetebileceğiz. Bu en az tanı süresi kadar önemli. Kendi kendine yetebilme, çok yakın bir vadede zaruri ihtiyaç olacak."  

Tohum Gen Bankası'nda Tohumlar Özenle Geleceğe Taşınıyor

Covid-19 Pandemisiyle birlikte gıdaya erişim dünyada temel bir konu haline gelirken, Türkiye'nin binlerce yıllık tohum mirasının muhafaza edildiği Tohum Gen Bankası'nda tohumlar özenle geleceğe taşınıyor. Eksi 18 derecede üst düzey güvenlik önlemleri altında saklanan tohumlar, dünyada bir ilk olan ulusal DNA Barkotlama Projesi ile Türkiye adına kayıt altına da alınıyor. Tarım ve Orman Bakanlığı, yerel çeşitler başta olmak üzere genetik kaynakların toplanması, muhafazası ve çeşitlendirmesine dönük birçok çalışma yürütüyor. Tarım ve Orman Bakanı Bekir Pakdemirli, Cumhuriyet tarihinin en büyük yerli tohum seferberliğine start vermişti. Türkiye'nin binlerce yıllık ata tohumlarının muhafaza edildiği Tohum Gen Bankası'nda titiz bir çalışma yürütülüyor. Atadan yadigar tohumların bir araya getirildiği gen bankasında 23 bini yerel olmak üzere 60 bin tür ve yaklaşık 120 bin tohum bulunuyor. Çimlenme testi yapılan tohumlara özel vakumlama yöntemi uygulanıyor. Eksi 18 derece soğukta muhafaza edilen tohumlar, vakumlanan paketlerde 10 yıl boyunca canlılığını koruyabiliyor. Türlerin sadece tohumları saklanmıyor, merkezde aynı zamanda bitkilerin herbaryum, DNA ve doku örnekleri de korunuyor. Herhangi bir salgın hastalığa karşı önlemlerin alındığı gen bankasında hijyen kuralları da en üst seviyede tutuluyor. Özel izinlerle girilen merkezde 24 saat boyunca tohumların ısı ve nem dengeleri kontrol ediliyor, aksaklıklarda devreye giren alarm sistemi uyarı veriyor. Böylelikle yaşanabilecek herhangi bir olumsuzlukta tohum kaybının da önüne geçilmiş olunuyor. 250 bin tohum kapasitesine sahip Ankara'da bulunan gen bankasında sadece tohumlar korunmuyor, aynı zamanda onaylanmış araştırma projeleri için materyal de üretilerek araştırmalar destekleniyor. "Çok sayıda gönüllü insan tohum bağışlıyor" Tohum Gen Bankası'nın işleyişine ilişkin bilgiler veren Türkiye Tohum Gen Bankası Bölüm Başkanı Dr. Kürşat Özbek, "2010 yılında açıldı merkezimiz. Türkiye'deki biyolojik çeşitliliğin tespit edilmesi, toplanması korunması, karekterizasyonu, muhafazası ve araştırma gruplarına dağıtılması işlemleri yapılıyor merkezimizde. Elimizde 60 bin civarında örneğimiz var. 23 bin tanesi yerel çeşit. Bakanlığımıza diğer araştırma projelerinden gelen enstitülerden toplanan tohumlar var. Bunun yanı sıra Tohum Gen Bankası'na çok sayıda gönüllü insan tohum bağışlıyor. Birileri geliyor 'Böyle bir tohum bulduk. Dedemizin dedesi tarafından üretiliyormuş' diyorlar. Tohumları alıp kendi tohum prosedürümüze ekliyoruz. Haymana'da bir enstitümüz var, orada üretiliyor. Üretildikten sonra uluslararası standartlarda Tohum Gen Bankası'nda muhafaza ediliyor. Burada sadece tohumlar raflarda muhafaza altında değil. Tarafımıza ait projeler yürütüldü" dedi. "Yıllardır aynı coğrafyada yaşadığı için bu genler hastalıklara karşı dayanıklılık geni geliştiriyor" Türkiye'nin dört bir yanından ata tohumu toplandığını kaydeden Özbek, "Ata tohumlarının özelliği farklı türlerden oluşması, tek düze, tek tip yapı yok içerisinde. Birbirinden farklı örnekler var. Yıllardır aynı coğrafyada yaşadığı için bu genler hastalıklara karşı dayanıklılık geni geliştiriyor. Büyük salgın insanlar üzerinde etki gösteriyor. Ama zamanında bitki türlerini yok eden hastalıklar da oldu. Bunlar için en en önemli kısım bitki genetik kaynakları. Doğadaki genetik kaynağı muhafaza eder bunun ne olduğunu anlayabilirseniz buna yönelik çeşit geliştirirsiniz. Her an doğada bir salgın hastalık çıkabilir, bu hayvanlar, bitkiler için, insanlar için de çıkabilir. Önemli olan o dayanıklılık genini içeren canlıyı bulduğun zaman o hastalığa yönelik çözümler geliştirebilirsiniz. Örnek tek tip olursa gelen bir hastalıktan tüm ürünü kaybedebilirsiniz. Farklı özelliklere sahip çeşitliliğe sahipseniz kuraklık ve salgınlarda daha az etkilenirsiniz" diye konuştu. "Genetik türler dünyada tek olan bir proje ile Türkiye adına kayıt altına alınıyor" Ulusal DNA Barkotlama Projesi kapsamında Barkot Türk adında veri tabanı kurularak yerel kaynakların moleküler düzeyde karakterize edilip Türkiye adına kayıt altına alındığını kaydeden Özbek, "Ülkemizde bu sistem kurulana kadar genetik kaynakların kayıt altına alındığı, moleküler tanımlama bilgileri ile beraber kayıt altına alındığı bir sistem yoktu. Biz bu proje ile ve bunun kapsamında kurduğumuz Barkot Türk veri tabanı ile Türkiye'deki tüm genetik kaynakların moleküler tanımlama bilgilerini alıyoruz ve bunları Barkot Türk adını verdiğimiz veri tabanı vasıtasıyla Türkiye adına kayıt altına alıyoruz. Dünyada 200 milyona yakın genetik kaynak, müleküler düzeyde tanımlanmış ama bunların verileri hep farklı farklı veri tabanlarında. İlk defa Türkiye kendi genetik kaynaklarını kendi karakterize ediyor, bu verileri Türkiye adına kayıt altına alıyor" dedi.

Adli Toksikolojinin Sınırlarını Zorlamak

Adli ve klinik toksikolojide biyolojik örneklerin kapsamlı taranması, güçlü ve son derece hassas aletler olmadan mümkün değildir. Gaz kromatografisi kütle spektrometrisi (GC-MS), toksikolojik ilaç taramasına tarihsel olarak tercih edilen bir yaklaşımdır. Genel olarak bilinmeyen analiz - 4.000'den fazla madde tarayan geniş bir tarama yöntemi - geleneksel olarak GC-MS teknikleri ile yapılır, ancak son yıllarda sıvı kromatografi kütle spektrometrisi (LC-MS) yöntemleri tarafından sürekli gölgede bırakılmıştır. Adli ve klinik toksikolojide biyolojik örneklerin kapsamlı taranması, güçlü ve son derece hassas aletler olmadan mümkün değildir. Bu tür enstrümanlar, araştırmacıların çalışmalarını, hızlı geri dönüş süresi, kullanım kolaylığı ve yenilikçi LC-MS tekniklerinin yüksek duyarlılığı ile kolaylaştırılan ana ilaçların ve karşılık gelen metabolitlerinin açıkça tanımlanmasına odaklamalarına izin verir. Saç, idrar, kan ve oral sıvı, adli toksikoloji laboratuvarlarının aldığı çok çeşitli örnek türlerine örnektir. Bazı biyolojik matrisler diğerlerinden daha fazla tarama zorluğu yaratır ve oral sıvı testi son zamanlarda genel bilinmeyen analiz için optimize edildi ve laboratuvarların bir dizi hizmet sunmasını sağladı. Bağımlılık tıbbında çalışan sağlık klinikleri, psikiyatri hastaneleri, cezaevleri, uzman psikiyatri cezaevleri ve özel hekim uygulamaları bu tür hizmetlerden yararlanan kurumlara örnektir. TOKSİKOLOJİ VAKA ÇALIŞMASI - DR. MİCHAEL BÖTTCHER LABORATUVARI Michael Böttcher'ın Almanya'nın Dessau kentinde bulunan MVZ Laboratuvarı'ndaki laboratuvarı, ilaç tarama analizi ve toksikolojik çalışmalardaki uzmanlık özellikleri ile ünlüdür ve çok çeşitli biyolojik matrisler için eksiksiz bir analiz spektrumu sunmaktadır. Kapsamlı bir analitik tesis olarak, laboratuvar çeşitli kaynaklardan örnekler alır. “Lab-Dessau'da her türlü ilaç testini yapıyoruz: terapötik ilaç izleme, kötüye kullanım test ilaçları işyeri ilaç testi, zehirlenme vakaları, ve özellikle bağımlılık tıbbı için klinik ilaç testi. Berlin gibi büyük şehirlerde çok sayıda bağımlılık kliniğinde çalışıyoruz. Kötüye kullanım ilaçları aramaya ek olarak terapötik ilaçları da izliyoruz ”diye açıklıyor Dr. Böttcher. “Çok sayıda nadir ilaç testi konusunda çok uzmanız. Ayrıca adli test yapıyoruz - adli tıp tarafından akredite olduğumuz için, bir dizi adli kurum için çalışıyoruz. Birçok müşteri, daha az rutin olan yeni psikoaktif madde testlerine ihtiyaç duyuyor, bu nedenle uzman yeteneklerimiz nedeniyle bize örnekleri gönderiyorlar ”diyor Dr. Böttcher. Sentetik kannabinoid için numuneler sıklıkla laboratuvara gönderilir“yasal yüksekler” olarak adlandırılan sentetik opioidler ve internet ilaçları için yapılan testlerin yanı sıra. On yıllardır piyasada bulunanların yanı sıra modern “tasarımcı ilaçlar” laboratuvara gönderiliyor. Böttcher'ın laboratuvarı, kılcal kan numuneleri, idrar, saç ve oral sıvıdan gelen ilaçları analiz edebilir - ikincisi en son optimize edilmiştir ve özellikle bu laboratuvara özgüdür. Laboratuvar, zamana duyarlı numunelerle müşterilere hizmet vermek için minimum kesinti süresi ile çalışan güvenilir cihazlara güvenmektedir. 4.000'den fazla maddeyi tarayan geniş bir tarama yöntemi olan genel bilinmeyen analiz yürütme yeteneği, laboratuvarda bulunan kapsamlı ilaç bileşikleri kütüphanesine bağlıdır, bu nedenle bunun yanı sıra güncelleme yöntemleri de devam etmek, devam eden araştırma ve hizmet geliştirme için kritik öneme sahiptir. GC-MS VE LC-MS KARŞILAŞTIRMASI GC-MS, genel bilinmeyen analiz kullanılarak toksikolojik ilaç taramasına geleneksel bir yaklaşımdır, ancak hızlı geri dönüş süresi, kullanım kolaylığı ve yenilikçi LC-MS yöntemlerinin yüksek hassasiyeti ile sürekli gölgelenmiştir. LC-MS'in artan popülaritesine rağmen, Dr. Böttcher'ın laboratuvarı bazı örnekleri LC-MS ile görünmediği için hala bazı örnekleri taramak için GC-MS kullanıyor. Yönlendirilmemiş taramada rutin çalışmalar için laboratuvar şimdi Bruker Daltonics'in çok aşamalı doğru kütle spektrometresi (LC-MSn) kütüphane tabanlı bir çözümü olan Toxtyper ™ 'yi kullanmaktadır. “Rutin genel bilinmeyen analiz için artık GC-MS kullanmıyoruz, ancak bazı durumlarda, özellikle matrisin ayrıştırılabileceği ölüm sonrası dönemde, bu hala yararlı bir yedekleme tekniğidir. Post-mortemler LC-MS'de çok fazla iyon baskılaması üretir ve sonuçlar GC-MS sonuçlarından daha az dürüsttür. Toxtyper, örnekleri işlemenin ve daha memnun müşteriler elde etmenin daha iyi bir yoludur. ” İlgili Makale: Yeni Nesil Dizileme için Adli Tıp Uygulamaları LC-MS'nin GC-MS yerine giderek daha fazla tercih edilmesinin ana nedeni, numune hazırlama süresindeki azalmadır. Dr. Böttcher bu zaman tasarruflarının nasıl gerçekleştiğini şöyle açıklıyor: “GC-MS ile, hepsi çok zaman alan numuneleri çalıştırmadan önce üç numune hazırlama adımını (hidroliz, ekstraksiyon ve türevlendirme) tamamlamanız gerekir. Tüm bu adımlar çok seçicidir ve bu yüzden madde kaybımız vardır. Ek olarak, numuneler hazırlık halinde çok hantal olduğu için numuneler gruplar halinde çalıştırılmalıdır, bu nedenle acil bir numune geç gelirse, rutine eklemek ekonomik değildir. İlk başta ne aradığınızı bilmediğiniz için bu, genel bilinmeyen analiz için dezavantajlıdır. LC sistemleri bu seçici örnek hazırlama adımlarını gerektirmez ve bu nedenle rastgele erişim mümkündür. Çalışma sonrası zaman da GC-MS'ye kıyasla büyük ölçüde azalır, veri madenciliği daha verimlidir ve fazla deneyime ihtiyacınız yoktur. ” TARAMA YETENEKLERİ Bazı durumlarda, müşteriler hangi ilacı taramak istediklerini bilebilir, bu durumda çok hedefli bir tarama yaklaşımı kullanılabilir. Bu yöntemin duyarlılığı, genel bilinmeyen analizden (hedefsiz yaklaşım) çok daha yüksektir, ancak ilgili ilaç grubunun bilinmediği zehirlenme durumlarında, genel bilinmeyen analiz gereklidir (Tablo 1).   Tablo 1: MVZ Laboratory Dessau, Limbach Group'ta LC-MS ilaç tarama özellikleri.   Genel bilinmeyen analiz (Hedefsiz analiz) (Toxtyper ™) Çok hedefli tarama (LC-MS-MS) Madde Sayısı 4000 yakl. 100'e kadar (yönteme bağlı olarak) Örnek tip Oral sıvı, idrar, kan, camsı mizah, mide içeriği, mekonyum Oral sıvı, idrar, saç, kan, camsı mizah, mide içeriği, mekonyum Tarama yetenekleri Bilinmeyen genel tarama Aşağıdakiler de dahil olmak üzere çok çeşitli ilaçların taranması:   Opiyatlar / opioidler benzodiazepinler 145 sentetik kannabinoid amfetamin antidepresanlar ve daha fazlası... Özel yöntemler:   Opiatlar / opioidler = 65 madde Benzodiazepinler ve Zsubstances = 75 Sentetik kannabinoidler = 100 madde Amfetaminler / tasarımcı ilaçlar = 70 madde Duyarlılık 1-25 ng / ml 0.1-2 ng / ml (10 x daha duyarlı); Çoklu hedef analizi yapılır ve LC-MS-MS ile laboratuvarın çoklu hedef analitik sistemine yerleştirilir. Bu, müşterinin bireysel ihtiyaçlarına göre modifiye edilebilir ve uyarlanabilir ve şu anda 68 farklı madde için tarama kabiliyetine sahiptir. Laboratuvarın özel çoklu hedef yöntemleri, örneğin bir opiat yöntemi veya bir benzodiazepin yöntemi, söz konusu madde sınıfı için kapsamlıdır. “Müşteri genellikle çok hedefli analiz veya genel bilinmeyen analiz yaptığımızda karar verir, ancak bu duruma bağlı olabilir. Örneğin, belirli bir durum özel bir analiz kullanılarak çözülemezse, genel bilinmeyen analiz uygulanır. Ancak bir müşteri bir opioid testi isterse, özel opioid yöntemini kullanırız. Opioid yöntemi için 65'ten fazla maddeyi test edebiliriz; benzodiazepin yöntemi ile 75 madde; ve sentetik kannabinoid yöntemiyle yaklaşık 100 maddeyi test edebiliriz. Bu oral sıvıya değil, diğer vücut sıvılarına da uygulanabilir ”diyor Dr. Böttcher. Ultra yüksek performanslı sıvı kromatografisine ek olarak, LC-MS çözeltisi toksikolojik analiz için kapsamlı bir ilaç kütüphanesi kullanır. Dr. Böttcher, böyle bir kütüphanenin kullanılabilirliğinin çalışmalarını nasıl kolaylaştırdığını anlatıyor: “GC-MS kütüphanesiyle aynı büyüklükte bir kütüphane bulunduğunu duyduğumuzda, ancak glukuronidlerin eklenmesiyle hemen ilgileniyorduk. Kütüphane tüm önemli glukuronidleri içeriyorsa, hidrolizleme gerekli değildir. Böyle bir kütüphaneyi kendi başınıza kurmak çok karmaşıktır, çünkü bu glukuronid moleküllerini satın alamazsınız. Hidroliz, zaman alıcı ve seçici olan glukuronidleri temizler, çünkü bazı maddeler yüzde 100 parçalanmaz ve yöntemlerinizi doğrulamak için bu maddeleri satın alamazsınız. Bu yaygın bir bilgi değildir ve idrar toksikolojisinde önemli bir konudur. Glukuronidler ve Toxtyper cihazını içeren kütüphanenin kombinasyonu, özellikle idrar analizi için büyük bir başarı. ” Böttcher'ın laboratuarı toksikoloji çalışması için biri Bruker tarafından geliştirilen, diğeri ise harici bir bilimsel enstitü olan Maurer / Wissenbach / Weber (MWW) Kütüphanesi (Wiley-VCH, Weinheim, Almanya, 2014, TT-M2) için iki ilaç kütüphanesi kullanmaktadır. . Laboratuvar, planlanmış amaçlar için yaklaşık 1.000 ana madde içeren Bruker kütüphanesini kullanır: Maddenin mevcut olması halinde bulunması gereken dar bir algılama süresi penceresi vardır. Bu, yazılım belirli bir maddeye yönlendirildiği için hassasiyetin artmasına neden olur. MWW kütüphanesi 1.500 madde ve 3.000 metabolit (glukuronidler dahil) içerir ve Bruker kütüphanesinden farklı olarak tutma süresine endekslenmez. Bu, duyarlılığın daha düşük olduğu, ancak kütüphane son derece kapsamlı ve aynı zamanda gerekli metabolitleri de içerdiği anlamına gelir. TOKSİKOLOJİNİN GELECEĞİ Hızla değişen bu endüstride sürekli olarak yeni yöntemler geliştirilmelidir, böylece laboratuvarlar tasarımcı ilaç pazarına ayak uydurabilir. Enstrümantasyon ve yazılım, tıpkı harici ilaç kütüphaneleri gibi güncel kalmalıdır. Yeni psikoaktif maddeler ve sentetik kanabinoidler piyasaya hızlı bir şekilde giriyor, bu da mevcut kütüphanelerde bazı ilaçların eksik olabileceği anlamına geliyor. Laboratuvarlar LC-MS kütüphanelerine kendileri madde ekleyebilir, ancak idrar örnekleri için metabolitler de gereklidir ve ana maddeler gibi satın alınamaz. Bu nedenle, idrar metaboliti kütüphanelerindeki güncellemeler, adli toksikoloji laboratuvarlarının araştırma ve hizmetlerinin devam eden başarısı için zorunludur.

Laboratuvarlarda İş Sağlığı ve Güvenliği

Laboratuvarlar iş yeri olarak tehlikeli iş yerleri arasında yer alıyor. Bu yerlerde çalışanların, potansiyel tehlikeyi ve acil durumlarda ne yapacaklarını bilmeleri gerekiyor. Laboratuvarlar çalışma alanları açısından tehlikeli kabul edilen yerlerden biri olarak görülüyor. En başta ortaokullar, liseler ve üniversitelerde yer alan laboratuvarların kullanımı, iş hayatında da çalışanları tehlikelerle karşı karşıya getirebiliyor. Bu yüzden laboratuvarda tehlikelere karşı alınması gereken önemlerin bilinmesi önem arz ediyor. Laboratuvar ve Laboratuvar Güvenliği Genel anlamı ile bünyesinde çeşitli maddeler, alet, cihaz ve tertibatlar kullanılarak deneysel çalışmalar yapılan, testler, analiz ve araştırmalar yürütülen ve çeşitli gözlemler yapma olanağı sağlayan yerlere laboratuvar denir. Geçen yüzyılda laboratuvarlar gittikçe artan bir hızla çoğaldı. Bunun sonucunda her bilim dalına ait laboratuvarlar kuruldu. Fizik, kimya ve biyoloji laboratuvarları ülkemizde hemen her lise ve ortaokulda mevcut olup, üniversitelerimiz bünyesinde yüksek ihtisas laboratuvarları da bulunuyor. Keşif ve buluşların çoğalmasının yolu laboratuvarların sayısının artması, içlerinin de zengin ve modern ekipmanlarla donatılmasıyla gerçekleşebilir. Laboratuvarlarda yapılan deneysel etkinliklerde ya da hazırlanan çalışmalarda, araç ve gereçlerle beraber makine ve donanımlara yönelik olarak meydana gelebilecek tehlikelere karşı önlemler alma, aksayan durumları belirleme ve daha iyiyi düzenleme adına sorunlara bilimsel yöntemlerle yaklaşma sürecine laboratuvar güvenliği deniliyor. Laboratuvar kullanım tekniği ise laboratuvarda yapılan deneysel etkinliklerde çalışanların ve araçgereçlerin güvenliğinin sağlanmasını amaçlayarak, kullanılan araçgereçlerin, kimyasal maddelerin teknik özelliklerine ve kullanım tekniklerine uygun bilimsel yöntemlerle yaklaşma sürecini çalışanlara kazandırıyor. Laboratuvarlar iş yeri olarak tehlikeli iş yerleri arasında yer alıyor. Bu yerlerde çalışanların, potansiyel tehlikeyi ve acil durumlarda ne yapacaklarını bilmeleri gerekiyor. Çalışan kişinin ve çalışma materyalinin korunması için; çalışma sırasında belirli laboratuvar kurallarının, yöntemlerin, altyapı ve cihazların kullanılması gerekiyor. Laboratuvar ortamında çalışanların sağlık ve güvenliği için temel güvenlik kurallarına uyulması büyük önem taşıyor. Laboratuvarlarda kazaların önlenmesi için bazı önlemlerin alınması gereklidir. Bu önlemler şöyle sıralanabilir: • Laboratuvarda mutlaka önlük ve eldiven giyilmeli, korucu gözlük takılmalı, giysiler tehlike oluşturmayacak şekilde giyilmelidir. • Laboratuvarlara yangın çıkış kapıları konulmalıdır. Bunlar yönlendirmelerle gösterilmelidir. • Laboratuvarda havalandırma sistemi çok iyi olmalıdır. Laboratuvarın içinde veya yanında havalandırmalı bir oda bulunmalıdır. • Laboratuvara mutlaka bir çeker ocak yerleştirilmelidir. Çeker ocaklar kapılardan ve havalandırma sisteminden uzakta ve laboratuvarda trafiğin en az olduğu yerlere kurulmalıdır. Çeker ocaklar kimyevi maddelere ve çeşitli buharlara dayanıklı malzemeden yapılmalı, çekme sisteminin sürekli bir hava akımını sağlayabilecek kapasitede ve 24 saat çalışabilir durumda olması gerekmektedir. Çeker ocaklar laboratuvar ortamında zararlı kimyasallara maruz kalmayı önlemek için tasarlanmıştır. Standart çeker ocakların kullanımı daha düşük riskli kimyasal kullanılan laboratuvarlarda tercih edilebilir. Hidroflorik, perklorik ya da sıcak konsantrasyondaki mineral asitlerin kullanımında “yüksek performans” spesifik çeker ocakların kullanımı gerekmektedir. • Laboratuvarda çalışma sırasında çalışmanın öncesinde ya da sonrasında oluşabilecek tehlikelerin belirlenmesi ve önlenmesi veya oluşma olasılıklarının en aza indirilmesi için, bilimsel yöntemlere dayanarak insan sağlığı için güvenli çalışma koşulları sağlanmalıdır. Güvenli çalışma koşullarının sağlanması için, bir laboratuvar güvenlik programı hazırlanmalıdır. Güvenlik programları insan sağlığını ve kimyasal maddeleri tehlikelerden korumanın yanında kaza ile oluşabilecek zaman kayıplarının ve maddi zararların önlenmesini ve verimli çalışmaya olanak sağlar. Bundan dolayı, alınan tüm önlemlere rağmen laboratuvar ortamında oluşabilecek sağlık sorunları göz önünde tutularak bir ilk yardım çantası hazır bulunmalıdır. • Laboratuvarda yapılan çalışmalarda kullanılan kimyasal maddelerin çoğu sağlığa zararlıdır ve bu kimyasalların özelliklerinin tanınması sağlık açısından önemli olduğu kadar çalışma esnasında yapılan herhangi bir kaza sonrasında yapılacak ilkyardımın saptanması açısından da önemlidir. İnsan sağlığına zararlı başlıca kimyasallar şunlardır: Ağır metaller, aromatik nitro bileşikleri, aldehitler, alkali metaller, alkali tuzları (NaOH, KOH), amonyak, benzen, cıva, fenoller, karbon tetra klorür ,klorlu hidrokarbonlar, metil alkol, toluen vb. • Laboratuvar her zaman temiz tutulmalıdır. Laboratuvar temizliği gerekli tüm kurallara uyularak yapılmalıdır. • Etiketlemede mumlu kalem, suda eriyen mürekkepli kalem kullanmaktan, kısaltmalardan maddenin ismini yazmaktan, sadece formülünü yazmaktan, numara vermek veya kodlamaktan kaçınılmalıdır. • Kimyasal Maddelerin Stoklanması kurallara uygun yapılmalıdır. • Laboratuvarlarda yeterli sayıda değişik yangın türlerine karşı yangın söndürme cihazları bulunmalı ve bunların hangi yangın tipi için kullanılacağı belirtilmelidir. • Su, elektrik, havagazı, hava boruları ve bunların vanaları değişik renklerde boyanmalı ve hangi rengin hangi boruya ait olduğunu gösteren bir levha laboratuvarın görünür bir yerine asılmalıdır. • Elektrik ve gaz devrelerini kapatan şalter ve vanaların yerleri herkes tarafından bilinmesi için işaretlenmelidir. • Laboratuvarlarda acil durumlarda kolayca ulaşabilecek duş ve yangın battaniyeleri bulunmalıdır. • Çözücüler hiçbir zaman lavabolara dökülmemeli, değişik özellikteki çözelti atıkları toplama bidonlarında toplanmalıdır, atık toplama bidonları ve çöp kutuları her akşam boşaltılmalıdır. • Laboratuvarda ateş kullanmadan önce etrafta alev alabilecek maddelerin bulunup bulunmadığına dikkat edilmelidir. Hava gazı veya doğalgaz ve diğer gaz hortumları sık sık kontrol edilmeli, çatlaklar görüldüğünde hortumlar hemen değiştirilmeli; bu hortumlar alevle temasta bulunmamalıdır. • Laboratuvarın ana gaz vanasının yeri laboratuvar personeli tarafından bilinmelidir. Laboratuvara ana gaz vanasının yerini belirten ikaz işaretleri konmalıdır. • Yanıcı maddelerin kullanıldığı deneylerin çeker ocakta yapılmalı, alev alıcı sıvıların damıtılması kum tepsisinin kum banyosu üzerinde yapılarak muhtemel bir yangın esnasında ateşin etrafına yayılması ihtimali azaltılmalıdır. • Yangın söndürme cihazları laboratuvar ve koridorlarda bulunmalıdır. Laboratuvar personelinin bunların yerini ve hangi tip yangın söndürme cihazının hangi yangında kullanılacağını bilmesi ve buna göre eğitilmesi gerekmektedir. Referans : Doç. Dr. Cemil AYDOĞDU Hacettepe Üniversitesi Fen Bilgisi Eğitimi Ana Bilim Dalı Kaynak: İşte Sağlık Dergisi

Mikrobiyom Bilimi ve Yapay Zeka Teknolojisi ile Kişiye Özel Beslenme Rehberi Hazırladılar

Enbiosis isimli firma son yıllarda gelişim gösteren mikrobiyom biliminden ve yapay zeka teknolojisinden yararlanarak kişiye özel beslenme rehberi sunuyor. Tüketicinin evine özel bir kutu içinde gönderilen kit ile kişi gaita örneğini özel bir tüpe koyuyor ve laboratuvara analizlerin yapılması için gönderiyor. Laboratuvar sonuçları tamamen yerli ve özgün yapay sinir ağları ile destekli yapay zeka algoritmasında işlenerek numune sahibinin bünyesine uygun bir diyet listesine dönüşüyor. Mikrobiyom teknolojisi Dünya’da son dönemde yaygınlaşan kişisel sağlık çalışmalarında oldukça önemli bir yer teşkil ediyor. Enbiosis Yönetim Kurulu Başkanı Ömer Özkan, kişiye özgü sağlık ve kişiye özgü ilaç konularının sağlık teknolojisi alanının en önemli unsurları olduğunu ve bu konuda yapılan Ar-Ge çalışmalarının çok önemli olduğunu belirterek: “Projemizi, kişisel beslenme sonrasında, kişisel probiyotik, kişisel tanı ve kişisel tedavi süreçlerine doğru genişletmek istiyoruz” dedi.   MİKROBİYOM TEKNOLOJİSİ Bilkent Üniversitesi Endüstri Mühendisliği mezunu olan Özkan, iş hayatına solar teknoloji alanındaki yatırımlarıyla başlamış daha sonra mikrobiyom üzerine ABD’de  ilk çalışma ekiplerinde yer almış Dr. Öğr. Üyesi Ufuk Nalbantoğlu ve Avustralya’da erken dönem mikrobiyom çalışmalarına katılmış Dr. Öğr. Üyesi Aycan Gündoğdu  ile birlikte Enbiosis’in kuruluşunu gerçekleştirmiş. Halen Genom ve Kök Hücre Araştırma Merkezi’nde görev yapan iki öğretim üyesi mevcut çalışmalarıyla kişisel tedaviye kadar uzanacak mikrobiyom teknolojisini yapay zeka teknolojisiyle birleştirerek ülkemizin sağlık teknolojilerine katkıda bulunmayı hedeflediklerini belirttiler. Probiyotik konusunda toplumda doğru bilenen yanlışların çok olduğunu belirten Dr. Öğr. Üyesi Aycan Gündoğan, “Laboratuvar çalışmalarımızda herkes için tek bir probiyotik içeriğinin faydalı olmayacağı, bunun yerine kişisel probiyotik çıkartılmasının doğru olduğunu gözlemliyoruz” dedi. Mikrobiyom enformatiği ve yapay zeka konusunda ABD’de doktora ve sonrasında 10 yıl çalışmalar yürüten Dr. Öğr. Üyesi Ufuk Nalbantoğlu ise kullandıkları özgün yapay sinir ağları ile dünyada bu konuda çalışma yapan üç diğer firmadan da ayrıştıklarını vurguluyor. Mikrobiyom çalışmalarını daha sonra Hacettepe Üniversitesi, Beslenme ve Diyetetik Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Zehra Büyüktuncer Demirel ve doktora öğrencilerinden oluşan ekibiyle birlikte besin kompenentleri ile birleştirerek Enbiosis kişisel diyet ürünlerini 2019 Ağustos ayında çıkarttıklarını belirten Ömer Özkan, “Ülkemizde doğru işbirliği ve motivasyonla sağlık teknolojileri ve yapay zeka alanında çok daha büyük başarılar elde edileceğine inanıyorum” dedi. Kaynak: Capital

Kapadokya Teknopark, Litvanya Cumhuriyeti Türkiye Büyükelçiliği İle Yeni Projeye Başlıyor

Litvanya Kalkınma Ajansı ile birlikte yürütülen ″Strengthening the Collaboration between Higher Education and Business World: Sharing the Expriences″ isimli projeyi başarıyla tamamlayan Kapadokya Teknopark uluslararası işbirliklerine devam ediyor. 27 Şubat 2020 tarihinde Kapadokya Teknopark Genel Müdürü Doç. Dr. Metin Duyar, Genel Müdür Yardımcısı Dr. Öğr. Üyesi Cevahir ALTINKAYNAK ve Dr. Öğr. Üyesi Kubilay ATİK tarafından Litvanya Cumhuriyeti Ankara Büyükelçiliği’nde işbirliği toplantısı gerçekleştirdi. Litvanya Ankara Büyükelçiliği Müşaviri Vaida STANKEVIČIENĖ başkanlığında  yapılan toplantıda, iki ülke arasında nitelikli iş ilişkilerini arttırmaya yönelik modeller görüşülerek, ortak başlıklar tespit edildi. Yapılan görüşme sonucunda, Kapadokya Teknopark ile Litvanya Cumhuriyeti Türkiye Büyükelçiliği arasında ''Tarımsal Biyoteknoloji Ürünleri ve Yardımcı Endüstriyel Malzemelerin Üretiminde Ortak İşbirliği Modellerinin Geliştirilmesi”  isimli projeye  başlanmasına  karar verildi. Tarımsal biyoteknoloji alanında Türkiye’nin zengin gen kaynaklarına sahip olması nedeniyle iki ülke arasında  işbirliği yapılmasının avantajlı görüldüğü toplantıda; bu alanda değişen ve gelişen pazar şartlarına göre yüksek verimli genotipe sahip, stres koşullarına dayanıklı tarımsal biyoteknolojik ürünlerin gelişimi ve bu gelişim sırasında uygulanması gereken süreçler hakkında  ortak kararlar alındı. Tarımsal biyoteknolojik ürünlerin üretilmesi aşamasında üretim öncesi ve sonrasında gerekli olan moleküler ve biyolojik hastalıkların diagnostik amaçlı laboratuvar/klinik testlerinin yapılması  ve sonraki aşamada kullanılacak antikor/antijen temelli teşhis kitleri, hücre kültür ve ELISA sistemleri gibi yardımcı endüstriyel malzemelerin kullanımı ve üretimi hakkında ortak projeye başlanmasına karar verildi.  

Koronavirüs Tanı Laboratuvarları Hızla Yaygınlaştırılıyor

Sağlık Bakanlığınca, ülke genelinde 44 ilde 73 merkezin "Kovid-19 Tanı Laboratuvarı" olarak yetkilendirildiği bildirildi. Halk Sağlığı Genel Müdürlüğü tarafından, yeni tip koronavirüs (Kovid-19) tanı laboratuvarı yetkilendirilmesine ilişkin resmi yazı, 81 ilin valiliklerine gönderildi. Yazıda, ilk kez aralık 2019'da Çin'in Vuhan kentinde görülen Kovid-19 ile ilişkili vaka sayısının kısa süre içerisinde ciddi bir şekilde artarak pandemi haline dönüştüğü vurgulandı. Türkiye'de de hızla yayılmaya devam eden Kovid-19 kaynaklı enfeksiyonların tanısının Halk Sağlığı Genel Müdürlüğü (HSGM) Mikrobiyoloji Referans Laboratuvarı ve Biyolojik Ürünler Daire Başkanlığı koordinasyonunda yürütüldüğü belirtilen yazıda, "Bu amaçla ülke genelinde laboratuvar tanı kapasitesinin artırılmasına yönelik Kovid-19 Tanı Laboratuvarlarının yetkilendirilme çalışmaları başlatılmıştır." ifadesine yer verildi. Yazıda, şu bilgilere yer verildi: Bu kapsamda ilk aşamada ülke genelinde hizmet vermek üzere 37 Kovid-19 Tanı Laboratuvarı HSGM tarafından resmi olarak 21 Mart 2020 tarihi itibarıyla yetkilendirilmiştir. Bu laboratuvarlara ilaveten yetkilendirilmiş 36 Kovid-19 Tanı Laboratuvarı listesi yer almaktadır. Ülke genelinde toplam 44 ilde, 73 merkez Kovid-19 Tanı Laboratuvarı olarak yetkilendirilmiştir. İlgili laboratuvarlara Kovid-19 yetkilendirme ve protokol formları e-posta aracığıyla gönderilmiştir. Yetkilendirme ve protokol formları imzalanıp tarafımıza ulaştığında merkezler aktif olarak çalışacaklardır. HSGM tarafından resmi olarak yetkilendirilmemiş kamu, üniversite hastaneleri ve özel laboratuvarların Kovid-19 tanısına yönelik herhangi bir test yapma yetkileri bulunmamaktadır. Yetki verilmediği halde Kovid-19 tanı testlerini çalıştığı tespit edilen merkezler hakkında yasal inceleme ve akabinde cezai işlem başlatılacaktır. Yine Şehir Hastanesi statüsündeki 1.150 yatak kapasiteli Kartal Hastanesi’ni de bir süre önce hizmete sunduklarını hatırlatan Erdoğan, İkitelli Şehir Hastanesi’ni ise, 520’si yoğun bakım olmak üzere 2 bin 682 yatak kapasitesiyle mayıs ayında hizmete açmayı planladıklarını aktardı. Türkiye’nin en modern hastanelerinden biri olacak 1.000 yataklı Göztepe Şehir Hastanesi’nin inşasında da sona yaklaştıklarını, onu da eylül ayında hizmete alacaklarını belirten Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü: Böylece Türkiye, sağlık altyapısında zaten güçlü olan yerini, daha da sağlamlaştırmış olmaktadır. Kovid-19 hastalığı sürecinde tedbirlerimizi, hamdolsun, pek çok ülkeden daha erken aldık ve hayata geçirdik. Aşama aşama ilave tedbirleri de yürürlüğe sokuyoruz. Gıda konusunda da herhangi bir sıkıntımız yok. Ülkemiz, tüm temel gıda maddelerini kendisi ürettiği için, hem stoklarımız, hem de tedarik zincirlerimizin işleyişi, ihtiyacımızı karşılayacak düzeydedir. Kamu güvenliği konusunda ise milletimizin dirayetli tutumu ve emniyet birimlerimizin gayretleri neticesinde, kayda değer bir sıkıntı yaşamıyoruz. Bu vesileyle, tüm sağlık görevlilerimize, güvenlik güçlerimize, gıda ve ihtiyaç malzemelerinin halkımıza ulaştırılmasını sağlayan esnafımıza, üretimi devam ettiren sanayicimize ve işçilerimize şükranlarımı sunuyorum. Kaynak : AA

ASHRAE 62.1 ve 62.2 Standartlarının Güncellenmiş Sürümlerini Yayınladı

ASHRAE, havalandırma sistemi tasarımı ve kabul edilebilir iç mekan hava kalitesi (IAQ) standartlarının güncellenmiş sürümlerini yayımladı. ANSI / ASHRAE Standardı 62.1-2019, “Kabul Edilebilir İç Hava Kalitesi için Havalandırma”, insan işgalcileri için kabul edilebilir ve olumsuz sağlık etkilerini en aza indiren IAQ sağlaması amaçlanan yeni ve mevcut binalar için minimum havalandırma oranlarını ve diğer önlemleri belirtir. Standart 62.1’de yapılan önemli değişiklikler şunlardır: • Yeni ve mevcut bina havalandırma hesaplamalarını kontrol etmek için birim alandaki yeni bilgilendirici havalandırma tabloları; • Sistem havalandırma verimliliği ve bölge hava dağılımı etkinliği hesaplamaları için havalandırma oranı prosedürünün basitleştirilmiş sürümü; • Modifiye doğal havalandırma prosedürü hesaplama metodolojisi; • Daha önce kapsanmayan mesleklerin özel olarak tanımlanması için gözden geçirilmiş kapsam; • Doğal havalandırmanın dış hava kalitesini ve dış hava havasının mekanik olarak soğutulmuş alanlarla etkileşimini göz önünde bulundurması için yeni gereklilik; ve • Nem kontrolü gereksinimleri, artık bağıl nem yerine çiğlenme noktası olarak ifade edilmiştir. ANSI / ASHRAE Standardı 62.2-2019, “Konut Yapılarında Havalandırma ve Kabul Edilebilir İç Hava Kalitesi”, mekanik ve doğal havalandırma sistemlerinin ve konut binalarında kabul edilebilir iç hava kalitesi sağlaması amaçlanan bina örtüsünün rollerini ve minimum gereksinimlerini tanımlar. Standard 62.2'nin 2019 baskısı, partikül filtrasyonu için kredi veren, dengelenmiş ve dengesiz havalandırma sistemi etkileşimlerini doğal sızma ile ayırt eden, yeni çok aileli konutlar için bölümlendirme limitleri gerektiren ve tek noktadan zarflı sızıntı testi sonuçlarının kullanılmasına izin veren bir ayırma yolu sağlayan bir uyum yolu ekler. sızma kredisinin hesaplanması. SSPC 62.1 Başkanı Jennifer Isenbeck, “Bu standartlar, yıllar içinde genişleyen bilgi, tecrübe ve havalandırma ve hava kalitesiyle ilgili araştırma yapısını yansıtan önemli değişikliklere neden oldu” dedi. “Her iki standardın amacı değişmedi, ancak bu hedefe ulaşmanın araçları gelişti. Bu güncellenmiş standartlar, binalardaki insanlar için daha sağlıklı iç ortamlar yaratma umuduyla daha fazla netlik sağlayacaktır. ” Daha fazla bilgi için, www.ashrae.org/bookstore adresini ziyaret edin .

ASHRAE 2019 Öğrenci Tasarım Yarışması ve Uygulamalı Mühendislik Yarışması Kazananlarını Açıkladı

2019 ASHRAE Öğrenci Tasarım Yarışması ve Uygulamalı Mühendislik Yarışması kazananları açıklandı. Yarışma, seçkin öğrenci tasarım projelerini tanır, lisans öğrencilerini enerji tasarruflu HVAC sistemlerinin pratik tasarım bilgilerini uygulama konusunda teşvik eder ve ekip çalışmasını teşvik eder. Kırk iki takım yarıştı ve 26 kişi toplum düzeyinde yargılandı. Bu yılki Tasarım Yarışması, Macaristan'ın Budapeşte kentinde küçük bir hastaneye odaklandı. Proje, Budapeşte'de 70.000 metrekarelik yeni bir dört katlı (6.503 metrekare) tıbbi, klinik, cerrahi ve ofis binası inşa etmeyi içeriyordu.   Takımlar üç kategoriden birinde yarıştı;   • HVAC Tasarım Hesaplamaları; • HVAC Sistem Seçimi; ve • Entegre Sürdürülebilir Bina Tasarımı (ISBD).   HVAC Tasarım Hesaplamaları kategorisinde birincilik, Mısır, Kahire, Ain Shams Üniversitesi'nden Beshoy Badr, George Mounir, John Victor, Kerollos Samir, Paula Wanis ve Samaa Khaled'e verildi. Fakülte danışmanları Dr. Ashraf Kotb ve Dr. Hany Elsayed'dir.      HVAC Sistem Seçimi kategorisinde ilk sırada yer alan Mitch Mallett-Hiatt, Colin Miller ve Nebraska Üniversitesi, Lincoln, Nebraska Üniversitesi'nden Samuel Underwood idi. David Yuill, ekibin öğretim görevlisi olarak görev yapan Ph.D. ve PE, Rick Hiatt, endüstri danışmanıydı.      Entegre Sürdürülebilir Yapı Tasarımı kategorisinde birinciliği Greeshma Bindu-Nandakumar, Vijay Chithambaram, Hope Tique Organista ve Loughborough Üniversitesi'nden Joshua Vasudevan, Leicestershire, İngiltere Dr. Mahroo Eftekhari fakülte danışmanı olarak görev aldı.   2019 Setty Family Foundation Uygulamalı Mühendislik Mücadelesinde, öğrenciler temel olanakları (kamu hizmetleri, polis, yangından korunma, okullar, sağlık hizmetleri, barınma vb.) İçeren kendi kendine yeten bir topluluk tasarlamaya zorlandı. Tasarımlar, Porto Riko, Vieques adasındaki 5.000 kişilik bir topluluğu barındırmak için gerekliydi. Samuel Bean, Alexander Sparks, Jacob Scarpino ve New Hampshire Üniversitesinden Sarah Mayer, Durham, New Hampshire birinci oldu. Nils Carlson, takımın sponsoru ve Anthony Puntin, Martin Wosnik ve Christopher White danışman olarak görev yaptı. Projeler, 1-20 Şubat tarihlerinde Orlando, Florida'da düzenlenen 2020 ASHRAE Kış Konferansı sırasında kabul edilecektir . Kış Konferansı, Orange County Kongre Merkezi'nde 3-5 Şubat'ta gerçekleşecek olan ASHRAE ortak sponsoru olan AHR Expo ile birlikte düzenleniyor. Öğrenci Tasarım Yarışması kazananlarının tam listesi için ashrae.org'daki Yarışmalar sayfasını ziyaret edin.    

E-bülten için aşağıdaki bilgileri doldurmanız yeterli.

Giriş Yap

Şifremi Unuttum Kayıt Ol

Kayıt Ol

Şifremi Unuttum